Çok eleştirildi Akar’ın cümlesi:
“Sevgili arkadaşlar, artık mesajınızı verdiniz, lütfen
dağılalım” Bu arada kendisi bu konu hakkında bir izahat da
getirdi. Beni çok ikna ettiğini söyleyemem. Bu iktidar döneminde
sık gördük bu tavrı: “Aslında ben onu demek
istememiştim-yanlış anlaşıldım”.
Ama çok daha önemli bir durum var.
Sorumuz basit: Bu saldırı, şayet Ana Muhalefet liderine değil de,
Sayın Cumhurbaşkanı’na veya Sayın Bahçeli’ye yönelik
gerçekleşseydi, o zaman neler yaşanırdı? Akar, o zaman orada
benzer bir cümleyi kullanabilecek miydi? Yoksa derhal ortamdaki
bütün polisler, askerler, güvenlik güçleri ve korumalar
saldırganları toparlayıp adalete teslim etmek için birbirleriyle
rekabete mi girişeceklerdi? Sorusu bile şaka gibi geliyor değil
mi?
Peki o yumruk, bugün sözünü
ettiğimiz iktidarı paylaşan iki liderden birine isabet etseydi,
aradan iki gün geçmeden o şahıs adli kontrol şartıyla serbest
bırakılabilecek miydi? Bu da artık size şaka değil gerçek üstü
senaryo gibi geliyor değil mi?
Peki bundan ne
anlam çıkarmamız lazım? Demek Cumhur İttifakı’na göre Ana
Muhalefet Partisi Başkanı’nın kimliği ve bedeni korunsa n’olur,
korunmasa n’olur? Bu mudur 21. yüzyılın “Yeni Türkiye”
demokrasisi ve muhalif siyasilerin korunma standartları? Gerçekten
pes diyorum... Bu arada başka yeni standartlar da var: Bahçeli,
Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıdan memnuniyet duymamış, bu
nedenle geçmiş olsun demesine de gerek yokmuş! Lütfen bir
anlayan olursa, bana da izah etsin! Aslında kendisi, her şeyden
önce, kimlerin Kılıçdaroğlu’nu aylardır hedef gösterdiğini
hatırlasa idi, “O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen
Kemal Kılıçdaroğlu” gibi bir cümle kuramazdı.
SAYIN AKAR NE YAPMALIYDI?
O alçak saldırı, bir veya birkaç
yobazın, “Hazır CHP Başkanı buradayken bir çakalım,
havamız olur” tipinde bir spontan çıkartmadan ibaret
değildi. Toplu bir linç girişimi şeklinde CHP Heyetine fütursuzca
yapılan bir ağır kalkışma idi. Akar’ın ve Emniyet Müdürü
Celal Uzunkaya’nın, ilk şaşkınlıkları geçtikten ve
Kılıçdaroğlu yakında bir eve götürüldükten sonra yaşananlar
karşısında, yani saldırı bu sefer artık organize şekilde aynen
Sivas sendromuna bulanıp “evi yakalım” boyutlarına geçtiğinde,
yapmaları gereken tek şey vardı: Bütün bu “yakma-yıkma”
meraklısı güruhu topluca kuşattırıp, o ateşli heyecanlarıyla
beraber onları aynı gün kodese taşımak! Uzunkaya’nın ve
Akar’ın taşıdıkları sıfatlarına yakışan tek hareket bu
olacaktı. UZUN LAFIN KISASI, O ANDA BU SALDIRI ERDOĞAN VE/VEYA
BAHÇELİ’YE YAPILSA NE YAPILACAK İDİ İSE, AYNISI
UYGULANMALIYDI!
Akar’ın o anda bu “iddialı ve
kararlı” linç ekibine “arkadaşlar” diye seslenebilmesini kim
nasıl hazmedecekse etsin, ben bunu yapamıyorum. Uzunkaya ise,
oradaki bütün iyi niyetine ve ilk çıkışına rağmen, o anda
ortada hırıltılarıyla gezen gözü dönmüş yobazlara megafonla
seslenip “sakinleştirmek” yerine, fiili olarak hepsini gözaltına
aldırmalıydı.
Bildiğim tek şey, o gün oradaki
saldırı iktidar kanadına yönelik olsa idi, kurşunlar, coplar,
anında uçuşacağı gibi, birden mucizevi bir hızda üç
otobüs-beş toma gelir, saldırganlardan ayakta kalabilenler, kan
revan içinde üst üste atılarak doğrudan topluca bir cezaevine
götürülür, savcı ifade almaya belki ancak oraya gelebilirdi.
Hiçbir siyasinin aklına da, “Düşün bakalım, sen bu
saldırıyı bu yumrukları hak edecek ne yaptın?” tarzında
bir soru sormak gelemezdi! Öncelikle sosyal demokratlar, hiçbir
zaman saldırıya uğramış bir insana böyle bir soru zaten
yöneltmezler ve o anda buna benzer cümleleri kurmayı hayal bile
edemezler!
Şimdi bugüne ve gerçeklerimize
dönersek, fotoğraflara ve videolara bakarak sözde suçlu aramak...
Ne için mi? Herhalde onları da 1-2 gün içinde göstermelik bir
soruşturmadan sonra, yumruğun sahibi gibi sokağa salmak için...
Ne kadar medeni bir ülkede yaşıyoruz değil mi? Helal olsun
hepinize! Adınıza siz karar verin, ama soyadınız belli: Çifte
standart!
İMAMOĞLU’NUN GÖVDE GÖSTERİSİ
Kılıçdaroğlu’na ve
beraberindekilere yapılan saldırı, İmamoğlu’nun kürsüye
çıkmasına yaklaşık bir saat kala yaşandı. Her ne kadar önce
İmamoğlu’nun saldırı konusunda hiç topa girmeden konuşmasını
sürdürmesini yadırgadıysam da, aslında belki de yaptığı gibi
yalnız sonunda değinmesi ve olayı aşırı büyütüp provokasyon
malzemesi haline dönüştürmemesi, en doğrusuydu. Böylece Maltepe
miting alanını dolduran milyonlar, İstanbul’un yeni başkanının
arzu ettiği kıvamda bir profilde bir gün geçirdiler. Yıllardır
belki ilk defa bahar gribinden muzdarip olduğum için önemli bir
CHP mitingine katılamadım. Ama katılan tüm arkadaşlarım her
şeyin mükemmel geçtiğini ve rüya gibi bir kutlama günü
geçirdiklerini anlattılar. Zaten ekranlara yansıyan hava da buydu.
İmamoğlu sinirleri alınmış, başka bir boyutta siyaset yapıyor!
Bu arada İmamoğlu, yönetimini saydam
yapma arzusuyla İl Genel Meclisi toplantılarını yayınlama yoluna
gitti ve daha 1. dakikadan AKP’lilerin nasıl bir muhalefet yapma
talimatı aldıkları fena şekilde ortaya döküldü! “Bu adamı
çalıştırmayacaksınız, kararlarını geçirtmeyeceksiniz”
şeklinde ağır emirlerin yağmur gibi yağdığı çok ortada!
Fakat bir gerçek daha var: Halkın, öğrencilerin ve hatta İBB
çalışanlarının çıkarlarının aleyhine AKP’li İl Meclis
Üyeleri’nin nasıl direndiği ve karşı geldiği ortaya çıktıkça,
AKP’nin olası herhangi bir seçimde ne kadar daha kan
kaybedeceğini iktidarın zirvesi hesaplayamıyor!
Türkiye nefesini tutmuş, YSK’nın
kararını bekliyor. Oradan gelecek mantıklı bir ses, İmamoğlu
dönemini resmi olarak başlatacak! İşte tam nefeslerin
tutulduğu bu kritik dönemde, Bahçeli’nin YSK kararı alınmadan
önce “Bu bir beka sorunudur” diye
konuşabilmesi akıl almaz şekilde yargının en kutsal noktasını
etki altına almaya çalışmak, seçimlere illegal bir şekilde
siyasi sıfatını kullanarak müdahale etmek ve de bunu bir
“terör-güvenlik” meselesi olarak sunmak, anlayacağınız başka
bir düzeyde büyüklere masal anlatmaktan farklı bir şey değil!