Sayın
Özdemir,
Almanya’da
siyaset yapan Türk asıllı bir politikacısınız. İki hafta önce Alman
Parlamentosu’nun Berlin’de aldığı Ermeni Soykırımı hakkındaki kararı,
Parlamento’ya taşıyan kişisiniz. Sizin açınızdan şöyle üzücü bir durum
oluşturacak bu açık mektup: Ben size tabii ki maksadını veya terbiye
sınırlarını aşan sözler söylemeyeceğim. Bu benim stilim değildir. Size mantık,
demokrasi ve hukuk kavramları üzerinden bazı hatırlatmalar yapıp sorular
yönelteceğim. Umarım yanıt vermek istersiniz.
Cumhuriyet
gazetesinde dün bir söyleşinizi okudum. Ne kadar takip ediyorsunuz bilmiyorum,
ama Cumhuriyet gazetesi tarihsel misyonundan farklı bir kulvara geçti. Neredeyse
yüz yıldır savunduğu değerlerin rotasından ayrı bir eksende artık. Olabilir.
Değişim isteyen yeni bir yönetimleri var, bu tartışmaya girmiyorum. Bu
hatırlatmayı yapmamın tek nedeni, o röportajı çok kolay aşmışsınız. Size o buluşmada
soruları yönelten hanımefendi yalnız paslar atmış, siz de boş kalede onları
gole çevirerek o sayfadan omuzlara alınan bir demokrasi kahramanı “gibi”
ayrılmışsınız. Ben bu tavrı Cumhuriyet’in savunması gerektiğine inandığım özgür
gazetecilik kavramlarına yakıştıramadım. Neyse geçelim, çünkü bugün konumuz siz
ve sözcülüğünü üstlendiğiniz fikirler.
Sayın
Özdemir, Türk siyasi ortamı, maşallah, o kadar farklı kulvarlardan yobaz, ırkçı
ve gerici ile dolu ki, siz daha hiçbir topa girmeden, maçın ilk dakikasından
itibaren kahraman statüsüne yükseliyorsunuz. Size “kanı araştırılsın” diyenler,
“sütü bozuk” diyenler, “bu ne biçim Türk?” diyenler, ölümle tehdit edenler,
açık hakaretler yağdıranlar, ne ararsanız var. İşte röportajınızda da, Selin
Ongun Tuncer, bu konuları sırayla gündeme getirip çanak sorular sormuş, size de
keyifle cila yapmak kalmış. Böyle gazetecilik olmaz. Bunu yandaş gazeteciler
Erdoğan’a uygulayabilirler, ama bu kadar hassas bir konuda her gün “demokrasi”
diye yanıp tutuşan Cumhuriyet gazetesi bunu yaptığında, feci şekilde göze
batıyor. Ama bu suçu salt Cumhuriyet’e bağlayamayız. Ne yazık ki siz de eksper
bir 3. sınıf taşra politikacısı gibi, her konuyu birbirine karıştırıp Rus
salatası haline getirerek, sorulardan ve yaşanmış gerçeklerden kaçmışsınız.
RÖPORTAJINIZDAKİ
“KAÇAK GÜREŞ” NOKTALARI
Örnek 1- Röportajın
başlarında, Talat Paşa, Enver Paşa gibi isimlerden, bugün “benim bölgemde
Ermeniler’in kılına dokunanlar, benim kapımdan geçmek mecburiyetinde” diyen
Kütahya Valisi’ne geçiş yapıyorsunuz. Ne alakası var Sayın Özdemir? 101 yıl
önce yaşanmış tarihsel bir olay analiz edilirken konuyu nasıl bugünkü ırkçılara
veya Ermeni dostlarına getiriyorsunuz? Biraz aklı, beyni, vicdanı olan herkes,
hem Ermeniler’in, hem de tüm dünya halklarının dostudur, can kardeşidir. Aksini
düşünmek mümkün mü? Öncelikle şuna saygı gösterin: Bugün Türkiye’de milyonlarca
insan var ki, Ermeniler’le hiçbir alıp veremedikleri yok, hepsini çok
seviyorlar ama “biz soykırım yapmadık” diyorlar, buna inanıyorlar. Bunlar
arasında çobanlar, simitçiler de var, siyasiler, profesörler, tarihçiler de
var. Siz ise bu konuları çorba yaparak, sanki soykırımı reddedenler, agresif Ermeni
düşmanlarıymış gibi bir hava yaratıyorsunuz.
Örnek 2- Bakın galiba
2. soruda Tuncer, size 2001 yılında Frankfurter Algemeine Zeitung’a yazdığınız
bir yazıdan çelişkili bir bölüm hatırlatıp bununla ilgili savunmanızı istiyor.
Bu da zaten röportajın tek gerçek sorusu. Buna ve hemen arkasından gelen soruya
verdiğiniz yanıtlar, “nasıl bir politikacı olunmamalı?” sorusunun yanıtını bünyesinde
barındırıyor adeta. Bir yandan “Hiçbir zaman bir köşede söylediğimi, başka bir
köşede inkar etmedim” diyorsunuz, bir yandan da mertçe en azından görüş değiştirdiğinizi
kendi açınızdan açıklayacağınız yerde, alakasız şekilde, düzenlenen
konferanslardan, Hrant Dink’in hepimizi kahreden katlinden ve Cumhurbaşkanı’nın
“affedersiniz, bana Ermeni diyen oldu” sözlerinden dem vuruyorsunuz. Bunu
anlayamadım Sayın Özdemir? Neden bu ilkel şark metodlarıyla kendi tavır ve
karar değişikliğinizi açıklamaya çalışmak yerine konuyu sulandırıyorsunuz?
Örnek 3- 2005’te
Erdoğan’ın Kaçaryan’a yaptığı “ortak komisyon kurma” önerisini gündeme
getiriyorsunuz. Bu komisyona katılmaktan ve tüm arşivlerin konu şeffaflığa
kavuşturulana kadar açılmasından Ermenistan’ın neden vazgeçtiğini araştırmak
istediniz mi hiç Sayın Özdemir? Türkiye’nin yaptığı bu son derece demokratik
teklifin hemen altında “bütün parlamenterler yaşananların soykırım olduğu
konusunda hemfikirdik” diyerek heyecanlandığınızı söylüyorsunuz. Bu nasıl bir
genellemedir? Böyle evrensel bir konuda sizin gibi düşünenler “herkes” mi
oluyor? Mesela ben sizin yerinizde olsam tüm objektif tarihçileri ve tarafları
bir araya getirecek bu büyük buluşma neden gerçekleşemedi diye gider
Koçaryan’dan ve Ermenistan’dan hesap sorardım.
Örnek 4- Sayın Özdemir
tek maddede toparlayalım, vaktimizi harcamayalım: Röportajın gerisi, 3. sınıf
demagojilere laf yetiştirmeniz, yok kanı bozuk, yok sütü bozuk, yok hemşerilikten
çıkarmışlar, yok ailenizin kökleri, yok ölüm tehditleri vs... Sizi tehdit eden
yobaz güçlerle biz Atatürkçüler burada her gün uğraşıyoruz. Zaten Muammer
Aksoy’u da, Hrant Dink’i de öldüren aynı yobaz şiddet dolu beyinler. Beni 2011’de
bıçaklatan ve hayatıma kasteden de onlar. Hatta yine sizin işinizi
kolaylaştırmak istercesine “Siz Almanlar önce gidin kendi Yahudi katliamınızın
hesabını verin” diyenler var ya, merak etmeyin onlara da Almanlar’ın kendi
suçlarını resmi olarak kabul ettiğini hatırlatan yine bizleriz. Siyaset böyle
yapılmaz, Sayın Özdemir. Bu açık provokasyonlara iki kelimede demagojik uzatma
yapmadan yanıt verin ama ana söylemlerinizi bunlar üzerine kurmayın, affedersiniz
ama bunu yaptığınızda ciddiyetiniz yok oluyor. Bakın esas nelere yanıt
vermelisiniz...
GELELİM ANA
KONULARA!
Sayın
Özdemir, 1915’te ve genel olarak o yıllarda, dünyanın her yerinde sayısız dram
yaşandı. Bunu inkar eden yok. Hatta ben burada kimi hukukçuların yaptığı
şekilde “Soykırım kavramı, II Dünya Harbi’nden sonra ortaya çıktı, 1915’te
bundan söz edilemez” mantığına da sığınmayacağım. “Yaşanan her şeyin ortaya
çıkarılması ve gerçeklerle yüzleşilmesi” esas hedefimiz ise, hiç şu soruyu sormak
aklınıza geldi mi? Mesela ya gerçeklerle yüzleşmekten korkan Ermeniler ise ne
yapacaksınız? Ya Ermeniler bu tarihsel iddiayı “maçı oynamadan kazanmak”
şeklinde özetleyebileceğimiz bir oldu-bittiyle kazanmak istiyorlarsa? Ya
“Osmanlı İmparatorluğu çökerken Rus çetelerin de desteğiyle bir silahlı başkaldırıya
girişen Ermeniler, binlerce Türk’ü katletti ve ardından Osmanlı güçleri
kendilerini kanlı bir şekilde durdurdu ve tehcire mecbur etti” sözlerinde,
sayısız belgenin desteklediği ve sayısız yabancı saygın tarihçinin de kabul
ettiği gibi ciddi bir gerçeklik payı varsa? Ben şu anda bu sütundan sizlere bu
veya diğer iddiaların hangisinin doğru olduğunu söyleyecek değilim. Her ne
kadar kendi araştırmalarım birçok açıdan beni Türkler’in savunduğu teze
yaklaştırıyorsa da, benim bu konuda demokrat ve mantıklı bir insan olarak kesin
bir hüküm geliştirmem doğru olmaz. Tarihsel konulara yaklaşım başka bir derin
ciddiyet gerektirir. İki taraftan birinin sayıca daha kalabalık şekilde dünya
kamuoyuna baskı yapıyor olması, iddialarında haklı oldukları anlamına gelmez. Böyle
bir tavrın ne ulusal ne de uluslararası hukukta bir yeri yoktur. Örneğin sizin
yaşadığınız Almanya’nın bile, Yahudiler’e karşı bir soykırım yaptığı zaten çıkardığı
yasalarla, toplama kamplarıyla, çekilen 1001 milyon görüntüyle sabit olmasına
karşın, ancak Nürnberg mahkemelerinde yapılan duruşmalar sonucu açıklık ve
hukuki saptama kazanmış oldu. Sizin de bildiğiniz gibi, Türkiye hakkında bu
konu üzerinden bir dava açılmamıştır ve bu konu hiçbir şekilde uluslararası
yargıya yansımamıştır. Yani bir kere siz, Alman Parlamentosu’na getirdiğiniz
yasa tasarısıyla, belki Ermeni toplumunun ve Uğur Mumcu’nun deyimiyle “bilgi
sahibi olmadan fikir sahibi olan” sözde demokrat yaygaracıların baskısıyla cesur
ve demokratik bir hamle yaptığınız gibi bir yanılsamaya kapılıp basın önünde hava
atabiliyorsunuz. Halbuki bu hamlenizle, geri dönülmez şekilde anti-demokrat bir
bakış açısıyla, hakkında hiçbir karar alınmamış bir ülkeyi, resmen yargısız
infazla Alman ve dünya kamuoyu önünde olabilecek en ağır iddialarla suçlamaktan
kaçınmadığınızı kanıtlamış oldunuz. Bu suçun ne kadar büyük olduğunu biliyor
musunuz Sayın Özdemir? En ağır tecavüzcü veya seri katil bile sorguda itiraf
etse dahi hüküm giymeden önce mahkemeye çıkarılır, savcı iddiaları ortaya koyup
kanıtlarını gösterdikten sonra onun savunması alınır, avukatı dinlenir, varsa
karşı kanıtları ortaya dökülür. Ondan sonra bağımsız yargı da kararını özgürce verir.
Bu size hatırlattıklarım -umarım geçmişte öğrenmişsinizdir- hukuk kavramının
olmazsa olmaz alfabesidir. Bırakın Almanya veya Fransa’yı, Güney Amerika veya
Afrika’da “Muz Cumhuriyeti” tanımına en çok uyacak bir ülkeyi araştırıp
bulsanız, göreceksiniz ki, orada bile -göstermelik dahi olsa- bir çadırda bir
mahkeme kurulur, suçlanana “nedir iddialara yanıtın?” diye sorulur... İşte siz
buna bile gerek görmeyen bir tutuculukla hukuk ve tarih kavramlarına yaklaşıp,
affedilmez yanlışlara imza atıyorsunuz.
Şimdi
belki diyeceksiniz ki “efendim bizden önce bakın, şu şu şu mahkemelerde, aynen
bunun benzeri kararlar zaten alındı. Şimdi biz mi suçlu olduk?” Bunu da iddia
edemezsiniz. Çünkü hukukta kötü emsal, emsal teşkil etmez. Başka hukuksuzluk
örnekleri, size dayanak olamaz. Bunu söylemenin karşılığı, “Sayın Hakim, herkes
tecavüz ediyordu, ben de ettim, şimdi ben mi suçlu oldum?” veya “herkes o
mağazayı, o evi yağmalıyordu, ben niye suçlanıyorum?” demekten farklı değildir.
Dolayısıyla başka oportünist kötü siyasetçilerin yaptıkları, sizi kurtarabilir
bir örnek kabul edilemez. Hani batılı demokrasilerin olmazsa olmaz kilit tarihi
cümleleri vardır. Voltaire’in “seninle aynı fikirde değilim, ama senin
düşüncelerini söyleme özgürlüğün için canımı bile veririm” sözleri gibi. İşte
siz o cümleyi de yırtıp çöp sepetine attınız. Bir ülkeyi dinlemeden, hatta
yargılamadan, düşüncelerine üç kuruş değer vermeden onu doğrudan mahkum edip
alnına en ağır suçu yazdınız. Bütün ikazlara karşın demokrasi ve hukuk
kavramlarına karşı olan bu duyarsız tutumunuz, artık sizi ömür boyu çıkmaz bir
leke olarak takip edecektir. Bundan böyle sizin artık eşit-adil yargılanma
hakkı, suçsuzluk karinesi, insan hakları sözleşmeleri ve bunların getirdiği
bağlayıcı şartlar hakkında konuşma haklarınız gölgede kalmıştır.
AİHM KARARINI DA
MI OKUMADINIZ?
Bildiğiniz
gibi, İsviçre Hükümeti’nin aynı konuda, batının bu hukuk linçine dur demeye
kararlı bir siyasetçi olan Doğu Perinçek’e karşı ağır bir mağlubiyet yaşadığını
herhalde biliyorsunuzdur. O mahkemede de hatırlatıldığı gibi, bir ülkenin bu
ağır soykırım suçlamasıyla hüküm giyebilmesi için, ya o ülkenin bir mahkemesi
ya da yetkilendirilmiş uluslararası bir mahkeme kararı olması lazım. Aynen
Strasbourg’daki mahkeme salonunda AİHM yargıçlarından Arnavut Ledi Bianku’nun
veya BM Genel Sekreteri Stephane Dujariç’in hatırlattığı gibi... Ortada böyle bir
karar olmadığını da hatırlatarak, İsviçre’nin “soykırımın varlığının
tartışılmasını bile yasaklamak” üzere bir ortaçağ mantığı ile yola çıkışı -üstelik
bu savlarla- durdurulmuşken, siz hangi akla hizmet ederek bu tasarıyı
Parlamento’ya sunabildiniz Sayın Özdemir?
Bir
nokta daha: Konu “sen bir Türk olarak, bunu Türkler’e karşı nasıl yaparsın?”
diye size çemkiren başka kötü siyasetçilerin dedikleri de değil. Tabii ki,
insan bazen kendi en yakınına veya ülkesine karşı da bir tavır alabilir. Mesela
siz de onlarca Türk aydın, Silivri zindanlarında uydurma suçlamalarla erirken,
sorumluluk alıp onlara sahip çıkabilirdiniz, yani Türk asıllı bir siyasetçi
olarak, Türkiye’de olup biteni kıyasıya eleştirebilirdiniz. Ama o günlerde,
Alman Yeşilleri olarak, yine çok kötü sınavlar verdiniz. Kılınızı bile
kıpırdatmadınız. Tam tersine mutlu oldunuz. Çünkü size göre Türkiye’de sorun Ordu
ve Kemalistlerdi. Ne yazık ki, o kadar güvendiğiniz o dava iflas etti, her
şeyin uydurma ve kurmaca olduğu ortaya çıktı. Bakın şimdi Türkiye’de Ordu artık
Erdoğan’ın bekçisi. Kemalistler ise her yerden tasfiye ediliyor, öğretmen
olarak bile atanamıyor. Ülke yobazlığa teslim olsun diye uğraşılıyor. Ne oldu?
Arzuladığınız demokrasi bu muydu? Yoksa tam tersine o “demokrasi” yerin bin kat
dibine bir sandığa kilitlenip, anahtarı da diktacı bir adama mı teslim edildi?
İşte ne yazık ki Türkiye hakkındaki çözümlemeleriniz, bu örnekte de gördüğünüz
kadar sığ ve tamamen gerçeklerin fersah fersah uzağında.
Kendi
araştırmalarımın beni getirdiği noktayı “taraf sayılırım” diye buzdolabına
kaldıracağım -ki zaten ben bu spesifik konuda çok şey bilmeme rağmen bir tarih
profesörü değilim. Ayrıca hadi diyelim ki Türk, Osmanlı veya “Kemalist”
tarihçileri bir köşeye bıraktık. Kaç yabancı tarih profesörü, bu konuda Türkiye
ile aynı görüşleri paylaşıyor biliyor musunuz? Sizin savunduğunuz fikirlerin
tersini savunanlar arasında Prof. Bernard Lewis, Prof. Justin Mc Carthy, Prof.
Norman Stone, Kean Michel Thibaux, Heath Lowry gibi sayısız yabancı
tarihçi-araştırmacı olduğunu bilmiyor musunuz? İçinizde gece uyurken, bırakın
hukuk-mantık-demokrasi ilişkilerini, “ben ya objektif bakamıyorsam?” diye bir sorgulama
oluyor mu?
ABD HAKKINDA
PARLAMENTONUZA NE VERDİNİZ?
Daha
da öteye gidelim, makro vizyonlu bakış açısından... Siz de aynı dolmuşa
binerek, batı dünyasının kendi kirlerini Türkiye üzerinden aklamaya çalışma (!)
operasyonuna alet oluyorsunuz. Hiç aklınıza geliyor mu, mesela Alman
Parlamentosu’na ABD’nin yüzyıllar önce Kızılderililer’e karşı yaptığı açık
soykırım hakkında veya daha şurada 13 sene önce Irak’ta yaptığı bir milyon
insanın yok edildiği katliamlar hakkında bir yargı oluşturma önergesi vermek?
Veya Fransızlar’ın Cezayir’de, İspanyollar’ın Güney Amerika’da yaptıkları
soykırımlarla da bir hesaplaşmaya gitmeyi hiç düşündünüz mü, bu konu hiç
aklınıza geldi mi? Yoksa Türkiye diş geçirmeyi göze alabileceğiniz basit ve
kolay lokma gibi bir ülke göründüğü için mi bu yolu izliyorsunuz? Bu tavrınız
size etik geliyor mu?
ŞEHİT
DİPLOMATLARIMIZ HİÇ AKLINIZA GELİYOR MU?
Sayın
Özdemir, hiç aklımıza gelmeyen ve gündeme getirmediğiniz Türk şehit
diplomatlarını anımsadığınız oluyor mu? 1973-1984 arasında kaybettiğimiz 31
isim arasında Santa Barbara Başkonsolosumuz Mehmet Baydar, Viyana Büyükelçimiz
Daniş Tunalıgil, Paris Büyükelçimiz İsmail Erez, Belgrad Büyükelçimiz Galip
Balkar ve onca başka benzer veya farklı sıfatlar taşıyan değerli insanlarımız vardı.
Sizin için demek onların da bir değeri yok öyle mi Sayın Özdemir? Bakın bu
anlattıklarımın hamasi veya şoven aşırı milliyetçi duygularla hiç bir alakası
yok!
YÜZLEŞMEYE
CESARETİNİZ VAR MI?
Sayın
Özdemir, Ermenistan ve Ermeni diasporası, bu maçı oynamadan 3-0 hükmen kazanmak
istiyor. Ermenistan’ın arşivlerini açıp tarafsız yargıçlar önünde her iki tarafın
getireceği tarihçiler ve avukatlarla beraber konuyu masaya yatırma, uzun lafın
kısası, demokrasi ve adalet önüne çıkmaya cesareti var mı? Hadi Ermenistan’ı
bir kenara bırakalım, sizin yanınıza arzu ettiğiniz tarihçi ve avukatı alıp, mesela Doğu Perinçek,
Mehmet Perinçek, Justin Mc Carthy veya bir başka tarihçi önüne çıkma
cesaretiniz var mı? İstediğiniz kanalda, eşit şartlarla, süresiz bir
“yüzleşme”. Cesaretiniz varsa, çok şık olur ve seviniriz. Yüzleşmek, bir tarafın
tek yanlı olarak suçlanacağı bir hukuksuzluğun iletkeni olmak değildir. Bunu
kendi başınıza çözebilmenizi beklerdim. Başka insanların da fikirlerini,
iddialarını, göstermek istedikleri kanıtları görmeye ve dinlemeye açık olmayan
hiç kimsenin “yüzleşme” sözünü ağzına alma hakkı yoktur. Ayrıca bu buluşmada
ben ve sizin seçeceğiniz bir başka gazeteci veya yazar, birlikte yönlendirici
olabiliriz.
SONUÇ: AKP’li
politikacıların dengesiz ve provokatif saldırılarının yarattığı bayağı havanın,
uğradığınız kan, soy, Türklük, hemşerilik saldırıları ve aldığınız tehditlerin
arkasına sığnıp bu özetini hatırlattığım anti-demokratik tutumun üzerinizde
bıraktığı izlerden kurtulamazsınız Sayın Özdemir. Ayrıca bu “provokatör”
tavırlarınız, ne yazık ki Türk ve Ermeniler’in birbirine yaklaşmasını
sağlamıyor. Tam tersine bu iki ulusun değerli insanlarının arasına nifak tohumu
sokup onların birbirinden uzaklaşmasına neden oluyorsunuz. İki ulusun kültür,
sanat, aşk, spor, iş ortaklıkları üzerinden yakınlaşmasını engelleyip, onları
içinden çıkılamaz tek yönlü bir suçlama girdabının ve kaosunun içine
çekiyorsunuz.
Tabii
bu tek yönlü infaz metodolojinizle Almanya’da yaşayan milyonlarca Türk’ü, insan
haklarının en temel haklarını kullanamadan orada sokakta yürürken alnı lekeli
bir ulusun vatandaşları haline düşürüyorsunuz. Bununla bir şey kazandığınızı
sanmıyorum. Uzun lafın kısası, iyi niyetinize inanmak isterim ama yaptığınız
gaflar ve neden olduğunuz zararlar o kadar büyük ki, bunu pek başaramıyorum! İyilik
yapıyorum iddianızla, kaş yapayım derken göz çıkarıyorsunuz.
Bir
programa katılıp katılmama konusunda yanıtınızı bekliyorum. Demokrasiye karşı
işlediğiniz suçlardan dolayı bir pişmanlığınız var mı? Eğer yoksa, bu yazıda
mecburen özetlediğim düşüncelere karşı yanıtlarınız nelerdir Sayın Özdemir,
bekliyorum.
Saygılarımla,
Bedri
Baykam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.