27 Ekim 2015 Salı

BEN CHP’YE OY VERMEM DİYENLERE... | BEDRİ BAYKAM | 27 Ekim 2015 tarihli makalesi..


5 gün kaldı şurada, RTE’nin zorla tekrar önümüze taşıdığı sandığın karşısında durmamıza... Sonra o gece, sonuçların Saray’ı tatmin edip etmemesine göre, 18:00 ya da 20:30 civarında sandıktan çıkanlar açıklanacak... O sonuçlar Saray’ı tatmin ediyorsa, vay halinize! Gelsin havaalanları köprüler, gitsin denizler ormanlar, yürüsün koşsun Bilal ve kardeşleri, artistlik yapmasın işçiler! Önü açılsın İmam Hatiplilerin, yuvası parkı yansın Gezicilerin! Açıla kapılar malum vakıflara, sıkıla gazlar üniversite kapılarına!
Bu senaryoyu durdurma şansı olan İNSANLAR sizlersiniz! Yeter ki mantık sizi terk etmesin!
DÜZEN PARTİSİ” DİYENLERE
Doğrudur. CHP Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran partidir. Bu toprakların düzenini kurgulamıştır. Ama ne var ki, Atatürk’ten ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bu toprakları başkaları idare etmiştir. Kimler mi? CHP’nin tam tersi bir rota çizen Menderesler, Demireller, Erbakanlar, Özallar, Çillerler, Güller, Erdoğanlar yönetti Türkiye’yi... 5-6 koalisyon yılını saymazsak! Bu süreçte, Türkiye’de işçi hakları, köylüler, üniversite bağımsızlığı, basın özgürlüğü, sanatçı hakları, insan hakları, laikliğin korunması adına neler yapıldıysa, bunu neredeyse her defasında CHP yapmıştır! Toprak reformu veya doğa-ekoloji gibi konular gündeme gelebildiyse, bunu CHP getirmiştir çoğu zaman (tabii bir dönem de SHP). İşte “düzen partisi” diyenler, bunları unutmasınlar, tersine sabotajları kimin yaptığını da!
CHP ATATÜRKÇÜ DEĞİL” DİYENLERE
Doğrudur. CHP, bugün tam Atatürkçü bir ideolojiyle yönetilmemektedir. Gerek kimi yöneticiler, gerek örgüte alınan siyasi profiller geleneksel CHP’nin tarifine uymamaktadır. Kimi MYK üyeleri, CHP köklerine ters siyasal aidiyetlerden gelmektedir. Bir kitle Partisinde bunlar olabilir. Ama bugün yobazlığa ve ırkçılığa karşı bu ülkede hala bir şeyler yapılabiliyorsa, bu büyük ölçüde CHP’nin sayesindedir. Laik eğitim toptan çöpe gitmediyse, laik yaşam çeşitli saldırılara rağmen yaşanabiliyorsa, Atatürk ve İnönü’ye dil ve uzatanlar Parlamento’dan yanıtlarını alıyorlarsa, bunların çıkış noktası CHP’dir. Şayet CHP olmasaydı neler yaşanırdı, düşünün! Yönetimler değişir, CHP kökleri hep buradadır!
OYUM KENDİ PARTİME” DİYENLERE
Doğrudur. İçinizden gelen budur. Siz şayet, Vatan Partili, ÖDP’li, DSP’li veya bir komünist partidenseniz, partiniz seçime girdiğine göre ona oy vermek istersiniz. Halbuki konuyu biraz deşerseniz göreceksiniz ki, kendi partinizi seviyorsanız, Parlamento’da sizi temsilini istiyorsanız, oyunuzu bu seçimde iktidara çıkıp barajı düşürmeye söz veren partiye vermelisiniz! Çünkü bugünkü rezil %10 barajıyla, büyük ihtimalle hiçbir zaman partiniz Parlamento’ya giremeyecektir. Yani 1 Kasım’da inadına kendi partinize oy verirseniz, hem oyunuz boşa giderek RTE’ye yarayacak, hem de bu yüzden partinizin ilerdeki demokratik temsiliyet şansı da çöpü boylayacak!
KİMSEYE OY YOK” DİYENLERE
Doğrudur. Gerçekten de sizi tümüyle temsil edecek ideal bir parti yoktur. Her birini bugün yaşadığımız tablodan sorumlu tutuyorsanız, çok da haksız değilseniz. Yalnız şöyle bir farkla: Bugün partisiz, parlamentosuz anarşik bir düzende yaşama şansımız yoktur. İdeal partinizi, ancak siz tasarlayıp kurabilirsiniz, Parlamento’ya renk verebilirsiniz. Ve ne yazık ki, o utanılası baraj olduğu sürece, bu şansınız da teoriden öteye geçmez. Sizi temsil edecek kapasitede parti yoksa, o zaman belki çevrenizde o demokratik boşluğu doldurmak sizin göreviniz olacak! Bunu yapabilmek için, bu ülkede baskı altında olsanız da bir nebze özgürlük koklama yollarını canlı tutmak istiyorsanız, bugün CHP’ye destek olup makus talihinizi değiştirecek adımı atmanız lazım. Ayrıca mesela Gezi’de yaşayıp parti beğenmeyen “bağımsız”lardan biriyseniz, kendinize acımıyorsanız bari sizden sonra faşizmin gazlayacağı kuşağa saygılı olmak için artık sandığa gidin, RTE’ ye dolaylı desteğinize son verin!
SONUÇ

Bu gruplardan birindenseniz, veya MHP’nin aslında AKP yan ürünü olduğunu çözdüyseniz, o zaman bu yazı belki sizleri CHP’ye oy vermeye itebilir! HDP’nin kendi akışında barajı geçmesi de AKP’yi zora sokacağından, bu veriler ışığında en azından sandığa gitmeye ve küçük bir partiye oy vermemeye ikna oldunuz umarım. Çevrenizde bu yazının demokrasiye kazandırabileceği dostlarınız varsa, ricam bu satırları bu hafta yaymanız... Kaçacağınız insanlar, iddialı ve ukala konuşmalar yapıp, bir de solcu görünüp sizi çözümsüzlüğe iten “gizli Tayyipçiler” olsun! Haydi “Oy ve Ötesi”! Hazırlıklarını tamama erdir ve bize güzel, dürüst sonuçların ulaşmasını sağla!

20 Ekim 2015 Salı

CHP’NİN ARTILARI AĞIR BASIYOR | BEDRİ BAYKAM | 20 Ekim 2015 tarihli makalesi..


CHP’nin siyasi karnesine not vereceksek, bunu ikiye ayırmak lazım: Toplumla ilişkisi, gündeme karşı genel ideolojik tavrı ve öte yandan ıskaladığı fırsatların dökümü ve neticede kaybettiği oy potansiyelleri...
Birincisinde CHP mükemmele yakın bir performans göstermiş. Benden alabileceği not, belki 10 üstünden 9. Diğerinde ise, CHP’nin puanı yarı yarıya kırılırken zararı kendisine oluyor. Elde edebileceği oyların veya AKP’den söküp alabileceği koltukların önünü, yine kendisi kesmiş oluyor.
PARLAYAN DEMOKRATİK ÖNDERLİK
İlk karneye dönüp, partilere siyasal etik ve gündem üzerinden göz atarsak, AKP konunun dışında kalıyor ve “sıfır” puan alıyor. Ordan MHP’ye geçersek, burada not, -10’a düşüyor. Şaka yapmadığımı biliyor olmanız lazım. Sizin de rahatlıkla takip ettiğinizi bildiğim senaryo akışında, “sert muhalefet” postu giymiş, jelatin kaplı AKP dayanışmanı rolündeki bu parti, istisnasız her sıkışma anında, iktidarın koltuk değneği olmaktan çekinmiyor. Terörün en azdığı anlarda bile, CHP lideri dahil, hiç kimseyle görüşmeyi kabul etmeyen Bahçeli, artık siyasi sütunlardan çok Zaytung’un abartılı manşetlerine konu oluyor, ama bir farkla: Zaytung ne yaparsa yapsın, gerçek hayattaki Bahçeli’nin insan aklını yerle bir eden tavırlarını sollayamıyor, olsa olsa taklitle egale ediyor. HDP’ye bakarsak, aylardır süren PKK terörünü –çekinmeden yazıyorum- maalesef açıkca karşısına almaya cesaret edemeyen bir yapıda. İşte CHP, insanlar farkında olsun veya olmasın, sonuçta böyle hatalara düşmüyor. Parti, Saray’ı yadsıyan ödünsüz tavrının yanısıra, toplumun her katmanıyla güzel ilişkiler kuruyor. Bu arada yeniden kaçınılmaz şekilde koalisyon görüşmeleri devrine girildiğinde, herkesle müzakere yapan ve her teklife açık olan tek parti kalıyor. Bu zeki taktikle, Erdoğan’ın “gördünüz mü, bunların ipiyle kuyuya inilmez, her şeye hayır diyorlar, ne bizimle, ne de birbirleriyle konuşuyorlar” suçlamaları, gerçekleşemeden suya düşüyor. Tersine CHP, topluma karşı en yapıcı tavrı samimi olarak üstlenmiş parti olarak parlayıp, halka bir nebze olsun umut saçıyor.
TÜRKİYE’NİN NABIZ DÜŞÜRÜCÜSÜ
Bu yapıcı diyaloglarda, terör ve demokrasi ilişkisinde, CHP, yakın duracağı terör örgütü seçmiyor, PKK ve IŞİD’a karşı, dik duruşunu sürdürüyor. Şehitlere de sahip çıkıyor ,“Kürt” olduğu için aşağılanan, dövülen veya öldürülen vatandaşlarımızın da her platformda hakkını arıyor. Ayrıca, AKP’nin abartılı bölücü politikalarına rağmen, topluma hiç bir ayrım getirmemeye dikkat eden CHP, inançlararası bir seçime girmeden, herkese eşit uzaklıkta durarak toplumsal gerilimleri düşürüyor.
Yolsuzlukla mücadele konusunda, mecliste yere sağlam basıyor, kimleri suçladığını ise açıkça belli oluyor. Uzun lafın kısası, CHP, 7 Haziran seçimleri sonrasında, toplumun şok dalgalarını emebilen, nabzı rahatlatan, herkesin konuşabildiği ve süren siyasi polemiklere rağmen muhataplarıyla buluşabilen tek parti oluyor. Yoksa neredeyse, her parti birbiriyle küs, veya MHP’nin olduğu gibi kendi içinde bile “karakolluk” durumunda!
CHP’NİN STRATEJİ HATALARI
Öte yandan bu şekilde diğer partilere fark atan CHP, zararı başlıca kendisine olan strateji hataları yapınca, hem kilit notaları AKP’nin elinden kapma şansını kaybediyor, hem de oy potansiyelini ciddi ölçüde arttırıcı fırsatları kaçırıyor! Daha önce bu sütunda belirttiğim gibi, MHP adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na karşı son anda Baykal geri çekilse, İhsanoğlu’na oy verilse, AKP Meclis Başkanlığını doğrudan kaybedecek! Bu kıvraklık CHP’ye bir taşla 3-4 kuş vurma şansını kaybettirdi. Vatan Partisi ve Gezi’yi temsil eden kitlelerle ittifak kurmayan CHP, bu şekilde oylarını belki %5-6 arttırma şansını kaybetti. Ayrıca seçim hükümetine girmeyi red ederek, bir çok bakanlığın AKP’nin elinden şimdiden alınması şansı suya düştü. 1 Kasım’da ise, yine tıkanabilecek bir siyasi tablo, o sözde geçici Hükümetin belki aylarca görevde kalmasına neden olacağı için, bu yanlış karar Saray’ı ve AKP’yi büyük ölçüde rahatlattı.
SONUÇ

CHP, sonuç olarak 7 Haziran sonrası, tartışmasız şekilde halktan en büyük desteği alan parti olurken, Kılıçdaroğlu özellikle ilk bölümde hatırlattığımız yapıcı ve demokrat tavırlarıyla öne çıktı. Partinin daha sonra yaptığı diğer bazı şanssız hatalar, belki bir olası oy patlamasını engellerken, buna rağmen CHP bu yoğun muhalefet döneminde çeşitli söz ve hamleleriyle halkın ve hatta bazı kararsızların yüreğine su serpmeyi bildi, tartışmasız seçimde demokrasi kalesinin ana kapısı olarak öne çıktı.

19 Ekim 2015 Pazartesi

Bedri Baykam | UNESCO-IAA/AIAP Dünya Sanat Birlikleri Başkanı seçildi‏ / Press Bulletin | UNESCO-IAA/AIAP 18th World General Assembly, Pilsen/Czech Republic

ULUSLARARASI PLASTİK SANATLAR DERNEĞİ
TÜRKİYE KOMİTESİ BAŞKANI
BEDRİ BAYKAM
UNESCO-IAA/AIAP DÜNYA BAŞKANI SEÇİLDİ.

-18.10.2015-Pilsen/Çek Cumhuriyeti-


UNESCO-IAA/AIAP Dünya Sanat Birlikleri (International Association of Art) 18. Genel Kurulu 14-18 Ekim 2015 tarihleri arasında Çek Cumhuriyeti’nde Pilsen’de düzenlendi.

25 ülkenin katılımıyla gerçekleşen UNESCO-IAA/AIAP Dünya Sanat Birlikleri Genel Kurulu’nda 2015-2019 Dönemi Yönetim Kurulu ve Dünya Başkanı seçimi dün yapıldı. Türkiye Komitesi, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) Başkanı Bedri Baykam, dört yıl için UNESCO-IAA/AIAP Dünya Başkanı seçildi.

Fransa delegesi Anne Pourny ikinci başkanlık görevini, Porto Riko delegesi Marta Mabel Perez saymanlık görevini üstlendi. Asya-Pasifik Koordinatörü Güney Kore delegesi Cho Kang Hoon, Avrupa Koordinatörü Slovakya delegesi Pavol Kral, Latin Amerika Koordinatörü Meksika delegesi Dolores Ortiz, Afrika Koordinatörü Gana delegesi Franklyn King Glover olarak belirlendi. Diğer Yönetim Kurulu Üyeleri: Katarina Jönsson Norling (İsveç), Maria Moroz (Polonya), Christos Symeonides (Kıbrıs), Ryoji Ikeda (Japonya).

Genel Kurul’da ayrıca Onursal Başkan ünvanı 2011-2015 Dönem Başkanı Rosa-Maria Burillo ve Yönetim Kurulu eski Üyesi İsveç delegesi Anders Liden’e; Onursal Danışman ünvanı ise 2011-2015 Dönem İkinci Başkanı Norveç delegesi Grete Marstein, Asya-Pasifik Koordinatörü Japon delegesi Kaan İrie ve Afrika Koordinatörü Anton Loubser’e verildi.

Seçimden sonra Bedri Baykam başkanlığında devam eden Genel Kurul’a sanatçı haklarını ve sanatçının yaşam koşullarını savunan 5 önerge sunuldu ve kabul edildi. Bunların en ilginçlerinden biri, kamuya açık alanda sergilenen sanat eserlerinin teşhirinden, görsel sanatçıların da aynen eserleri radyoda çalınan müzisyenler gibi bir maddi karşılık almalarını öngören sunumdu.

1948 yılında gerçekleşen 3. UNESCO Genel Kurulu’nda sanatçıların hangi açılardan UNESCO’nun amaçları doğrultusunda yol alabileceğine ve karşılarına çıkan politik, sosyal ve ekonomik engellerin neler olduğuna dair sunulan öneriyi takiben, 1952 yılında ünlü İtalyan sanatçı Gino Severini başkanlığında düzenlenen Uluslararası Konferans ile sanatçıların çalışma koşulları ve özgürlük alanlarının genişletilmesi konuları daha da detaylı olarak gündeme getirildi. Venedik’te 23 Hükümet ve 19 ülkeden 48 dernek bu yapıyı taşıyacak bir uluslararası ressam ve heykeltraşı bir araya getirecek bir oluşumu, Paris’te UNESCO binasında açtılar. 1954’te, yine Venedik’te, tüm kuruluş çalışmalarını tamamlayan oluşum, 18 ülkenin delegasyonlu katılımı, 22 ek ülkenin de dışarıdan gözlemci olarak yer alışlarıyla açıldı. Aralarında Geoges Braque, Joan Miro, Hans Hartung, Andre Masson, Laurencin, Victor Vasarely, Henry Moore, Cesar, Calder ve Soto gibi sanatçıların başından beri üyesi olup destek verdikleri oluşum, o günden itibaren UNESCO’nun doğrudan partneri olan uluslararası sivil toplum kuruluşlarından biri olarak faaliyet gösteriyor. Dünyanın değişik yerlerinde sürekli olarak sanatçı hakları ve ifade özgürlüğünün korunması doğrultusunda çalışmalar yapan IAA/AIAP’ın Genel Merkezi Paris’te UNESCO binasında yer almaya devam ediyor.

Baykam, UPSD’nin 1989-90’da kuruluşunu gerçekleştiren ilk yönetim kurulunda yer aldıktan sonra, 2006 yılında UPSD’nin Başkanlığına seçildi ve o tarihten beri bu görevini sürdürüyor. Sanatçı aynı zamanda daha önceki dönemde de UNESCO-IAA/AIAP Avrupa ve Dünya Yönetim Kurulu’nda yer aldı. 2011 yılında Guadalajara/Meksika’da düzenlenen 17. Dünya Genel Kurulu’nda Türkiye Komitesi adına verdiği önergenin oybirliğiyle kabul edilmesiyle, Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan Dünya Sanat Günü olarak kabul edildi ve 4 senedir kutlanıyor. 2015’te de yine 40’ı aşkın ülkede ve Türkiye’nin bir çok noktasında kutlandı.

----------------------------------------------------------------------------------------------------


AIAP-IAA, UNESCO - 1, rue Miollis 75015 Paris – France
t. 33 (1) 45 68 44 54 www.aiap-iaa.org iaa.aiap@gmail.com
President’s Office: Macka Demokrasi Parki, Sanatci Islikleri 34398 Sisli/Istanbul-Turkey
t. +90 (212) 2973120 m. +90 (532) 6035580



THE INTERNATIONAL ASSOCIATIONS OF ART
UNESCO-IAA/AIAP 18th WORLD GENERAL ASSEMBLY
WAS HELD IN PILSEN, CZECH REPUBLIC AND
THE TURKISH NATIONAL COMMITTEE (UPSD) PRESIDENT
BEDRİ BAYKAM HAS BEEN ELECTED AS THE WORLD PRESIDENT.
ALSO, IN THE EUROPEAN GENERAL ASSEMBLY
WERNER SCHAUB, CHAIRMAN OF IGBK-GERMANY NATIONAL COMMITTEE,
HAS BEEN ELECTED AS THE EUROPEAN PRESIDENT
October 14-18, 2015

25 active delegations participated to the 18th World General Assembly of UNESCO-IAA/AIAP in Pilsen where several issues related to artist’s conditions were discussed and the new Executive Committee as well as the new President was elected.
On the 18 th of October, Bedri Baykam, President of the Turkish National Committee UPSD was elected as the new World President of UNESCO-IAA/AIAP for a term of four years in between 2015-2019.
The other elected members of the executive committee are Anne Pourny (France, Vice-President), Marta Mabel Perez (Puerto Rico, Treasurer), Cho Kang Hoon (South-Korea, Coordinator for Asia-Pacific), Pavol Kral (Slovakia, Coordinator for Europe), Dolores Ortiz (Mexico, Coordinator for Latin America), Franklyn King Glover (Ghana, Coordinator for African Countries), Katarina Jönsson Norling (Sweden), Maria Moroz (Poland), Christos Symeonides (Cyprus), Ryoji Ikeda (Japan).
The General Assembly also selected few other names to honor. Rosa Maria Burillo Velasco, the ex-President from Mexico and ex-executive Committee Member Anders Liden from Sweden were given the title of “Honorary President”.
Three other names, became Honorary Counselors. Those are, Grete Marstein (Norway, ex-Vice President), Kaan Irie (Japan, ex-Executive Committee Member), Anton Loubser (South Africa, ex- Coordinator for Africa).
As the General Assembly went on after the elections under the Presidency of Baykam, five new resolutions were accepted. Among them, the resolution proposed by Sweden, Norway, Denmark and Iceland, concerning the remuneration of artists whose work were exhibited in public spaces, raised a lot of interest.
Other important resolutions also passed, concentrating their efforts on the ‘rights of artists’, such as the one put forward by Slovakia “The Status of the Artist” or the one by Cyprus “Every artist has the right to belong to a legal artist’s organization”. Germany, Sweden and Mexico passed a resolution on the striking importance of art education, based on the book of Anne Bamford from 2004 (The Wow Factor). Another very interesting resolution was the one of Sweden, which asks all the National Committee to encourage in their countries all the cities that could join this program of giving shelter or a “Safe Haven” to visual artists and intellectuals at risk like the ICORN Residency Program supported by the Swedish Arts Council. All the Resolutions will be published at the IAA Web site: www.aiap-iaa.org


The European General Assembly was also held in Pilsen. The German delegate, chairman of IGBK, Werner Schaub was elected as the President and the other members of the Executive Committee were Anne Pourny (France), Maria Moroz (Poland), Francis Desiderio (Belgium), Elena Gryanova (Russia), Anders Werdelin (Denmark), Pontus Raud (Sweden).


WERNER SCHAUB
The new European President of UNESCO-IAA/AIAP Werner Schaub was born 1945 in Ortenau, Baden.
He is an artist and is engaged with various organisations related to the visual arts.
He is chairman and speaker of the Bundesverband Bildender Künstlerinnen und Künstler (www.bbk-bundesverband.de), chairman and speaker of the Internationale Gesellschaft der Bildenden Künste (www.igbk.de), and board member of the collecting society VG BILD-KUNST (www.bildkunst.de).
He also chairs the Heidelberger Forum für Kunst (www.heidelberger-forum-fuer-kunst.de) and is vice-president of the Akademie der Künste Rhein-Neckar (www.freie-akademie-rn.de).
From 2002 to 2008 Werner Schaub was president of the International Association of Art (IAA) Europe and since autumn 2015 he has been holding that office again.
He lives in Heidelberg, Germany.


IAA/AIAP's origins
The origins of IAA/AIAP (International Association of Art) can be traced to the Third General Conference of UNESCO, held at Beirut, Lebanon, in 1948. The Director-General was charged with enquiring into 'ways in which artists might serve the aims of UNESCO', and to discover what obstacles of a social, economic, or political order lay in the path of artists in the practice of their art. He was charged, too, with recommending measures by which artists working conditions could be improved and their freedom assured.
The UNESCO Conference, at its sixth session, in 1951, empowered the Director-General to organize an International Conference of artists to study the actual conditions of artists’ freedom in various countries and to enquire into the means to associate them more closely with UNESCO’s work. Accordingly, in 1952, at a conference of artists held in Venice, 23 governments and 48 associations of artists in 19 countries, declared themselves in favor of the formation of an international association of painters, sculptors and engravers. A provisional council was formed under the chairmanship of Gino Severini (Italy), and a secretariat was opened in UNESCO House in Paris.
In 1954, in Venice, the General Assembly of the fully constituted Association was summoned for the first time and declared the basic aims of IAA/AIAP. At this first Assembly, 18 countries (with National Committees already formed) took part, with observers from another 22 countries. Artists like Miro, Braque, Delaunay, Pasmore, Hartung, Laurencin, Matta, Lurçat, Masson, Vasarely, Moore, Soto, Cesar, Calder, and many others left their print at IAA/AIAP.
Since its creation, UNESCO gave to IAA/AIAP the status of UNESCO partnership NGO with the status of consultative Association. The headquarters of IAA/AIAP are at the UNESCO Building in Paris.


BEDRİ BAYKAM
The new World President of UNESCO–IAA/AIAP, Bedri Baykam was born in 1957 in Ankara, Turkey. He studied at the Sorbonne University in Paris between 1975-1980 and got his MBA. He later studied painting and filmmaking at the California College of Art and Crafts between 1980-1984. He has had 134 solo-shows and has participated in several group shows. He has 26 published books and is one of the big defenders of secularism and democracy in Turkey.
He survived a terrorist attack in 2011 by Islamic fundamentalists after having been stabbed after a press conference, about a sculpture/monument in danger.
He had been defending “the Monument of Humanity” of sculptor Mehmet Aksoy that was under the threat of Turkey’s Prime Minister Erdoğan. In spite of resolutions from IAA/AIAP World and Europe, that monument in Kars has been destroyed with the orders of the ex-Turkish Prime Minister.
One of the founders of the Turkish National Committee (UPSD) in 1989, Baykam has been the President of UPSD since 2006. He was an executive Committee member in the previous term both for IAA/Europe and IAA/World.
He also had instigated the World Art Day (WAD) in Guadalajara/Mexico at the 17th General Assembly in 2011, after the resolution of Turkey that he presented was unanimously accepted by the General Assembly. Since that day, the 15th of April, the birthday of Leonardo da Vinci, has been celebrated as World Art Day. This year around 40 nations celebrated were around the world.
Baykam writes for the renowned Turkish daily Cumhuriyet. He has an art Center in Istanbul, Piramid Sanat.
For more information: www.bedribaykam.com


UPSD
UNESCO-IAA/AIAP
TURKISH NATIONAL COMMITTEE

OFFICE OF THE PRESIDENT

14 Ekim 2015 Çarşamba

AĞLIYORUM... / BEDRİ BAYKAM / 13 Ekim 2015 tarihli makalesi..

KİMSİNİZ SİZ?

Katliam,Atatürk ve İnönü’nün defalarca Ankara’ya gidip geldiği, vagonlarından halkı selamladığı o tarihi garın önünde yapılıyor. Aynı alçaklarmühendisveya askeri stratejist gibi keşifler yaparak o melun planlar üstünde çalışıyorlar. Hedefleri yeri, bombanın teknik özelliklerini ve zamanlamayı en çok insan öldürmek üzere optimum noktaya taşımak...
Bu alçaklara sesleniyorum: Ankara katliamında bulgular şimdilik IŞİD’i işaret ediyor. Zatenhaftalardır daPKK ile uğraşıyoruz. Ben“alçaklara sesleniyorum” derken, hepsine birden hitap ediyorum, örgüt adı benim için ikincil...
Kimsiniz siz? Kim yetiştirdi sizi? Hiç mi anne sevgisi almadınız? Hiç mi aşık olmadınız?Beyninizikimler yıkadı? Kim sizi huriler masalına inandırdı? Kim size tanımadığınız insanlara pusu kurmayı öğretti? Kim sizekimyadersi verir gibien garantili ölüm saçmanın yollarını sundu?Kim sizi emperyalist planların maşasıolmaya ikna etti?Hiç mi ölüm acısı yaşayan ve teselli ettiğiniz bir dostunuz olmadı?Yok etmeye hazırlandığınız insanların da bir kardeşi, bir çocuğu,annesi babası olduğunu hiç mi umursamadınız? Hiç mi hasta ziyaretine gitmediniz? Doktorların, hemşirelerin bir insanı ayağa kaldırmak için harcadıkları çabayı hiç mi görmediniz?Kim size bu ırk, din, mezhep ayrılıklarının ölümcül şifrelerini damardan verdi? Nasıl bir iştahla ezberlediniz bu soysuz dersleri? Bu kadar mı kişiliksizsiniz? Yoksa ailenizde bile kin ortamında mı büyüdünüz? Sizi de mi birileri falakaya yatırarak ciğerlerinizi şiddet, husumet ve pislikle doldurdu? Yoksa cennet vaatlerine iki somun ekmek eklendi diye mi sattınız ruhunuzu? Sizi öbür ırk veya mezhebin şeytani olduğuna mı inandırdılar?Yada bir ortaçağ lideri sizin ayrı bir ırk olarak ayrı topraklar da yaşamanız gerektiğine mi sizi ikna etti?Terör hammaddesi olarak nasıl kullandınız? Bu alçaklar kurdukları çetelerin kaymağını yerken sizi ölüme itildiğinizi hiç mi farketmediniz? Sizi bir tabanca kadar bile değerli görmeyen alçaklarınoyuncağı ve kurbanı olmak bu kadar ucuz mu? Allah’ın size verdiği beyni azıcık kullanmak, “kim beni enayi yerine koyuyor” demek bu kadar zor mu? Henüz sizi o sahte söylemlerle kurbanlık koyun gibi öne sürme vakitleri gelmediyse, son 3 günde o dehşet tablolarını izlerken neler düşündünüz? “İnşallah yakında sıra bana gelir de, bir bu kadar felaketi de ben dağıtırım ortalığa, tam cennetlik olurum” mu dediniz?
POLİS ŞİDDETİ-HÜKÜMET ZAAFLARI
Sizler, patlamanın ardından yaralı ve mağdurların ortasına gaz ve şiddetle dalıp bir de üstüne o düşman gördüğünüz kitleye dayak atmaya çalışan polisler... Kim bu emri verdi size?O anda insanlara yardıma koşmak yerine, yüreğiniz, beyniniz nasıl elverdi,saçmalığı uygulamaya?
Ve siz, bu ülkeyi hala yönettiklerine bizi inandırmaya çalışan büyük lider kadromuz, IŞİD militanlarını onca zamandır nasıl koruduğunuzun, nasıl beslediğinizin, nasıl müsamaha gösterdiğinizin farkında değil miyiz sanıyorsunuz?Adamlar Türkiye’de örgütlerinin konfeksiyonunusatıyor, bayrak dağıtıyor, dergi çıkarıyor ve gözünüzün önünde haber vere vere başkentinizi bombalıyorve siz hala istihbarattan söz ediyorsunuz, öyle mi?Hangi gün gerçek anlamda “din kardeşlerinizi” terörist olarak görmeyi başardınız, ister Türkiye’de ister Ortadoğu’da? Hizbullahçıları hapislerden çıkarıp ortalığa salan sizler değil miydiniz?MGK’da, gündeme alınan tehlikeler arasından “irtica”yı çıkartan sizler değil misiniz? Umarım şu olaydan sonra Kılıçdaroğlu ve Demirtaş’ın gösterdiği yapıcı tavırdan biraz ders alırsınız!
AZİZ SANCAR DA AĞLATTI

Hep kahrolmaktan, içimizin parçalanmasından ağlayacak değiliz ya! Kimya Nobeli’ni kazanan Aziz Sancar da bizi ağlatmayı başardı. Önce o güzel haberle duygulandık.ArkasındanAtatürk’lü Türk bayrağı ve ailesi ile fotoğrafını gördük, gözümüz yaşardı. Sonra o inanılmaz hikayesini okuyup ağladık. Sancar’ın başarısı, Cumhuriyet aydınlanmasının, Köy Enstitüleri’nin, doğrudanKemalizm’in başarısı. Hala atama bekleyen sevgili öğretmenlerimizin başarısı!Nasıl diken diken olmuştur malum liboşların tüyleri bu cümleyi okuyunca, değil mi?Ülkesini bayrağını seven, bu kadar mütevazi insan dünyada zor bulursunuz!Hala eline geçen her parayla, yaşadığı ChapelHill’deTürk doktora öğrencilerine orman içinde nefis bir yurt imkanı sunuyor. Hafta sonu Hürriyet’te yayınlanan röportajını muhakkak okuyun.İşte şimdi tam o cümleyi kullanma zamanı: Türkiye seninle gurur duyuyor aziz Aziz!

6 Ekim 2015 Salı

“KULLANMA KILAVUZU” VEYA SANAT TARİHİ SAPTIRMALARI | Bedri Baykam | 6 Ekim 2015 tarihli makalesi..

KISACA AHMET HAKAN REZALETİ
Siyasi gündemden zaman kaldığında sanatsal yazılarımı bu sütunda daha önce çok yayınladım. Bugün yine bu hakkımı kullanarak yeni yayınlanan “Kullanma Kılavuzu: Türkiye’de Çağdaş Sanat 1975-2015” kitabının bir eleştirisini yapacağım.
Normalde, Ahmet Hakan’a yapılan saldırı hakkında görüşlerimi beklerdiniz. İşin aslında ise, aradan bir haftaya yakın zaman geçtikten sonra, sosyal medyada fazlasıyla gündeme getirdiklerim dışında burada yeni eklenebilecek bir şey yok. Hedef gösteren zirve belli, emri çıkartanlar belli, uygulayan AKP’liler da zaten ortaya çıktı. Burası sözün bittiği yer olduğu için, zaten bildiklerinizi anlatarak tekrara düşmek istemiyorum. Tek ekleyeceğim, umarım Hürriyet geçmişte yaptığı kendi kanadını kırma operasyonlarındaki suçunu anlar ve gereksiz yere kadrosundan çıkardığı yazarlarını geri kazanamasa da, mesela Tufan Türenç gibi hala ekibinin parçası olan değerli bir isme umarım tekrar sütunlarını açar. Çünkü baskıya ödün vererek bir yere varamayacaklarını artık anlamaları şart. Tam tersine verdikleri her ödün, kendilerine tahammülsüzlük olarak geri dönüyor! İlk gece hastanede gidip görebildiğim Ahmet Hakan’a ve tüm basınımıza geçmiş olsun!


SANAT TARİHİNİ KAFASINA GÖRE YAZMAK...
Gelelim bugünkü ana konumuz olan sanat tarihi yazımının uğradığı saptırmalara. Önceki yıllarda, bu sütunda, çağdaş sanat tarihimizi saptırdığına inandığım iki kitabı aynı yazımda eleştirmiştim. Biri Art-İst’in çıkardığı “Türkiye’de Çağdaş Sanat: Kullanma Kılavuzu 1986-2006” adlı Halil Altındere ve Süreyyya Evren’in çıkardığı yayın, diğeri de Garanti Bankası’nın sponsor olduğu ve Transglobe adlı yayıncının çıkardığı “Unleashed” adlı kitaptı. Sanat tarihi yazmak dev bir sorumluluk. Altındere, ısrarla “Çağdaş Sanat” yerine “Güncel Sanat”ı kullanıp çağdaş sanatı 80’lerin başından itibaren geliştirmiş isimlerle aralarında sahte bir statü farkı yaratmaya çalışıyor. İşin özünde dünyada “güncel sanat” gibi uydurma bir deyim varolmadığı için, İngilizce kullanılan başlık “Contemporary Art”. Şimdi Altındere, aynı kitabı ikinci kere, benimkiler de dahil olmak üzere, tüm bu eleştiriler ışığında çıkarıyor sandım. Sözde tek fark, bu sefer 1986-2006 arasını değil, 1975-2015 arasını kapsaması. İyi de ikinci ciltteki sanatçıların yarısı ilk ciltte var, ama ilk kitapta yer alan 26 isim yeni kitapta yok! Yani mesela Haluk Akakçe, Nancy Atakan, Hüseyin Çağlayan, Aydan Murtezaoğlu, Bülent Şangar, Hakan Onur arada elenmişler! Yani aradan geçen 10 yılda değerlerini toptan kaybetmişler, öyle mi? Bu kadar “olsa da olur, olmasa da olur” sanatçılar idi iseler ilk kitaba neden konuldular? Veya güncelliklerini mi kaybettiler?? Hangi kritere göre? Öte yandan 50 adet sanatçı, her iki kitapta var! Demek onlar assolist oluyor. Aralarında Halil Altındere dışında Erdağ Aksel, Nevin Aladağ, Vahap Avşar, Aslı Çavuşoğlu, Cengiz Çekil, Leyla Gediz, Genco Gülan, Gülsüm Karamustafa, Şükran Moral, Ferhat Özgür, Serkan Özkaya, Şener Özmen, Sarkis, Serhat Kiraz gibi isimler var. Sağolsunlar, ilk kitapta olmayan ama ikinci kitapta olan 51 sanatçı arasında ben de varım, rahmetli arkadaşım Hüseyin B. Alptekin de! Ama seçimler öyle yapılmış ki neredeyse, yalnız multi-medya ve kavramsal sanat yapan sanatçılar seçilmiş. Sorun yok, isteyen öyle bir kitabı da çıkarabilir. Ama o zaman adı “Türkiye’de Multi-Media/Kavramsal Sanat” olur, hatta o zaman bile sonuna “...’tan bir kesit” diye belirtmek gerekir (“Güncel Sanat” bulvarı üstünden giderek iz bırakmaya çalışanların çoğunluğu ilginç bir şekilde Kürt sorununa tek yanlı bakanlar, Ermeni soykırımı propagandistleri veya anti-Kemalist sanatçılar. Bu da gelecek için ayrı bir araştırma konusu olarak kalsın). “Çağdaş Sanat” diye bir kitap çıkarıp içine Adnan Çoker, Özdemir Altan, Devrim Erbil, Halil Akdeniz, Komet, Koray Ariş, Kemal Önsoy, İsmet Doğan, Yusuf Taktak, Mustafa Horasan, Hale Arpacıoğlu, Tomur Atagök, Mehmet Aksoy, Mehmet Güleryüz, Bubi, Mustafa Ata, Ömer Uluç, Hüsamettin Koçan, Haluk Akakçe, İrfan Önürmen, Denizhan Özer, Canan Tolon, Ahmet Oran, Esat Tekand, Ekrem Yalçındağ, Suat Akdemir, Bahri Genç, Ergin İnan, Kemal Seyhan, Server Demirtaş, Murat Germen, Mithat Şen, Sıtkı Kösemen, Ansen gibi buraya sığdıramayacağımız bir çok ismi koymamak, tarihi saptırmaktan başka bir şey değildir. Sanat dünyasının içinde olmayanların bazen anlayamayacağı sert ayrımlar vardır. Tual resmini ve sanatçılarını, düşman görecek kadar at gözlüğüyle bakmak, çağdaş bir insana yakışmayacağı gibi, “güncel” bir sanatçıya hiç mi hiç yakışmaz... Bu ilkel tavrı yabancı müzelerde gösterseler, alay konusu olurlar.
Belki hatırlarsınız, bu ülkede 80’li yıllarda, figür resmi ve soyutçular arasında traji-komik çağdışı bir kavga olmuş, konu dönemin gazetelerinin birinci sayfasına kadar taşmıştı. Şimdi ne ilginçtir ki, çağdaş tual sanatçılarına saldıran akademik figür sanatçılarla aynı hiddetiyle kavramsalcılar, multi-medyacılar da yine aynı hedefi reddederek çağdaş tual resmi yapan sanatçıları küçümsüyor veya yok sayıyorlar. Sonuçta şimdi bu kitaplarda tual resimleri de var mı? Var. Ama kesinlikle araya azıcık serpiştirilmişler. Yani en azından ana hattı tual resmi olan sanatçılar “seçilememiş”... Bu arada bir parantez daha açalım: Bu kavramsal ağırlıklı kitapta, eserler ve sanatçıların genel düşünce yapıları hakkında, sanatseverlere sunulmuş hiç bir veri yok. Yani sırf sanatçı isimleri ve eser görselleri var. Ama “bilgi” yok! Kavramsal sanatın tüm kavramları da birer sır olarak herhalde kitabın cildine gömülmüş!


SANAT TARİHİ, NASIL ÜRETİLİR, NASIL ÜRETİLMEZ!
Sevgili Halil Altındere, eski bir genç dostum. Sanat kariyerinin başında çok paylaşımlarımız olmuştur. Kendisine son hatırlatmam şu: Saydığımız mahsurların ötesinde, elenen veya yok sayılan sanatçılara üstünlük sağlamak için mi bu yayını çıkarıyor sorusu gündeme gelir. Hele kitabın adı bu kadar iddialı ve geniş kapsamlıysa... Sanat tarihi ürettiğini iddia eden bir insan, kişisel duygularını, cinsel tercihlerini, kişisel kızgınlık veya polemik tortularını, siyasal tercihlerini devreye kesinlikle sokamaz! Sanat tarihsel genel bir kitap, ırk, din ve ideoloji üstüne kendi kurulum mantığını inşa edemez. Bunun adı ırkçılık veya faşizm olur. Ama biri isterse “Kürt sanatçılar” veya “mavi saçlı sanatçılar” kitabı çıkartabilir, bu ayrı bir konu, özgür bir alan olur.
İnsanın kişisel kompleks, hırs, ihtiras ve gözü kararmışlıklarla girişeceği en son iştir sanat tarihi yazımı. Keşke, “Sevdiğim kavramsal sanatçılardan bir kesit” deseydi de, herkes rahat etseydi!


Burada diğer bir odaklanacak konu şu: Eleştirdiğim kitap çok şık bir yayın. Yani insanların ciddiye almaları için her şey mevcut. Ama içerik, bu sunum kalitesini ve de kitabın adını taşımaktan uzak. Aklıma geçenlerde izlediğim yabancı bir bilimsel program geldi: “Zihin Oyunları”. Sokakta durdurulan insanlar, kravatlı-takım elbiseli şık mikrofonlu sunucular, kendilerine hangi palavrayı anlatırsa anlatsın, onların karşısında ezilip bu deneyde her veriye inanıyorlardı. Herhalde bu kitap da, aynı mantıkla, sunum makyajıyla, içeriğin tutarsızlık ve affedilmez yönlendiriciliklerle dolu kargaşasını örtmeye çalışıyor.


Bir çift sözüm de kitaba imza atan ve ciddi birer isim olan yazarlara. Aradan 10 yıl geçmiş, kimi yazarların aynı yazıları konulmuş kitabın sözde gelişmiş yeni versiyonuna. Ama yeni yazı vermiş olanlar bile, bu yanlı seçimlere aracılık edip kendi güvenilirliklerini ateşe atmış.


Evet, her kitap, herkesi mutlu edemez. Ama burada abartılı bir tarihsel suiistimal söz konusu. Mesela
Hasan Bülent Kahraman’ın Aksanat’tan 2013’de çıkan “Türkiye’de Çağdaş Sanat” kitabının, çok daha objektif ve kapsamlı bir alan temsil ettiğini düşünüyorum. Altındere ve Süreyyya Evren, bu kitabı yakından inceleyerek, hiç bir klikin baskı veya tahakkümüne düşmeden, kuşaklar arası geçiş ve etkileşim alanlarına özen göstererek, Türk sanatının geçmişini ve uluslararası ilişkilerini de gözeterek , objektif bir kitap nasıl hazırlanır görsünler. Yoksa her kitapta herkes, eleştirecek noktalar veya eksikler bulabilir. Ama doğru ana hatları da kimse inkar edemez.


Sonuç mu? Tarihle çok yakından ilgilenmelisiniz. Ama devamlı şüpheci kalarak! Yoksa bu örneklerde olduğu gibi faka basarsınız. “Türk Çağdaş Sanatı”nı da öğreneceğiniz kitap, maalesef bu “Kılavuz” değil. Ortaya konan emeğe rağmen kitap, “Türk Çağdaş Sanatı”nı temsil etme yetkisinden tamamen uzak. Bu olgu, beni üzdü. Yadsınamayacak düzeyde polemikler getirecek olması da, kaçınılmaz bir sonuç...