ATATÜRK YAŞASAYDI, NE Mİ
DERDİ?????
Herşey
bitti, bir de geçen hafta yoğun şekilde uğraştığımız, gündemde tuttukları “Atatürk olsaydı ne oyu verirdi-Evet oyu verirdi” saçmalığı çıktı!
Kavram kargaşası yaratmanın ve tarihle alay etmenin de bir limiti vardır! Herkes
bilir ki, Atatürk 1919'dan itibaren yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni tasarlarken her
istediğini yapabilirdi. İstese Amerikan mandasını kabul eder, kapitalizme
temsil olurdu. Ya da Lenin'le işbirliği yapar, Sovyet bloğuna girerdi. Ya da
kendisine yönelen "teveccüh"le,
kendisini sultan, padişah, diktatör, tek adam ilan ederdi. Ama o bunların
hiçbirine tenezzül etmedi. Türkiye için daima en ileri, en çağdaş yönetim
modelini düşündü; kendisi yaşarken de bu yüzden çok partili demokratik parlamenter
rejime geçmek için her hamleyi somut olarak yaptı. Ayrıca "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyerek
çevresindeki hiçbir diktatörü ve diktatörlük meraklısını kendisine örnek
almadığını dosta düşmana kanıtladı. 1. mecliste de her konuyu müzakereyle,
tartışarak geçirdi. Evrensel açılardan mükemmel ve ideal bir rejim yaratmak
için yola koyuldu. "En iyi rejim
serbest münakaşadır" diyerek, kendi partisi aleyhine Serbest Fırka'yı
kurdurdu, toplumu yönlendirdi. Böyle net ve kararlı şekilde, gücü kendisinde
değil halkın elinde tutmayı tercih eden bir lider hakkında "yaşasaydı bu referandumda o da evet derdi"
diyebilmek için nasıl bir insan olmak lazım siz bana anlatın!
BÖYLE REFERANDUM MU YAPILIR?
AKP, tüm
devlet imkanlarını seferber ederek, kamu bütçesi ile bol keseden propaganda,
reklam, baskı ve mitinglerle bu kampanyayı sürdürürken, şu soru geliyor insanın
aklına: Bu yöntemlerle "halk" adına yaptığın referandumun 1 gram
değeri kalıyor mu? Nedir referandum? Ortada tereddüt edilen bir konu vardır ve
halka gidilir, fikri sorulur... Devlet ve iktidar dediğin aygıtlar tüm
imkanları ile bu ortamda bir seçeneği zorla seçtirme baskısına giriştiklerinde,
halkın objektif düşüncesini mi almış oluyorlar? İşte tüm bu baskı, şiddet ve
yıldırma kampanyalarına rağmen #hayır bu kadar öndeyse iktidar oturup bir
düşünmeli: "Niye gözümüz doymuyor?" sorusunu sormalı... Evet maalesef
gözler doymuyor: ne iktidara, ne mala mülke, ne otoriteye... Durmadan her şeyin daha fazlasını, en
fazlasını istiyorlar. Tüm yetkilerle donanmış sıfatlı insanlar bir araya
gelmişler, hala “işler yavaş
gidiyor, işler aksıyor, çift başlılık oluyor” diye atıp tutuyorlar. İnsaf
derler adama! Yoksa başbakanları gerçekten “abidik gubidik” olarak atıyorsunuz da o nedenle
mi bu çift başlılık sizi çok ürküttü! Valiler, emniyet müdürleri, bakanlar,
vekiller, bürokratlar...hepsi sizden... Peki daha nedir istediğiniz?
REFERANDUM DEĞİL, SALDIRGAN SEÇİM
KONUŞMALARI...
Televizyonda
Erdoğan’ın Mardin konuşmasını dinliyorum. Tamamen bir genel başkanlık seçimi
konuşması! Yollar, köprüler, havaalanları, ekonomik istikrar, kişi başına gelir...
Hepsi gündeme geliyor. Ama onu dinleyen halkın içinden bir kişi çıkıp “Bunların anayasa değişikliği ile alakası ne, demokrasiye faydası
ne?” demiyor ve diyemez...
Dese de neler olacağını biliyoruz... Evetçiler beyhude şekilde sağda
solda Recep Tayyip Erdoğan türküsü çalıyorlar! Niye?? Halk artık uyandı, bu Cumhurbaşkanlığı
seçimi değil ki! Konuyla ilgisi yok! Sorulacak soru şudur: Getirilmek istenen
sistemin dünya tarihindeki diktatörlüklerden hangi farkı vardır? Tek bir kişi,
80 milyon adına, bütçeyi, yasaları, tüm planlamayı yapacak... Yargıyı, Anayasa
Mahkemesi’ni atayacak... Milletvekillerini seçip “atayan” da kendisi... Polisi,
askeri tek başına yönlendiren kendisi, ama doymuyor güce... Basın arasında,
kendisine muhalif olup gece rahat uyuyan kimse yok! kontrol ettiği parlamentoda
da, “savaş” yetkisi
geliyor. Peki daha ne lazım, niye lazım? Yoksa konumuz hiçbir hesabın, hiçbir
zaman denetlenmemesi mi?
“HAYIR”IN KORUDUĞU KALELER YOK
OLURSA...
Her gece televizyon
kanallarında cenk alanı gibi yaşanan kavgaları yemin ediyorum anlamıyorum.
Anlaşılır gelen tek şey AKP’nin televizyonlarda “evet” reklam kampanyaları
yapması, çünkü bunun için sadece para gerekli. Aklı yerinde olan bir insanın “acaba bu
referandumun sonucu ne çıkarsa ülke için hayırlı olur, ne çıkarsa kötü olur” diye bir
soruya cevap vermesi mümkün değil. Bu referandumdan iktidarın istediği sonucun
çıkması demek, Türkiye Cumhuriyeti’nin artık Atatürkçü dönemini kapatması, aynı
zamanda bir hukuk devleti olarak varlığımızın sona ermesi demek. Ayrıca milyonlarca
insanın saflık ve eğitimsizliklerinden yararlanarak, tepeden tırnağa anti
demokratik bir tek adam rejimine geçmek demek.
Halk nasıl kandırıldı konusunda yine
örnekler mi hatırlatalım?...
Sevgili gençlere tekrar ikaz
ediyorum: Kimsenin seni enayi yerine koymasına izin verme! Milyonlarca 18-24
yaş var. Diyelim ki 18 yaşındaki insanların oy verme hakkı elde etmesi her
birini, milyonları gerçekten ilgilendiriyor. Kabul, ancak konu seçilmeye
geldiğinde durum hiç aynı değil! Bırakın 18 yaşında bir insanın henüz
üniversite kapısından girmeden, askerlik yapmadan, hangi donanımla “yasa
hazırlama” işlerine girişeceği sorusunu... (Laf aramızda zaten bu Anayasa
paketinde artık yapacak yasaları da kalmıyor). Gerçekçi olursak en fazla 15’i parlamentoya girse, milyonda bir
eder! Üstelik milyonda bir meclise girecek gençlerin de kimler olacağı
malum: HEP BANAcılar oradayken, halkın genci meclise değil, anca savaşa gider! Sırada
bekleyen tüm Akvekiller ve yandaş işadamları varken, Ahmet’le Mehmet, çünkü çok
beklerler! Dört bir yanımız savaş oluyorsa, piyadeler belli! Bu “18 yaş parlamentoya” konusu, AKP'nin tipik bir göz boyama ve aldatmacasıdır. Duyan
zanneder ki, tüm gençlere üniversite bursu filan sağlandı! Bu tam bir algı
operasyonu, laf çabukluğu, demagoji denemesidir. Türk genci bu kadar aptal ve
donanımsız olamaz. İlkokul 2 seviyesinde matematik bilen biri, bu saçmalıklara
kanmaz ve aptal yerine konulmayı kabul etmez!
Emin olun o
kadar çok konu var ki, bunları bir makaleye sığdırmak mümkün değil. Yargı
bağımsızlığının ölmesi, başkanın tek başına bütün ülke için bütçe yapabilmesi,
hiçbir şekilde denetlenmemesi , onun için yargı yolunun açılması konusunda
ancak gerçek ötesi senaryolardan söz edilebilmesi... Bu da başka bir inanılmaz
anayasa açığı.
Futboldan ısrarla
tekrar örnek verirsek, Aziz Yıldırım’ın hem federasyon başkanı, hem Fenerbahçe
başkanı, hem merkez hakem komitesi başkanı, hem de spor yazarları derneği
başkanı olduğunu düşünün. Teklif ettikleri anayasanın bundan çok daha vahim olduğunu
herhalde anlamışsınızdır. Çünkü benim size anlattığım yalnız futbol dünyasını
ilgilendiriyor ve bozuyor. Halbuki 16 Nisan referandumundaki anayasa, ülkedeki
istisnasız her konuyu akıl almaz bir şekilde trajikomik noktaya taşıyor. İşte
aynı zamanda parti başkanı ve parlamentonun her şeyi olan “Türk usulü başkanlığın”, acıklı durumu. Ne demiştik? Alla Turca!
Bütün bu
affedilmez ve akıl almaz demokrasi iptalinin bir doruk noktası daha var: Devlet
imkanlarının normalde bu referandumda halka akıl vermeye hakkı olmayan
“tarafsız” cumhurbaşkanı için seferber edilmesi... ve biliyorsunuz bununla da
yetinmiyorlar. Hayır vereceğini söyleyen herkese açık açık terörist diyerek
tehdit etmek ve sokakta hiçbir eylem ve hayır propagandası yapan insanı huzur
içinde çalışmasını yapamaz duruma düşürmek.
Uzun lafın
kısası bu konunun elle tutulur ve ciddi tartışması yapılır tek tarafı yok.
Televizyonlarda bu komediye alet olan “profisürler” gerçekten kendi
sıfatlarına ve mesleklerine ihanet ediyorlar. Bu konunun akşamları ciddi olarak
ele alınıp halkın önüne bu mantıklarla taşınması Türkiye Cumhuriyeti’nin akıl
sağlığına ihanet etmektir! Bunun affedilir tarafı yoktur.
ERDOĞAN AİLESİNİ VE YAKINLARINI
BEKLEYEN TEHLİKE
Tabi bir
konu daha var: Farz edelim daha önce AKP’ye oy vermiş seçmenler RTE’yi sonsuz
seviyorlar ve ona her türlü yetkiyi vermeye hazırlar. İyi de sistemi
değiştirmek isteyen RTE de bizim gibi bir fani. Aynen bizim gibi her an bu
dünyadan göçebilir, belki o zaman seçilmemiş bir başkan yardımcısı Türkiye’de
tartışmasız tüm yetkilere sahip olacak ve verebileceği zarar kuşaklar boyu
temizlenemeyecek! Bu yıllardır “seçilmişlerle atanmışların ağır farkı” üzerine
büyük nutuklarla sivrilen Erdoğan gibi bir siyasinin önünde duran koca bir
çelişkidir.
Ayrıca yeni
anayasanın çıkması halinde, Türkiye’yi bekleyen çok daha karanlık senaryolar da
önümüzde olabilir! O da bir çok insanın dile getirdiği, “Erdoğan ötesi”dir: Diyelim
ki, taraftarlarına göre Erdoğan müthiş bir insan, hatalarından sonsuz ders aldı
ve olgunlaştı... Peki tüm bu inanılmaz silindir gibi yetkileri yarın kim ele
geçirecek bir bilen var mı? Belki bir FETOcu, belki bir Avrupa ajanı, belki
herkesi kandırıp o noktaya yükselmiş bir vatan haini, belki Humeyni kılıklı
biri, o yetkilerin tamamını birden gasp edecek ve ülkenin tüm geleceğini bir
gecede yok edecek! Böyle korkunç bir senaryoda en çok çekinecek kesim,
Erdoğan’ın ailesi ve yakın çevresi olacaktır. Çünkü bu yeni zat en çok onlardan
korkacak ve yeni ele geçirdiği tahtını korumak için derhal ilk iş olarak onları
yok etmeye girişecektir! Bu senaryonun servis edilmeyeceğinin garantisini kim
verebilir? Tarih bu örneklerle doludur! Yalnız bu nedenle olsa bile, Erdoğan ve
en yakın çevresi, aslında biraz ufku görebilseler, HAYIR oyu verirler... Çünkü
böyle bir senaryoda, güç sarhoşluğuyla iktidarı ele geçirecek yeni kişi, artık
hukuk devletinin yok olduğu ve bağımsız yargının öldüğü bir ortamda, birden
kendisi için birer tehlike olarak gördüğü “Erdoğan yakınlarını” en ağır şekilde tasfiye
edebilir. Burada benim hukuka saygılı demokratlardan
Kemalistlerden değil, ağır hırs dolu faşizmin gerilimini iyice makyaj ve
aktörlükle saklamış en tehlikeli FETO ÖTESİ (!) başka yobazlardan söz ettiğimi
bilirler! Ve kimse o tip krizli günlerde “biz kandırılamayız” demesin!
Bu durumda ikaz
edilecek ana ortaya çıkmaktadır: Tayyip taraftarlarının da sevgili
Cumhurbaşkanlarına oy vermeleri ve bunun dışında rejimi bozacak hiçbir harekete
tevessül etmemeleridir. İsteyen Erdoğan Bey’e ve AKP’ye oy vermeye devam eder,
ama ülkeyi herkes için ağır dramlar taşıyabilecek maceralara taşımaz.
Fetocuların veya yobaz başka mollaların, Türkiye düşmanlarının senaryolarına bu
güzel ülkeyi alet etmez.
Tabi bu
propaganda sürecinin en bahtsız tarafları, aklı şimdi başına gelen AB ve “yetmez ama evetçiler, ikinci cumhuriyetçiler”. Onlar bu
bedeli en ağır ödeyen kesimler ve artık başlarını taşlara vuruyorlar! Etme bulma
dünyası...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.