Sizler bu gazeteyi elinize aldığınızda, büyük ihtimalle ABD’nin hangi başkanı seçtiği netlik kazanmamış ve/veya diğer taraf en azından “yargıya gideceğim” tehditlerinden vazgeçmemiş olacak.
Ancak öncesinde, beni yine bu seçimlerde hayrete düşüren bir konuya parmak basmak istiyorum.
BU DÖNEM KENDİ JFK’SİNİ YARATAMADI!
“ABD, yeni Kennedy’sini yine çıkaramadı” derken, 1960’lara damga vuran Kennedy gibi radikal anlamda “Büyük Amerikan düzenini sarsacak” yeni bir isim çıkaramamalarından söz etmiyorum. Çünkü günümüz konjonktür ve uluslararası şartlarında, böyle bir insanın “ortaya veya zirveye çıkması” imkansız. Neden mi? Çağımızda CIA’ye “Amerika, diğer ülkelerin iç işlerine karışamaz, sizi bin parçaya böleceğim” demiş, kırk yıldır FBI’ın başına çöreklenmiş mafya ile ilişkili karanlık Hoover’i görevden almaya hazırlanmış, Vietnam’dan çekilme kararı almış, Pentagon’un abartılı baskılarına rağmen Küba ve Sovyetler ile sıcak savaşa girmemiş, vergi yükünü dar ve orta gelirli aileler yerine büyük şirketlere yıkmış, Orta Doğu’da barışı korumak adına İsrail’in nükleer silaha ulaşmaması için çabalamış, azınlık hakları için mücadele etmiş, Başsavcı kardeşi Robert Kennedy aracılığıyla mafyaya karşı ağır bir mücadele vermiş, sanata ve sanatçılara özel önem atfetmiş, ABD’nin dünya polisi olmadığı barışçı bir yeni dünya düzeni rüyası görebilen, yani güç odaklarının gözünde her türlü suçun “baş müsebbibi” bir başkan, 2020’li yıllarda hiç gerçekçi değil. Bu devirde ABD, Olof Palme veya Willy Brandt’vari liderini üretemez! Kennedy örneğinde yaşadığımız gibi, öldürüldüğünde Türkiye dahil, tüm dünyada yüz milyonlarca kişinin gözyaşlarına boğulduğu bir “dünyanın sevgili lideri”ni hiç çıkaramaz!
DEMOKRAT PARTİ’NİN ŞAŞIRTICI TIKANIKLIĞI
Nedenleri ortada! Ama bunu çok iyi bilmeme rağmen, yine de Amerikan siyasetinin, vazgeçtim dünya uluslararası siyasetinin akışını ve beş kıtayı ilgilendiren konuları, kendi iç dinamikleri doğrultusunda bir “çakma Kennedy” imajlı lider adayı bile çıkaramamalarını, kendileri adına çok yazık ve onları izleyen dünya adına çok gülünç buluyorum! Son iki başkanlık seçimine göz attığımızda, Cumhuriyetçilerde Trump, Demokratlarda ise Beyaz Ev’e doymuş bir Hillary Clinton ve Obama döneminden kalma yorgun bir Biden görüyoruz. Ortak noktaları, makyajın bile gizleyemeyeceği bir tazelik yoksunluğu… Bill Clinton ve Obama, hiç olmazsa “imaj” olarak, bir umut olabilme vasfı taşıyorlardı. Biri “Kennedy imajı”na zaten oynuyordu, diğeri ise yine o çizginin siyahi kulvarından ilerledi ve tüm dünyaya “acaba bu sefer, o sefer mi?” dedirtti. Ancak ardından, hayal kırıklığı geldi. (Fetö’yü parlatması, kendi döneminde Amerikan polisinin kuş vurma antrenmanı yapar gibi siyahileri infaz etmesini pek umursamadan seyretmesi gibi konular u-nu-tul-maz!)
Yani koskoca Demokrat Parti’nin, kendi yerleşik dinozorları dışında, en azından görüntüyü kurtaracak parlak, yakışıklı veya güzel, gençlere heyecan ve dünyaya umut veren, kısa sürse bile bir evrensel barış mesajında inandırıcılık taşıyabilecek, genç ve vurucu tek bir isim çıkaramaması, aslında korkunç bir mağlubiyet! Sokak kavgaları, ırkçı polis saldırıları ve kendini aidiyetsiz hisseden milyonlarca gencin dijital dünya düşkünlüğü ortadayken, bu saydıklarım Demokratların 3-0 mağlup başlamasına neden oluyor! Düşünebiliyor musunuz, mesela ortada dolaşan laflar şunlar: “Biden kazansa bile, acaba 2024’te sağlık durumu tekrar aday olmasına olanak verir mi?”
BİRİ VURDUMDUYMAZ SHOWMAN, DİĞERİ SİLİK ÖTESİ!
Cumhuriyetçiler ise Trump’ı sahada tutarak yanıt veriyorlar rakiplerine. Trump’ın ABD’de ve dünyada en ağır tepkileri alan tavır ve kararlarını buradan sıralamaya kalksak makale değil kitap yazmamız lazım. Irkçı, kadın hakları karşıtı ve homofobik açıklamalarını kim unutabilir? Ama bunun yerine, az okuyan veya dünyayı az takip eden kitleleri etkileyen bazı teatral tavırlarını ele almak istiyorum. Bakın basit bir Trump sahnesi, eski kampanya döneminden… “O kadar çok kazanacağız ki, kazanmaktan bıkacaksınız, yeter artık daha fazla kazanmayalım, kaldıramıyorum bu kadarını diyeceksiniz, ama kazanmaya devam edelim, yetmez diyeceğiz”. Veya sahnede showman yürüyüşleri, ani dönüşleri, kahkahaları, seçtiği kelimeler, arada yaptığı (çoğu saçma olsa da) espriler, ondan nefret edenlerin bile ilgisini çekiyor! Gelelim Biden’a… Yaşlı olmak ayıp değil, doğanın kanunu ama bu kadar yorgunsanız ve yarınlarınız pırıltılı bir güneş vaat etmiyorsa, halka nasıl inandırıcı olabileceksiniz? Allah aşkına, Biden’in tek bir önemli sözünü hatırlayabiliyor musunuz?
Bana sorarsanız, “seçimleri Biden kazandı” veya “Trump kazandı”, ne duyarsanız duyun, şüpheyle yaklaşın! Hatırlatırım geçen sefer “Hillary Clinton büyük farkla, hatta toprak kaymasıyla kazandı” diyenler, televizyonlarda 1 saat bunu gerekçeleriyle açıklayanlar, sonra şapa oturdular. Bunu hatırlayarak yorumları dinleyin lütfen. Tabii ABD bizim gibi ileri bir ülke değil, Anadolu Ajansı gibi muhteşem donanımlı bir devlet ajansına da sahip olmadığından sandıkların kapanmasından bir saatçik sonra bütün sonuçları büyük bir kesinlikle açıklayamıyor! Bu seçimleri kim kazanırsa kazansın, her an ortalık, 2020 “Floyd-covid” günleri modunda karışabilir. Yeni Amerikamız, aynen yeni Fransamız gibi, protestocuların “yakarım-yıkarım” tehditleriyle yaşayan bir “4. Dünya” ülkesi!
BİZİM İÇİN UFUKTA GRİLİK HAKİM
“Dünyayı Trump’tan kurtaracak adam” olarak lanse edilen Biden’ın, kazanırsa Türkiye’nin önüne ağır bir fatura koyacağından kimsenin bir şüphesi yok. Suriye’nin kuzeyinde bir PYD/PKK garnizon devletinin kurulması, Irak’ın üçe bölünmesi ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını önermesinin yanı sıra, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de uyguladığı politikaları eleştirmesi ve müttefik devletlerle iş birliği yaparak Türkiye’nin izole edilmesi gerektiğini savunması, S400’lerden vazgeçmememiz halinde CAATSA yaptırımlarıyla cezalandırılmamızı desteklemesi ve sözde Ermeni soykırımını tanıyacak olduğunu dile getirmesi, bizim açımızdan pek iç açıcı görünmeyen bir bilançoya işaret ediyor.
Uzun lafın kısası, olaya demokratik gözlüklerle bakan aydınları mutlu olamayacaklar. Adaylar, bizler açısından birbirinden kötü sayılabilir. Bu nedenle “bekle-gör-izle”den başka seçenek yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.