Başka
bir “azzz sonra!” diyen bomba haber çıkmazsa, Türkiye
önümüzdeki hafta CHP Tüzük Kurultayı’na kilitlenmiş olacak.
Yeniden açıldığından beri, Baykal’ın genel başkan seçildiği
ilk kurultay hariç, her birine katılmış, partinin içini dışını
doğduğundan beri solumuş ve 21. yüzyılda CHP’nin ilk büyük
tüzük çıkışını yurt çapında örgütlemiş ve kaleme almış
biri olarak, bu konuda en çok topa girme hakkı olan birkaç
insandan biriyim. Önümüzdeki hafta sonu yapılacak olan Kurultay
öncesinde bir milyon civarındaki CHP üyeleri ve 12 milyon CHP
seçmeni arasından siyasetle yakın ilgilenenler, ciddi anlamda
tepkililer. Büyük bir gaz sıkışması var, sıkıntı var. Ama
ağızlar pek açılmıyor. Çünkü seçimler öncesinde sayısız
partilinin çeşitli adaylık beklentileri var ve “fişlenmek”
istemiyorlar. Parti’nin malum yumuşak karnı...
DEMOKRATİK
TÜZÜK DEVRİMİ 2003 VE 2010’DA NASIL ENGELLENDİ
Gelin
sansürsüz konuşalım: Baykal’ın hegemonyası ve Parti’deki
tartışılmaz görünen tahakkümünü sorgulayan önemli muhalif
CHP’liler oldu. O dönemlerden insanın aklına başta Hasan Fehmi
Güneş, Erol Tuncer, Ertuğrul Günay (!) gibi isimler geliyor. Öte
yandan genel bir “Parti içi demokrasi” talebinin ötesinde,
somut ve Parti’yi yoğun olarak tepeden tırnağa çalkalayan bir
“Demokratik Tüzük Devrimi” ile ilk ortaya çıkan, 2003 Genel
Başkan adaylığım döneminde ben oldum. Biliyorum, bu sütunda
buna daha önce birçok kez değindim. Ama 9-10 Mart Tüzük
Kurultayı’nın yapacağı tüm ağır ve kuru gürültünün
kökeninde, maalesef hala o meşhur 2003 Kurultayı’nın ağır
izleri var.
Bir
ay boyunca 41 ili gezerek ve çeşitli broşürler ve röportajlar
yayınlayarak yeni bir Parti, yeni bir Türkiye, yeni bir dünya
öneriyordum. Bu yeni dönemi insanlara anlatırken, özetle artık
Genel Başkan’ın tek seçiciliği, Parti’ye olan mutlak
hükümranlığı yerine, her üyenin doğrudan tercihleriyle
Parti’ye yön verdiği, her yöreden üyelerimizin Parti
temsilcilerini, kendileri tüm üyelerle beraber seçtiği, kadınlara
ve gençlere milletvekilliği ve yerel seçimlerde pozitif ayrımcılık
kotalarıyla büyük bir alanın açıldığı, Genel Başkan’ın
artık “Ali kıran baş kesen” tarzındaki görünümden
kurtularak, hakla iç içe yaşayan, Parti’nin imajını taşıyan,
işin her zerresinde hamallık yapan bir insana dönüştüğü,
“akıllı üye
kartı” uygulamasıyla,
her bilgiyi içeren çipli kartla üyelerin parti içi seçim ve
tercihler için oy kullanabildiği, eski dönemin tüm
tıkanmışlıkları ve hantallıklarının üzerimizden birden
atıldığı bir yeni dönemi anlatıyordum. Kendimden emin olarak,
halkta ve örgütte doğrudan heyecan yaratan bu fikirlerin kaynağı
ise, yıllardır halkın ve ADD veya ÇYDD gibi demokratik kitle
örgütlerinin arasında geçirdiğim uzun süreçti. Halkın yurdun
her yerinde neden şikayet ettiğini, ne istediğini çok iyi
biliyordum. Özellikle gençler, kendilerine rüya gibi gelen bu
büyük atılıma inanamıyor ve bana büyük destek veriyordu. Konu
Başkan değiştirmek değil, Parti adına toptan varoluş tarzını
ve “Parti içi yaşam tarzını” değiştirmekti. Parti’de gücü
elinde tutanlar arasında büyük bir panik yaşandı.
O
günleri benimle beraber içinden yaşayan eski Genel Başkan Altan
Öymen, çok detaylı şekilde yaşananları bilir. Ne yazık ki,
sürekli olarak Genel Başkanlığı bu yeni önerilerle almaya doğru
yürüdüğümü gördükçe, bu hareket başarıya ulaşırsa,
“Politbüro”daki etkin rolünü kaybedecek olan “ağır
toplar”, panik içinde bir arayışa girdiler. Kurultay’a bir
hafta kala, önümü kesebilmek için, var olan tüzüğü
değiştirip, aday olabilmek için gerekli delege imzası kaidelerini
toptan değiştirme fikrini ortaya attılar. Bunun ardından tüm
ikazlarıma rağmen, Kurultay günü, hem de illegal ve dayatmacı
baskılarla gerekli imza sayısını %5’ten %20’ye çıkardılar.
Hem de aynı Kurultay’da bu değişikliğin uygulanmasını da
devreye sokarak tam bir skandala dönüştürdüler olayı. Masayı
deviren pokerci gibi, başka türlü durduramayacaklardı o gün
gelmekte olan iktidar kayıplarını...
Bu
rezalet henüz gerçekleşmeden, her milletvekili ve delegeyi ikaz
etmiştim Ankara’da yaptığım basın toplantılarında. “Bu
faşist yöntemlere tenezzül edenler, bir daha ömür boyu
demokrasiden söz edemezler” dedim.
Ne var ki, o gün Baykal’ın ekibinden olup bu günaha EVET oyuyla
parmak kaldıranlar arasında, daha sonra kendileri Genel Başkan
adayı olup, bu ucube değişimlerden şikayet edecek iki arkadaşımız
vardı. Biri Muharrem İnce’ydi bu arkadaşların. Kendisi ne yazık
ki son Kurultay’da var olan tüzükten “sonuna kadar” şikayet
ederken, bu konuda kendisine en ufak bir özeleştiri getirmiyordu.
Halbuki son Kurultay’da kendi adaylığına ve imza toplama
çabalarına karşı çıkanlara kendisinin nasıl baktığını
düşünebilirdi. Dolayısıyla, bana sorarsanız, Tüzük
Kurultayı’na giderken, Parti’nin ve o dönem bu karara imza
atanların, önce 2003 Genel Başkan adaylarından ve tüm CHP
üyelerinden özür dilemeleri lazım.
Bu
kadar kamuoyu önünde demokrasiyi hiçe sayarak, bu yüz kızartıcı
operasyonlara girişen her insan bilmeli ki, tüzüğe getirilecek
ilk değişim, hiçbir Parti içi iktidarın bir daha kafalarına
göre maçın ortasında kuralları değiştiremeyeceğinin
sağlanması, ve buna yeltenen her İktidarın, “Partiden
uzaklaştırılma” dahil, en ağır yöntemlerle cezalandırılması
olmalıdır. Çünkü 2003’te bir ekibin insanlık onurunu ve
emeğini hiç sayarak, buna yeltenmiş ve bunu “başarmış”
olması, CHP’ye ve demokrasi kavramına hiç mi hiç yakışmaz,
bunu bilen veya öğrenen herkeste de koca bir hayal kırıklığı
yaratır.
2010
yılında ise, Sayın Yekta Güngör Özden ile başlatıp, CHP
örgütünün birçok kademesinden yakın dostumla sürdürüp nihai
sonucuna ulaştırdığım somut ve büyük bir tüzük çalışması
gerçekleştirdik. Neredeyse bir yıl süren bir çalışmaydı.
Bu Tüzük devrimini hazırlamadan önce Sayın Kılıçdaroğlu ile
bir akşam yemeğinde uzun uzun görüşüp, buna neden gereksinim
olduğunu anlatmıştım. Kendisi henüz Grup Başkanvekiliydi.
Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduktan sonra da CHP Gençlik
Kollarından birçok arkadaşımla bu demokratik tüzük kitapçığını
yurdun her noktasına dağıttık, herkesle konuştuk, 2012 Tüzük
değişikliğinden önce de her yerde bu düşünceleri yeni
maddeleriyle savunduk. Ama ne yazık ki, Partiyi halkıyla
kucaklaştıracak fitili o Kurultay ateşleyemedi...
BU
KURULTAYDAN DA MAALESEF DEMOKRATİK BİR MÜJDE ÇIKMAZ. BAKIN
NEDEN:
Kurultayların,
tüzüklerin birer “ruhu” vardır. Mesela Fransız Devriminin
ruhunu belirleyen “İnsan ve Yurttaşın Hakları” metni, 1789
Devrimi ile beraber Fransız Aydınlanmasını dünyaya taşımış
bir metindi. 1960 Devrimini sonucuna taşıyan 1961 Anayasası,
ayrıca döneme ve onu takip edecek en az 20 yıla damgasını vuran
büyük bir atılımdı.
Şimdi
bu Kurultay’dan önce, çoğu insanın da fark ettiği gibi, herkes
yine “demokrasiyi
severmiş gibi”
yapmakla meşgul. Size YİNE 2003 Kurultayı’nı anlatarak
başlamamın nedeni gayet basit. Genel Başkan seçimi ve tüm diğer
birimlerin seçim yönteminde, hep o uğursuz Ekim 2003 yılında,
zoraki bir darbeyle anti demokratik bir ruhun kalıbına sokulan
tüzüğün defolu, yorgun ve çelişkilerle dolu kimliği var.
Nasıl
mı? Mesela 2012 Tüzük Kurultayı’nda, Genel Başkan adayı
olabilmek için, %20 imza şartı daha sonra %10’a çekildi.
Ayrıca %10 imza alabilmek için, bu insanları Divanın önüne
getirme mecburiyeti de kaldırıldı. Ama maalesef işin özündeki
aksaklıklar aynen durduğu yerde bırakıldı.
İyi
de neden %5’e çekilmedi tekrar? Neden her delege, farklı adaylara
aynı anda imza verip,
“havanın kokusuna göre” onlardan
bu son derece önemli Kurultay’da farklı konuşmalar isteyemiyor!
Bu söylediğim sistem, 2003’de yapılan Tüzük darbesine kadar
zaten böyleydi ve her şey sorunsuz tıkır tıkır işliyordu. Bir
gün 2003 yılında, bir Meclis grup toplantısında, ben adaylığımı
açıklayıp kampanyama başladıktan sonra, Baykal şunları
deyiverdi: “AKP’ye
bakın! Onlar hiç Erdoğan’a karşı böyle kolayca adaylar
çıkabiliyor mu? Bizde niye aynı huzur yok?”
Ne kadar acıdır ki, demokrasinin ülkemizdeki beşiği CHP, kendi
demokratik çarkını çevirebilmek için AKP’nin tek ses düzenini
örnek (!) gösteriyordu. Daha önce de bu sütunda, yarattığımız
ucube tüzüğün mantıksız ve illegal yönünü, iflah olmaz
çelişkilerini anlatmıştım. 7
yaşında çocuğun bile anlayabileceği ana terslik şu: CHP
tüzüğüne göre Başkan “gizli oy/açık tasnif” ilkesiyle
seçiliyor. Halbuki uydurulan yeni sistemle, bir adayı önermek için
ona destek imzası verenler, başka kimseye aynı destek imzasını
veremedikleri için, bu imzalar, kendini açıkça deklare etmiş
“oy”a dönüşüyor! Sormazlar mı insana “hani
senin genel başkanın gizli oy açık tasnifle seçilecekti?”
diye?
Tabi bu işin en acıklı tarafı genel merkez ve genel başkan
baskısıyla “hadi
bakalım destek vermiyor musunuz genel başkana adaylığını tekrar
önermek için?”
diye genel merkezden arandığınızda, soğuk terler de dökseniz
ister nezaket kuralları ister vefa kuralları doğrultusunda o
andaki inancınızın tersine de bir kararı bildirebiliyorsunuz! O
andan itibaren, eşit şartlarla yapılan parti içi yarıştan söz
etmek katiyetle mümkün değil; çünkü karşı taraf, genel merkez
olmanın sayılamayacak kadar çok avantajını yanına alarak yarışa
başlıyor. İşte tüm Kılıçdaroğlu döneminde de düzeltilmeyen
bu ağır çelişki ve adaletsizlik nedeniyledir ki, her kurultayda
bu imza toplandı toplanamadı, muhalefete imza verildi verilmedi,
kavga gürültüsü aynen sürüyor. İşte önümüzdeki hafta
getirilecek yeni taslakta da bu ucube hukuksuz durum aynen korunuyor!
Gerisi, güzel nutuklar ve demokrasiyi çok severiz lafları!
Sormazlar mı adama “ülke
için istediğini iddia ettiğin tam demokrasi ve adaleti, kendi
parti içinde neden istemiyorsun?”
diye?
NEDEN,
NEDEN, NEDEN... BİR BİLEN VAR MI?
Geçtiğimiz
günlerde, Genel Merkez’in hazırladığı tüzük taslağını
toptan okudum. Hani tüzüklerin de ruhu vardır diyordum ya, işte
bizi ilgilendiren o özgürlükçü ruh, bu taslakta ne yazık ki hiç
yok. Tüzüğü iyi
okumayı bilen deneyimli gözler için, maalesef Parti’de mutlak
merkeziyetçi yönetim anlayışı, satır aralarına gayet usta bir
ince işçilikle yerleştirilmiş.
--İşe
üyelikten başlayalım. Üyeler artık ikiye ayrılacakmış. “Üye”
ve “destekçi üye” olarak. Yani 1. sınıf üyelik ve 2. sınıf
üyelik. Aidat ödeyen ve çalışmalara aktif olarak katılan ancak
“üye” olabilecekmiş. Ancak: Tüzük bu kriterlerin ne olduğunu
bize öğretmiyor: “Parti
çalışmalarına aktif olarak katılma ve düzenli aidat ödemenin
ölçütleri, takibi ve gerektiğinde uygulanacak istisnalar,
yönetmelikle düzenlenir”. Neden
bu kriterler ne olacağı belirsiz bir yönetmeliğe devrediliyor da,
2-3 cümlede tüzükte aktarılmıyor?
--Genel
Başkan’ın yetkileri arasında, MYK
üyeleri tartışmasız en önemli görevleri üstlenecek Genel
Başkan yardımcılarını seçmek var. (Örgütlerden sorumlu, idari
ve mali işlerden sorumlu, hukuk işlerinden sorumlu, yerel
yönetimlerden sorumlu ve genel sekreter) Ayrıca diğer Genel Başkan
yardımcılarının görev alanı da Genel Başkan tarafından
saptanıyor! (Madde
22/2)
Neden
Parti Meclisi’nin adayları kesinkes “Çarşaf
liste” de ilan
edilmiyor da, “Blok
Liste” Demokles’in
kılıcı gibi kellelerin başı üzerinde geziniyor? (Madde 39/2):
“Gündemin seçimler maddesine geçilmeden önce, kongre üye tam
sayısının onda birinin yazılı önerisi üzerine blok liste usulü
ile seçimlerin yapılmasına karar verilebilir”.
ADAY
SAPTAMA YÖNTEMLERİ SAKAT KALMAYA DEVAM EDİYOR...
--TBMM
aday üyelerinin saptanması konusu, büyük ölçüde yine Genel
Başkan’ın inisiyatifine bırakılmış. Genel
Başkan’ın Merkez yoklaması ile saptayacağı adaylar, %15. Fakat
bunun dışında Partinin %10’dan az oy aldığı seçim çevreleri
ve tek milletvekili çıkardığı iller de yine adayın “Merkez
yoklaması” üzerinden yine Genel Başkan’ın insafına
bırakıldığı durumlar (Madde 51/4)
Bu durumda 57 ilde, Merkez yoklaması ile Genel Başkan Milletvekili
adayları üzerinde doğrudan söz sahibi olacak. Böylece
Anadolu’daki illerin büyük kısmında önseçim yapılamayacak
olması, Parti dokularında ciddi bir moral bozukluğu ve ivme
düşmesi yaratacak, kimse bunun aksini iddia edemez. Bu adrenalin
düşmesi, Parti’ye bir hareketlenme getirmeyeceği gibi, tam
tersine kireçlenme hızlanacak.
Ayrıca
adaylar arasında “Parti üyesi olmayanların aday yapılabilmesi”
gibi, örgütün kimyasını bozucu bir olasılık neden ekleniyor?
Yeni Ekmeleddin tarzı doku uyuşmazlığı taşıyan projeleri son
anda devreye sokabilmek için mi? (Madde 52/2)
--Cumhurbaşkanlığı
seçimi konusunda Ekmeleddin İhsanoğlu skandalından sonra parti
yönetimi halktan hiç özür dilemediği gibi, nasıl oluyor da bu
yeni taslakta da cumhurbaşkanı adayının yalnız “tüm örgüt
tüm üyeler” tarafından seçileceği müjdesi verilmiyor? Neden
hala her türlü son anda grup kararı, merkez yoklaması kararı
gibi işi tek adamın seçimine getirecek alaturka yöntemler sürekli
canlı tutuluyor? Yine peşine düştüğümüz yeni dayatmalar mı
var? (Madde 53/1-2-3) Maalesef CHP Milletvekilleri, bu akıl almaz ve
Parti’nin köklerine ve ruhuna aykırı dayatmaya karşı,
aralarında 20 oy toplayamadılar Emine Ülker Tarhan için... Bu
basiret bağlanmasını unutmadık. “Ne
yapalım, Grup kararı” denerek
üzeri örtülebilir bir hata değildi. Acıdır ki, geçmişte Eşref
Erdem, Erol Çevikçe, Önder Sav, Adnan Keskin gibi isimlerin
uyguladığı “haksızlıklara sessiz kalma, tek adama şartsız
kayıtsız teslim olma” hatasını, bugün başka isimler devralmış
durumda...
--Kotalardan
söz edilirken, hatırlatırım ki mühim olan, o kotalarda ne
yazdığı değil, seçilen milletvekilleri lacileri giyip
parlamentoya geldiklerinde, bakalım seçilenler ve mazbatasını
alanlar arasında gerçekten o kota tutuyor mu? Tutmuyorsa, herkes
şunu bilmelidir ki, tutmayacak şekilde yapılmış bir milletvekili
aday sıralamasının, tüzüğün kota ile ilgili maddeleri yanında
hiçbir değeri olamaz!
—Disiplin
kurullarında verilen cezalar arasında “geçerli özrü olmaksızın
seçimlerde oy kullanmamak” da var (Madde 67/3/d).
Anlaşılan yeni bir “tıpış
tıpış oy verecekler”
sendromuna karşı
bir ön hazırlık bu! Umarım yanılıyorum çünkü bu halk yeni
bir Ekmeleddin faciası daha kaldıramaz!
Parti
Meclisi’nde bir “Bilim Kültür Sanat Platformu” var. Bu
platforma kim nasıl girmeye hak kazanıyor? İnsanların bana gelip
sanki benim kararımmış gibi “Neden
bu platforma girip destek vermiyorsunuz?”
demelerinden vazgeçtim, hiç kimse gelip bana “Kimleri
koysak iyi olur? Yıllardır bu ortamın içindesiniz”
diye bir tek gün sormadı. Alınan isimlerin son derece değerli
isimler olduğundan şüphem yok. İyi de neden illa hiç kimsenin
bizim sanat ortamımızdan tanımadığı veya geniş halk
kitlelerinin bilmediği insanlar seçiliyor, bir bilen var mı?
--Neden
bu Kurultay apar topar, birden toplanma aşamasına giriyor da, bu
son derece önemli konularla ilgilenmek ve konuşma yapmak
isteyenlerin büyük bir kesimi, programlarına alamadıkları için
bu Kurultay’a katılamaz hale getiriliyorlar? Neden halk bu
kurultayı izleyemiyor? 1600 kişilik bir salona, 1200 delege, Parti
yetkilileri ve basın girdikten sonra, Parti üyeleri ve seçmeni,
nereden izleyecekler bu kadar önemli bir buluşmayı? Eninde sonunda
partiye oy verecek olanlar, yani partinin gerçek sahipleri onlar
değil mi? Neyi kimden saklıyorsunuz? Neyi apar topar bir oldu
bittiyle geçirmek istiyorsunuz?
Parti
içi demokrasinin, Parti içi dayatma metodlarından daha iyi
olduğuna son yıllarda gecikmeli de olsa nihayet kanaat getiren
Muharrem İnce, bu konuda son Kurultay’da çarpıcı bir konuşma
yapmıştı. Onun ve Umut Oran’ın benzer şekilde önerdikleri,
önemli noktalar var. Bunların ana konuları, “iki
seçim kaybeden Başkan, tüzük gereği gider”
ve “Üç dönemden
fazla milletvekilliği yapılmaması”
gibi öneriler. Buna bir de “anahtar
liste yasağı”
getirme teklifi ekleniyor. Bence radikal görülen bu teklifler
aslında son derece doğru. İki genel seçimde başarısız olan bir
başkanın, neden hala ısrarla orada durmak isteyeceği pek
anlaşılır bir şey değil. Üç dönemden fazla milletvekilliği
yapılmaması da bence çok yerinde. Çünkü ortaya “profesyonel
milletvekili” gibi bir kavram çıkıyor. Partiye parlamento için
de taze kan pompalanmasının büyük yararları var. Anahtar
listelere gelince, o listelerin, çarşaf listenin özgür ruhunu
hemen yine nasıl “Genel
Merkez kontrol ve baskısına kurban ettiği”,
siyasetin içinde olan herkesin çok iyi bildiği bir yadsınamaz
gerçek.
O
KADAR YAZIK OLDU Kİ...
Bu
tüzük tartışmalarıyla CHP, önce 2003, sonra da 2010’dan
itibaren bugüne kadar 15 veya 8 yıl kaybetti. CHP, o tarihlerden
beri, halkıyla bütünleşmiş, kapısını gençlere, kadınlara,
derneklere sonuna kadar açmış, her yerde tüm üyeleriyle önseçim
yapan, adayları hakkında hiç kimsenin polemik üretemediği,
çağdaş bir Parti aidiyet kartıyla her üyenin her hakkını
göğsünü gere gere kullandığı bir Parti olacak, üye sayısı
belki beşle çarpılmış olacaktı. Ülkede artık Bursa’nın
veya Samsun’un belediye başkan adaylarını veya milletvekili
adaylarını Bursalıların veya Samsunluların seçtiği, Ankara’da
Genel Başkan katından
hiçbir şeyin artık dağıtılmadığı farklı bir dünyada
yaşıyor olacaktık. Şayet
bu devrimler, üç ayda toptan gerçekleştirilse, bütün Türkiye’yi
sarsacak ve halkı büyük bir umutla CHP’ye yönlendirecek olan bu
önerilerden bazıları, yıllar içinde değiştirilerek, yavaş
yavaş ve ruhu kaydırılarak uygulanmaya çalışıldı. Aklıma
Sezen Aksu’nun “Kaybolan Yıllar” şarkısı geliyor. Hem de ne
pahasına!
Ne
acıdır ki, aradan 15 sene geçtikten sonra, hala aynı yerdeyiz
hatta belki daha da kötü noktalardayız. Kılıçdaroğlu, bence
Deniz Baykal’ın kötü taraflarını içselleştirerek aynen
almış. CHP ve Parti içi demokrasisinden söz ediyorum... Keşke
bir mucize olsa da, Önümüzdeki hafta sonu CHP yönetimi kendini
aşarak Partinin dikenli tellerini kesip atsa, bulutları ve maviyi
kucaklasa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.