19 Ekim 2016 Çarşamba

FENERBAHÇE’NİN SANCILI GÜNLERİ VE ÇIKIŞ YOLLARI | BEDRİ BAYKAM



Fenerbahçe’nin başı ağrıyor. Vücudu gövdesi sancılı. Söylenecek şeyler bir kitap doldurur. Biz burada ancak bir makaleye sığacak kadarını gündeme getirebileceğiz.

Herkes şu anda Fenerbahçe hakkında teşhis-tedavi, sorun-çözüm diye ahkam kesiyor. Ben de bu kulübü 1960 yılından beri tüm hücrelerimle takip ettiğim için, bu zor günlerde iki laf etmem lazım diye düşündüm.

Gerçekleştirdiği büyük tesisleşmenin ardından 3 Temmuz kumpas sürecindeki direnci ve kararlılığıyla Türkiye’ye yön vermeyi başarmış büyük bir Başkanın, Fenerbahçe tarihinde unutulmaz bir yere geçiş yaptığı da ortada. Başkanın yirmi yıla yakın süren ve genel anlamda üstün sportif başarılarla dolu görevini Yargıtay beraat onayından sonra bırakmaya karar verdiğini kamu oyuna açıklamış olduğu uzun bir süreçten geçiyoruz. Bu yurt içi ve yurt dışı başarılara karşın, daha geniş anlamda dönemsel bir Fenerbahçe analizi veya özeleştirisi yapmak için bu fırsatı kullanmak önemli. Yoksa kronikleşme temayülü gösteren bazı hatalardan kurtulmak mümkün olmaz. Bu sorunlar, günlük maç aldı-verdi, az gol attı çok gol attı tartışmalarının tamamen dışında değerlendirmeler.



BÜYÜK BAŞKANLAR BİLE, YILDIZ FUTBOLCU VE HOCALARIYLA ANILIR

Fenerbahçe bir spor kulübü ve kabul edelim her şeyden önce A takımının performansıyla futbolda anılıyor. Gerek Türkiye’de futbol başladığından beri aldığı kupalarla gerek 1950’lerin sonunda Türkiye ligi başka bir formatta başladıktan sonra oluşan ebedi puan cetvelindeki açık ara birinciliğiyle Türk futbolunun baş lokomotifi. Hemen bir soru eklemek istiyorum: Fenerbahçe deyince herkesin aklına ne gelir? Benim aklıma Lefter gelir hatta ondan önce Zeki Rıza sporel gelir, Can Bartu gelir Şeref Has gelir, Ogün Altıparmak gelir, Sasu, Serkan, Cemil, Rıdvan, Osman, Ostoyiç gelir. Ziya, Oğuz, Schumacher gelir. Van Hooijdonk, Alex, Rüştü gelir. Daha onca isim sayarız. Aklımıza futbolcular gelir, yöneticiler gelmez. Yöneticilere, başkan saygı duyulur ama onlar bir kulübün simgesi, bayrağı olmaya çalışmazlar. Simge olacak sporcuları yetiştirirler, seçerler, transfer ederler, onların elde ettiği başarılarla gurur duyarlar. Süleyman Seba bile o dönemdeki oturmuş kadrosu, yıldızları ve şampiyonluklarıyla anılır. Fenerbahçe’de de Faruk Ilgaz, Ali Şen ve Aziz Yıldırım için beklenen budur. Yoksa Fenerbahçe deyince akla üç başkan ve yedi yönetici gelecekse, o takımın halkla ilişkisi kopmaya başlar. Çünkü sokaktaki çocuğu başkan veya yönetici ile hareketlendiremezsiniz, evin içinde vazoyu veya pencereyi kıracak şekilde şut attıramazsınız, forma satın aldırmak için babasının bacağına yapıştıramazsınız. Fenerbahçe’de şuanda heyecan yaratacak simge bir futbolcu yok! Hiçbir dönemde olmayan birşey bu... Yanlış anlamayın Volkan Demirel veya Mehmet Topal var ama onlar oynadıkları pozisyon nedeniyle golcü simge olamazlar. En son unutulmaz ismimiz Alex oldu. Bir de savaşçı futbolcu rolü önemlidir taraftarlar için... Mesela Basri Dirimlili, Serkan Acar, Nezihi, Ümit Özat, Emre Belözoğlu gibi mağlup olmayı kabul etmeyen savaşçı cengaverler. Maalesef son dönemlerde bu futbolcu gruptan da pek eser kalmadı Fenerbahçe’de. Gökhan ve Caner ise hassas konular... Camianın bir kesiminde gidenlerin üstüne hemen çizik atıldığı için durumları pek gündeme gelmez. “Sen onun ne dediğini, ne  yaptığını biliyor musun?” diye sorular sorulur, kılıçlar çekilir.  Özellikle çocuklar, gençler, taraftarlar bu konularla ilgilenmezler “gönlümde taht kuran bu isimler neden rakip takıma gittiler?” diye hesap sorarlar. Sonuç şudur ki, ülkenin en iyi bekleri artık rakipte görev yapıyor... Ha, bir sonuç daha var: Fenerbahçe, şu anda kimi pahalı ve ünlü futbolcuların oynadığı toplama bir takım olarak görünmektedir. Ne oynanan futbolun, ne oyuncu diyaloglarının oturmuş bir takım görüntüsüyle alakası yoktur.

Orası hassas bir alandır. Harcanan milyonlarca doların dışında bir sihirli bölgedir. Doğru yönetilirse, kendisinden on kat pahalı takımları da alt edebilir.



ARTIK ROBOTLAR OYNASIN İNSAN YERİNE, ÜZÜLMEYELİM!

Bakın ben futbolcuları gözümde büyütmeyi çocukluğumdan beri çok severim. Can, Ogün, Sasu, Revivo, Rapaiç, Van Hooijdonk, Alex gibi yıldızlarla gönül bağlarım vardır. Şu anda takımda böyle bir bağ kurabildiğim hiçbir oyuncu yok. Hatta daha ağırını söyleyeyim mi? Böyle bir futbolcu olacak olsa, artık bu duyguya maniyi olurum “aman aman kimseyi sevmeyim” derim. Çünkü nasıl olsa yakında satılır veya kaçar veya istenmeyen adam ilan edilir. Mesela 70’lerdeki Brezilyalı efsane Didi kadar yeni teknik direktörlerimizi sevdiğimi düşünün,  ben ne yapacağım? Her yıl sonu geldiğinde “bak bu isim meğer ne kadar değersiz bir adammış” mı diyeceğim? Allah korusun, her an depresyonda yaşamam lazım. Sırayla Fenerbahçe’den koparılan futbolculara baktığımda aklıma şu öneri geliyor: futbolcular yerine robotlar alalım, robotlar oynasın. Sonra daha üst model imal edilirse de değiştiririz cep telefonu gibi... Çünkü aksi takdirde sürekli olarak kötü insanlığı da tescil edilen, taptığımız eski futbolcuların kan gölünün ortasında yaşayacağız! Buna ne kalp dayanır, ne de sinir. Bugünkü siyasi deyimlerle konuşalım: birini çok seviyorsunuz sonra öğreniyorsunuz ki meğer o da Fetocuymuş! İnanın hiçbir farkı yok. Bugün sırtınıza adını yazdırdınız futbolcu ertesi gün “hain” ilan edildiği zaman, siz de artık o formanızla “hainin destekçisi” haline geliyorsunuz! Stadda kötü yan bakışların odağısınız! Ve maalesef bunun sonu yok...



2. SINIF YABANCILARA TESLİM EDİLEN FUTBOL TAKIMI

Mesela siz şu anda ki Hollandalı teknik direktör Advocaat’ı çok sevip onunla gönül bağı kuracak bir taraftar düşünebiliyor musunuz?  Hiç merak etmeyin o da düşünmüyor zaten!  Uzaktan yakından Fenerbahçe ile para bağı dışında bir ilişki kurduğuna kimse beni inandıramaz! Yine abartılı bir zamanlama hatası ile eski hoca yollandıktan sonra başka yabancı isme yönelinerek malum hata tekrarlandı. Televizyon seyreden emekli bir hoca apar topar Türkiye getirildi, geldiğinden beri de suçu futbolculara atıyor. Bu da yetmiyor, arada her sıkıldığında “dişçime gidiyorum, parkta dinlenmeye gidiyorum, evin musluğunu tamire  gidiyorum” filan diye kaçıyor! Aynen kimin gibi biliyor musunuz? Kendi vatandaşı Hiddink gibi! O da aynen Advocaat gibi her sıkıldığında milli takım futbolcularını seyretmeye gideceğine hemen Hollanda’da evine dönüp keyif sürer, her ay başı tıkırtıkır yatırılan maaşlarını afiyetle yerdi! Kimse şaşırmasın, Hiddink ne kadar başarılı olduysa Advocaat da onun kadar başarılı olur! Pek yakında kovulabilir, ligi beşinci bitirebilir, bir sabah ansızın bahçesine dönebilir... Allah rızası için ne bekliyordunuz? Gelip Türkiye’yi, siyasetini, trafiğini, kebabını, kimin kimi olduğunu bilmediği bir ortamda, kendi seçemediği oyunculara birden alışıp, üç günde rakiplerini hiç tanımadığı ve ancak bir-iki hafta öncesinde getirildiği bir ligde mucizeler mi yaratacaktı? Buna inanan var mı? Benim Fenerbahçe’de başarılı bulduğum ve kalmasını istediğim her Hoca da apar topar kovuldu. Mustafa Denizli, Zico, Ersun Yanal gibi isimlerle de yollar ayrılıverdi. Halbuki takıma ruh veren hocalardı onlar, bunu herkes biliyor. Zico yabancıydı ama Brezilyalı oyuncularla suda balıklar gibi anlaşıyordu ve o takım ruhuyla oturmuştu. Şimdi bu ayrılan diğer hocalar hakkında da sürekli bir “iç bilgiler” trafiği oluşabilir. Ama dediğimiz gibi, bunlar gençleri, halkı ikna etmiyor.



SPORTİF DİREKTÖR DENGESİZLİKLERİ!

Fenerbahçe yöneticileri nedense bu sportif  direktör sıfatını çok sevdiklerini iddia ediyorlar ama gerçeklerle bu durum örtüşmüyor. Mesela Aykut Kocaman, Daum dönemindeki sportif direktörlüğünden teknik direktörlüğe geçiş yaptığında, o makam sanki birden lağvedildi. Fenerbahçe bir kurum olarak o mevkiiye inansa, Kocaman’ın boşalttığı o koltuğa, mesela Cem Pamiroğlu veya benzer bir ismi oturturdu. Eğer sportif direktörlüğe gerek varsa, her zaman vardır. Bu yapılan Kocaman’a da bir iyilik değildi. Belki iyi bir sportif direktör, Kocaman-Alex  krizini başka türlü yöntemlerle çözüp bu ağır fay hattının Fenerbahçe camiası içinde açılmasına izin vermezdi.

Geçen sene yaşanan Pereira krizi de tek başına gelmedi. Hatırlayacaksınız, o teknik direktörle beraber Terraneo isimli sözde çok önemli bir adam getirildi ve Fenerbahçe transatlantiği ona emanet edildi.  Biz de merak ettik, bu adamın hangi Türkiye ligi veya sosyoloji bilgisine güvenilerek anahtarları ona verdik?? Bu sorunun yanıtının sağlıklı gelmesi mümkün değildi. Gelir gelmez hatalar başladı. Takıma ruhunu veren ve mağlubiyeti reddeder diye nitelediğimiz her oyuncuyu kovdu! Mesela Egemen, Bekir, Emre, Webo! (Takımın simgelerinden Semih de, onlardan iki yıl önce kovulmuştu, bir başka itici güç Kuyt ise bir yıl önce ülkeden tedirgin olarak kendi ayrıldı). Bu kıyımlardan sonra adam boşa kürek çekmeye başladı, on ay sonra da boş yere maaş aldığı ortaya çıkınca da postalandı. Kabahat Terraneo’da mı? Ne bekliyordunuz kendisinden? Hangi sürrealist başarıya imza atacaktı? Benden ne kadar Çin Gümrük ve Tekel bakanı veya sizden ne kadar Yeni Delhi Belediye Başkanı olursa Terraneo’dan da o kadar Fenerbahçe sportif direktörü olacağı malumdu! Ama nedense bu görülemedi...

Geçen yıllarda bu sportif direktör dengesizliklerinin daha büyük çapta bir hatası, Fenerbahçe’nin başına bir CEO getirilmesiyle gerçekleşti. Önce çok “modern” bir özlemle “artık her karar CEO’dan geçiyor” dendi, bu mevkiiye 2012’de Hakkı Hasan Yılmaz getirildi. Fakat aradan iki yıl geçmeden o da azledildi. Türkiye ortamında Fenerbahçe’nin başkanı ve yönetim kurulu ortada dururken her kararın bir CEO tarafından alınabileceği yine çok iyi niyetli ama gerçek ötesi proje gibi gelmişti bana! Aslında iki yıl uzun bile sürdü diyebilirim. Türkiye gerçeklerinde, CEO’nun bir kulübü yönetmesi mümkün değildir.



YILMAZ VURAL VEYA RIDVAN DİLMEN VEYA ŞENOL ÇORLU...

Pereira takımdan uzaklaştırıldıktan sonra yeni isim aranırken ben Yılmaz Vural’ı önerdim. Sayın Başkan ve yöneticilere bu görüşü iletenler arasındaydım. Diyebilirsiniz ki Yılmaz Vural ne yapabilirdi? Emin olun o Hollandalı hocadan daha kötüsünü yapamazdı! Üstelik Türkiye ligini, rakiplerini, rakiplerin hocaların ne yediklerini, ne içtiklerini ezbere bilen bir insandı o. Boş zamanında gideceği yer yine Samandıra olacaktı, Hollanda değil... Herkese şans verilebilirken, Terraneolar, Pereira’lar baştacı edilirken Bir Türk’e güvenmemek nedendi? Ya da bu isim Fenerbahçe'nin eski bir futbolcusu olabilirdi. Mesela altyapı hocalarından Şenol Çorlu. Beynine, kişiliğine ve her zerresine güvendiğim büyük bir Fenerbahçeli. Ya da mesela geçmişte neredeyse takımın başında iki ay bile kalamamış olan Rıdvan Dilmen. Kimsenin onun futbol dehasından şüphesi yok! Türkiye’yi sevmeyen ve buralara sömürge gibi bakan, salt paraya koşan adamlara prim verip, iki gün sonra UEFA önünde mahkemelik olmaya değmezdi bence. Yabancı mı istiyorsunuz illa? O zaman getirin Obradoviç’in futboldaki dengini... İster Mourinho, ister Arsene Wenger. AMA, bir şartla: en az 5 yıl takımı emanet etme kararlılığıyla. Aynı yıl şampiyonluk beklemeden.



STOCH

Bu kadar laftan sonra niye bir futbolcudan bahsediyor diyeceksiniz! Şu açıdan bakıyorum: elinizdeki malzemeyi iyi kullanamazsınız evinizdeki un, şeker ve kestane püresinden de pasta yapamazsınız. Şu anda Fenerbahçe’nin elinde bir Alex, bir Anelka, bir Aziz Pierre, bir Revivo yok. Bir Oğuz, Ziya veya Baroni bile yok. Şu anda bence Fenerbahçe’nin en iyi futbolcusu, kiradan dönen, takıma hep yedek giren Slovak oyuncu Miroslav Stoch. Tartışmasız takımın en iyi şutörü, en iyi ver-kaç yapmayı bileni, ayağına en çok top yakışanı... Stoch, üst üste iki senedir takımda kalmak isterken hep kiraya verildi, ailenin dışlanan üvey kardeşi gibi hissetti kendisini. Halbuki onun gibi sorumluluk almayı bilen oyuncular takım da sürekli oynayacaklarını bilseler çok daha iyi sonuç verirler, risk alıp şut atarlar, adam eksiltirler, çilingir gibi çözüm ararlar. Çünkü kapasiteleri ve kumaşları buna müsaittir. Kumaşı ince basma veya suni deri olan oyunculardan zorla yeni Alexler, Messiler, Rapaicler, Ronaldolar, Aureliolar, Stochlar çıkaramazsınız! Fenerbahçe’de  takımı ben kursam, en baştan dört kişiyi yazarım: Volkan Demirel, Kjaer, Mehmet Topal ve Stoch. Bu isimlere belki Volkan Şen’i ekleyebilirim, hepsi bu. Bunun ardından gün ve maçın gereklerine göre diğer bekleyen isimleri yerleştiririm. Hatanın neresinden dönseniz kardır. Çok para verildi diye, çok meşhur diye bir adam zorla takıma alınmaz. Bu oyuncunun ismi isterse Van Persie olsun fark etmez! Fenerbahçe bu hatayı Guiza ile tüm ikazlarımıza rağmen yaptı ve bedelini 2-3 yıl 10 kişi oynayarak ödedi. Şimdi zorla Van Persie’den bir Van Hooijdonk ve Alex karışımı çıkarılmaya çalışılıyor boş yere! Bunlar beyhude çabalar. Bunun yerine elinde olanlara bakacaksın, onlara da salt futbol bilgisi ile bakacaksın, önyargılarınla değil. Stoch bu takımın 4-5 değişmez oyuncusundan biri olmalı ve açık çekle serbest oynatılmalıdır. Bu takımı ancak onun gibi beyni ve ayağını paralel kullanabilen ve her yerden gol atabilecek yıldız adayları sırtlayabilir. Stoch şu anda nasıl oynatılıyor? Testiler kırıldıktan sonra, 10 dakika kala kurtarıcı rolüyle “hadi bakalım ne işe yaradığını görelim, çok iddialıydın ya” şeklinde kendisinden gol beklenerek oyuna sokuluyor ve bu tavır ne Stoch’a ne de Fenerbahçe’ye yarıyor! Serbest bir Stoch, forvet arkası sorumluluk alarak şaşırtıcı şutlarla sezon başındaki gibi her an yine golleri sıralayabilir. İyi bir antrenör, ondaki cevheri görür ve “hata yapmaktan korkma, arkandayım. Her maç forma senin, çık zevkle işini yap!” der! 30 milyon Euro’yu sokağa atacak alternatif çok! Mühim olan, elindeki cevheri görebilmektir. Somut söyleyeyim: Kimsenin ne oynadığını bir türlü anlayamadığı Josef de Souza’ya tanınan şans, Stoch’a tanınsaydı, Fenerbahçe liderini teoride menajer masalarında aramaya mecbur kalmazdı! Ya da olumlu örnekten gidelim: Nasıl hangi maç olursa olsun, Kuyt sürekli ilk 11 deydi, aynı güven ve şansın Stoch’a tanınması halinde, bir çok insanı şaşırtacak sonuçlar ortaya çıkabilir. Üstelik Stoch’un seyirci kredisi ve sevgisini düşündüğünüzde bu alternatifin ne kadar önünün açık olduğunu görürsünüz. Özetle Stoch’ta, ne ekerseniz onu biçersiniz. Şu anda olduğu gibi belirsizlik, küçümseme, güvensizlik aşısı ve kulüpten atma tehdidi yaparsanız, onu felç edip ayağını birbirine dolaştırır ve nal toplarsınız. Şayet tam tersine, ona burada sonsuz açık çek, dostluk ve güven verirseniz, karşılığını müstesna bir futbolcuya erişerek alırsınız. Tabii bu sonucu alabilmek için, futbolu ve ne yaptığını bilmek lazımdır. İsteyen deneyebilir.



SONUÇ:

Fenerbahçe, bu krizi ancak köklerine ve sevgi ortamına dönerek aşabilir. Takımın ve camianın şu anda ihtiyacı olan şampiyonluk kupasından çok dayanışma, pozitif-güler yüzlü tutum ve sinerji yaratma arzusudur. Fenerbahçe’nin kendisiyle, geçmişiyle, büyük rakipleriyle, toplumla barışması, kucaklaşması lazımdır. Hangi futbolcuların son dört-beş yılda hangi hatalarla yollandığını tekrar gözden geçirip, ciddi bir özeleştiri yapmaya mecburdur Fenerbahçe. Uzaklaştırmalarda kamu oyu önünde konuşulan gerekçelerin neden kimseyi tatmin etmediğini anlamalıdır. Fenerbahçe bu kavgacı, kendi kendini yiyip bitiren tavırdan uzaklaşmalıdır.

Dün Advocaat’la devamı için kararı alan Fenerbahçe yönetimine hayırlı olsun. Fenerbahçe’yi seven her ne şart altında olursa olsun takımının başarısını ister. Ama şu hiç bir zaman unutulmasın,  konunun her şeyden önce galibiyet ve başarı arayışı değil, camia içi ateşkes ve koşulsuz barış arzusu olmalıdır. Herhangi bir başarı geldiğinde de derhal o başarıya ulaşanlar kutlanmalı, “Fenerbahçe’de hiçbir başarı cezasız kalmaz” sözleri tarihe gömülmelidir. Başarılı futbolcuya, hocaya “bizim paralı çalışanımız, elbette gol atacak, elbette şampiyon yapacak, işi bu” şeklinde bakmak, futbolun keyfini de, ruhunu da, inancını da yok eden bir tavırdır. Bu sözler, ancak taraftar kaçırır!

Başta söylediğimi, sonda da vurgulamak istiyorum: Futbolu futbol yapan, unutulmaz kılan, efsanesini yaratan, unutulmaz anlar, anekdotlar ve gollerdir. Takımı bilardo gibi oynatan hocalar, en estetik golleri, en beklenmedik anlarda atan yıldızlardır. 0-3’ten maçları çeviren hocalar, golcüler veya sürpriz isimlerdir. Futbol yöneticilerle ve onların başarılarıyla anımsanmaz, iyi yöneticiler de zaten bunu istemezler... Fenerbahçe yönetimi, hepimize gurur veren şekilde 3 Temmuz süreci yıllarından alnının akıyla ve başarıyla çıkmıştır. Buna sayısız Fenerbahçeli olarak doğrudan fiili destek verdik. Şimdi ise vakit, futbolun temel gerçeklerini ve değerlerini hatırlama vaktidir. Özeleştiri yapmayı başaramayan yapılar, ağır bedeller öder. Fenerbahçe köklerine, insana, iç ve dış barışa, dayanışma hatlarına kayıtsız şartsız dönmeye mecburdur. Bu konu bir taraftar olarak, her maçını kazanmasını can-ı gönülden istediğim takımımın ligde kaçıncı sıraya tırmandığından bile daha önemli bir konudur.                                                                                                                                                                                                                              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.