Herkes şu anda Fenerbahçe hakkında teşhis-tedavi, sorun-çözüm
diye ahkam kesiyor. Ben de bu kulübü 1960 yılından beri tüm hücrelerimle takip
ettiğim için, bu zor günlerde iki laf etmem lazım diye düşündüm.
Gerçekleştirdiği büyük tesisleşmenin ardından 3 Temmuz kumpas
sürecindeki direnci ve kararlılığıyla Türkiye’ye yön vermeyi başarmış büyük bir
Başkanın, Fenerbahçe tarihinde unutulmaz bir yere geçiş yaptığı da ortada.
Başkanın yirmi yıla yakın süren ve genel anlamda üstün sportif başarılarla dolu
görevini Yargıtay beraat onayından sonra bırakmaya karar verdiğini kamu oyuna
açıklamış olduğu uzun bir süreçten geçiyoruz. Bu yurt içi ve yurt dışı başarılara
karşın, daha geniş anlamda dönemsel bir Fenerbahçe analizi veya özeleştirisi
yapmak için bu fırsatı kullanmak önemli. Yoksa kronikleşme temayülü gösteren
bazı hatalardan kurtulmak mümkün olmaz. Bu sorunlar, günlük maç aldı-verdi, az
gol attı çok gol attı tartışmalarının tamamen dışında değerlendirmeler.
BÜYÜK BAŞKANLAR BİLE,
YILDIZ FUTBOLCU VE HOCALARIYLA ANILIR
Fenerbahçe bir spor kulübü ve kabul edelim her şeyden önce A
takımının performansıyla futbolda anılıyor. Gerek Türkiye’de futbol
başladığından beri aldığı kupalarla gerek 1950’lerin sonunda Türkiye ligi başka
bir formatta başladıktan sonra oluşan ebedi puan cetvelindeki açık ara
birinciliğiyle Türk futbolunun baş lokomotifi. Hemen bir soru eklemek
istiyorum: Fenerbahçe deyince herkesin aklına ne gelir? Benim aklıma Lefter
gelir hatta ondan önce Zeki Rıza sporel gelir, Can Bartu gelir Şeref Has gelir,
Ogün Altıparmak gelir, Sasu, Serkan, Cemil, Rıdvan, Osman, Ostoyiç gelir. Ziya,
Oğuz, Schumacher gelir. Van Hooijdonk, Alex, Rüştü gelir. Daha onca isim
sayarız. Aklımıza futbolcular gelir, yöneticiler gelmez. Yöneticilere, başkan
saygı duyulur ama onlar bir kulübün simgesi, bayrağı olmaya çalışmazlar. Simge
olacak sporcuları yetiştirirler, seçerler, transfer ederler, onların elde
ettiği başarılarla gurur duyarlar. Süleyman Seba bile o dönemdeki oturmuş
kadrosu, yıldızları ve şampiyonluklarıyla anılır. Fenerbahçe’de de Faruk Ilgaz,
Ali Şen ve Aziz Yıldırım için beklenen budur. Yoksa Fenerbahçe deyince akla üç
başkan ve yedi yönetici gelecekse, o takımın halkla ilişkisi kopmaya başlar.
Çünkü sokaktaki çocuğu başkan veya yönetici ile hareketlendiremezsiniz, evin
içinde vazoyu veya pencereyi kıracak şekilde şut attıramazsınız, forma satın
aldırmak için babasının bacağına yapıştıramazsınız. Fenerbahçe’de şuanda
heyecan yaratacak simge bir futbolcu yok! Hiçbir dönemde olmayan birşey bu...
Yanlış anlamayın Volkan Demirel veya Mehmet Topal var ama onlar oynadıkları
pozisyon nedeniyle golcü simge olamazlar. En son unutulmaz ismimiz Alex oldu.
Bir de savaşçı futbolcu rolü önemlidir taraftarlar için... Mesela Basri
Dirimlili, Serkan Acar, Nezihi, Ümit Özat, Emre Belözoğlu gibi mağlup olmayı
kabul etmeyen savaşçı cengaverler. Maalesef son dönemlerde bu futbolcu gruptan
da pek eser kalmadı Fenerbahçe’de. Gökhan ve Caner ise hassas konular...
Camianın bir kesiminde gidenlerin üstüne hemen çizik atıldığı için durumları
pek gündeme gelmez. “Sen onun ne dediğini, ne
yaptığını biliyor musun?” diye sorular sorulur, kılıçlar çekilir. Özellikle çocuklar, gençler, taraftarlar bu
konularla ilgilenmezler “gönlümde taht kuran bu isimler neden rakip takıma
gittiler?” diye hesap sorarlar. Sonuç şudur ki, ülkenin en iyi bekleri artık
rakipte görev yapıyor... Ha, bir sonuç daha var: Fenerbahçe, şu anda kimi
pahalı ve ünlü futbolcuların oynadığı toplama bir takım olarak görünmektedir.
Ne oynanan futbolun, ne oyuncu diyaloglarının oturmuş bir takım görüntüsüyle
alakası yoktur.
Orası hassas bir alandır. Harcanan milyonlarca doların
dışında bir sihirli bölgedir. Doğru yönetilirse, kendisinden on kat pahalı
takımları da alt edebilir.
ARTIK ROBOTLAR
OYNASIN İNSAN YERİNE, ÜZÜLMEYELİM!
Bakın ben futbolcuları gözümde büyütmeyi çocukluğumdan beri
çok severim. Can, Ogün, Sasu, Revivo, Rapaiç, Van Hooijdonk, Alex gibi
yıldızlarla gönül bağlarım vardır. Şu anda takımda böyle bir bağ kurabildiğim
hiçbir oyuncu yok. Hatta daha ağırını söyleyeyim mi? Böyle bir futbolcu olacak
olsa, artık bu duyguya maniyi olurum “aman aman kimseyi sevmeyim” derim. Çünkü
nasıl olsa yakında satılır veya kaçar veya istenmeyen adam ilan edilir. Mesela 70’lerdeki
Brezilyalı efsane Didi kadar yeni teknik direktörlerimizi sevdiğimi düşünün, ben ne yapacağım? Her yıl sonu geldiğinde “bak
bu isim meğer ne kadar değersiz bir adammış” mı diyeceğim? Allah korusun, her
an depresyonda yaşamam lazım. Sırayla Fenerbahçe’den koparılan futbolculara
baktığımda aklıma şu öneri geliyor: futbolcular yerine robotlar alalım, robotlar
oynasın. Sonra daha üst model imal edilirse de değiştiririz cep telefonu gibi...
Çünkü aksi takdirde sürekli olarak kötü insanlığı da tescil edilen, taptığımız eski
futbolcuların kan gölünün ortasında yaşayacağız! Buna ne kalp dayanır, ne de
sinir. Bugünkü siyasi deyimlerle konuşalım: birini çok seviyorsunuz sonra
öğreniyorsunuz ki meğer o da Fetocuymuş! İnanın hiçbir farkı yok. Bugün
sırtınıza adını yazdırdınız futbolcu ertesi gün “hain” ilan edildiği zaman, siz
de artık o formanızla “hainin destekçisi” haline geliyorsunuz! Stadda kötü yan bakışların
odağısınız! Ve maalesef bunun sonu yok...
2. SINIF YABANCILARA TESLİM
EDİLEN FUTBOL TAKIMI
Mesela siz şu anda ki Hollandalı teknik direktör Advocaat’ı
çok sevip onunla gönül bağı kuracak bir taraftar düşünebiliyor musunuz? Hiç merak etmeyin o da düşünmüyor zaten! Uzaktan yakından Fenerbahçe ile para bağı
dışında bir ilişki kurduğuna kimse beni inandıramaz! Yine abartılı bir
zamanlama hatası ile eski hoca yollandıktan sonra başka yabancı isme yönelinerek
malum hata tekrarlandı. Televizyon seyreden emekli bir hoca apar topar Türkiye
getirildi, geldiğinden beri de suçu futbolculara atıyor. Bu da yetmiyor, arada
her sıkıldığında “dişçime gidiyorum, parkta dinlenmeye gidiyorum, evin musluğunu
tamire gidiyorum” filan diye kaçıyor! Aynen
kimin gibi biliyor musunuz? Kendi vatandaşı Hiddink gibi! O da aynen Advocaat gibi
her sıkıldığında milli takım futbolcularını seyretmeye gideceğine hemen
Hollanda’da evine dönüp keyif sürer, her ay başı tıkırtıkır yatırılan maaşlarını
afiyetle yerdi! Kimse şaşırmasın, Hiddink ne kadar başarılı olduysa Advocaat da
onun kadar başarılı olur! Pek yakında kovulabilir, ligi beşinci bitirebilir,
bir sabah ansızın bahçesine dönebilir... Allah rızası için ne bekliyordunuz?
Gelip Türkiye’yi, siyasetini, trafiğini, kebabını, kimin kimi olduğunu bilmediği
bir ortamda, kendi seçemediği oyunculara birden alışıp, üç günde rakiplerini hiç
tanımadığı ve ancak bir-iki hafta öncesinde getirildiği bir ligde mucizeler mi
yaratacaktı? Buna inanan var mı? Benim Fenerbahçe’de başarılı bulduğum ve kalmasını
istediğim her Hoca da apar topar kovuldu. Mustafa Denizli, Zico, Ersun Yanal
gibi isimlerle de yollar ayrılıverdi. Halbuki takıma ruh veren hocalardı onlar,
bunu herkes biliyor. Zico yabancıydı ama Brezilyalı oyuncularla suda balıklar
gibi anlaşıyordu ve o takım ruhuyla oturmuştu. Şimdi bu ayrılan diğer hocalar
hakkında da sürekli bir “iç bilgiler” trafiği oluşabilir. Ama dediğimiz gibi,
bunlar gençleri, halkı ikna etmiyor.
SPORTİF DİREKTÖR DENGESİZLİKLERİ!
Fenerbahçe yöneticileri nedense bu sportif direktör sıfatını çok sevdiklerini iddia
ediyorlar ama gerçeklerle bu durum örtüşmüyor. Mesela Aykut Kocaman, Daum
dönemindeki sportif direktörlüğünden teknik direktörlüğe geçiş yaptığında, o makam
sanki birden lağvedildi. Fenerbahçe bir kurum olarak o mevkiiye inansa, Kocaman’ın
boşalttığı o koltuğa, mesela Cem Pamiroğlu veya benzer bir ismi oturturdu. Eğer
sportif direktörlüğe gerek varsa, her zaman vardır. Bu yapılan Kocaman’a da bir
iyilik değildi. Belki iyi bir sportif direktör, Kocaman-Alex krizini başka türlü yöntemlerle çözüp bu ağır
fay hattının Fenerbahçe camiası içinde açılmasına izin vermezdi.
Geçen sene yaşanan Pereira krizi de tek başına gelmedi.
Hatırlayacaksınız, o teknik direktörle beraber Terraneo isimli sözde çok önemli
bir adam getirildi ve Fenerbahçe transatlantiği ona emanet edildi. Biz de merak ettik, bu adamın hangi Türkiye
ligi veya sosyoloji bilgisine güvenilerek anahtarları ona verdik?? Bu sorunun
yanıtının sağlıklı gelmesi mümkün değildi. Gelir gelmez hatalar başladı. Takıma
ruhunu veren ve mağlubiyeti reddeder diye nitelediğimiz her oyuncuyu kovdu!
Mesela Egemen, Bekir, Emre, Webo! (Takımın simgelerinden Semih de, onlardan iki
yıl önce kovulmuştu, bir başka itici güç Kuyt ise bir yıl önce ülkeden tedirgin
olarak kendi ayrıldı). Bu kıyımlardan sonra adam boşa kürek çekmeye başladı, on
ay sonra da boş yere maaş aldığı ortaya çıkınca da postalandı. Kabahat
Terraneo’da mı? Ne bekliyordunuz kendisinden? Hangi sürrealist başarıya imza atacaktı?
Benden ne kadar Çin Gümrük ve Tekel bakanı veya sizden ne kadar Yeni Delhi
Belediye Başkanı olursa Terraneo’dan da o kadar Fenerbahçe sportif direktörü
olacağı malumdu! Ama nedense bu görülemedi...
Geçen yıllarda bu sportif direktör dengesizliklerinin daha
büyük çapta bir hatası, Fenerbahçe’nin başına bir CEO getirilmesiyle gerçekleşti.
Önce çok “modern” bir özlemle “artık her karar CEO’dan geçiyor” dendi, bu mevkiiye
2012’de Hakkı Hasan Yılmaz getirildi. Fakat aradan iki yıl geçmeden o da
azledildi. Türkiye ortamında Fenerbahçe’nin başkanı ve yönetim kurulu ortada
dururken her kararın bir CEO tarafından alınabileceği yine çok iyi niyetli ama
gerçek ötesi proje gibi gelmişti bana! Aslında iki yıl uzun bile sürdü diyebilirim.
Türkiye gerçeklerinde, CEO’nun bir kulübü yönetmesi mümkün değildir.
YILMAZ VURAL VEYA
RIDVAN DİLMEN VEYA ŞENOL ÇORLU...
Pereira takımdan uzaklaştırıldıktan sonra yeni isim
aranırken ben Yılmaz Vural’ı önerdim. Sayın Başkan ve yöneticilere bu görüşü
iletenler arasındaydım. Diyebilirsiniz ki Yılmaz Vural ne yapabilirdi? Emin olun
o Hollandalı hocadan daha kötüsünü yapamazdı! Üstelik Türkiye ligini,
rakiplerini, rakiplerin hocaların ne yediklerini, ne içtiklerini ezbere bilen
bir insandı o. Boş zamanında gideceği yer yine Samandıra olacaktı, Hollanda
değil... Herkese şans verilebilirken, Terraneolar, Pereira’lar baştacı
edilirken Bir Türk’e güvenmemek nedendi? Ya da bu isim Fenerbahçe'nin eski bir futbolcusu
olabilirdi. Mesela altyapı hocalarından Şenol Çorlu. Beynine, kişiliğine ve her
zerresine güvendiğim büyük bir Fenerbahçeli. Ya da mesela geçmişte neredeyse
takımın başında iki ay bile kalamamış olan Rıdvan Dilmen. Kimsenin onun futbol
dehasından şüphesi yok! Türkiye’yi sevmeyen ve buralara sömürge gibi bakan,
salt paraya koşan adamlara prim verip, iki gün sonra UEFA önünde mahkemelik
olmaya değmezdi bence. Yabancı mı istiyorsunuz illa? O zaman getirin
Obradoviç’in futboldaki dengini... İster Mourinho, ister Arsene Wenger. AMA,
bir şartla: en az 5 yıl takımı emanet etme kararlılığıyla. Aynı yıl şampiyonluk
beklemeden.
STOCH
Bu kadar laftan sonra niye bir futbolcudan bahsediyor diyeceksiniz!
Şu açıdan bakıyorum: elinizdeki malzemeyi iyi kullanamazsınız evinizdeki un, şeker
ve kestane püresinden de pasta yapamazsınız. Şu anda Fenerbahçe’nin elinde bir
Alex, bir Anelka, bir Aziz Pierre, bir Revivo yok. Bir Oğuz, Ziya veya Baroni
bile yok. Şu anda bence Fenerbahçe’nin en iyi futbolcusu, kiradan dönen, takıma
hep yedek giren Slovak oyuncu Miroslav Stoch. Tartışmasız takımın en iyi
şutörü, en iyi ver-kaç yapmayı bileni, ayağına en çok top yakışanı... Stoch,
üst üste iki senedir takımda kalmak isterken hep kiraya verildi, ailenin
dışlanan üvey kardeşi gibi hissetti kendisini. Halbuki onun gibi sorumluluk
almayı bilen oyuncular takım da sürekli oynayacaklarını bilseler çok daha iyi
sonuç verirler, risk alıp şut atarlar, adam eksiltirler, çilingir gibi çözüm
ararlar. Çünkü kapasiteleri ve kumaşları buna müsaittir. Kumaşı ince basma veya
suni deri olan oyunculardan zorla yeni Alexler, Messiler, Rapaicler, Ronaldolar,
Aureliolar, Stochlar çıkaramazsınız! Fenerbahçe’de takımı ben kursam, en baştan dört kişiyi
yazarım: Volkan Demirel, Kjaer, Mehmet Topal ve Stoch. Bu isimlere belki Volkan
Şen’i ekleyebilirim, hepsi bu. Bunun ardından gün ve maçın gereklerine göre diğer
bekleyen isimleri yerleştiririm. Hatanın neresinden dönseniz kardır. Çok para
verildi diye, çok meşhur diye bir adam zorla takıma alınmaz. Bu oyuncunun ismi
isterse Van Persie olsun fark etmez! Fenerbahçe bu hatayı Guiza ile tüm
ikazlarımıza rağmen yaptı ve bedelini 2-3 yıl 10 kişi oynayarak ödedi. Şimdi
zorla Van Persie’den bir Van Hooijdonk ve Alex karışımı çıkarılmaya çalışılıyor
boş yere! Bunlar beyhude çabalar. Bunun yerine elinde olanlara bakacaksın,
onlara da salt futbol bilgisi ile bakacaksın, önyargılarınla değil. Stoch bu
takımın 4-5 değişmez oyuncusundan biri olmalı ve açık çekle serbest oynatılmalıdır.
Bu takımı ancak onun gibi beyni ve ayağını paralel kullanabilen ve her yerden
gol atabilecek yıldız adayları sırtlayabilir. Stoch şu anda nasıl oynatılıyor?
Testiler kırıldıktan sonra, 10 dakika kala kurtarıcı rolüyle “hadi bakalım ne
işe yaradığını görelim, çok iddialıydın ya” şeklinde kendisinden gol beklenerek
oyuna sokuluyor ve bu tavır ne Stoch’a ne de Fenerbahçe’ye yarıyor! Serbest bir
Stoch, forvet arkası sorumluluk alarak şaşırtıcı şutlarla sezon başındaki gibi
her an yine golleri sıralayabilir. İyi bir antrenör, ondaki cevheri görür ve
“hata yapmaktan korkma, arkandayım. Her maç forma senin, çık zevkle işini yap!”
der! 30 milyon Euro’yu sokağa atacak alternatif çok! Mühim olan, elindeki
cevheri görebilmektir. Somut söyleyeyim: Kimsenin ne oynadığını bir türlü
anlayamadığı Josef de Souza’ya tanınan şans, Stoch’a tanınsaydı, Fenerbahçe
liderini teoride menajer masalarında aramaya mecbur kalmazdı! Ya da olumlu
örnekten gidelim: Nasıl hangi maç olursa olsun, Kuyt sürekli ilk 11 deydi, aynı
güven ve şansın Stoch’a tanınması halinde, bir çok insanı şaşırtacak sonuçlar
ortaya çıkabilir. Üstelik Stoch’un seyirci kredisi ve sevgisini düşündüğünüzde bu
alternatifin ne kadar önünün açık olduğunu görürsünüz. Özetle Stoch’ta, ne
ekerseniz onu biçersiniz. Şu anda olduğu gibi belirsizlik, küçümseme,
güvensizlik aşısı ve kulüpten atma tehdidi yaparsanız, onu felç edip ayağını
birbirine dolaştırır ve nal toplarsınız. Şayet tam tersine, ona burada sonsuz
açık çek, dostluk ve güven verirseniz, karşılığını müstesna bir futbolcuya
erişerek alırsınız. Tabii bu sonucu alabilmek için, futbolu ve ne yaptığını
bilmek lazımdır. İsteyen deneyebilir.
SONUÇ:
Fenerbahçe, bu krizi ancak köklerine ve sevgi ortamına
dönerek aşabilir. Takımın ve camianın şu anda ihtiyacı olan şampiyonluk
kupasından çok dayanışma, pozitif-güler yüzlü tutum ve sinerji yaratma
arzusudur. Fenerbahçe’nin kendisiyle, geçmişiyle, büyük rakipleriyle, toplumla
barışması, kucaklaşması lazımdır. Hangi futbolcuların son dört-beş yılda hangi
hatalarla yollandığını tekrar gözden geçirip, ciddi bir özeleştiri yapmaya mecburdur
Fenerbahçe. Uzaklaştırmalarda kamu oyu önünde konuşulan gerekçelerin neden
kimseyi tatmin etmediğini anlamalıdır. Fenerbahçe bu kavgacı, kendi kendini
yiyip bitiren tavırdan uzaklaşmalıdır.
Dün Advocaat’la devamı için kararı alan Fenerbahçe yönetimine
hayırlı olsun. Fenerbahçe’yi seven her ne şart altında olursa olsun takımının
başarısını ister. Ama şu hiç bir zaman unutulmasın, konunun her şeyden önce galibiyet ve başarı
arayışı değil, camia içi ateşkes ve koşulsuz barış arzusu olmalıdır. Herhangi
bir başarı geldiğinde de derhal o başarıya ulaşanlar kutlanmalı, “Fenerbahçe’de
hiçbir başarı cezasız kalmaz” sözleri tarihe gömülmelidir. Başarılı futbolcuya,
hocaya “bizim paralı çalışanımız, elbette gol atacak, elbette şampiyon yapacak,
işi bu” şeklinde bakmak, futbolun keyfini de, ruhunu da, inancını da yok eden
bir tavırdır. Bu sözler, ancak taraftar kaçırır!
Başta söylediğimi, sonda da vurgulamak istiyorum: Futbolu
futbol yapan, unutulmaz kılan, efsanesini yaratan, unutulmaz anlar, anekdotlar
ve gollerdir. Takımı bilardo gibi oynatan hocalar, en estetik golleri, en
beklenmedik anlarda atan yıldızlardır. 0-3’ten maçları çeviren hocalar,
golcüler veya sürpriz isimlerdir. Futbol yöneticilerle ve onların başarılarıyla
anımsanmaz, iyi yöneticiler de zaten bunu istemezler... Fenerbahçe yönetimi,
hepimize gurur veren şekilde 3 Temmuz süreci yıllarından alnının akıyla ve
başarıyla çıkmıştır. Buna sayısız Fenerbahçeli olarak doğrudan fiili destek
verdik. Şimdi ise vakit, futbolun temel gerçeklerini ve değerlerini hatırlama vaktidir.
Özeleştiri yapmayı başaramayan yapılar, ağır bedeller öder. Fenerbahçe
köklerine, insana, iç ve dış barışa, dayanışma hatlarına kayıtsız şartsız
dönmeye mecburdur. Bu konu bir taraftar olarak, her maçını kazanmasını can-ı
gönülden istediğim takımımın ligde kaçıncı sıraya tırmandığından bile daha
önemli bir konudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.