Hangisinden ve nereden başlasam bilemiyorum. “Avusturya Lisesi’nin Nazlıcan Özkan’a Yaşattıkları” başlıklı makaleme o kadar çok destek ve tepki geldi ki, tamamını okuyabilmeniz için kitap yazılır! Bu nedenle en azından hangi kapsama alanında sözler sarfedildiğini aktarmak istedim.
Öncelikle şunu belirteyim: Bu konu her ne kadar defalarca medyada işlenmiş olsa da, demek ki bu sütunda çıkan bir yazı çok daha etkili oluyor ve o Kurumun içinde şimşekler çakabiliyor. Bu yalnız bir tespit! İşe Lise adına, 2010 yılına kadar Lise’nin Müdürlüğünü yapmakta olan Franz Kangler’in iletisinden başlayayım. Herr Kangler, bana ağır sitemlerde bulunan diğer bazı AL (Avusturya Lisesi) liler gibi, önce neden her iki tarafla konuşmadığımı soruyor. Aslında mühim olan bu görüşlerin de duyulması. Çünkü ortada net bir mağdur var. Sonuçta tahminlerimde yanılmamışım. Yazı çıktıktan sonra hatırlattığım iddiaların hiç birine net bir red yanıtı verilemediği gibi, bana ulaşan bir çok destekleyici bilgi ve anekdot da AL’nin bu konudaki zayıf yapısını gözler önüne seriyor. Kangler şunları söylüyor: “Nazlıcan’ın bir Güzel Sanatlar Lisesi’ne geçmek istediğini öğrendiğimizde, kendisini bundan vazgeçirmeye çalıştık. Bu konuyla ilgili olarak annesine birçok kez telefonla ulaşmaya çalıştık ancak aile yaşanan siyasi sorunlar nedeniyle telefonlarını açmadı.”. Bu sav, Nazlıcan ve annesi Arzu Durukan tarafından red ediliyor: “Yeryüzünde çocuğunun eğitimini aksatmak, yarım kalmasını sağlayacak Anne var mıdır bilemiyorum, ama ben o anne değilim... Okul kızımı taciz edince, ben de Müdüre hanımla görüşmeye gittim. Bana ‘çok haklısınız, bu Avusturyalı öğretmenler, ülkelerinin dağ köylerinden gelip boğazda yaşamaya başlayınca, bizim çocuklarımızı beğenmiyorlar ve eziyet ediyorlar. Biz oralarda öğretmenlik yapsak, onların çocuklarına Nazlıcan’a yapılan muameleyi yaptırırlar mı? Anında kapıya koyarlar. Ama yapabileceğimiz bir şey yok, Nazlıcan’ı istemiyorlar’ dedi. Ben de ‘ruh sağlığı nedeniyle o zaman daha fazla kalmasın’ dedim”.
Burada bir parantez açalım: Mesela Bekir Çoşkun isteyerek mi çıktı Gazetesi’nden? Tufan Türenç, kendi arzusu ile mi yazılarına “ara verdi” ? Bunlara inanıp, Lafonten’i çok seviyorsanız, ekleyecek söz olmaz. Bunlara inanmıyorsanız da, o zaman Nazlıcan ve ailesinin başına gelenleri belki görürsünüz! Nazlıcan ise, okulun 2010 Ağustos’unda ilk haber çıktığında, savunmasında afallayıp, yaşananları kabul ettiğini, daha sonraları kendi kendilerini yalanladıklarını hiç düşünemediklerini söylüyor. Ayrıca Kangler’in, “Nazi tavrı” olarak gördüğüm olaylara yanıt verirken, “1953 doğumlu öğretmenler hakkında” (!) bu lafların söylenmesini eleştirmesini aciz ve komik bir savunma olarak görüyor. Haksız mı? Öncelikle birilerinin acilen AL lilere 2012 de bu dünyada hala Kemalistler de, Naziler de olduğunu kulaklarına fısıldaması gerek!!
Benzer savlarla, mezun oldukları Lise’yi bu işin ortasında savunmaya kalkışanlara da bir yere kadar saygı duyuyorum. Ama onlar da bazen mantıklarını kaybediyorlar: Ayda Zorbozan gibi! “Sanmayın ki dünyada en acı olay, Nazlıcan’ın başına gelmiştir. Nice arkadaşlarım okurken ailelerini kaybetmiş ... ve Nazlıcan gibi çarşamba günleri de ailelerini görememiştir”. İnsaf artık ! Bu mudur okulun seviyesi? AL liler Derneği Başkanı Nurhan Azizoğlu, Nazlıcan’ın sanki durup dururken kendi arzusuyla ayrıldığını savunurken, bir diğer AL li, M.Mert Halepli, Nazlıcan’ı suçladıktan sonra bile Matematik öğretmeni ile ilgili, kendi başına gelen benzer travmaları aktarmaktan geri kalamıyor!
Size bir itirafta bulunayım mi? Bu olay vesilesiyle bana yollananlar arasında bırakın Nazlıcan’a hak vermeyi, kendi örneklerinden yola çıkarak AL’yi topa tutanlar herhalde çoğunlukta! Basında, Yeni Şafak’tan Salih Tuna da bana destek verirken, AL camiasından Murat Baktır gibi bazıları isim vermiş: “ Belki de anne-babalarımızın güvenlerini sömürdüler. Hatırladıklarım, özel sınavlardan geçerek seçilmiş onca arkadaşımın o okulda yok olması. Öğrenimlerini başka yerlerde geçirmeleri ve vakit kaybetmelerini takiple geçti. (Kayıp gençlik)”. Okulla davalı olanlar, adını kullandırmadan inanılmaz şikayetlerini detaylarıyla aktaranlar da cabası. Gerçek demokrat dostum Cüneyt Yüksel ise, okulun mezunlarına sesleniyor: “Var mısınız gerçeklerin ortaya çıkması için bu işin üzerine gitmeye?”
Keşke AL’den bir kaç kişi de, bu kabusun bir paralel evren kayması olduğunu, bunların yaşanmadığını, kızımızın mağdur edilmediğini, eşyalarının pencerelerden atılmadığını, uzaklaştırılmasının yalnış anlama olduğunu söyleyebilselerdi... Zaten ülkem keşkelerle dolu değil mi?
Öncelikle şunu belirteyim: Bu konu her ne kadar defalarca medyada işlenmiş olsa da, demek ki bu sütunda çıkan bir yazı çok daha etkili oluyor ve o Kurumun içinde şimşekler çakabiliyor. Bu yalnız bir tespit! İşe Lise adına, 2010 yılına kadar Lise’nin Müdürlüğünü yapmakta olan Franz Kangler’in iletisinden başlayayım. Herr Kangler, bana ağır sitemlerde bulunan diğer bazı AL (Avusturya Lisesi) liler gibi, önce neden her iki tarafla konuşmadığımı soruyor. Aslında mühim olan bu görüşlerin de duyulması. Çünkü ortada net bir mağdur var. Sonuçta tahminlerimde yanılmamışım. Yazı çıktıktan sonra hatırlattığım iddiaların hiç birine net bir red yanıtı verilemediği gibi, bana ulaşan bir çok destekleyici bilgi ve anekdot da AL’nin bu konudaki zayıf yapısını gözler önüne seriyor. Kangler şunları söylüyor: “Nazlıcan’ın bir Güzel Sanatlar Lisesi’ne geçmek istediğini öğrendiğimizde, kendisini bundan vazgeçirmeye çalıştık. Bu konuyla ilgili olarak annesine birçok kez telefonla ulaşmaya çalıştık ancak aile yaşanan siyasi sorunlar nedeniyle telefonlarını açmadı.”. Bu sav, Nazlıcan ve annesi Arzu Durukan tarafından red ediliyor: “Yeryüzünde çocuğunun eğitimini aksatmak, yarım kalmasını sağlayacak Anne var mıdır bilemiyorum, ama ben o anne değilim... Okul kızımı taciz edince, ben de Müdüre hanımla görüşmeye gittim. Bana ‘çok haklısınız, bu Avusturyalı öğretmenler, ülkelerinin dağ köylerinden gelip boğazda yaşamaya başlayınca, bizim çocuklarımızı beğenmiyorlar ve eziyet ediyorlar. Biz oralarda öğretmenlik yapsak, onların çocuklarına Nazlıcan’a yapılan muameleyi yaptırırlar mı? Anında kapıya koyarlar. Ama yapabileceğimiz bir şey yok, Nazlıcan’ı istemiyorlar’ dedi. Ben de ‘ruh sağlığı nedeniyle o zaman daha fazla kalmasın’ dedim”.
Burada bir parantez açalım: Mesela Bekir Çoşkun isteyerek mi çıktı Gazetesi’nden? Tufan Türenç, kendi arzusu ile mi yazılarına “ara verdi” ? Bunlara inanıp, Lafonten’i çok seviyorsanız, ekleyecek söz olmaz. Bunlara inanmıyorsanız da, o zaman Nazlıcan ve ailesinin başına gelenleri belki görürsünüz! Nazlıcan ise, okulun 2010 Ağustos’unda ilk haber çıktığında, savunmasında afallayıp, yaşananları kabul ettiğini, daha sonraları kendi kendilerini yalanladıklarını hiç düşünemediklerini söylüyor. Ayrıca Kangler’in, “Nazi tavrı” olarak gördüğüm olaylara yanıt verirken, “1953 doğumlu öğretmenler hakkında” (!) bu lafların söylenmesini eleştirmesini aciz ve komik bir savunma olarak görüyor. Haksız mı? Öncelikle birilerinin acilen AL lilere 2012 de bu dünyada hala Kemalistler de, Naziler de olduğunu kulaklarına fısıldaması gerek!!
Benzer savlarla, mezun oldukları Lise’yi bu işin ortasında savunmaya kalkışanlara da bir yere kadar saygı duyuyorum. Ama onlar da bazen mantıklarını kaybediyorlar: Ayda Zorbozan gibi! “Sanmayın ki dünyada en acı olay, Nazlıcan’ın başına gelmiştir. Nice arkadaşlarım okurken ailelerini kaybetmiş ... ve Nazlıcan gibi çarşamba günleri de ailelerini görememiştir”. İnsaf artık ! Bu mudur okulun seviyesi? AL liler Derneği Başkanı Nurhan Azizoğlu, Nazlıcan’ın sanki durup dururken kendi arzusuyla ayrıldığını savunurken, bir diğer AL li, M.Mert Halepli, Nazlıcan’ı suçladıktan sonra bile Matematik öğretmeni ile ilgili, kendi başına gelen benzer travmaları aktarmaktan geri kalamıyor!
Size bir itirafta bulunayım mi? Bu olay vesilesiyle bana yollananlar arasında bırakın Nazlıcan’a hak vermeyi, kendi örneklerinden yola çıkarak AL’yi topa tutanlar herhalde çoğunlukta! Basında, Yeni Şafak’tan Salih Tuna da bana destek verirken, AL camiasından Murat Baktır gibi bazıları isim vermiş: “ Belki de anne-babalarımızın güvenlerini sömürdüler. Hatırladıklarım, özel sınavlardan geçerek seçilmiş onca arkadaşımın o okulda yok olması. Öğrenimlerini başka yerlerde geçirmeleri ve vakit kaybetmelerini takiple geçti. (Kayıp gençlik)”. Okulla davalı olanlar, adını kullandırmadan inanılmaz şikayetlerini detaylarıyla aktaranlar da cabası. Gerçek demokrat dostum Cüneyt Yüksel ise, okulun mezunlarına sesleniyor: “Var mısınız gerçeklerin ortaya çıkması için bu işin üzerine gitmeye?”
Keşke AL’den bir kaç kişi de, bu kabusun bir paralel evren kayması olduğunu, bunların yaşanmadığını, kızımızın mağdur edilmediğini, eşyalarının pencerelerden atılmadığını, uzaklaştırılmasının yalnış anlama olduğunu söyleyebilselerdi... Zaten ülkem keşkelerle dolu değil mi?
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..