2 Mart 2016 Çarşamba

AYM’DEN ENKAZ KALDIRICILARA, TÜRKİYE NİYET RÖNTGENİ! | Bedri Baykam | 1 Mart 2016


ANAYASA MAHKEMESİ “HUKUK YAŞIYORMUŞ!” DEDİRTTİ
Anayasa Mahkemesi’nin önce Can Dündar-Erdem Gül hakkında aldığı karar, ardından bugün Başkanı Sayın Zühtü Arslan’ın yaptığı çıkış yüreklere biraz su serpti. En azından Türkiye’nin henüz Padişah yönetimine geçmediğini kanıtladı AYM. Dündar-Gül ikilisinin hakkında verilen karar, bağımsız basın ve ifade özgürlüğü konularında, birilerinin iddia ettiği kadar meydanın boş olmadığını kanıtlaması açısından yaşamsal bir öneme sahip. AYM ve “Beştepe” arasında kılıçların artık düello kıvamında çekildiğini görmemek mümkün değil. Artık Cumhurbaşkanlığı koltuğunda, yalnız tarafsızlığından değil, Anayasa’ya sadakat metninden, kendi görev tanımları ve yasal bağlılıklarından vazgeçmiş birisi var. Kendisinden başka otorite, hak, hukuk tanımadığı için ne AYM’ye, ne de muhalefet liderlerine dayanabiliyor. Ülke bir ilkokulsa, kendisi de her noktasından sorumlu tek başöğretmeni olma iddiasında. Hatta öğrencilerin evleri ve ebeveynlerinin yaşam tarzlarından da kendisi sorumlu. RTE’nin “Yeni Demokratik Anayasa” ısrarlarının arkasında, uzaktan yakından hiçbir demokrasi arayışı yok, yalnız padişahlığının kılıfını bir Başkanlık rejimine oturtma çabası var. CHP’nin geç de olsa bu olguyu anlayıp o masadan kalkması, Türkiye’de rejimin sağlığı açısından sonsuz önemli bir gelişme! Bugünkü CHP’nin gelişmesi gereken bir algı yönetimi daha var. O da yoğun bir staja girip 28 Şubat ve öncesinde neler yaşandığını öğrenmek. Böylece bu konu gündeme geldiğinde, AKP veya yandaş medya şablonlarına düşmeden, ne yanıtlar vermesi gerektiğini tüm CHP’li vekiller öğrenmiş olurlar. Gerek 28 Şubat, gerek tüm diğer yakın tarih dönemeçlerimizde sürekli olarak hangi ezberlerin dayatıldığını da tekrar masaya yatırmaları lazım. Ama izninizle bugün değil!

KÖTÜ DAYATMALAR ARASINDA TARAF OLMAYA MECBUR DEĞİLİM!
Ben artık kabul etmediğim dayatmalar ve kötü alternatifler arasından seçim yapmaya mecbur bırakılan bir yurttaş olmak istemiyorum. Bıktım, reddediyorum. Hiç kimse, her gün asker-polis öldüren, on binlerce haneyi aşsız, babasız, kardeşsiz bırakan bir insan topluluğuna demokratik destek vermeye beni zorlayamaz. Bir yandan her gece yüreğimizi dağlayan şehit cenazelerini izleyip diğer yandan ertesi günkü pusuların planlarını örgütleyen ve çevresine ölüm saçan insanlar var orta yerde... Batı merkezleri onlara direnişçi kahraman muamelesi yaparken, bizim entel aydınların önemli bir kısmı da melek muamelesi yapmak istiyor. Halbuki otuz yıldır her fırsatta insan haklarından, hümanizmden, barıştan, silahsızlanmadan da bahseden onlar! Ne demişler, yersen! Ne yazık ki ben bu yapay-sahte-hormonlu demokrasi deformasyonlarını tabii ki yutmuyorum!
Bu arada beyni yıkanmış gençlere de üzülüyorum. Ama ortada “eşit” bir durum yok. Çünkü asker hepimizin yaşadığı yurdu savunuyor. Ama burada da bildiğimiz gibi farklı uygulamalar var: Evi arıyoruz bahanesiyle girdikleri özel hanelerde yöre halkını taciz eden, silahsız insanları inandırıcılığı olmayan bahanelerle oracıkta infaz eden ve yangına körükle giden, hukuku yok sayan, devlet otoritesini çeşitli güvenlik gücü sıfatlarıyla suistimal edenleri de kimse görmezden gelemez. Bu ülkede Kürt kökenli halkımızın yaşam koşullarını kullanarak tüm coğrafyayı sahte arayışlarla kana bulamaktan sonsuz zevk alanların, “Irak’ta kitle imha silahları var, şimdi onları bulmak üzere o ülkeye giriyoruz” diyenlerden hiçbir farkları yok. BEN KÖTÜLERDEN HİÇBİRİNE TARAF OLMAYA MECBUR DEĞİLİM. REDDEDİYORUM!
Bir de kendi yöresinin halkını ve tüm ülkeyi ateşe atmaktan çekinmeyen bu insanların karşısına “dikilen” bir hükümet var. İyi de o hükümet sanki kendisi insanın değerini biliyor mu? Sahi, kimdi geçen hafta  “2 tane pilot için iyi dostu Türkiye’yi kaybetti” sözleriyle Rusya’yı suçlayan, anımsayabildiniz mi? Sahiden nedir ki iki can? En değersizinden iki tabuttur, kaldırırsın biter gider! Sonuçta bu mantıkla hedef tüm bu “istenilmeyen yıkıcı güruhun imhası” değil midir zaten?
Ne yazık ki insanın en alt seviyede bir değere sahip olduğu ülkenin adıdır, Türkiye... Hedef istatistiktir. Bir kesimin, diğerini “daha çok” öldürmesi, yok etmesi, ortalıktan silebilmesidir... “Şu kadar şehidimiz var, bu kadar terörist etkisiz hale getirildi”...
12 yaşındayken sonsuz hurilere hızlı kavuşmak için canlı bomba olmayı seve seve üstlenen garibanların ülkesidir, Türkiye...
Irka göre toprak talebini dillendirmek için ölüm mekanizmasını işleten şaklabanların ülkesidir burası! Kendisini Allah’ın yeryüzüne gönderdiği katliam makinası sanan zibidilerin ülkesidir! O alay ettikleri Andımız’ın Cumhuriyet Türkiyesi’nden uzaklaşılan ortamda, artık cinci hocaların, bölücülerin, tarikatların, sultancıların, faşistlerin, yobazların cirit attığı yerdir burası.

“YAVRU GEZİCİLER” VE  “ENKAZ KALDIRICILAR” MAÇI (!)
İşte ben bu ülkede yalnız kaybettiğimiz şehit askerlere değil, tüm silahlı kuvvetlere sevgi saygı duyuyorum. Şu anda hala yaşayarak dağlarda, sınırlarda ya da sokak aralarında bizleri korumak için gecesini gündüze katan, gözü açık uyuyan askerlerimizin hepsi eşit derecede saygındır ve kimse unutmasın ki bizler her yerde onların sayesinde uyuyabiliyor veya işimizi yapabiliyoruz. Kucakladığımız bu “asker” sıfatlı insanlar, kendi halkımızdır! Üretilmiş robot askerler değillerdir veya bir başka kıtadan ithal edilmemişlerdir. Onları insan yerine koymamız için de şehit mertebesine erişmeleri gerekmemelidir.

İktidarı yöneten ve yönlendiren irade, Artvin’de en doğal haklarını arayan halk için “yavru gezici” tanımlamasını çekinmeden kurabiliyor. Aslında böylece onlara en büyük iltifatı yaptıklarının da pek farkına varamıyorlar! Kim ne derse desin, Davutoğlu hükümeti kendi iktidarını inkar eden, kendi görevlerini alelacele birilerine devredebilmek için sabah akşam Parlamento ve Bakanlar Kurulu’nun yetki alanlarını daraltıp başkanlık sisteminin nimetlerini anlatarak mesai saatlerini tamamlayan bir ekipten ibaret. Bu yapının doğal lideri sayılan zat-ı muhteremin eşi ise, yine geçen hafta aynı kocasının taktikleriyle, haftalık gündemimizi net belirleyen tavrı da sürdürmüş oluyor: Efendim kendileri bu ülkede “90 yıllık enkazı” kaldırıyorlarmış! Bundan daha acıklı bir senaryo olabilir mi? Kendilerine soralım: Tepe tepe kullandıkları o şatafatlı sıfatlar, arabalar, lüks devlet imkanlarını nereden elde ettiler? Yoksa her şeyi enkaz diye hakaret ettikleri Atatürk Cumhuriyeti mi sundu kendilerine? İşte yavru Geziciler bu soruları da merak ediyor!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.