Bu yazı, İyi Parti hakkında uzun bir
araştırma ya da bir analiz yazısı değil. Bu yazı, son derece
basit ve gerçekçi bir şekilde, dolambaçlı bir yol kullanmadan
İyi Parti’yi kendisiyle, toplumla ve ezcümle siyaset arenası ile
yüzleşmeye davet ediyor. Ele alacağımız çıkış noktası,
Meral Akşener’in geçen Cuma günü verdiği “CHP ile ittifak
yapmayız!” demeci... Akşener’in burada “ittifak”
konusunu tam olarak ne anlamda kullandığını anlamak mümkün
değil. Değişecek bir seçim kanunu çerçevesinde partiler arası
yapılabilecek ve ne anlama geleceğini kimsenin şu anda tahmin
edemeyeceği ittifaklardan mı bahsediyor? “CHP ile
Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda ittifak yolu arar mısınız
derseniz, açık bir şekilde hayır derim” diyen
Akşener, herhalde CHP ile ilk turda ortak aday çıkarma konusundan
söz ediyor olamaz! O zaman Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2.
turunda “CHP ile ittifak yapmam” diyorsa, Parlamento’dan
da ayrı bir hükümet ve başbakan çıkmayacağına göre,
Akşener’in nereye doğru yöneldiği konusu, büyük sürprizlere
gebe.
GEÇMİŞTE MHP ÜZERİNDEN YAPILAN
ÖLÜMCÜL HATALAR
Şu anda insanlar İyi Parti’nin AKP
karşısında muhalefet yapmak amacıyla kurulan, MHP’de süren
antidemokratiklik ve saraya hizmet meraklılarına karşı, MHP
tabanı üzerinden bu eğilimlere karşı çıkan sağlam bir merkez
sağ parti olduğu havası ile yaşıyorlar. Aynen daha önce
rahmetli İlhan Selçuk’un “Soldaysanız CHP’ye oy verin,
sahada iseniz MHP’ye ve bu şekilde AKP’ye muhalif olun”
dediği günler yaşanıyor sanki.
O günlerde rahmetli Selçuk’a karşı
çıkmıştım ve MHP’nin güvenilmez bir parti olduğunu, hiçbir
şekilde AKP’ye karşı bir muhalefet yapmayacağını, ilk
fırsatta en kritik noktalarda AKP ile beraber hareket edeceğine
inananlardan olduğumu söylemiştim. Zaman ne yazık ki beni haklı
çıkardı. O günlerde de, daha sonra da...
Türkiye’nin bugün yaşadığı
acı dolu, akıl almaz demokrasi iflasının kökeninde en önemli
olgulardan biri, MHP’nin seçmenlerinin en az yarısına ihanet
edişi ve en olmadık anlarda artık toplumda yerleşmiş tanımıyla
AKP’ye stepnelik görevi yapması. Bunu da zaten bilmeyen kalmadı.
LAİK SAĞ PARTİ GÖRMEYEN TÜRKİYE
Tabii bu arada daha geniş anlamda bir
hatırlatma da yapabiliriz, hatta yapmamız şart: Türkiye 70
yıla yaklaşan çokpartili demokratik hayatında bir adet “laik ve
demokrat” merkez sağ parti görmedi. Ne Adalet Partisi, ne ANAP,
ne Doğru Yol bu konuda sınavı geçtiler. Her biri tam tersine
özetle, “Biz de biraz dincilik-dindarlık hattında
oynarsak yobaz partilere giden oyları durdurabiliriz”
zannettiler. Tabii ki sonuç koca bir hüsran oldu. Bu konuda, bu
partilere doğrudan muhalif olmama rağmen her birini özenle ikaz
ettim. Turgut Özal’ı da, rahmetli İsmet Sezgin’i de (DYP),
Gökberk Ergenekon’u da (DYP) rahmetli Adnan Kahveci’yi de (ANAP)
ikaz ederek saatlerce konuştum. Uğraş tabii ki beyhudeydi,
kendilerini çok uyanık partiler olduklarına inandırmışlardı.
Bu tavırları sayesinde oy kaybı yaşamayacaklarına inanıyorlardı.
Çok saf ve ne yazık ki tarihi perspektiften yoksunlardı. Bunun
tartışılacak bir yönü yok, sonuçlar ortada: Merkez sağa ait
%50 oy, son dönemlerde masal oldu.
Son zamanlarda çoğu insan ülkede son
yıllarda yaşanan onca ağır dram senaryolarından ve demokrasi
açısından felaket sonuçlar doğuran iki referandumdan ve ordunun
başına gelen affedilmez müsebbibi malum kumpaslardan sonra, artık
bazı şeylerin değişeceğini, Türkiye’de tek adam ve tek parti
hükümranlığı isteyen malum güç odaklarının nihayet 2019’da
yalnız bırakılacağına inandı. Bunun da Türkiye sevgisiyle
yaşayan bazı kitleler için anlamı, MHP’den Akşener’le
beraber kopan ve yeter diyerek Erdoğan’a karşı bayrak açan
insanların, nihayet artık laik-sağ parti olarak görebileceği bir
oluşuma imza atıldığı inancıydı. Bu nedenle de herkeste bir
umut belirdi. Türk siyasetini tıkayan, 2015 seçimlerinin güzel
sonuçlarını iptal eden, kendisini ardından başkanlık sistemi
reklamcılığına atayan Devlet Bahçeli ve onun MHP’sinin yerine,
o oyların çoğunu bünyesinde toplayacak bir yeni muhalif parti,
olsa olsa hayırlara vesile olabilirdi! Bu arada Akşener’in
imajını ve hitabet kabiliyetini gözle görülür şekilde
arttırması, özellikle bir kadın siyasetçi olarak çok değişik
halk katmanlarında güven oyu alması ve sonunda da partileşmesini
tamamlaması birçok umuda ışık yaktı. Halk kafasında ülke
siyasetini tıkayanBahçeli’nin yerine Akşener’i yerleştirip,
bir umudun kapısını ittiğine inanmak istedi. Doğruyu söylemek
gerekirse de, Akşener verdiği demeçlerle bu umudu sıcak tutmayı
başardı. Daha şurada bir hafta kadar önce AKP iktidarını
eleştirirken söylediği lafları hatırlayalım: “2010’da
FETÖcü oldular, 2011’de bebek katili PKK’nın başına eş
oldular, ‘ne büyük bilge’ dediler, 2017
referandumunda milliyetçi oldular, şimdi de Atatürkçü oldular.
Ama yersen!”.
SİYASET’TE MATEMATİĞİN EZİCİ
GÜCÜ
Bakın, siyaset zeka ve tecrübe
gerektirdiği kadar, ilkokul düzeyinde başarılı bir matematik
öğrencisi olmayı gerektirir. Sakın şaka yaptığımı sanmayın!
Rakamların, toplama-çıkartmaların acıması yoktur. Hesabınızı
doğru yapmazsanız, matematik sizi ezer geçer. Ülkeleri yok eder,
demokrasileri tarihe gömer, siyasi kariyerleri bitirir. Ne kadar
ilginçtir ki, çoğu zaman siyasi hırslar, insanları en basit
ilkokul matematiğini yapamayacak hale düşürdüğü için ülkeler
kaoslara teslim olur. Sonra ilerde, burada sık sık hatırlattığım
gibi, örneğin hem sol partilerin hem de merkez sağ partilerin
Türkiye’de toplama ve çıkarma yapmayı bilmemesinin sonucunda
1994 yerel seçimlerinden itibaren Tayyip Erdoğan efsanesi başlar!
Bütün ikazların, fazlasıyla sözde liderlerin gözüne soka soka
yapıldığı o acı dönemin sonucunda, ne yazık ki Türkiye’de
demokrasi, hırsı ve koltuk sevdası vatan-millet-devlet bilincinin
önünde giden siyasiler yüzünden uçurumdan aşağı
yuvarlanmıştır.
Şimdi bunları neden hatırlattığıma
gelince...
MERAL AKŞENER’DEN, ATAOL
BEHRAMOĞLU GİBİ MUHALİFLER
SİYASİ MATEMATİKTE NE BEKLİYORDU?
Tabii ki Akşener’in parti kurmuş
olmasını ve bazı geniş kitlelere umut vermesini, CHP’liler
sevinç gösterileriyle karşılamayacaktı; “ana muhalefet
partisi” olarak... Ama aslında işin matematiğini biraz
düşününce, CHP’nin de tabii ki normalde muhalefete güç
taşıyacak bu gelişmeden mutlu olması lazımdı, çünkü ancak
böyle bir perspektifte AKP’nin iktidarı terk etmesi veya
muhalefetin Haziran 2015’te olduğu gibi, mutlu sona matematiksel
ve fiili olarak en azından yaklaşması gündeme gelebilirdi.
Yakın dostlarımdan ve Sanatçılar
Girişimi sözcülüğünü eşzamanlı olarak kendisi ve Orhan
Aydın’la beraber yürüttüğümüz sevgili Ataol Behramoğlu’nun
45 gün kadar önce çıkan iki yazısında “Meral Akşener
gerçeği” öne sürülmüş ve Meral Akşener’i
desteklemenin, Türkiye’de siyasetin normalleşmesi açısından ne
kadar önemli olduğu vurgulanmıştı. Şimdi Behramoğlu’nun
yazısından bazı bölümler okuyalım:
“Asıl önemli olan bütün
kanatlarıyla ‘sol’un bu hareketi nasıl görüp değerlendirdiği.
Hiç kimse bu soldan kendi
hedeflerinden vazgeçerek Akşener hareketinin kuyruğuna takılmasını
istemiyor ve beklemiyor.
Bunu Akşener’in kendisi de
istemez ve beklemez.
Fakat iktidarı gasp etmiş olan
despotik gücü, en zayıf yanından vurarak alt etmek için bu
hareketi desteklemek, yanında yer almak gerektiğini görmemek için
de siyaseten kör olmak gerekiyor.” Ardından da kendisine
yönelen oklara karşı yine olgun ve sakin bir yanıt daha
yayınladı, “Meral Akşener’i desteklemek” yazısında.
Özetle malum “Eli kanlı faşistlerden medet mi umuyorsun?”
saldırılarına karşı, Ataol verdiği yanıtta kendisine yönelen
hakaretlerin düzeysizliğine işaret ettikten sonra şunları
vurgulamıştı:
“(...) Olumlu tepkiler ise
genellikle, yazımın amacının bir insanı ve bir hareketi övmek
değil, demokrasiyi savunmak, despotik yönetime karşı muhalif
güçleri birlikteliğe çağırmak olduğu noktasında birleşiyor.
Doğrusu da budur.
Beni bu gün ilgilendiren,
kaygılandıran, ne geçmiş, ne uzak ve belirsiz bir gelecek, fakat
ülkemizin bu günü, şu anda yaşanmakta olanlar ve doğuracağı
sonuçlardır.
***
Despotik yönetimin “ABD
karşıtı”, “anti
emperyalist” bir “vatan savaşı”
vermekte olduğunu düşünenlere göre, Akşener’i
desteklerken aslında ABD’yi savunuyormuşum.
Ben herhangi bir ülkeyi, devleti
değil, bütünüyle Batı’yı, aydınlanma düşüncesini
savunuyorum.
Ülkemizin Batı blokundan
koparılarak belirsiz bir Avrasya’ya sürüklenmesini, dağılıp
yok olmasına gidecek yolun başlangıcı olarak görüyorum.
Cumhuriyet devrimlerinin temelini
Batıcı, aydınlanmacı değerler oluşturur. Bu günkü despotik
yönetim içinse bu değerler hiçbir önem taşımıyor.
Avrasyacılık da onlar için, hedeflerindeki (bu yönde de çok adım
attıkları ve atmakta oldukları) karanlıkçı yönetim için bir
araç, amaçlarına ulaştıklarında kaldırıp atacakları bir
koltuk değneğidir.
***
Meral Akşener hareketinin bir ABD
projesi olduğunu düşünmüyorum.
Bu hareket, Türkiye’nin
normalleşme gereksiniminin sonuçlarından biri olarak doğdu ve bu
nedenle de güçlenmektedir.
Ve yine bu nedenle despotik
yönetimin sayısız engeliyle karşılaşmaktadır.
Bunları görmemek, anlamamak, “reel
politika”dan hiçbir şey anlamamak demektir.
ABD projesi ise şu anda
iktidardadır.
Bu iktidar, yaklaşan yerel
seçimleri ve sonrasındaki kader seçimlerini kaybetmemek için
şimdiden hamle üstüne hamle yaparken; muhalefet güçlerinin
birlikteliğini sağlamak ve “hayır”
cephesini koruyup güçlendirmek için düşünce üretip çaba
harcamak yerine geçmişe takılıp kalındığını; ağız
dalaşıyla, hakaretleşmeyle vakit geçirilip tatmin olunduğunu
görmek, ülkenin geleceği adına insanı ister istemez bir an için
de olsa karamsarlaştırıyor…
***
Sayın Akşener’in geçmişi beni
bu gün ilgilendirmiyor.
Yerinin ve zamanının geldiğini
düşündüğünde bu konuda savunmasını ve gerekiyorsa
özeleştirisini yapabilecek birikimde ve açıklıkta bir kişiliğe
sahip olduğunu düşünüyorum.
Ve ısrarla, önemle tekrar
ediyorum:
Despotik yönetimden kurtuluş ancak
güçlü, kararlı bir muhalefet cephesiyle gerçekleşebilir.
Akşener hareketi, referandum
oylamasında da görüldüğü gibi, bu cephenin önemli bir unsuru
olmaya adaydır.
Bu nedenle de despotik yönetime
karşı olan herkesçe desteklenmesi gerekir.”
YOĞURDU ÜFLEYEREK YEME ALIŞKANLIĞI
Belki biraz uzun bir alıntı oldu, ama
ifade etmek istediklerim açısından gerekliydi. Sevgili Behramoğlu,
matematiksel olarak muhalefet kanadının Akşener’e ihtiyacı
olduğunu ve bu güçlerin birleştirilmesi gerektiğini vurgularken,
akıl ve mantık yolundan ilerliyordu haklı olarak. Kendisine
saldıranları da geçmiş tıkanmışlıklardan iyi tanıdığım
için önem vermedim. Örneğin bu mantığa göre, 2015 Haziran
seçimleri sonucunda, CHP, MHP, HDP ortak hükümet kurmaya
kalksalardı, bu zatlar “vay sen şimdi bölücülerle ortak
mısın?”, “vay sen şimdi faşistlerle ortak mısın?”
şeklinde bunu engelleyerek AKP iktidarının sürmesini mi
savunacaklardı? Ancak siyasette yoğurdu üfleyerek yemeyi
öğrendiğim için topa girmeden evvel, Akşener hareketini biraz
daha izlemek istedim. Çünkü ulaşmaya çalıştığımız nokta,
hiç de küçümsenecek bir çıkış değildi: Laik, demokrat ve
Erdoğan’ı karşısına alan, almayı göze alan bir sağ hareket
söz konusuydu. Hele Akşener’in müftülerin nikah kıyma yetkisi
ile donatılmasına verdiği şu tepki, son derece umut vericiydi:
"Müftülere nikah yetkisi; laik ve tek hukuktan
vazgeçmektir". Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet
dönemi Türk kadınlarının katıldığı resepsiyondan fotoğraf
paylaşan Akşener, "Cumhuriyet'in kurucu değerleri
ile hesaplaşmaya çalışanlara öncelikle asil Türk kadınları
izin vermeyecektir" dedi. İşte bu sözler,
gerçekten bir kırılma noktası teşkil edebilir, sağ siyaset
belki ilk defa laik bir lider adayına sahip olabilirdi.
AKŞENER’İN TEHLİKELİ RAYDAN
ÇIKMA İŞARETİ: “CHP İLE İTTİFAK YAPMAYIZ”
İşte her şey bu size anlattığım
eksen ve rayında giderken, Erdoğan’ın baş destekçisi Bahçeli,
panik içinde son sondajların ardından resmi ittifak arayışlarına
girmişken, ilk defa somut olarak %10 barajının nihayet aşağı
çekilmesi tartışılmaya başlamışken, ibreler yavaş yavaş
Haziran 2015 ortamında AKP’nin işinin zorlaşacağı bir hatta
yaklaşırken, Akşener herhalde yaşlı kurtlardan birinden ani bir
brifing aldı, veya birileri grup halinde gelerek kendisinden bazı
ricalarda bulundular! O kadarını ben bilemem artık. Bildiğim
tek şey varsa Meral Akşener’in beş gün önce verdiği demeçle
en azından şimdilik bir çuval inciri berbat ettiği! Bunu
Akşener’in tecrübesizliğine vereceğiz desem doğru olmayabilir;
tecrübeli bir siyasetçi ama belki tecrübesiz bir lider...
Aklıma gelen diğer şey Milliyetçi Cephe ve “kutsal ittifak”
damarlarının o siyasi bölgede kabardığı ve 1970’lerin
mantığıyla “şimdi sen kalkıp komünistlerle işbirliği mi
yapacaksın?” (!) diyen bazı aklı evvellerin Akşener’in
yörüngesini yerle bir ettiği...
AKŞENER NE DEDİĞİNİN FARKINDA
MI?
İşte bu soruya tam cevap veremiyorum.
Çünkü sözde yeni bir muhalefet partisi kuran ve halkın nabzını
tuttuğunu iddia eden, sağda solda aylardır koca koca laflar eden
bir insan bu kadar anlamsız ve dengesiz bir laf söyleyemez.
“CHP ile ittifak yapmayız!”
demecinden sonra, Akşener ve partisinin nasıl siyaset yapacağı
konusunda bazı soruları kendimize sormamız lazım. Çünkü bence
Akşener bu demeciyle, kendisini muhalefet hattından kopardı!
Siyaset iktidar olmak ve ülkeyi
yönetmek için yapılır. Meral Akşener tek başına kendisinin
ve/veya partisinin %50 + 1 oy alacağına inanmakta mıdır? Böyle
bir masal anlatılamayacağına göre bu alternatifin üstünü çizip
B şıkkını düşünmemiz lazım. Akşener kendini merkez sağ
olarak tanımlasa bile, sonuçta MHP’nin bir kanadından yola
çıkmış bir siyasetçi olduğu düşünülürse, esas
Cumhurbaşkanlığı 2. turunda ittifak yapmak isteyeceği kardeş
partisi HDP olmayacak. Demek ki bu şıkkın da üzerini çizeceğiz.
O zaman C şıkkını düşünelim: Bahçeli ve MHP’nin %10
barajını aşmaları şu anda gayet imkansız göründüğüne göre
Akşener’in, eski partisi ile bir mucize sonucu arası düzelse ve
barışsa bile 2. turda liderliğe ulaşacak bir ittifak yapmaları
mümkün değil. O zaman kalıyor bize D şıkkını düşünmek.
Yani küçük partileri... Akşener’in, kendisini yakın hissettiği
Parti “Demokrat Parti” imiş. Ama rakamsal olarak o partinin
varlığıyla yokluğu bir. Yani öyle bir güçbirliğinin etkisi
sıfıra yakın. Öte yandan zaten kendisini Amerikancılıkla
suçlayan Vatan Partisi ile bir güçbirliği yapması da bir seçenek
değil. Zaten Vatan Partisi’nin oy durumu da buna müsait değil.
Peki o zaman Saadet Partisi veya Türkiye Komünist Partisi gibi ama
yüzde 0.1, ama yüzde 1, ama yüzde 3 oy olacak küçük partiler
dışında herhangi bir seçenek de zaten kalmıyor!
AKŞENER’İN EN GERÇEKÇİ
İTTİFAK KAPISI: ERDOĞAN’IN AKP’Sİ
Kalmıyor mu? Yok dostum,
yanılıyorsunuz bir alternatif kalıyor, hem de ne alternatif!
Akşener’e koskoca Tayyip Erdoğan alternatifi kalıyor! Aksini
söyleyebilen var mı? Akşener CHP ile ilgili aynı talihsiz
demecinde satır aralarında “Ben Sayın Erdoğan’ın
düşmanı değilim, Cumhurbaşkanı’nın başkaları tarafından
dayak yemesini istemem ama Cumhurbaşkanı’nın da Türkiye’nin
tüm fertlerinin Cumhurbaşkanı olmasını istemek de hakkımdır”
cümlesini de kullandığına göre, demek ki içinde cumhurbaşkanına
karşı birden ilginç bir koruma içgüdüsü uyandı! Şimdi
mantık ve matematiğimizi son defa çalıştıralım. Akşener
iktidar olmak ve ülkeyi yönetmek için siyaset yaptığına ve
saydığımız hiçbir parti ile bunu başaramayacağına, geriye tek
parti kaldığına göre demek ki sayın Akşener’in gönlünde
yatan aslan, AKP ve Erdoğan! Bu da belki kendisi açısından Devlet
Bahçeli’den hıncını almak için en sağlam yöntem. Yani sen
misin bana MHP’de siyaset yaptırmayan? Sen misin beni ihraç eden?
O zaman ben de seni AKP ile sürdürdüğün üstü kapalı
ortaklıktan ihraç ederek senin yerine geçerim! Anlaşılan, İYİ
Parti’nin liderinin “Erdoğan’ı iktidardan indirmek” gibi
bir önceliği yok! Bunu öğrenmiş oluyoruz bu demeçten...
Şimdi bana diyebilirsiniz ki, “Amma
da uçmuşsun, coşmuşsun! Amma da spekülasyon yapıyorsun”.
Ben de size diyorum ki, o zaman geriye başka unuttuğumuz hangi
alternatif kalıyor?
Kimbilir,
kullandığı bu sözler, şaka amaçlı değilse, sağ partilerden
kayacak yeni isimleri çekerken verilen bir geçici ödün, veya blöf
mü? Başka tek alternatif var, o da Akşener’in yaptığı
kaba hatanın farkına varıp, lafından dönmesi ve CHP’yi de
kendisinin en çok ittifak görüşmesi yapma olasılığı olan
partilerden biri olarak tekrar kabul etmesi... Aksi takdirde
kendisine saygı ve demokratik açıklıkla ve tüm yapıcı iyi
niyetiyle yaklaşan ister Behramoğlu olsun, ister demokrasi arayan
sade saygıdeğer vatandaşlarımız, her biri çok büyük bir hayal
kırıklığı yaşar. O bedeli de herkes öder. Akşener, bu
kavgalardan “Başkan’ın yeni yardımcısı” olarak çıksa
bile, o da imajıyla ve güven kaybıyla bu bedeli öder.
Siyaset bu kadar acımasız ve
rakamlara bağlı bir dikenli yoldur.