28 Nisan 2015 Salı
“ERMENİ SOYKIRIMI” PROPAGANDACILARINA... | Bedri Baykam | 28 Nisan 2015 tarihli makalesi..
“Ermeni Soykırım” iddialarına karşı Kaemalist Platform’un Göztepe Parkı’nda düzenlediği panelde şunu söyledim: “Günün sorusu: ‘Türkiye özür dileyecek mi? Toprak ve tazminat taleplerini kabul edecek mi?’ Bakın ben hem tazminat sözü, hem de sizleri ikna etme sözü veriyorum. Ama iki şartım var: Birincisi, ABD, Manhattan’dan başlayarak Kızılderililerden aldığı tüm toprakları özür dileyerek geri verecek, Avrupa’ya dönerken ağır tazminatlar ödeyecek. İkincisi geçmişi açık soykırımlarla dolu Fransa, İspanya, Rusya başta olmak üzere, her ülke Parlamento kararları çıkaracak ve başkentlerinin göbeğine bu soykırımların anıtlarını dikecek”.
Aydın dediğimiz kişi, kendini moda akımların çekim merkezlerine teslim etmez. Kendi bağımsız mantığı, demokratik ilkeleri vardır. “Saldırı konusu olur muyum” gibi endişelerden etkilenmez. Doğru bildiğini savunur. Bu gözle bu satırları okuyun lütfen.
“Soykırımın 100. Yılı” olarak anılan 2015 ve tüm dünyada bu vesileyle Türkiye aleyhine sürdürülen kampanyaların ne ahlaki, ne hukuki, ne de siyasi zeminde kabul edilir bir tarafı yok. Bu kampanyalara hoş görünmek için demokrasi, hukuk ve insan haklarının temel verilerini hiçe sayan aydınlarımızı anlayamıyorum. Tabii ki Ermeni halkının yaşadığı ağır dram, verdiği büyük kayıplar, savaşın acımasız yüzü, yalnız Ermeni kardeşlerimizin değil, her birimizin yarasıdır. Dolayısıyla bu ağır ve gözyaşlarıyla yüklü geçmişin paylaşılması ve halkların kardeşliğinin sağlanması için Ermeni halkına dostluk elini uzatmak doğru ve tartışılmaz bir insanlık ödevidir. Ama bunun adını “soykırım” olarak koymak, en azından şu an için mümkün değil. Bunun üzerinden Türkiye aleyhine yürütülen kampanya ise açık bir siyasi linç operasyonudur. Birçok emperyalist devlet, sanki kendi geçmişlerinin ve tüm dünyanın kirli çamaşırlarını Türkiye üzerinden temizlemeye çalışıyorlar!
Batı, asırlardır ne zaman ihtiyacı olsa, “barbar Türkler” kartını çıkarmaktan çekinmez! Çok pratik bir jokerdir bu. İster Kıbrıs, ister Atilla, ister 1915 olayları, her an işe yarar! Bu barbar Türkleri bile “soykırımcı” diye yaftalayabilmek için bir mahkeme kararına ihtiyacınız var! Muz cumhuriyetlerinde bile, göstermelik bir çadır mahkemesi toplanır ve sanığa “bir savunman var mı?” diye sorulur. 1948’de BM’de kabul edilen Soykırım Sözleşmesi’ne göre, bu tarihten önce yaşanmış olayların hiç biri soykırım olarak nitelenemez. Ayrıca herhangi bir ülkenin bu ağır suçlamayla mahkum edilebilmesi için, ya o ülkenin bir mahkemesi ya da yetkilendirilmiş bir uluslararası mahkeme kararı olması lazım. Aynen AİHM yargıçlarından Arnavut Ledi Bianku’nun, Strasbourg’da 3 ay önceki duruşmada söylediği veya 3 gün önce BM Genel Sekreterliği sözcüsü Stephane Dujariç’in hatırlattığı gibi! Türkiye açık bir buluşmadan ve tarafsız/bağımsız yargıdan çekinmiyor. Ayrıca tüm arşivlerin karşılıklı açılmasını da kabul ediyor. Ama ne yazık ki Ermenistan buna yanaşmıyor. Maçı oynamadan 3-0 hükmen kazanmak istiyor! Halbuki bu yolda dayatılan değişik Parlamento kararlarının hiç bir hukuki dayanağı ve geçerliliği yok! Bu parlamentoların bazılarının çıkardıkları “soykırımı tartışma yasağı” (!) ise, aklıma yıllardır herkesin ağzına pelesenk olmuş Voltaire’in sözlerini getiriyor: “Seninle aynı fikirde değilim, ama senin düşüncelerini söyleme özgürlüğün için canımı bile veririm”. Hani bu cümle demokrasinin vazgeçilmez kutsalıydı? Ne oldu şimdi? Konu Türkiye olunca, Voltaire de mi öldü?
Bir köşe yazısında tabii ki 1915 krizini çözecek değiliz. Ancak beyin ve vicdanları, bu siyasi mahalle baskılarıyla gelen “oldu-bitti” komplosuna karşı toplumun gözlerini açmaya davet edebiliriz. Diyelim ki, Türk tarihçilerinin hepsi, 25 yıldır her söylediği yanlış çıkmış 2. Cumhuriyetçi yazarların dediği gibi “resmi tarihçi”! Peki “yaşananlara soykırım denemez” diyen Justin Mc Carthy veya Bernard Lewis veya Jean Michel Thibaux gibi yazarları ne yapacaklar? Şu günlerde hiç mi hiç söz etmedikleri ASALA tarafından katledilen 42 diplomatımız gibi olmasa bile, bir şekilde susturulmalarını mı bekleyecekler? Osmanlı, en güçsüz anında asırlardır beraber yaşadığı Ermenileri, karşı taraftan binlerce masum insanımızı katleden bir isyan gelmediyse, neden düşman ilan edip kılıç çeksin? Bu iddia size yanlış mı geliyor? Olabilir. Saygı duyarım. O zaman buyurun tarih masasına...
Bu köşe yazısı, “gerçek şu değildir, budur” diyecek değil tabii ki! Ama Türkiye’nin düşünen insanlarını demokrasinin tartışılmaz kurallarını hatırlamaya davet etmek, benim vazgeçemeyeceğim ödevim. Cumartesi konuşmamı Youtube’dan izleyebilirsiniz...
https://www.youtube.com/watch?v=h8uCx3a4pS4
22 Nisan 2015 Çarşamba
AKM NEDEN KAPALI? paneli raporu/Piramid Sanat
UPSD
ve PİRAMİD SANAT'IN DÜZENLEDİKLERİ PANEL YAPILDI
AKM
NEDEN KAPALI?
Dünya
Sanat Günü etkinlikleri vesilesiyle Piramid Sanat ve UPSD’nin
düzenledikleri “AKM NEDEN KAPALI?” isimli panel, konunun en
yetkin isimlerinin katılımıyla Taksim’deki Piramid Sanat'ta 17
Nisan, Cuma günü gerçekleşti. Mimarlar Odası'ndan Mücella
Yapıcı'nın rahatsızlığı nedeniyle katılamadığı oturumu
UPSD Başkanı Bedri Baykam yönetti, Mimarlar Odası Genel Başkanı
Eyüp Muhçu, Sanatçılar Girişimi sözcülerinden Orhan Aydın,
İŞTİSAN Başkanı oyuncu Levent Üzümcü konuşmacı olarak
katıldılar. Ayrıca kürsüye davet edilen CHP Kültür Sanat
Platformu Başkanı Ercan Karakaş, Vecdi Sayar, Devlet Opera ve
Balesi'nin eski Genel Müdürü Suat Arıkan, Sanatçılar
Girişimi’nden Orhan Kurtuldu ve Oyuncular Sendikası'ndan Candaş
Baş ve Iraz Yöntem konu hakkında birer bildiri sundular.
Toplantıyı
açan Bedri Baykam, AKM'nin tarihçesini hatırlattıktan sonra,
bugüne kadar AKM'nin kapalı kaldığı son 7 yılda, sahneye
konamayan yüzlerce tiyatro, bale ve opera oyununun yanı sıra,
açılamayan yüzlerce resim sergisine de dikkat çekti. "AKM'nin
altından noktasal bir fay hattı mı geçiyor? İçinde tehlikeli
hayaletler mi cirit atıyor?"
sorusunu sordu. Hiç bir gerekçe göstermeden AKM'nin kapalı
kalmasının artık kabul edilemez bir hal aldığını belirten
Baykam, AKP iktidarının Taksim ve Beyoğlu'nda yürüttüğü
operasyonların niyetinin açık olduğunu, onun da çağdaş
insanların sanat, eğlence ve buluşma merkezi olan bu alanı
giderek kullanılamaz bir duruma düşürme arzusu olduğunu
vurguladı. Devletin, bu ülkede 110.000 cami açarken tek bir Modern
Sanat Müzesi açmadığına dikkat çeken Baykam, sanatı açıkça
hedef gösteren AKP’nin bu tavrının, ancak kentin ibadet
yerlerinin yarısını kapatmaya kalkışacak başka bir basiretsiz
iktidar anlayışı ile kıyaslanabileceğini vurguladı.
Daha
sonra söz alan Orhan Aydın, liberal isimlerin o dönemde olup
biteni perdelediklerini ve artık "aramızda dolaşamayacak hale
geldiklerini" vurguladı. Aydın ayrıca Gezi dönemindeki dört
talebin hala canlı kaldığını, bunların bağımsız yargının
üstünlüğünün sağlanması, Topçu Kışlası projesinden
vazgeçilmesi, AKM'nin derhal onarılıp yeniden açılması ve son
olarak da Gezi Direnişi sürecinde öldürülen gençlerin hesabının
sorulması olduğunu yineledi. "Bir
ülkenin operasını budaması, geleceğini budamaktır. Buna izin
veremeyiz"
dedi. Aydın aynı zamanda AKM’nin kurtulmasının yalnız
sandıktan değil sokaktan geçtiğine inandığını vurguladı.
Levent
Üzümcü, sanatla ilgili yapılan her şeyi geniş halk kitleleri
için yaptıklarını hatırlattı. “Bizim
atacağımız her geri adım, Türk sanatının 10 yıl geri gitmesi
anlamına geliyor. İşte o zaman AKM yok olacaktır. Biz dört
elimizle, avucumuzla AKM'ye sarılmış durumdayız. Bizler kötü
insanlar değiliz, kötü gösteriliyoruz. Alnımız ak"
Eyüp
Muhçu, dünyanın hiç bir yerinde bir yapıyla ilgili bu kadar
tartışma ve müdahale olmadığını söyleyerek söze başladı.
AKM'nin 70 yıllık ömrünün 38 yılının inşaat ve kapalı kalma
süreçleriyle geçtiğini hatırlatan Muhçu "Taksim Cumhuriyet
ve emek meydanıdır. AKM'nin olmadığı bir Taksim düşünülemez.
Süreklilik değeri vardır. Her şeyden önce anı, simge yani
manevi bir değeri vardır. Buna karşı AKM yağmacı bir
diktatörlüğün hasmane tutumuyla karşı karşıya kalmıştır.
AKM'nin yaşadığı şanssız dönüşümlerde maalesef geçmişte
yanımızda olan iki numaralı Koruma Kurulu Başkanı Metin Tapan
aracı oldu. Restorasyon tavsamıştır. Bakım-onarım yargı kararı
doğrultusunda gerçekleştirilememiştir. Sabancı Holding’in
başlattığı onarım inşaatı, 20 Mayıs 2013’te Tayyip
Erdoğan’ın emriyle durdurulmuştur. Ardından yargı kararlarına
rağmen kaçak saray inşa edilmiştir”.
Muhçu,
2010 İstanbul Avrupa Başkenti projesinin danışma kurulunda
olduğunu ama ajans hesaplarının denetlemediğini Bilgi
Üniversitesi’ne de “bir sergi için 20 trilyon lira
aktarıldığını” vurguladı. Muhçu ardından şu soruyu sordu:
“müfettişler
bu parayı arıyorlar mı?”.
Diktatörlük açısında AKM’yi yıkmanın onlar açısından
elzem hale geldiğini söyleyen Muhçu, Çamlıca tepesine yapılan
“anıtsal
mezar”ı
hatırlattıktan sonra “İstanbul’a
ne yaparsanız yapın AKM yıkılmadan yeni simge yapamazsınız.
Simge yapacağım diye yola çıkamazsınız. Simgeler yaşanmışlıkla
oluşur ve kendini kabul ettirir” dedi.
7 haziran seçimlerinin bu baskı rejiminden kurtulmak için çok
önemli bir çıkış yolu olduğunu belirtti. Bu arada AKM’nin
geri alınması için bir heyet oluşturarak yerinde tespit
yapılmasının da iyi bir yol olarak gördüğünü söyledi.
Ercan
Karakaş AKM’de yılda 855 etkinlik olduğunu bir milyon
izleyicinin bundan faydalandığını hatırlattı. AKM’yi kapatan
zihniyetin “dini
içerikli sanata” destek
olacağını açıklamaktan çekinmediğini hatırlatan Karakaş, bu
mantıkla yalnız milli-dini-ahlaki-folklorik eserlerin devletçe
kabul görüldüğünün itiraf edildiğini söyledi. Karakaş,
CHP’nin iktidar olması halinde kültür ve turizmi kesinlikle
ayıracaklarını ve AKM’yi ise hızlı bir restorasyona alarak bir
yıl içinde hizmete açacaklarının sözünü verdi.
Vecdi
Sayar “son
günlerde sinema konusunda yaşananların AKM konusunda da örnek
olması gerektiğini”
belirtti. Sayar bu konuda AKM konusunda oluşturulacak güç
birliğinin karşısında baskı rejiminin dayanamayacağını
belirtti.
Devlet
Opera ve Balesi eski Müdür ve Sanat Yönetmeni Suat Arıkan,
geçmişte AKM’yi Avrupa’daki diğer sahnelere oranla daha
eleştirel baktığını ancak 2010 yılı etkinlikleri
kapsamında
Murat Tabanlıoğlu projesini gördüğünde söyleyebildiği tek
şeyin “harika
bir proje ama derhal ayrı bir arsa arayın çünkü bu işlevsel bir
görüntü olarak AKM ile alakası olmayan bir proje”
Arıkan, en büyük tepkiyi seyircinin kendisi vermesi gerektiğini
vurguladı.
Oyuncular
Sendikası yönetim kurulundan Candaş Baş, “Bugün
Devlet Opera ve Balesi’nin tütün fabrikasında rutubet içinde
çalışmaya mecbur kaldığını”
söyledi. AKM ile beraber yalnız dört sahnenin değil, prova
salonları, dekor kostüm odaları ve kulislerin de yok olduğunu
hatırlattı. Fuat Onan’ın “AKM
yıkılacaksa alkıştan yıkılsın”
sözlerini hatırlattı.
Yine
Oyuncular Sendikası yönetim kurulundan Iraz Yöntem eğitim, hukuk,
kültür ve sanat programlarının iktidarlarla değişmemesi
gerektiğine vurgu yaptı. Sanatın yalnız bir eğlence değil bir
ihtiyaç olduğunu vurguladı. Türkiye’de artık seyircilerin de
suç duyurusu yapması gerekliliğini de vurgulayan Yöntem,
“mesleğimizi
icra edecek alan bulamıyoruz, alternatif sahneler yaratıyoruz”
dedi.
Sanatçılar
Girişiminden tiyatrocu Orhan Kurtuldu, AKM’nin “sanatçıların
yanyana gelmemesi için, seyircilerin yanyana gelmemesi için ve
örgütlü toplum istenilmediği için kapalı tutulduğunu”
söyledi.
“AKM Cumhuriyet demektir. Aydınlanmanın tam merkezidir. Herkes
orayı kendi çıkarına göre dizayn etmek istiyor”
dedi. Sözlerine şöyle devam etti: “14 Şubat 2007’de AKM’nin
tescilini kaldırmak üzere girecekleri toplantıyı öğrendim.
Noterden onaylı ihtarname çekip Mete Tapan’la da kurul
toplantısına girmeden önce görüştüm ve bunun suç teşkil
edeceğini ve bütün sanatçıların tepkisini çekeceğini
anlattım. “Bu
bireysel mi sanatçıların görüşümü”
diye sordu. “Bekleyin
görün”
deyince “o
zaman çabuk olun”
dedi. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde AKM önünde yaklaşık
3000 kişinin katılımıyla ilk protestoyu gerçekleştirdik.
Tüm
katılımcılar AKM’nin içine itildiği yalnızlık ve sinsi terk
edilmişliğe karşı Kültür Bakanlığı’na ve kamuoyuna sürekli
artan bir baskı yapılması gereği konusunda görüş birliğine
vararak oturuma son verdiler.
21 Nisan 2015 Salı
AYDINLANMAMIZIN DUAYENİ KESKİNOK’U YİTİRDİK | Bedri Baykam | 21 Nisan 2015 tarihli makalesi..
PAZAR,
CHP İLE GÜZEL BAŞLAMIŞTI...
Pazar
günüm güzel başlamıştı. Sabah, televizyonda CHP’nin seçim
bildirgesini dinledim, canlı yayında. Son derece güzel konuştu
Kılıçdaroğlu. Belki ilk defa CHP bir genel seçime ekonomik
açıdan bu kadar hazırlıklı gidiyor. 1500 TL asgari maaş, iki
dini bayramda emeklilere birer maaş ikramiye ve daha birçok
avantajlı değişim. Liderliğe giderek daha çok ısınmış bir
Kılıçdaroğlu’nun vurgularıyla kulaklarımda çınlayan bu
sözlerin, Kaçaksaray’ı nasıl ürküttüğünü, Davutoğlu’nu
nasıl daha da panik ettiğini hissetmemek mümkün değil.
Siyasette,
halkta “partilerin
oyları çok az değişir”
gibi yanlış bir inanç vardır. Halbuki böyle bir “kemik oy”
garantisi bile yok. Türkiye’de herkes en bilmiş şekilde yıllarca
merkez sağın yüzde elli statik oyu olduğuna inandı. Şimdi ise
bu oy, %2-3 civarında. ANAP, yıkılmaz iktidar partisi olarak
görülüyordu, şimdi tabelası bile yok! DSP, Ecevit’in son
döneminde %22’den %1’e düşmüştü. 1989’un güçlü sol
partisi SHP, CHP ile birleşti, sonra tekrar ayrıldı ve yok oldu.
Buna benzer sayısız örnek var. Tabii ki AKP maalesef farklı bir
rejim saptırmasıyla bir hükümet gibi değil, ayrı bir devlet
kurar gibi çalıştığından bu kurallar ona işlemez gibi görünse
de... aslında gidişat onlar adına da alarm verici! Güvendikleri
tek dayanakları sadaka dağıtma kültürü. Şimdi CHP bu vaatlerde
resmi olarak onları 5. viteste solluyorsa, geriye ellerinde kalacak
tek koz, kavga ve korku filmi-gerilim senaryoları.
İşte buna karşı son derece hazırlıklı ve dikkatli olması
lazım CHP’nin. Birilerinin ellerinden iktidarın kayıp gittiğini
gördükleri noktada, yine her türlü oyun bozanlığı ve çirkin
senaryoları devreye sokabileceklerini göz ardı etmeyelim. Sonuçta
moralim yükselmiş olarak çıktım evden. Hem
de hayırlı bir hedefle: Oğluma araba kullanmayı öğretmek
üzere...
BENİ
YIKAN ACI HABER
Suphi
ve eşim Sibel’le iki “pist” arasında bir ekmek arası uskumru
için oturduk mütevazi balıkçıya. Telefonumda Cumhur Keskinok’un
cevapsız çağrısını gördüm. “Eyvah”
dedim. Korktum. Cumhur, ünlü duayen ressamımız Kayıhan
Keskinok’un oğlu. Kendisi ve ağabeyi Çağatay, benim çocukluk
arkadaşlarım. “Kayıhan amca” ise, 1962’de ben henüz 5
yaşındayken işlerimi keşfedip, “bu
çocuğun resimlerinin yaşıyla ilgisi yok”
diyen ilk sanat insanı, eğitmeni. Ben 10 yaşındayken hakkımda en
ciddi sanat analiz kitabını yazma riskini çekinmeden alan insan.
Cumhur’a ulaşamayınca Çağatay’ı buldum ve aldım acı
haberi. Kayıhan Keskinok’u 18 Nisan gecesi kaybetmiştik. Hayat ne
kadar acayip. O gece Piramid Sanat’ın direktörü Öykü Eras’la
beraber yakın arkadaşlarımızla bir doğum günü kutlaması
yapmıştık. Öykü’nün doğum günüydü, benim ise dört yıl
önce uğradığım saldırıdan kurtulduğum 2. doğum günüm! Beni
kurtaran Prof. Dr. İsmail Hamzaoğlu’nun deyimiyle 2. hayatıma
başladığım gün. İşte Sevgili Kayıhan Amca’ya yine bir 18
Nisan günü veda etmişiz. Demek artık 18 Nisan’da, bunlara ek
olarak esas Keskinok’u anacağız. Ama yasla değil. Seveceği
şekilde, anısına şarap kadehi kaldırarak, hatıralarını
anlatarak. Çünkü o daima yaşamı, gelinleri, güzel dolgun
kadınları, çoğunlukla mutlu insanları resmetti. Ama
Kuvayı-Milliye’yi veya Gezi olaylarını da hiç unutmadan! Ne
tuhaf ki, en yakın arkadaşlarımdan büyük Fenerbahçeli Serkan
Acar’ı da bir 18 Nisan günü kaybetmiştik...
Kayıhan
Keskinok birkaç yıldır yavaş yavaş ağırlaşarak seyreden
hastalığı onu kalp yetmezliğinden aramızdan aldığı son ana
kadar, 90’lı yaşlarında bile her gün resim yaptı. 1923’te
İzmir’de doğan usta sanatçı, gençlik yıllarında, Görele,
Kars, Trabzon ve Ankara’da liselerde resim ve sanat tarihi dersleri
verdi. 1963-1968 arasında Gazi Eğitim Enstitüsü’nde eğitmenlik
yaptı. TRT’de çalıştı. 1982’den bugüne kadar da Sanat Yapım
kurumunda kendi adını taşıyan atölyeyi yönetti. Kayıhan
Keskinok, tam bir sol Atatürk devrimcisiydi ve yaşamı boyunca
duruşundan ödün vermedi.
Konu
yalnız 1962’den itibaren benim ortaya çıkmam konusunda harcadığı
efor, yazdığı yazılar değil. Kendisine çok daha fazlasını
borçluyum. Profesyonel ressamlık, çok zor bir karardır. İşte
yetişkinliğe geçiş yıllarımda tüm zorluklara karşın bu yolu
seçmemde tek başına yönlendirici rol oynadı. Yurda yayılmış
yüzlerce, binlerce ressam ve sanatseverde Keskinok’un emeği
vardır. Aydınlanmamızın bu yüz akı, ayrıca beş yazılı eser
bırakmıştır arkasında. Uzun emekler sonucu, 2011’de basılan
“Sanat Tarihi” kitabı gibi. Sanat dünyamızın ve kalbimizin en
kalıcı sayfalarına aldık artık kendisini...
17 Nisan 2015 Cuma
2015 UPSD/DÜNYA SANAT GÜNÜ ONUR ÖDÜLLERİ
Uluslararası
Plastik Sanatlar Derneği ve Beşiktaş Belediyesi'nin birlikte
düzenlediği 'Dünya Sanat Günü Ödül Yemeği' dün gece
(16
Nisan 2015, Perşembe) Ortaköy'de Feriye Lokantası'nda
düzenlendi.
Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar’ın da katılımıyla gerçekleşen Ödül Yemeğine, aralarında eski Kültür Bakanı ve CHP Kültür Sanat Platformu Başkanı Ercan Karakaş, PEN-Türkiye Başkanı Zeynep Oral, Yahşi Baraz, Orhan Alkaya, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, Erol Aksoy, Emre-Maide Kurttepeli, Vural Gökçaylı, Mahmut Nüvit, İnci Aksoy, AİCA Başkanı Evrim Altuğ, Billur Tansel, Galericiler Derneği Başkanı Doğan Paksoy, Murat Pilevneli, Emin Çetin Girgin, Hüseyin Latif, Vecdi Sayar, Ender Merter ve Erol Özmandıracı gibi isimlerin de bulunduğu sanat, siyaset ve değişik platformlardan 200’e yakın kişinin katıldı.
2011 yılında Meksika'nın Guadalajara kentinde düzenlenen 17. Dünya Sanat Birlikleri (UNESCO/AIAP) Genel Kurulu'nda Türkiye temsilcisi UPSD'nin başkanı Bedri Baykam tarafından önerilen Leonardo da Vinci'nin doğum günü 15 Nisan, Dünya Sanat Günü olarak belirlendi. 4 senedir tüm dünyada kutlanan bu özel günde şimdiye kadar 2012 yılında Komet ve Adnan Çoker'e, 2013'te Özdemir Altan'a, 2014'te ise Kayıhan Keskinok ve Prof. Dr. İsmail Tunalı'ya onur ödülleri verilmişti.
2015 Onur Ödüllerini alanlar ise şu şekilde:
Sanatçı Onur Ödülü
Tomur Atagök
Orhan Taylan
Sanat İnsanı Onur Ödülü
Prof. Dr. Şahin Yenişehirlioğlu
Beral Madra
Basın Onur Ödülü
Hayati Asılyazıcı
Yılın Sanat Kurumu Ödülü
İstanbul Kültür Sanat Vakfı
Bu yıl da Dünya Sanat Günü sosyal medyada #worldartday #dunyasanatgunu #wad #diamundialdearte #wad2015 hashtagleriyle Twitter, Facebook ve Instagram'da on binlerce paylaşımla kutlandı, bir uluslararası etkinlik olarak dünyada öne çıktı.
Bu sene İstanbul'da yapılan ana etkinlikler arasında 24 Nisan'a kadar UPSD Galeri'de açık olan 'Azgın Suların Boğazında, Ölüm Siperlerinin Koynunda...' başlıklı 18 çağdaş sanatçının katıldığı Çanakkale zaferinin 100. yılıyla ilgili sergiyi görebilirsiniz. (Maçka Demokrasi Parkı- Şişli Evlendirme dairesi yanı, Tel: 02122476283)
Bugün (17 Nisan 2015, Cuma) 14.00-17.00 saatleri arasında Piramid Sanat'ta gerçekleşecek olan 'AKM NEDEN KAPALI?' isimli panelin konuşmacıları ise Orhan Aydın, Mücella Yapıcı, Bedri Baykam ve Eyüp Muhçu. (Feridiye cad. No:25 Taksim-02122973121). Ayrıca çeşitli dernek, oyuncu sendikası ve siyasi Partiler, bildirileriyle bu etkinliğe destek verecekler.
Dünya Sanat Günü etkinlikleri, Ankara'dan Sinop'a, İzmir'den Erzurum'a, Alanya'dan Antalya'ya, Kocaeli'nden Eskişehir'e, Trabzon'dan Adana'ya yurdun bir çok kentinde de sayısız etkinlikle kutlandı.
14 Nisan 2015 Salı
AKM NEDEN KAPALI, BİR BİLEN VAR MI? | Bedri Baykam | 14 Nisan 2015 tarihli makalesi..
Dünya
Sanat Günü (DSG), yani 15 Nisan Leonardo da Vinci’nin doğum
günü, yarın. Biliyorsunuz 2011’de, Meksika’nın Guadalajara
kentinde, Dünya Sanat Dernekleri (AIAP/UNESCO) Genel Kurulu’nda
Türkiye/UPSD adına verdiğimiz öneri oybirliğiyle kabul edilince,
15 Nisan haftası Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde sanat
adına kutlanan günleri oluşturdu (Meksikalılar hızlarını
alamadıkları için bir ay boyunca kutluyorlar!).
Geçtiğimiz
cumartesi Şişli Belediyesi ile Nişantaşı’nda
yapılan kitap standları ve müzik faaliyetleri mükemmel geçtikten
sonra, pazar günü Bağdat Caddesi’nde sabotaja uğradık!
Büyükşehir Belediyesi, sabah kurulum yapılırken geldi, girişimi
durdurdu. Meğer İBB, DSG kutlamalarına olumsuz yanıt vermiş ve
bunu Kadıköy Belediyesi’ne bildirme gereğini bile duymamış!
Kadıköy de menfi cevap gelmediği için kurulumu onaylamış.
Sonuçta tüm standları kaldırmakla tehdit eden zabıtalarla 35
yerine zar zor 16 stand için anlaşılarak kuruluma devam edildi.
Düşünebiliyor
musunuz? İBB’nin hedefi sanata veya DSG’ye hangi katkıları, ne
boyutlarda yapacağı filan değil. İBB kahraman zabıtalarıyla,
aslanlar gibi kitap, müzik ve pandomimle Kadıköy halkına ulaşacak
olan bu özel günün aktivitelerini aksatmaya çalışıyor. İşte
ben buna özel başarı ödülü veririm!
Peki
çok mu şaşırdık? Normalde zaten opera-bale-tiyatro ve heykelleri
ısrarla sabote eden bu AKP zihniyeti değil mi? Gösteri
sanatlarının su yollarını kesen, dev anıtları yerle bir eden,
sanatçıları “artizlik
yapma lan”
diye aşağılayan, karikatüristlere davalar açan da aynı iktidar
sahipleri değil mi?
Her
yıl DSG haftasında birçok faaliyete imza atıyoruz. Mesela
Çanakkale zaferinin 100. yıldönümüyle ilgili bir sergi
hazırladık. Sergi aslında önce Türk, Avustralyalı ve Yeni
Zelandalı sanatçıların işlerini Çanakkale’deki Askeri Müze’de
bir araya getirecekti. Ama Askeri Müze salonları bu uluslararası
büyük buluşmaya hazır olmasına rağmen, “Yeni Türkiye”de
illa Başbakanlık veya Kültür Bakanlığı onayı lazım geldiği
için orada düzenlenemedi. Tüm takiplerimize rağmen bir yanıt
alamadık. Şaşırdık mı? Hayır. “İnsan
şaşırdığı oranda aptaldır”
der atasözü. Biz
de
bu tarihi buluşmayı daha dar tutmak zorunda kaldık. Önemli olan
Atatürk’ü yok sayarak tarihi olayları bile korkmadan saptıran
zihniyetlere karşı, bu serginin yapılabilmesiydi. “Azgın
Dalgaların Boğazında, Ölüm Siperlerinin Koynunda...”
sergisi 15 Nisan’da UPSD Galeri’de açılıyor, bekleriz.
AKM
gibi bir mekan olsaydı, bu sergi geniş haliyle orada da
yapılabilirdi. Ama ne gezer! Bildiğiniz gibi, ilkel bir şekilde, 7
yıl önce AKM’nin kepenkleri indirildi ve ölüme terk edildi.
Bizler, bu ülkenin “uslanmayan” aydınları olarak her riski
aldık ve AKM‘nin kapanmaması için defalarca Taksim Meydanı’nda
halka açık konuşmalar yaptık, adı da kendi de büyük bu sanat
merkezi için.
27
Mart Dünya Tiyatro
günü,
AKM’deyiz İnisiyatifi’yle yaptığımız basın toplantısından
sonra Çağlayan Adliyesi’nde suç duyurusu yapanlar: Eyüp
Muhçu, Müjgan Özçay, Üstün Akmen, Orhan Aydın, Ercan Karakaş,
Bedri Baykam, Sami Yılmaztürk, Vecdi Sayar, Mahmut Tanal.
Diyebilirsiniz ki, AKM yıllardır kapalı, neden şimdi bu dava
açıldı? Çünkü bazı şeylerin bir “eşref saati” vardır,
insanın canına tak diyen. AKM’nin yarattığı absürd duruma bir
an geldi, herkes aynı anda “yeter” dedi. Ve inanın bu sefer hiç
kimsenin bu kararlı adımdan döneceğine ihtimal vermiyorum. Bu
girişim AKM’yi ortaçağ karanlığının tuzağından kurtaracak.
Konuyu yeni öğrenen bir yabancı, mesela AKM’nin altından geçen
tehlikeli doğal gaz veya noktasal özel fay hatları olduğunu
sanabilir! Ya da binada hayaletlerin cirit attığını! Hiçbir
normal insan, yalnız çağdaş yaşama zarar vermek için bu kararın
uygulanmaya konduğuna inanamaz!
Tersini
düşünün! Bilincini kaybetmiş başka bir hükümet, bir sabah
vakti kalkıp İstanbul camilerinin yarısını ibadete kapatsa ne
olurdu? İşte yaşanan aynen böyle bir saçmalık. Çünkü AKM
İstanbul kültür yaşamının kalbiydi.
DSG
etkinlikleri çerçevesinde bu yılki panelimiz için bu kez
yurtdışından
konuşmacı getirtmedik. Konuyu Rönesans, varoluşçuluk veya
müzayedeler rezaletine de taşımadık. Çünkü AKM’den daha
önemli hiçbir konumuz yok. 17 Nisan Cuma günü saat 14:00-17:00
arasında Piramid Sanat’ta sanatçılar, Mimarlar Odası ve
dernekler bir araya gelerek bu kararlılığı sizlerle
paylaşacaklar. Bu bir tsunami başlangıcıdır. Atatürk’ün
adından korkup, onu yok etmeye çalışanlar, AKM operasyonuyla bir
taşla üç kuş vurduklarını sanırken, çok yanıldıklarını
yakında anlayacaklar.
7 Nisan 2015 Salı
FENERBAHÇE’YE SALDIRININ İKLİMİ NASIL HAZIRLANDI? | Bedri Baykam
Bizi şaşırtan korkunç senaryolarla yaşam üzerimize gelmeye devam ediyor. Mesela şu yazı size ulaşana kadar, ülkede her an yeni karanlıklar fırtına gibi gündemi değiştirebilir.
Fenerbahçe 5-1’lik bir deplasman galibiyeti almış, ama kendisini İstanbul’a götürecek uçağa doğru otobüsle diken üstünde yol alıyor. Mahmut Uslu’nun “şimdi tehlikeli bölgeye girdik” demesinden birkaç dakika sonra kurşunlar şoförü pusuya düşürüyor. Hedef belli: Sarı lacivertli takımı taşıyan otobüsün kontrolden çıkarak şarampole yuvarlanması. Böylece akılları sıra, “düşmanı” toptan yok edecekler! Fenerbahçe güvenlik sorumlusu frene basmayı başaramasa, Allah korusun, o düşünmeye bile korktuğumuz senaryo belki de gerçekleşecek ve bu Türkiye’de yalnız futbolun değil, sporun sonu olacak!
Açık konuşalım, bu herhangi bir takıma tesadüfen olan bir saldırı değil. Hani o Ergenekon ve Balyoz davaları var ya! Hani sevgili aydınlarımızı ve TSK’nın güzide komutanlarını tamamen uydurma iddia ve sahte delillerle yıllarca zindanlara hapseden o alçak kumpasların vicdansız senaristleri var ya! İşte Fenerbahçe, 3 Temmuz’dan itibaren tek merkezli ahtapot kollu senaryonun doğrudan hedefi haline geldi. Başkanı ve yöneticileri hapse atıldı. Tam üç yıl boyunca, hak etmesine rağmen Avrupa Kupaları’na yollanmadı. UEFA ve CAS, bütün ikazlara rağmen, o anda ipotek altına alınmış olan Türk Mahkemesi’nin kararlarını kaynak gösterip Fenerbahçe’nin üzerine gitti. Maalesef Trabzon ve Galatasaray, “fırsat bu fırsat”, fütursuzca Fenerbahçe’ye yüklendiler. Uluslararası kurumlarda sarı lacivertlilerin ağır cezalar alması için büyük baskılar yaptılar. Tekrar o detaylara dönmek istemiyorum. Her şey açık oynandı.
Geriye yönelik hesaplaşmalarla kavgaları alevlendirmemek lazım. Ama herkes artık kendi hatalarıyla yüzleşmeye mecbur. Önemli olan bu korkunç olayın üstünü örtmek için “provokasyon” veya “birkaç meczup efendim” diyerek işin kolayına kaçmamak. Bakın gerçeklerle yüzleştiğimizde neler hatırlıyorsunuz:
Fenerbahçe 21. yüzyılda her dalda yoğun bir üstünlük kurdu. Kadın ve erkekte, basketbol, masa tenisi, voleybol, atletizm demeden Avrupa ve Dünya çapında başarıları, şampiyonlukları üst üste yığdı. Futbolda da her yıl ya şampiyon, ya ikinci oldu. Sonuçta, yurt içinde hayranından çok kıskananı var. Kulübün üzerine 3 Temmuz’da çöken malum siyasi komplo, birçok insanın işine geldi. Fenerbahçe Başkanı veya birkaç oyuncu da hedef tahtasında merkeze alındıktan sonra, linç dönemi geldi çattı. Medyada veya sanal dünyada Fenerbahçe’ye “şikeci” demek, oyuncuları hedef göstermek, Fenerbahçe otobüsleri taşlandığında bıyık altından “oh olmuş” demek sürekli bir alışkanlık haline geldi. Maalesef, özellikle Trabzonspor Başkanı’nın gençleri sürekli galeyan halinde tutan demeçleri de kolay yenilir yutulur lokma değil. Şimdi bunları yaşanmamış farz edersek, yeni felaketlerin hazırlayıcısı oluruz. Tabii ki Trabzonspor’un kalkıp Fenerbahçe’ye silahlı saldırı hazırlayacak hali yok! Ama Başkanı’nın son iki yılda yarattığı iklimin, o kentte on binlerce kişiyi ağır bir tahrike taşıdığını da tek bir Allah’ın kulu inkar edemez.
Peki, Volkan ve Emre’nin durumları: İkisinin de sütten çıkmış ak kaşık olmadığı, öfke kontrol sorunları olduğunu biliyoruz. Ama yıllardır her an onların üzerine nasıl ve hangi küfürlerle/tekmelerle gidildiğini hiç düşündünüz mü? Cumartesi gece yaşananlardan sonra twitter’da “keşke Emre vurulup gitseydi” diyen sapıkların cirit attığını biliyor musunuz? Milli maçlardan önce yaşadıkları küfür-tehdit-tahrik de cabası! Koca koca kelli felli insanlar, bu oyunculara karşı açık küfür kampanyası yürütüp iyi bir şey yaptıklarına birbirlerini inandırıyorlar! Türkiye bir an durup aynaya bakmalı: Evet Fenerbahçe kurşunlandı, oyuncular ölümden döndü... Ama kaç kişinin yıllardır süren katkılarıyla oldu bu? Kaç gazeteci, kaç bin holigan, kaç yöneticinin tahrikleriyle hazırlandı bu komplo? Artık bu tehlikeli Fenerbahçe düşmanlığını bilinçsiz bir dönemin hatırası olarak rafa kaldıracak herkes. Ya da bu elim olayın ardından timsah gözyaşı dökmeyecek!
Bu arada ligler ertelenecekse, tüm maçlar ertelenir. Yalnız Fenerbahçe’nin maçları değil. Umarım sarı lacivertli yöneticiler, takımlarını bu yılki yarıştan uzaklaştıracak bu traji-komik Federasyon kararını acilen çöpe atarlar. Bu tuzağa düşmek, Trabzon’da yol kesen canilere prim tanımak olur.
KAYAHAN
Kayahan'ın cenazesine katıldım. Şarkıları yıllar geçtikçe anlam kazanan, kalıcılığa kavuşan, çok sevilen bir sanatçıydı, başımız sağ olsun. Ben onun sesini ve şarkılarını 30 yıl öncesine oranla bugün çok daha fazla seviyorsam, bunun benim açımdan önemli bir anlamı var. İngilizce’den kötü çeviri yaparsam "üzerinizde büyüyor bu şarkılar". İmam konuşmasında şunları söyledi tüm değerli hazirun önünde:“Korumalı koca kalelerin içine saklansanız da, ölüm bir gün gelir sizi orada da bulur, kaçış yok”
DÜNYA SANAT GÜNÜ
Dünya Sanat Günü, yani Leonardo'nun doğum günü, 15 Nisan (ve haftası) pek yakında dünyanın bir çok ülkesinde aynı anda kutlanacak. Sizler de okullarınızda, üniversitelerinizde, inadına sanata önem vererek yobazlıkla, faşizmle mücadelenin en doğal yönüne gönlünüzü ve emeğinizi koyun. Türkiye adına başkanı olduğum UPSD'nin, Dünya Sanat Dernekleri Genel Kurulu’na 2011’de Meksika/Guadalajara'da verdiği önergeyle oybirliğiyle kabul edilen bu teklif sayesinde, artık dünyada herkesin sanatı aynı anda kutladığı bir gün var! Değerini bilelim! Okullara, derneklere, belediyelere yayalım! Hele ülkemizde!
EKMEK ALMA BELGESİ!
İnönü dönemini topa tutmak isteyen her bahtsız, hemen 2. Dünya Savaşı günlerinin yokluklarını gündeme getirir ve "ekmeği karneye bağlamışlardı!" diye saldırıya geçerdi! (Hem de Paşa'nın ülkemizi hangi çabalarla savaş dışı tutmayı başardığını göz ardı ederek) Artık bu örneği kullanamayacaklar: Baksanıza kendi başkanları Berkin'den geçen hafta "Ekmek almaya gitme belgesi" adı altında yeni bir "şey" talep etti. Hem de sulh zamanında! Büyük yaratıcılık!
ALEX
Futbolu aslında yalnız güzellikleriyle hatırlayabilsek keşke! Kim ne derse desin tüm Türkiye'nin aklı Alex'te kaldı. Evini boşaltırken yanında en son ben vardım. Hooijdonk’u da ünlü amigo Paşalı Birol'la birlikte havalimanından son uğurlayan kişiydim. Mühim olan bir futbolcunun nasıl geldiği değil, nasıl gittiğidir. Havaalanlarında yüzbin kişiyle star karşılamak kolaydır. Ama şimdiden herkese söyleyeyim, kim ne derse desin bu ülke sonunda Alex'e jübile yapacak. Bu sevgi seli öyle kolay kolay rafa kaldırılıp unutturulamaz. LigTV’de onun eski gollerini izlerken bile gözlerim yaşarıyor…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)