BAHÇELİ VE AKP, “KAŞ YAPAYIM DERKEN GÖZ...”!!
Son hızla her yerde farklı
paneller, girişimler, kampanyalar düzenleniyor ve Türkiye’de demokrasiyi savunan
kesimler, üzerlerine çökertilen kara perdeye karşı tepkilerini ortaya
koyuyorlar. İlginç bir şekilde “evet”ler
nasıl olsa kazanır diyen anlayışa karşı, son bir hafta, on gündür işin renginin
kamuoyunda değişmeye başladığını görüyoruz. Özellikle MHP tabanının büyük
oranda “Hayır” tercihini kullanacağı
ortaya çıkmaya başladıktan sonra, iktidar kanadının özgüvenlerinde ciddi oranda
bir sarsılma oldu. Şu günlerde hangi panik toplantıları yaptıklarını hayal bile
edemiyorum. Saray’a tasarının onaya geç yollanmasında bu etken oldu mu?
Bilmiyorum, olabilir. Çünkü, Bahçeli yardımıyla, evdeki ya da TBMM’deki
hesaplar çarşıya uydurulamazsa, AKP’liler resmen kendi başlarına Bahçeli’nin
ördüğü çorapla kazdığı kuyuya düşecekler. Bunu bir tweet’de şöyle özetledim: “Kaş yapayım derken göz çıkarmak: Ülkenin
bütün karar mekanizmaları elindeyken bir referandum icat edip altında ezilmek!
Hayret bi şey!”. Sonuçta kamuoyunun, kendi arasında konuşsa bile nedenini somut
olarak öğrenemediği bir gerekçeyle Bahçeli’nin attığı ters takla ile gündeme
oturttuğu referandum, belki de Erdoğan ve Bahçeli’nin siyasi kariyerlerinde ciddi
bir düşüşü tetikleyecek.
BARIŞ BLOKU–YURTTAŞLAR GİRİŞİMİ PANELİ
Bugün BARIŞ BLOKU ve
Yurttaşlar Girişimi’nin ortaklaşa düzenledikleri referandumla ilgili panele izleyici
olarak katıldım. Altan Öymen, Rıza Türmen, Hüsamettin Cindoruk, Ertuğrul
Yalçınbayır gibi isimler katıldı. Cindoruk, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden
ihracının yakında gündeme gelebileceğini hatırlattı. Ayrıca Türkiye’yi, Eski Türkiye/Yeni Türkiye diye ayıranlara karşı “Eski
Türkiye’nin meşru müdafaa” hakkı doğduğunu hatırlattı ve Demirel’in Külliye
açılışında 2002’ye kadar tüm Cumhuriyet döneminin hesabını verdiğini
hatırlattı. Bu da panelde vurgulanan bir diğer konuyu gündeme taşıdı: “650 katrilyonluk bir bütçe, denetimsiz
olarak tek kişinin eline verilebilir mi?” Türmen, meşruiyeti olmayan bir
süreçle, tüm güçleri tek elde toplayacak bir insanın demokrasiyle ilişkisini
kesip, ülkeyi çok daha büyük kutuplaşmalara ve gerginliklere taşıyacağını
savundu. Altan Öymen, OHAL şartlarında bu referanduma sağlıklı bir şekilde
gitmenin imkansızlığını vurguladı. Yalçınbayır, Kopenhag kriterlerinden de
uzaklaştığımızı vurguladı. Sonuçta vurgulanan ana konu, halkın haksızlıklara
isyan etme hakkı olduğu ve normal bir düzende hukuk ve anayasanın getirdiği
teminatlarla bu tepkilerin fazlasıyla karşılaması gerektiğiydi. Halbuki tam
tersine, Türkiye’de hukuk düzeni uçurumdan düşercesine yok oluyor. Bu
gerçeklerle herkes yüzleşirken, çeşitli vesilelerle AKP’ye omuz veren
gazeteciler ve bazı STK’cılar da gözümün önünden film şeridi gibi aktı gitti. O
salonda bir çok “Yetmez ama Evet”çiyi de içim sızlayarak izledim. Her biri
benimle fazla göz göze gelmemeye çalışarak hangi gerekçelerle bugün HAYIR
diyeceklerinin dökümünü çıkarmakla meşguldüler. 2010 Referandumu’nda iktidara
verdikleri desteğin ağır bedeli halen ülkenin burnundan fitil fitil gelirken, ben
aralarında bir pişmanlık ve özür manifestosu yazana henüz rastlamadım.
Bekliyoruz... Bunu sormanın ne yeri, ne zamanı.
HER RENKTEN UÇLAR “HAYIR”DA BİRLEŞTİ!
Aslında ortaya çıkmakta olan siyasi tablo son derece
ilginç. AKP/MHP’nin oluşturduğu çelişki ve dünü inkar üzerine kurulu cephe
dışında, “HAYIR”da birleşen o kadar farklı siyasi uç var ki! Aslında inanılmaz
bir cephe oluşturuyorlar. Düşünün ki
en sağda Saadet Partisi var. Ondan sonra MHP tabanının en az 2/3’ünün, belki ¾’ünün
hayır dediği ortaya çıkmış durumda. Cindoruk’un temsil ettiği eski merkez sağ
kalıntıları dışında, tabii ki Hayır cephesinin merkezinde CHP var. Vatan
Partisi, en sert ve en organize gruplar arasında başı çekiyor. Onun hemen
yanında HDP var! Hani AKP’nin çeşitli tutuklamalarla milletvekillerini,
belediye başkanlarını felç ettiği, referandum için çalışamaz hale getirdiği
eski uzlaşma günleri ortağı HDP... En uç solda ise sayısız sosyalist parti var.
TKP, EMEP, DİP, ÖDP... Bunlara başta Haziran Hareketi gibi siyasi platformları
da ekleyebiliriz. Sivil toplum kuruluşları zaten son derece hareketli. ADD’den
ÇYDD’ye, Milli Merkez’den Kadın Kuruluşları Birliği ve başta Sanatçılar
Girişimi olmak üzere tüm sanatçı örgütlerine kadar, herkes tehlikenin farkında.
Ama durup üzerine yoğunlaşıp “vay canına” diyebileceğimiz çok güzel bir nokta
var. Saadet ve CHP arasında, HDP ve MHP
arasında, Vatan Partisi ve Haziran Hareketi arasında normalde timsahlı dereler,
uçurumlar var. Buna rağmen bu çok farklı odaklar, farklı renkler, farklı
söylemlerle, farklı gerekçelerle ve farklı kaygılarla da olsa, HAYIR’da
birleştiler. Bu çok önemli bir olay. Ve son derece büyük bir demokrasi
bilinci, olgunluğu... Burada EVET’çi siyasilerin “Gördünüz mü, FETÖcülerle, bölücülerle, teröristlerle birleştiler”
gibi aciz ifadeleri dışında yapabilecekleri hiçbir şey yok! Tam tersine tüm Özgürlükçü-Cumhuriyetçi-Demokrat-Milli-Ulusal,
adına ne derseniz deyin, TÜRKİYE’yi savunan tüm güçler HAYIR diyorlar! Demokrasi
ve onun ötesinde insanlık vicdanının emrettiği
gibi her düşünceden namuslu insanlar, aynı hedef doğrultusunda ayrı
paralellerde olsa bile birleştiler. İşte bu iktidarın en çok korktuğu,
çekindiği noktaydı ve gerçekleşti.
METİN FEYZİOĞLU’NUN ÇABALARI ÖRNEK ALINMALI
MHP tabanının itirazının da,
MHP’li muhaliflerin ötesinde bir kapsama alanı olduğunu düşünüyorum. Çünkü şu ya
da bu sebeple muhalifleri desteklemiş olan parti örgütü dışında, Bahçeli ile
hareket eden seçmen kitlesinin kolay kolay hazmedebileceği bir durum yok
ortada... Sonuçta şu anda birbirleriyle Gezi’de bile Bahçeli zoruyla
kaynaştırılmamış olan ülkücülerin önemli bir kesiti ve Haziran Hareketi, bu gidişat karşısında
oluşan cephenin parçası halindeler ve üstelik bunu kesinlikle sorun haline
getirmeyecek bir düşünsel berraklık ve olgunluk içindeler. Şu anda herkesin
birbiriyle olan siyasi kapışma veya gerginliklerini, en azından şimdilik unutma
veya erteleme zamanı. Çünkü bunu şimdi böyle uygulamazlarsa ileride herhangi
bir şekilde serbest siyaset yapabilecekleri zemin zaten kalmayacak. Artık bunun
farkındalar. Bu nedenle 70’lerden kalma ucu açık kavgaların ne yeri, ne zamanı...
Atatürk’ü hala anlayamamış bir kesim solcu hala uyanmadıysa bile, malum
değerlendirmelerini kendisine saklamayı bilmeli. Bu kavgalar ancak iktidara
yarar!
Metin Feyzioğlu ve Türkiye Barolar Birliği, “Neden
Hayır” sorusunu o kadar iyi yanıtlıyor ki, herkese şapka çıkartıp, feyz almak
düşüyor. Örneğin Barolar Birliği’nin
sitesinde, “ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
TEKLİFİNİN KARŞILAŞTIRMALI VE AÇIKLAMALI METNİ’ni okuduğunuzda gerçekten en
anlaşılır ve sade dilde neyin değiştiği, bunun ne sonuçlar doğurduğu, hangi
çekincelerin konabileceği veya Feyzioğlu’nun sürekli olarak kahveleri gezmesi
ve en faydalı propagandayı “kaynağında” yürütmesinin
ne kadar önemli olduğunu anlatmaya bile gerek yok. Yoksa herkes biliyor ki,
“bizim” gazetelerden ve sosyal medyadan birbirimize “reklam” yapmamız çok
önemli değil. Özellikle merkez medyanın konunun doğrudan teknik anlatımı
dışında siyasi kökenine inebilecek, yıllardır, mesela 30 yıldır, bunu yapan
bizler gibi birçok insanı tartışmalardan uzak tutması karşısında, her yaratıcı
yöntemle ve sokaktan çalışarak açıkları kapatmamız lazım. Tabii CHP’nin de, “sokaktan”
veya medya ve sosyal medyadan yürüyecek her propaganda için ağırlığını koyarak,
kabul edilemez baskıların önüne geçmesi lazım!
RIZA TÜRMEN’İN GÖRÜŞLERİNDEN
Geçen hafta sözünü ettiğim “Tarafsız Cumhurbaşkanı, bu referandumda
taraf olamaz” düşüncelerimi, Rıza Türmen’e de sordum. Bana dediği şu: “Bu konu Yüksek Seçim Kurulu’na gitti, ama
onlar ‘biz bu konuda yetkili değiliz’ gibi şeyler söyleyerek sorumluluk
almaktan kaçtılar. Anayasa Mahkemesi’ne gelince, onlar da konuyu bir türlü
gündemlerine almadılar”.
Şaşırdık mı? Zannetmiyorum. Yaratılan iklimde, yarın
ülkede “tüm” siyasi ve hukuki kararları tek başına alabilecek bir insandan
doğal olarak rektörler de, AYM üyeleri de, yargıçlar da, bürokratlar da, emniyet
de, asker de korkuyor! Bunu anlamak çok kolay. Daha da vahimi, bugünkü oturumda vurgulandığı gibi, 100’ü
aşkın hukuk fakültesinin, bu hayati konuda topa girmekten korkuyor olması... Türkiye,
yıllardır sözü edilen “Korku İmparatorluğu”nu, şimdi en derin şekilde
bağırsaklarında yaşıyor. Buna aldırmamak
için, gerçekten başka seviyede bir muhalif olmak lazım. O yürek de sizde var...
OHAL ortamında demokrasi ve özgürlük için, tüm düşüncelerini vatandaşlık
haklarını kullanarak mertçe sokağa çıkaran her yurtseverimiz, bizim yüzümüzün
akıdır. Korkmak, özgür insan beynine
yakışmaz! Bu nedenle her şeyden önce tüm
Türkiye bu hayati referandumda tercih kullanmak üzere sandığa koşmalı! Daha
önemli hiçbir önceliğimiz olamaz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.