CHP
yarın kurultay için Ankara’da toplanacak ve yeni genel başkanını
seçecek. Kılıçdaroğlu’na rakip olan adaylar %10 imzayı
toplayabilecek mi, yoksa toplayamayacak mı, Türkiye Afrin dışında
3-4 haftadır bu konuyla yatıyor kalkıyor. Kurultay’da üç yeni
genel başkan aday adayı var: Muharrem İnce, Ümit Kocasakal ve
Ömer Faruk Eminağaoğlu. Muharrem İnce gerekli imzaları topladı,
bunu Kılıçdaroğlu’na da bildirdi. Ümit Kocasakal ve Ömer
Faruk Eminağaoğlu, ne yazık ki hala gerekli imzaları toplamış
görünmüyorlar. Tabii ki Kocasakal ve Eminağaoğlu’nun da ciddi
hataları var. CHP Genel Başkanı olmak isteyen insan, kampanyasını
halka değil, CHP örgütüne yönelik yapar. Cumartesi günü oy
verecek olanlar CHP seçmenleri değil CHP delegeleri. 2003’te o
koltuğu kazanmanın son 3-5 saatine kadar gelmiş olmam, yalnız CHP
örgütü ve delegelere ısrarla gitmiş olmam sayesinde
gerçekleşmişti. Ama CHP’yi yeterince tanımayanlar,
kampanyalarını kamuya yapma hatasını işleyebiliyorlar. Buna
rağmen bu arkadaşlarımızın konuşma hakkı elde etmelerini
istiyor muyum? Çok istiyorum. Partinin bu çok sesliliğin
yayılmasına, “fabrika ayarları”nı hatırlamasına ihtiyaç
var. Bırakın Kocasakal ve Eminağaoğlu da konuşsun. Bütün bu
geriye gidiş, sonradan bir türlü özü düzeltilemeyen 2003
Kurultayı’yla geldi...
BUGÜNKÜ
ANTİ-DEMOKRATİK YAPIYA NASIL GELDİK?
Öncelikle
geçen yazımda da değindiğim gibi, CHP Genel Başkan seçimlerinin
raydan çıkmasının ve yapılan tüzük değişiklikleriyle Arap
saçına dönmesinin baş nedeni benim. Ve bundan büyük bir
rahatsızlık duyuyorum. Suç benim değil, gerekçe ben oldum. Bakın
tam yeri olduğu için size tekrar aktarayım. 2003 yılına
kadar Baykal’ın genel başkanlığı döneminde “muhalefet”
kurultaydan birkaç gün önce Ankara’ya akın eder, Büyük Ankara
Oteli gibi yerlerin salonlarında toplanarak kendi içlerinden
bir-iki aday çıkarırlardı. Böylece Baykal bu süreçte Hasan
Fehmi Güneş, Ertuğrul Günay, Erol Tuncer gibi değerli rakiplerle
karşılaşır, kurultay salonunda çok keyifli konuşmalar
dinledikten sonra gidip oy vererek iradesini ortaya koyar, Baykal da
hep ciddi farklarla kazanırdı. 1999’da CHP %10’luk barajın
altında kalınca, Baykal aday olmadı ve Altan Öymen genel başkan
seçildi. Daha sonra 2000 yılında Baykal tekrar aday oldu ve
Öymen’i yenerek tekrar genel başkan oldu.
2003
yılında, CHP Genel Başkanlığı için Baykal’a karşı rakip
olarak çıkarken, o güne kadar yerleşik tüm düzeni bozdum. İki
gün önce Büyük Ankara veya Dedeman otellerini beklemedim. Tam iki
ay öncesinden bir basın toplantısı ile adaylığımı açıkladım.
Bundan 4-5 gün sonra Baykal kurultayı Ramazan ayının öncesine
alarak benim fiili propaganda sürecimi yarı yarıya kısaltmış
oldu. Bu farklı yöntemi benden sonra Mustafa Sarıgül, Muharrem
İnce, Mustafa Balbay gibi isimler aynen kullandılar. Çünkü mühim
olan yeni adayın neler yapmak istediğini açıklama fırsatı
bulabilmesiydi.
Bir
perşembe akşamüstü, o kurultaydan bir hafta önce, 16 Ekim 2003
günü yine bir yurt gezisinden İstanbul’a dönerken, Hürriyet
yazarı Yalçın Bayer’den öğrendiğim “müjdeli” habere
göre, CHP’li adayların tüzük maddesi değiştirerek, %5 değil
%20 delege genel toplam üzerinden imzası ile yarışa resmi olarak
aday olabilecekleri bir değişikliğe gidilmesi istenecekti. Ama
işin daha da akıl almaz bir yönü vardı: Hedef, bu değişikliği
kurultayın ilk günü kabul ettirip, orada devlet katında Asliye
Hukuk Mahkemesi tarafından onaylanmadan “maç
bittikten sonra”
kaideleri toptan değiştirerek uygulamaya koymak olduğu
söyleniyordu. Ayrıca ek olarak, bu imzaların sahada değil, divan
önünde kurultay salonunda atılması istenecekti. Bu teklif, CHP’yi
hiçbir partide görülmeyen bir “eli çabukluk ve uyanıklıkla”,
demokrasi ile hiçbir ilişkisi olmayan bir dayatmaya taşımış
olacaktı. Ertesi gün Ankara’da bir basın toplantısı daha
düzenleyerek, böyle bir değişikliğe tenezzül ederek, CHP’de
başkanlık yarışını hokus-pokusla neredeyse imkansız hale
getirenlerin bundan böyle ömür boyu “demokrasi” ve “hukuk
devleti” kelimelerini ağızlarına alamayacaklarını anlattım.
Tabii ki daha da ağır cümleler vardı bu ikazlar arasında. Mesela
“Ben
CHP Genel Başkanı olsam ve rakiplerimi ekarte etmek için bu tüzük
darbesine tenezzül etsem, tam 10 yıl evden çıkamam, sonra da iç
hesaplaşmamı bitiremeyip intihar ederdim” gibi.
O
BAHTSIZ PERŞEMBE GÜNÜ KURULTAY’DA YAŞANANLAR
Ertesi
sabah 23 Ekim 2003 Perşembe sabahı kurultay başladıktan sonra,
gerçekten de bu yüz kızartıcı tüzük değişikliği teklif
edildi ve oylamaya sunuldu. Salonda “kabul edenler”, “etmeyenler”
oylandığında, her olanak en az %10-15 farkla “kabul etmeyenler”
çoğunluktaydı ve salonda bu dayatmalara karşı sıkışmış gaz
gibi bekleyen demokrat güçler tam bir enerji patlaması ve alkış
tufanı ile bu delege zaferini kutlamaya başladılar. Kabus böylece
aşılmış oluyordu… ki, o da ne? Kurultay Divan Başkanı
Abdullah Emre İleri ‘aradaki farkın sayılamayacak kadar “az”
olduğunu (!) iddia edip, belli ki önceden hazırladıkları akıl
almaz bir kararla 7-8 saat sürecek bir operasyona girişeceklerini
orada ilan ediverdi. Bu sefer tenezzül ettikleri yöntem, 1350
civarında kurultay delegesinin oyu, sırayla divan başkanı
tarafından adı okunup sorulacaktı. Dünya tarihinde, CHP
tarihinde, kurultaya zorla eklenmiş bir tüzük değişikliği
oylamasının, 8 saat süren akıl almaz “açık oy” haline
dönüşmesi görülmüş duyulmuş bir rezalet değildi. Baykal ve
politbürosu, resmen tüm delegelere “Bizimle
misiniz, ‘karşı taraf’ mısınız?”
sorusunu sormuş oluyordu. Ama Divan Başkanı bunu daha da ileri
taşıdı: “oh
Sayın Bursa delegemiz Sayın X Bey, bakın Sn. Baykal ve Sn. Eşref
Erdem sizleri izliyorlar, nedir yanıtınız bakalım?”
şeklinde, her delege resmen yem gibi aslanlara atıp, sanki
politbüronun sorgu odasında ışıklar altında yalnız kalmış
gibi, manevi taciz ve işkenceye alınıyordu.
2003
kadrosundan, yalnız 18 cesur milletvekili mertçe “hayır”
diyebildiler. Diğerleri maalesef utanç duvarının altına
girdiler. Siz o faşist baskının sonucuna bakın: Özgürce kalkan
ellerde çıkan “hayır” çoğunluğu, Divan Başkanı’nın
“tam anlaşılmadı” saçmalığı, 8 saatlik kişisel sorgu
dayatması… Ve sonuçta Genel Merkez 924-265 gibi bir farkla bu
tüzük değişikliğini seçiyor. Ey faşizm, sen nelere kadirsin!
Delegelerin özgür iradesi o arada nereye uçmuş gitmiş, varın
siz düşünün korku ve baskıyı! Tüm bu olayı, perde arkası,
öncesi, sonrası, açtığım davalar, her şey fazlasıyla “Korku
İmparatorluğu”
kitabımda var. İşte o andan itibaren dilimize yerleşen bu deyim,
o günlerden yadigâr!
GELELİM
BUGÜNLERE…
2010
yılında, CHP Gençlik Kolları’ndan Arif Tuna Eryılmaz, Devran
Mustafa Yörükçü ve başta Yekta Güngör Özden, İhsan Yalçın
ve birçok partili ile yürüttüğüm “Demokratik Devrim Tüzüğü”
çalışması, partiye tam demokrasiye dayanan ideal bir tüzük
getirmeye çalıştı.
Bu
makalenin konusu değil ama CHP, o tüzükteki 3 ayda uygulanması
gereken toplu devrimleri, 8 yıldır, 2-3 yılda bir, bir bölümünü
yaşama geçirerek ne idüğü belirsiz bir gri tabakaya
dönüştürüyor. Bunlar ayrı bir makale konusu. Ama gelelim bizi
ilgilendiren “Genel Başkan Adayları” ile ilgili bölüme:
Kılıçdaroğlu döneminde 2012’de yapılan yeni tüzük
değişiklikleriyle, %20 utancının, yarısı giderilerek %10’a
düşürülüyor (%5’e değil). Divanda imza alma utancı
kaldırılıyor. Ama işin esas yanlışlığına dokunulmuyor, hem
de Tüzük Kurultayı’nda kürsüden yaptığım ısrarlı ve
detaylı tüm izahatlara rağmen: bir
adaya imza veren delege, başka bir adaya imza veremiyor.
Hâlbuki 2003 utanç kurultayından önce, aynı delege birden fazla
adaya imza verebiliyordu ve kimseye bunun hakkında yapılan bir
baskı yoktu. Yani mesela bir Yozgat delegesi bugünkü 4 adaya
bakarak, “Ben
bu adaylardan 2’sine veya 4’üne imza veriyorum, çünkü şu,
şu, şu arkadaşların parti için ne önereceklerini dinlemek
istiyorum, ona göre de oyumu seçtiğime atacağım.”
İşte
bu durumu değiştirmedi, Kılıçdaroğlu yönetimi. Halbuki ana
sorun buydu.
BU
DAYATMANIN GETİRDİĞİ İKİ BÜYÜK YAKIŞIKSIZ NEGATİF SONUÇ
HUKUKSUZLUK:
Tüzük Kurultayı’nda yaptığım uzun konuşmada da açıkça
belirtiğim gibi, tüzüğümüzün en temel maddelerine göre “CHP
Genel Başkanı gizli oy, açık tasnif” yöntemine
göre seçilir. Halbuki bugüne kadar ulaşan “ucube” sisteme
göre, bir genel başkan adayı için alınan destek resmi imzaları,
başkasına da verilemediği için açıkça “oy” haline
dönüşüyorlar. İşte bu şekilde “gizli oy” ilkesi tecavüze
uğramış oluyor. CHP tüzüğü, demokratik mantık açısından
beraber yürümesi mümkün olmayan bir çelişkiler yumağı haline
geliyor. Başkanlık seçiminin tarafsızlığı, saydamlığı, açık
kürsü hassasiyeti, netliği, hepsi güme gidiyor!
ANTİ-
DEMOKRASİ:
Size
tarihsel kökenini aktardığımız bu küçük ve büyük felaketler
sonucunda, CHP kurultayları, artık 4-5 adayı açıklık ve
demokratik rekabet ortamında dinleyemiyor. Ayrıca özellikle şark
kültürünün yadigarı olan çelişkili “demokratik
biat kültürü”
(!) nedeniyle, delegeler bu anti-demokratik ortamda “biz
şu, şu, şu adayları da dinlemek istiyoruz”
şeklinde bir çıkış yapmaya kalksalar, hemen “Genel
Başkan’a karşı”
olarak fişleniyor. Bu da Genel Merkez’e gerek örgütün il-ilçe
başkanlarını ve milletvekili-belediye başkanı atamalarında, kim
ne derse desin, hala son derece ağır bir ortam getiriyor.
Delegelerin çoğu bu şekilde mimlenmiş olmak istemiyor.
Dolayısıyla ortaya çıkan adaylar konuşamaz duruma düşürülmüş
oluyor. Bir
genel merkezin, genel başkanın var olan statüko gücünü bu
şekilde kurultayın iradesine, başkan ve PM seçimine taşınması,
itiraf edeyim ki övünülecek bir şey değil, tam tersine çok
üzücü bir sendrom.
GELELİM
BU KURULTAYA!
SEVGİLİ
DELEGELER DEMOKRASİDEN KORKMAYIN! TÜM ADAYLARI KONUŞTURUN!
Yarın
son bir gayretle, Ümit Kocasakal ve Ömer Faruk Eminağaoğlu da
aday olabilmek için gerekli 127 delege imzasına ulaşmaya
çalışacaklar. Şimdi benim çağrım, tüm CHP delegelerine:
“lütfen CHP’ye yakışan şekilde cesur olun, mert olun ve her
adayın konuşmasını sağlayacak imzaları aranızda anlaşıp
dağıtın, verin; CHP’ye bu yakışır. Tüzüğün bu çelişkili
ve yakışıksız durumu hala sürerken, demokrasiyi bu ortamın
kurbanı haline getirmeyin. İsterseniz hepiniz Kılıçdaroğlu’nu
destekleyin. Bu özgür iradenize kimse müdahale edemez, herkes
saygı duymaya mecburdur. Ama korkmadan herkese söz verin, herkesi
dinleyin. Sözlerden, eleştirilerden korkmayın. Atatürk
kendi döneminde, demokrasiye “açık
münakaşa”
adını veriyordu öz Türkçe’de, bu en sevdiği deyimlerden
biriydi. İşte sizler de şimdi bu açık yürekliliğin, bu
şeffaflığın sorumluluğunu taşıyorsunuz. Bırakın, Genel
Başkan Kılıçdaroğlu ve gerekli imzayı toplamış Muharrem
İnce’nin dışında, Ümit Kocasakal ve Ömer Faruk Eminağaoğlu’da
konuşsun. Bırakın Türkiye konuşsun. CHP Türkiye’ye, kendi
delegeleri üzerinden demokrasi dersi versin! Delegasyonlar
aralarında toplanıp, özgür iradeyle “dinleme
hakkı”
adına imzalarını bilinçli olarak paylaştırıp, kürsüyü
açsınlar. Demokrasi getirmiş, Cumhuriyet’i kurmuş CHP,
Türkiye’ye partiye yakışanı yapsın!
Ve tabii ardından da, bu 2003 felaketi yadigarı çelişki yumağı
illegal tüzüğü değiştirin!
Sevgili
okuyucular, yöntemi tartışmaktan, kamuoyunun CHP Kurultayı’nda
beklediği esas konulara girmedik. Sarsılmaz Atatürkçü yörünge,
2019 öncesi kararlı strateji ve tüm partinin arkasında duracağı
sağlam aday, tam demokrasi ritminde çalışan özgüvenli kadınlar…
Ve delegeden yetkiyi almış olan İnce’nin umarım bu sefer geçmiş
hatalarını tekrarlamadan Kurultay’ı gerçekten ateşleyebilmesi!
Tüm bunlar ve kurultay değerlendirmem, haftaya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.