AVRUPANIN
ZİRVESİ VE DİBİ YANYANA!
Normal
bir ülke olsaydık, bu hafta Fenerbahçe’nin onca dert arasında
ülkeye bayram
yaşatan
büyük zaferini içine hiçbir şey karıştırmadan detaylarıyla
anlatırdım. Fenerbahçe, Avrupa’nın en iyi basketbol takımı. O
kadar iyi ki, yarı finalde ünlü Real Madrid veya finalde
Olympiakos, maçın hiçbir devresinde Fenerbahçe’ye
yaklaşamadılar. Maçı heyecanlı, nefes kesen bir aşamaya
taşıyamadılar. Son
üç yıldaki performansıyla, Fenerbahçe artık basketin
Barcelona’sı, Manchester United’ı, Bayern’i oldu. Fenerbahçe
sayesinde dünya bu hafta Türkiye’yi, İstanbul’u, bizi konuştu!
Ama
biz, bu yıl, örneğin bu başarı 2001 yılında yaşansa
alabileceğimiz prestij getirisinin belki yalnız üçte birini almış
oluyoruz. Şu anda işin fazla farkında değiliz belki ama takımın
geldiği nokta dünyaya parmak ısırtacak seviyede. Gelelim
madalyonun diğer yüzüne: Avrupa basket şampiyonunun ülkesi,
insan hakları, ifade özgürlüğü ve demokrasi açısından
Avrupa’nın en dibinde yer alıyor. Baskette nasıl zirvedeysek, bu
saydığım insani haklar kriterlerinde Avrupa sonuncusuyuz! Ne
yazık ki bir abartı yok bu satırlarımda. Yalnız bunu sizlere
hatırlatırken içim kan ağlıyor.
BEN
ESKİ TÜRKİYECİYİM!
Baştan
söyleyeyim: Ben eski Türkiye denilen o güzelim dünyanın ürünü
ve savunucusuyum. İsteyen Fenerbahçeli bana kızabilir. Galatasaray
Euro Cup’ı veya UEFA’yı kazandığında, ben keyiften dört
köşe olmuşumdur. Sarı lacivertli basın arkadaşlarımla sürtüşme
pahasına! Bu nedenlerle örneğin Galatasaray koçu Ergin Ataman’ın
geçen hafta sonundaki müthiş maçları Fenerbahçe seyircisi ile
beraber izlemesi beni çok mutlu etti! Kendisini arayıp bu tavrı ve
Fenerbahçe’ye verdiği destek için teşekkür ettim. Buradan bu
medeni ortamı sağlayan sarı lacivertli seyircilere ve yöneticilere
de teşekkür ediyorum.
Ben
o eski Türk filmlerini izleyerek o temiz insan ilişkileri ve
namuslu siyasi ortamı ekrandan içime çekmeye çalışırım. Bazen
Galata Köprüsü veya Karaköy’de arabalara bakarım, acaba o
sahnenin içinden tesadüfen rahmetli babacığımın arabası
geçiyor mu diye... Bu nedenlerle Fenerbahçe’nin o müthiş
zaferi, dev başarısı beni başka türlü mutlu etti. 1-2 milyar
civarında insan bu maçı izledi. Bunun Türkiye’ye kazandırdığı
prestij, imaj, tanıtım gücü ve turist çekme kapasitesini
düşünebiliyor musunuz? Ben diyeyim olağandışı, siz deyin
olağanüstü! Final Four hafta sonu hakkında Fenerbahçe’ye
getirebileceğim tek eleştiri var: Ne tribünlerdeki binlerce insan,
ne televizyonlarda maçı izleyen yüz milyonlarca sporsever,
ayırdıkları zaman-para karşılığında umdukları heyecanı ne
yazık ki bulamadılar. Çünkü sarı lacivertliler, net şekilde
her iki rakibi de yanı başlarına hiç yaklaştırmadılar. Bu
kadarı da olmaz! Ben hep söylerim ve bu sütunda da geçen seneki
Berlin Final Four maçları hakkında yazarken de aynı tanımlamayı
kullanmıştım: “Basketbol,
insan sağlığı için yarattığı aşırı heyecandan dolayı SON
DERECE ZARARLI bir spor!” Herhalde
aksini iddia edecek yoktur aranızda. İşte bu düşünceyi iptal
etti sarı lacivertliler. Neredeyse güle oynaya yendiler dev
rakiplerini! (Bu kadar latife-şımarıklık hakkımız da olsun,
izninizle).
ŞU
ACIKLI DURUMUMUZDAN İNSAN MANZARALARI:
Ben
bu satırları yazarken, Semih Özakça ve Nuriye Gülmen uzun
süredir ölüm orucunda olan akademisyenlerdi. Dün öğreniyoruz
ki, tutuklanmışlar! Yani o ölüm orucunu durdurmak için, ülkenin
bakanları, başbakanı gidip onlarla görüşüp bu eyleme son
vermelerini rica etmiyorlar. Ülkenin
polisi bu akademisyenlere destek olan gençlere, aydınlara en sert
şekilde meydan dayağı atıyor! Polisler annelerin üzerine basıp
yerde tutuyorlar veya gözaltına alınmış insanların bulunduğu
arabanın içine gaz sıkabiliyorlar! Bu da yetmiyor, ülkenin
aydınları, gazetecileri, akademisyenleri, Özakça ve Gülmen için
ayağa kalkmışken, sanki onlara ve önce Avrupa’ya ve tüm
dünyaya gözdağı vermek istercesine, ölüm oruçlarının 75.
gününde haklarında silahlı terör örgütü üyeliğinden
tutuklama kararı verilebiliyor. Konumuz bu kararın Avrupa’daki
yankıları değil, bizim insanlıkla olan bağlarımız! Yarın bir
ölüm yaşanırsa, bunun bedelini kim ödeyecek?
19
MAYIS ENGEL ATLAMA (!) YARIŞLARI
19 Mayıs kutlamaları hiç kimseyi ikna etmeyen sebeplerle yurdun birçok yerinde iptal edildi, engellendi ve Erdoğan’a geçit vermeyen halkın yarısı bu şekilde yine cezalandırıldı. Daha önce de “genç çocuklar bu kutlamalarda üşüyorlar” veya “bu kutlamalar yüzünden ders çalışamıyorlar” gibi sudan sebeplerle engellenen 19 Mayıs, bu sefer sözde terör korkusu ile iptallerin konusu oldu! Bu da yetmedi, Beşiktaş Belediyesi’nin kutlamaları iptal ederken takındığı tavır ve yaptığı eleştiriler, hemen başka bir soruşturma konusu olarak öne sürüldü, farklı bir ceza olasılığı kapıya dayandı! Ülkenin kimi noktalarında vatandaşlar konu Atatürk olunca yasak masak dinlemeden üzerlerine düşeni yaptılar. Bazı yerlerde de eline balta geçiren bazı alçaklar Atatürk heykellerine saldırırken, halktan dayak yediler.
19 Mayıs kutlamaları hiç kimseyi ikna etmeyen sebeplerle yurdun birçok yerinde iptal edildi, engellendi ve Erdoğan’a geçit vermeyen halkın yarısı bu şekilde yine cezalandırıldı. Daha önce de “genç çocuklar bu kutlamalarda üşüyorlar” veya “bu kutlamalar yüzünden ders çalışamıyorlar” gibi sudan sebeplerle engellenen 19 Mayıs, bu sefer sözde terör korkusu ile iptallerin konusu oldu! Bu da yetmedi, Beşiktaş Belediyesi’nin kutlamaları iptal ederken takındığı tavır ve yaptığı eleştiriler, hemen başka bir soruşturma konusu olarak öne sürüldü, farklı bir ceza olasılığı kapıya dayandı! Ülkenin kimi noktalarında vatandaşlar konu Atatürk olunca yasak masak dinlemeden üzerlerine düşeni yaptılar. Bazı yerlerde de eline balta geçiren bazı alçaklar Atatürk heykellerine saldırırken, halktan dayak yediler.
SÖZCÜ’DEN
FETÖCÜLÜK ÜRETMEK!
Aynı 19 Mayıs gününde ülkenin göbekten muhalefet yapan gazetesi Sözcü, bir operasyonun hedefi oldu. Bildiğiniz gibi ben bu satırları yazarken Sözcü Gazetesi’nden Mediha Olgun ve Gökmen Ulu hala gözaltında, gazetenin sahibi Burak Akbay da firari kabul ediliyor. Sözcü’yü FETÖ terör örgütüne bağlanmak için o kadar abartılı bir saldırı denemesi yaratıyor ki, iktidar yanlılığı ile tanınan Akif Beki veya Nagehan Alçı gibi yazarlar bile duruma isyan ederek bu tavırların ancak FETÖ’ye yarayacağını vurguluyorlar. Buyurun bakın Nagehan Alçı neler kaleme almış:
Aynı 19 Mayıs gününde ülkenin göbekten muhalefet yapan gazetesi Sözcü, bir operasyonun hedefi oldu. Bildiğiniz gibi ben bu satırları yazarken Sözcü Gazetesi’nden Mediha Olgun ve Gökmen Ulu hala gözaltında, gazetenin sahibi Burak Akbay da firari kabul ediliyor. Sözcü’yü FETÖ terör örgütüne bağlanmak için o kadar abartılı bir saldırı denemesi yaratıyor ki, iktidar yanlılığı ile tanınan Akif Beki veya Nagehan Alçı gibi yazarlar bile duruma isyan ederek bu tavırların ancak FETÖ’ye yarayacağını vurguluyorlar. Buyurun bakın Nagehan Alçı neler kaleme almış:
“Ergenekon
ve Balyoz davalarında yaşanan sürecin bir benzerinin gerçek ve
emsalsiz bir terör şebekesi olan Fetullahçı terör örgütüne
dair davalarda da tekrarlanma ihtimali beni çok rahatsız ediyor. O
yüzden, FETÖ ile ilgilenen tüm savcıların ve hâkimlerin çok
özenli ve dikkatli olması lazım. Bize yargısal aktivistler değil,
gerçek hukukçular lazım! Bu ülkenin gerçek hukukçu savcı ve
hâkimlere ihtiyacı var demiştim (…) FETÖ dava süreçlerinin
temelsiz iddianameler ve alakasız kişiler için tutukluluğun rutin
hale geldiği uygulamalarla ilerlemesi FETÖ'nün ekmeğine yağ
sürmekten başka işe yaramıyor. Mesela Fetullah Gülen bir süredir
özellikle Cumhuriyet gazetesi davasını, oradaki tutuklamaları ve
davalardaki diğer tutarsızlıkları yurt dışında sürekli örgütü
lehine, Türkiye aleyhine propaganda amaçlı kullanıyor” diye
ifade etmiştim ki… Birkaç gün önce Sözcü gazetesine FETÖ
gerekçesiyle operasyon geldi ve gözaltı kararları çıktı. Çok
çok yazık! Yine gerçek anlamıyla, büyük harfle HUKUK ve ADALET
değil, yargısal aktivizm galip geldi. Maalesef bu operasyon da
Fetullah Gülen'in ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe
yaramayacak. Gülen, kendi yönettiği korkunç suç örgütünü
kamufle etmek için Türkiye'de yaşanan her abukluğu büyütmeyi
çok iyi beceriyor.”
Burada
ilginç bir şekilde yaşanan, daha düne kadar FETÖcülerin
Atatürkçülere karşı kumpas hazırlarken kullandıkları
yöntemler, aynı kelimelerle bu sefer iktidarın yargı ve polis
içinde yer alan iç örgütü tarafından yine solculara,
sosyalistlere, muhaliflere, kimi Atatürkçülere karşı
kullanılıyor; yine kes-yapıştırla gerçekleşen bu fezleke
metinleri, en katı Erdoğancıları bile ikna edemezken, gerçekten
de yarattıkları güvensizlik ve kargaşa, en çok FETÖye ve
FETÖcülere yarıyor!
Böylece FETÖcülerle en çok davası olan, aleyhlerine en çok
manşet atan gazete, “FETÖcülere
dolaylı destek veriyor”
şeklinde bir saldırının merkezi yapılırken, bildiğiniz gibi
her gün onları övmek için sabahtan akşama yayın yapmış yandaş
gazeteciler veya durmaksızın göz yaşartıcı sözlerle FETÖyü
övmüş siyasiler, hala baş tacı yapılabiliyor. Bu ülkenin adı
yeni Türkiye!
Bu
arada dilimizi yabancı
kelimelerden arındırmak faaliyetleri çerçevesinde (!), malum bir
yaşam tarzı saldırısı da inceden inceye yeniden tezgahlanıyor!
Yarından tezi yok, ülkemizde kafeler kafeteryalar, diskotekler
“illa
Türkçe kelime kullanacaksınız”
diye belediye zabıtalarının hışmına uğrayabilirler! Mesela
öğreniyoruz ki, “kafe”, esasında “kıraathane”ymiş! Tabii
insanın aklına gelmiyor değil, bu sarsılmaz Türkçe kelime aşkı,
din konusu gündeme geldiğinde de hatırlanacak mı acaba?
(Bu
arada unutmayalım ki bu saydığım anti-demokratik tutumlar ve
insan hakları ihlalleri, yalnız geçen haftadan önümüze düşen
taze konular. Diğerleri için lütfen örneğin ODATV’nin geçmiş
yayınlarını haberler ve yazarları ile okuyunuz)
Erdoğan
yeni referandumun ardından geçen hafta tekrar AKP Genel Başkanı
seçildikten sonra verdiği demeçlerde, yine balkon konuşmaları
üslubunda birleştirici ve kucaklayıcı cümleler kullanmıştı!
Bunların topluma yansıyan izdüşümleri ise şimdilik ne yazık ki
yukarıda tarif ettiğimiz gibi...