15 Haziran 2016 Çarşamba

BEDRİ BAYKAM’DAN SAYIN CEM ÖZDEMİR’E AÇIK MEKTUP | 14.06.2016


Sayın Özdemir,
Almanya’da siyaset yapan Türk asıllı bir politikacısınız. İki hafta önce Alman Parlamentosu’nun Berlin’de aldığı Ermeni Soykırımı hakkındaki kararı, Parlamento’ya taşıyan kişisiniz. Sizin açınızdan şöyle üzücü bir durum oluşturacak bu açık mektup: Ben size tabii ki maksadını veya terbiye sınırlarını aşan sözler söylemeyeceğim. Bu benim stilim değildir. Size mantık, demokrasi ve hukuk kavramları üzerinden bazı hatırlatmalar yapıp sorular yönelteceğim. Umarım yanıt vermek istersiniz.
Cumhuriyet gazetesinde dün bir söyleşinizi okudum. Ne kadar takip ediyorsunuz bilmiyorum, ama Cumhuriyet gazetesi tarihsel misyonundan farklı bir kulvara geçti. Neredeyse yüz yıldır savunduğu değerlerin rotasından ayrı bir eksende artık. Olabilir. Değişim isteyen yeni bir yönetimleri var, bu tartışmaya girmiyorum. Bu hatırlatmayı yapmamın tek nedeni, o röportajı çok kolay aşmışsınız. Size o buluşmada soruları yönelten hanımefendi yalnız paslar atmış, siz de boş kalede onları gole çevirerek o sayfadan omuzlara alınan bir demokrasi kahramanı “gibi” ayrılmışsınız. Ben bu tavrı Cumhuriyet’in savunması gerektiğine inandığım özgür gazetecilik kavramlarına yakıştıramadım. Neyse geçelim, çünkü bugün konumuz siz ve sözcülüğünü üstlendiğiniz fikirler.

Sayın Özdemir, Türk siyasi ortamı, maşallah, o kadar farklı kulvarlardan yobaz, ırkçı ve gerici ile dolu ki, siz daha hiçbir topa girmeden, maçın ilk dakikasından itibaren kahraman statüsüne yükseliyorsunuz. Size “kanı araştırılsın” diyenler, “sütü bozuk” diyenler, “bu ne biçim Türk?” diyenler, ölümle tehdit edenler, açık hakaretler yağdıranlar, ne ararsanız var. İşte röportajınızda da, Selin Ongun Tuncer, bu konuları sırayla gündeme getirip çanak sorular sormuş, size de keyifle cila yapmak kalmış. Böyle gazetecilik olmaz. Bunu yandaş gazeteciler Erdoğan’a uygulayabilirler, ama bu kadar hassas bir konuda her gün “demokrasi” diye yanıp tutuşan Cumhuriyet gazetesi bunu yaptığında, feci şekilde göze batıyor. Ama bu suçu salt Cumhuriyet’e bağlayamayız. Ne yazık ki siz de eksper bir 3. sınıf taşra politikacısı gibi, her konuyu birbirine karıştırıp Rus salatası haline getirerek, sorulardan ve yaşanmış gerçeklerden kaçmışsınız.

RÖPORTAJINIZDAKİ “KAÇAK GÜREŞ” NOKTALARI
Örnek 1- Röportajın başlarında, Talat Paşa, Enver Paşa gibi isimlerden, bugün “benim bölgemde Ermeniler’in kılına dokunanlar, benim kapımdan geçmek mecburiyetinde” diyen Kütahya Valisi’ne geçiş yapıyorsunuz. Ne alakası var Sayın Özdemir? 101 yıl önce yaşanmış tarihsel bir olay analiz edilirken konuyu nasıl bugünkü ırkçılara veya Ermeni dostlarına getiriyorsunuz? Biraz aklı, beyni, vicdanı olan herkes, hem Ermeniler’in, hem de tüm dünya halklarının dostudur, can kardeşidir. Aksini düşünmek mümkün mü? Öncelikle şuna saygı gösterin: Bugün Türkiye’de milyonlarca insan var ki, Ermeniler’le hiçbir alıp veremedikleri yok, hepsini çok seviyorlar ama “biz soykırım yapmadık” diyorlar, buna inanıyorlar. Bunlar arasında çobanlar, simitçiler de var, siyasiler, profesörler, tarihçiler de var. Siz ise bu konuları çorba yaparak, sanki soykırımı reddedenler, agresif Ermeni düşmanlarıymış gibi bir hava yaratıyorsunuz.
Örnek 2- Bakın galiba 2. soruda Tuncer, size 2001 yılında Frankfurter Algemeine Zeitung’a yazdığınız bir yazıdan çelişkili bir bölüm hatırlatıp bununla ilgili savunmanızı istiyor. Bu da zaten röportajın tek gerçek sorusu. Buna ve hemen arkasından gelen soruya verdiğiniz yanıtlar, “nasıl bir politikacı olunmamalı?” sorusunun yanıtını bünyesinde barındırıyor adeta. Bir yandan “Hiçbir zaman bir köşede söylediğimi, başka bir köşede inkar etmedim” diyorsunuz, bir yandan da mertçe en azından görüş değiştirdiğinizi kendi açınızdan açıklayacağınız yerde, alakasız şekilde, düzenlenen konferanslardan, Hrant Dink’in hepimizi kahreden katlinden ve Cumhurbaşkanı’nın “affedersiniz, bana Ermeni diyen oldu” sözlerinden dem vuruyorsunuz. Bunu anlayamadım Sayın Özdemir? Neden bu ilkel şark metodlarıyla kendi tavır ve karar değişikliğinizi açıklamaya çalışmak yerine konuyu sulandırıyorsunuz?
Örnek 3- 2005’te Erdoğan’ın Kaçaryan’a yaptığı “ortak komisyon kurma” önerisini gündeme getiriyorsunuz. Bu komisyona katılmaktan ve tüm arşivlerin konu şeffaflığa kavuşturulana kadar açılmasından Ermenistan’ın neden vazgeçtiğini araştırmak istediniz mi hiç Sayın Özdemir? Türkiye’nin yaptığı bu son derece demokratik teklifin hemen altında “bütün parlamenterler yaşananların soykırım olduğu konusunda hemfikirdik” diyerek heyecanlandığınızı söylüyorsunuz. Bu nasıl bir genellemedir? Böyle evrensel bir konuda sizin gibi düşünenler “herkes” mi oluyor? Mesela ben sizin yerinizde olsam tüm objektif tarihçileri ve tarafları bir araya getirecek bu büyük buluşma neden gerçekleşemedi diye gider Koçaryan’dan ve Ermenistan’dan hesap sorardım.
Örnek 4- Sayın Özdemir tek maddede toparlayalım, vaktimizi harcamayalım: Röportajın gerisi, 3. sınıf demagojilere laf yetiştirmeniz, yok kanı bozuk, yok sütü bozuk, yok hemşerilikten çıkarmışlar, yok ailenizin kökleri, yok ölüm tehditleri vs... Sizi tehdit eden yobaz güçlerle biz Atatürkçüler burada her gün uğraşıyoruz. Zaten Muammer Aksoy’u da, Hrant Dink’i de öldüren aynı yobaz şiddet dolu beyinler. Beni 2011’de bıçaklatan ve hayatıma kasteden de onlar. Hatta yine sizin işinizi kolaylaştırmak istercesine “Siz Almanlar önce gidin kendi Yahudi katliamınızın hesabını verin” diyenler var ya, merak etmeyin onlara da Almanlar’ın kendi suçlarını resmi olarak kabul ettiğini hatırlatan yine bizleriz. Siyaset böyle yapılmaz, Sayın Özdemir. Bu açık provokasyonlara iki kelimede demagojik uzatma yapmadan yanıt verin ama ana söylemlerinizi bunlar üzerine kurmayın, affedersiniz ama bunu yaptığınızda ciddiyetiniz yok oluyor. Bakın esas nelere yanıt vermelisiniz...

GELELİM ANA KONULARA!
Sayın Özdemir, 1915’te ve genel olarak o yıllarda, dünyanın her yerinde sayısız dram yaşandı. Bunu inkar eden yok. Hatta ben burada kimi hukukçuların yaptığı şekilde “Soykırım kavramı, II Dünya Harbi’nden sonra ortaya çıktı, 1915’te bundan söz edilemez” mantığına da sığınmayacağım. “Yaşanan her şeyin ortaya çıkarılması ve gerçeklerle yüzleşilmesi” esas hedefimiz ise, hiç şu soruyu sormak aklınıza geldi mi? Mesela ya gerçeklerle yüzleşmekten korkan Ermeniler ise ne yapacaksınız? Ya Ermeniler bu tarihsel iddiayı “maçı oynamadan kazanmak” şeklinde özetleyebileceğimiz bir oldu-bittiyle kazanmak istiyorlarsa? Ya “Osmanlı İmparatorluğu çökerken Rus çetelerin de desteğiyle bir silahlı başkaldırıya girişen Ermeniler, binlerce Türk’ü katletti ve ardından Osmanlı güçleri kendilerini kanlı bir şekilde durdurdu ve tehcire mecbur etti” sözlerinde, sayısız belgenin desteklediği ve sayısız yabancı saygın tarihçinin de kabul ettiği gibi ciddi bir gerçeklik payı varsa? Ben şu anda bu sütundan sizlere bu veya diğer iddiaların hangisinin doğru olduğunu söyleyecek değilim. Her ne kadar kendi araştırmalarım birçok açıdan beni Türkler’in savunduğu teze yaklaştırıyorsa da, benim bu konuda demokrat ve mantıklı bir insan olarak kesin bir hüküm geliştirmem doğru olmaz. Tarihsel konulara yaklaşım başka bir derin ciddiyet gerektirir. İki taraftan birinin sayıca daha kalabalık şekilde dünya kamuoyuna baskı yapıyor olması, iddialarında haklı oldukları anlamına gelmez. Böyle bir tavrın ne ulusal ne de uluslararası hukukta bir yeri yoktur. Örneğin sizin yaşadığınız Almanya’nın bile, Yahudiler’e karşı bir soykırım yaptığı zaten çıkardığı yasalarla, toplama kamplarıyla, çekilen 1001 milyon görüntüyle sabit olmasına karşın, ancak Nürnberg mahkemelerinde yapılan duruşmalar sonucu açıklık ve hukuki saptama kazanmış oldu. Sizin de bildiğiniz gibi, Türkiye hakkında bu konu üzerinden bir dava açılmamıştır ve bu konu hiçbir şekilde uluslararası yargıya yansımamıştır. Yani bir kere siz, Alman Parlamentosu’na getirdiğiniz yasa tasarısıyla, belki Ermeni toplumunun ve Uğur Mumcu’nun deyimiyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan” sözde demokrat yaygaracıların baskısıyla cesur ve demokratik bir hamle yaptığınız gibi bir yanılsamaya kapılıp basın önünde hava atabiliyorsunuz. Halbuki bu hamlenizle, geri dönülmez şekilde anti-demokrat bir bakış açısıyla, hakkında hiçbir karar alınmamış bir ülkeyi, resmen yargısız infazla Alman ve dünya kamuoyu önünde olabilecek en ağır iddialarla suçlamaktan kaçınmadığınızı kanıtlamış oldunuz. Bu suçun ne kadar büyük olduğunu biliyor musunuz Sayın Özdemir? En ağır tecavüzcü veya seri katil bile sorguda itiraf etse dahi hüküm giymeden önce mahkemeye çıkarılır, savcı iddiaları ortaya koyup kanıtlarını gösterdikten sonra onun savunması alınır, avukatı dinlenir, varsa karşı kanıtları ortaya dökülür. Ondan sonra bağımsız yargı da kararını özgürce verir. Bu size hatırlattıklarım -umarım geçmişte öğrenmişsinizdir- hukuk kavramının olmazsa olmaz alfabesidir. Bırakın Almanya veya Fransa’yı, Güney Amerika veya Afrika’da “Muz Cumhuriyeti” tanımına en çok uyacak bir ülkeyi araştırıp bulsanız, göreceksiniz ki, orada bile -göstermelik dahi olsa- bir çadırda bir mahkeme kurulur, suçlanana “nedir iddialara yanıtın?” diye sorulur... İşte siz buna bile gerek görmeyen bir tutuculukla hukuk ve tarih kavramlarına yaklaşıp, affedilmez yanlışlara imza atıyorsunuz.
Şimdi belki diyeceksiniz ki “efendim bizden önce bakın, şu şu şu mahkemelerde, aynen bunun benzeri kararlar zaten alındı. Şimdi biz mi suçlu olduk?” Bunu da iddia edemezsiniz. Çünkü hukukta kötü emsal, emsal teşkil etmez. Başka hukuksuzluk örnekleri, size dayanak olamaz. Bunu söylemenin karşılığı, “Sayın Hakim, herkes tecavüz ediyordu, ben de ettim, şimdi ben mi suçlu oldum?” veya “herkes o mağazayı, o evi yağmalıyordu, ben niye suçlanıyorum?” demekten farklı değildir. Dolayısıyla başka oportünist kötü siyasetçilerin yaptıkları, sizi kurtarabilir bir örnek kabul edilemez. Hani batılı demokrasilerin olmazsa olmaz kilit tarihi cümleleri vardır. Voltaire’in “seninle aynı fikirde değilim, ama senin düşüncelerini söyleme özgürlüğün için canımı bile veririm” sözleri gibi. İşte siz o cümleyi de yırtıp çöp sepetine attınız. Bir ülkeyi dinlemeden, hatta yargılamadan, düşüncelerine üç kuruş değer vermeden onu doğrudan mahkum edip alnına en ağır suçu yazdınız. Bütün ikazlara karşın demokrasi ve hukuk kavramlarına karşı olan bu duyarsız tutumunuz, artık sizi ömür boyu çıkmaz bir leke olarak takip edecektir. Bundan böyle sizin artık eşit-adil yargılanma hakkı, suçsuzluk karinesi, insan hakları sözleşmeleri ve bunların getirdiği bağlayıcı şartlar hakkında konuşma haklarınız gölgede kalmıştır.

AİHM KARARINI DA MI OKUMADINIZ?
Bildiğiniz gibi, İsviçre Hükümeti’nin aynı konuda, batının bu hukuk linçine dur demeye kararlı bir siyasetçi olan Doğu Perinçek’e karşı ağır bir mağlubiyet yaşadığını herhalde biliyorsunuzdur. O mahkemede de hatırlatıldığı gibi, bir ülkenin bu ağır soykırım suçlamasıyla hüküm giyebilmesi için, ya o ülkenin bir mahkemesi ya da yetkilendirilmiş uluslararası bir mahkeme kararı olması lazım. Aynen Strasbourg’daki mahkeme salonunda AİHM yargıçlarından Arnavut Ledi Bianku’nun veya BM Genel Sekreteri Stephane Dujariç’in hatırlattığı gibi... Ortada böyle bir karar olmadığını da hatırlatarak, İsviçre’nin “soykırımın varlığının tartışılmasını bile yasaklamak” üzere bir ortaçağ mantığı ile yola çıkışı -üstelik bu savlarla- durdurulmuşken, siz hangi akla hizmet ederek bu tasarıyı Parlamento’ya sunabildiniz Sayın Özdemir?
Bir nokta daha: Konu “sen bir Türk olarak, bunu Türkler’e karşı nasıl yaparsın?” diye size çemkiren başka kötü siyasetçilerin dedikleri de değil. Tabii ki, insan bazen kendi en yakınına veya ülkesine karşı da bir tavır alabilir. Mesela siz de onlarca Türk aydın, Silivri zindanlarında uydurma suçlamalarla erirken, sorumluluk alıp onlara sahip çıkabilirdiniz, yani Türk asıllı bir siyasetçi olarak, Türkiye’de olup biteni kıyasıya eleştirebilirdiniz. Ama o günlerde, Alman Yeşilleri olarak, yine çok kötü sınavlar verdiniz. Kılınızı bile kıpırdatmadınız. Tam tersine mutlu oldunuz. Çünkü size göre Türkiye’de sorun Ordu ve Kemalistlerdi. Ne yazık ki, o kadar güvendiğiniz o dava iflas etti, her şeyin uydurma ve kurmaca olduğu ortaya çıktı. Bakın şimdi Türkiye’de Ordu artık Erdoğan’ın bekçisi. Kemalistler ise her yerden tasfiye ediliyor, öğretmen olarak bile atanamıyor. Ülke yobazlığa teslim olsun diye uğraşılıyor. Ne oldu? Arzuladığınız demokrasi bu muydu? Yoksa tam tersine o “demokrasi” yerin bin kat dibine bir sandığa kilitlenip, anahtarı da diktacı bir adama mı teslim edildi? İşte ne yazık ki Türkiye hakkındaki çözümlemeleriniz, bu örnekte de gördüğünüz kadar sığ ve tamamen gerçeklerin fersah fersah uzağında.
Kendi araştırmalarımın beni getirdiği noktayı “taraf sayılırım” diye buzdolabına kaldıracağım -ki zaten ben bu spesifik konuda çok şey bilmeme rağmen bir tarih profesörü değilim. Ayrıca hadi diyelim ki Türk, Osmanlı veya “Kemalist” tarihçileri bir köşeye bıraktık. Kaç yabancı tarih profesörü, bu konuda Türkiye ile aynı görüşleri paylaşıyor biliyor musunuz? Sizin savunduğunuz fikirlerin tersini savunanlar arasında Prof. Bernard Lewis, Prof. Justin Mc Carthy, Prof. Norman Stone, Kean Michel Thibaux, Heath Lowry gibi sayısız yabancı tarihçi-araştırmacı olduğunu bilmiyor musunuz? İçinizde gece uyurken, bırakın hukuk-mantık-demokrasi ilişkilerini, “ben ya objektif bakamıyorsam?” diye bir sorgulama oluyor mu?

ABD HAKKINDA PARLAMENTONUZA NE VERDİNİZ?
Daha da öteye gidelim, makro vizyonlu bakış açısından... Siz de aynı dolmuşa binerek, batı dünyasının kendi kirlerini Türkiye üzerinden aklamaya çalışma (!) operasyonuna alet oluyorsunuz. Hiç aklınıza geliyor mu, mesela Alman Parlamentosu’na ABD’nin yüzyıllar önce Kızılderililer’e karşı yaptığı açık soykırım hakkında veya daha şurada 13 sene önce Irak’ta yaptığı bir milyon insanın yok edildiği katliamlar hakkında bir yargı oluşturma önergesi vermek? Veya Fransızlar’ın Cezayir’de, İspanyollar’ın Güney Amerika’da yaptıkları soykırımlarla da bir hesaplaşmaya gitmeyi hiç düşündünüz mü, bu konu hiç aklınıza geldi mi? Yoksa Türkiye diş geçirmeyi göze alabileceğiniz basit ve kolay lokma gibi bir ülke göründüğü için mi bu yolu izliyorsunuz? Bu tavrınız size etik geliyor mu?

ŞEHİT DİPLOMATLARIMIZ HİÇ AKLINIZA GELİYOR MU?
Sayın Özdemir, hiç aklımıza gelmeyen ve gündeme getirmediğiniz Türk şehit diplomatlarını anımsadığınız oluyor mu? 1973-1984 arasında kaybettiğimiz 31 isim arasında Santa Barbara Başkonsolosumuz Mehmet Baydar, Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil, Paris Büyükelçimiz İsmail Erez, Belgrad Büyükelçimiz Galip Balkar ve onca başka benzer veya farklı sıfatlar taşıyan değerli insanlarımız vardı. Sizin için demek onların da bir değeri yok öyle mi Sayın Özdemir? Bakın bu anlattıklarımın hamasi veya şoven aşırı milliyetçi duygularla hiç bir alakası yok!

YÜZLEŞMEYE CESARETİNİZ VAR MI?
Sayın Özdemir, Ermenistan ve Ermeni diasporası, bu maçı oynamadan 3-0 hükmen kazanmak istiyor. Ermenistan’ın arşivlerini açıp tarafsız yargıçlar önünde her iki tarafın getireceği tarihçiler ve avukatlarla beraber konuyu masaya yatırma, uzun lafın kısası, demokrasi ve adalet önüne çıkmaya cesareti var mı? Hadi Ermenistan’ı bir kenara bırakalım, sizin yanınıza arzu ettiğiniz  tarihçi ve avukatı alıp, mesela Doğu Perinçek, Mehmet Perinçek, Justin Mc Carthy veya bir başka tarihçi önüne çıkma cesaretiniz var mı? İstediğiniz kanalda, eşit şartlarla, süresiz bir “yüzleşme”. Cesaretiniz varsa, çok şık olur ve seviniriz. Yüzleşmek, bir tarafın tek yanlı olarak suçlanacağı bir hukuksuzluğun iletkeni olmak değildir. Bunu kendi başınıza çözebilmenizi beklerdim. Başka insanların da fikirlerini, iddialarını, göstermek istedikleri kanıtları görmeye ve dinlemeye açık olmayan hiç kimsenin “yüzleşme” sözünü ağzına alma hakkı yoktur. Ayrıca bu buluşmada ben ve sizin seçeceğiniz bir başka gazeteci veya yazar, birlikte yönlendirici olabiliriz.

SONUÇ: AKP’li politikacıların dengesiz ve provokatif saldırılarının yarattığı bayağı havanın, uğradığınız kan, soy, Türklük, hemşerilik saldırıları ve aldığınız tehditlerin arkasına sığnıp bu özetini hatırlattığım anti-demokratik tutumun üzerinizde bıraktığı izlerden kurtulamazsınız Sayın Özdemir. Ayrıca bu “provokatör” tavırlarınız, ne yazık ki Türk ve Ermeniler’in birbirine yaklaşmasını sağlamıyor. Tam tersine bu iki ulusun değerli insanlarının arasına nifak tohumu sokup onların birbirinden uzaklaşmasına neden oluyorsunuz. İki ulusun kültür, sanat, aşk, spor, iş ortaklıkları üzerinden yakınlaşmasını engelleyip, onları içinden çıkılamaz tek yönlü bir suçlama girdabının ve kaosunun içine çekiyorsunuz.
Tabii bu tek yönlü infaz metodolojinizle Almanya’da yaşayan milyonlarca Türk’ü, insan haklarının en temel haklarını kullanamadan orada sokakta yürürken alnı lekeli bir ulusun vatandaşları haline düşürüyorsunuz. Bununla bir şey kazandığınızı sanmıyorum. Uzun lafın kısası, iyi niyetinize inanmak isterim ama yaptığınız gaflar ve neden olduğunuz zararlar o kadar büyük ki, bunu pek başaramıyorum! İyilik yapıyorum iddianızla, kaş yapayım derken göz çıkarıyorsunuz.

Bir programa katılıp katılmama konusunda yanıtınızı bekliyorum. Demokrasiye karşı işlediğiniz suçlardan dolayı bir pişmanlığınız var mı? Eğer yoksa, bu yazıda mecburen özetlediğim düşüncelere karşı yanıtlarınız nelerdir Sayın Özdemir, bekliyorum.

Saygılarımla,

Bedri Baykam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.