Fenerbahce kendisi icin hayati onem tasiyan maca Alex ve Saw un sakatliklari disinda Emresiz baslarken aklima takilan soru suydu: Turk futbol tarihinin asirlik omrunde daha once Emre'ye oldugu gibi cumartesi teblig edilen bir tedbir karari gormus muydu? Yoksa bu da Fenerbahce'ye karsi olusan genel "ozel yetkili" durumlarin bir devami mahiyetinde miydi?
Fenerbahce maca oyun kurucudan yoksun olmanin getirdigi stresle basladi. bir ise yaramayan yaraticiliktan yoksun sozde dikey paslar ve kimin ne ise yarayacaginin anlasilamadigi Bir genel belirsizlik suruyordu. Mac olagan bir orta saha el ense hareketleriyle devam ederken, Edu'nun Volkan'a yaptigi sakatlayici faul akil almaz bir provakasyondu. Neyse ki on dakika acilar icinde kivrananVolkan ayaga kalkabildi. Besiktas oyunu gereksiz yere gerip sari kartlari biriktirirken Fenerbahce ozellikle ileri hatlarda yildiz oyuncu eksikligini seri kosular ve bolgesel yardimlasmalarla da bir turlu gideremiyordu. Baroni'nin 30m den kullandigi zimba frikigin Rustu'nun elinden ve direkten disari cikmasi buyuk sanssizlikti.
İkinci yarinin basiyla dramatik enstanteler birbirini takip etti. 52. Dakikada Stoch'un ortasina Caner'in vurdugu nefis voleyi Rustu akil almaz bir refleksle cikardiktan sonra, hemen ardindan İbrahim Toraman'in kafayka indirdigi topu Egemen 1 metreden aglara birakti. Besiktaslilarin gol sevinci henuz gecmeden Stoch'un yerden Rustu'nun soluna mihladigi muhtesem frikik sari lacivertlilere beraberligi getirdi. Volkan'in 74. Dakikada Quaresma'nin nefis trivela sutunu parmaklarinin ucuyla cikarmasi tatli bir mucizeydi. Macin sonlari yaklasirken Besiktas sasirtici bir sekilde orta sahayi eline almisti ve defalarca Fenerbahce kalesini bunaltti. Ancak ikinci yarida gec de olsa dogru degisiklikleri yapan Kocaman, sari lacivertlilerin ya hep ya hic seklinde golu dusunen Bienvenue ve Dia'nin da katkilariyla oyunu kritik dakikalarda inancla Besiktas ceza sahasina indirmis oldu. Stoch'un kornerinden dogan karambolde Egemen nefis bir kafayla (!) ust aglari bulurken Galatasaray'in sampiyonlugu icin ugrasan tum Trabzon camiasinin ahini almis oldu! Sahi Burak'in neden cumartesi oynamadiginin mantigini izah edebilen beri gelsin!
Fbahce, onca eksigine ragmen bu maci kucuk mucizelerle lehine cevirerek Turkiye'nin ucte ikisine soguk terler dokturmeye devam etti. Helal olsun!
29 Nisan 2012 Pazar
Fenerbahce Mucizesi! / Bedri Baykam
Fenerbahce Mucizesi! / Bedri Baykam
Fenerbahce kendisi icin hayati onem tasiyan maca Alex ve Saw un sakatliklari disinda Emresiz baslarken aklima takilan soru suydu: Turk futbol tarihinin asirlik omrunde daha once Emre'ye oldugu gibi cumartesi teblig edilen bir tedbir karari gormus muydu? Yoksa bu da Fenerbahce'ye karsi olusan genel "ozel yetkili" durumlarin bir devami mahiyetinde miydi? Fenerbahce maca oyun kurucudan yoksun olmanin getirdigi stresle basladi. bir ise yaramayan yaraticiliktan yoksun sozde dikey paslar ve kimin ne ise yarayacaginin anlasilamadigi Bir genel belirsizlik suruyordu. Mac olagan bir orta saha el ense hareketleriyle devam ederken, Edu'nun Volkan'a yaptigi sakatlayici faul akil almaz bir provakasyondu. Neyse ki on dakika acilar icinde kivrananVolkan ayaga kalkabildi. Besiktas oyunu gereksiz yere gerip sari kartlari biriktirirken Fenerbahce ozellikle ileri hatlarda yildiz oyuncu eksikligini seri kosular ve bolgesel yardimlasmalarla da bir turlu gideremiyordu. Baroni'nin 30m den kullandigi zimba frikigin Rustu'nun elinden ve direkten disari cikmasi buyuk sanssizlikti. İkinci yarinin basiyla dramatik enstanteler birbirini takip etti. 52. Dakikada Stoch'un ortasina Caner'in vurdugu nefis voleyi Rustu akil almaz bir refleksle cikardiktan sonra, hemen ardindan İbrahim Toraman'in kafayka indirdigi topu Egemen 1 metreden aglara birakti. Besiktaslilarin gol sevinci henuz gecmeden Stoch'un yerden Rustu'nun soluna mihladigi muhtesem frikik sari lacivertlilere beraberligi getirdi. Volkan'in 74. Dakikada Quaresma'nin nefis trivela sutunu parmaklarinin ucuyla cikarmasi tatli bir mucizeydi. Macin sonlari yaklasirken Besiktas sasirtici bir sekilde orta sahayi eline almisti ve defalarca Fenerbahce kalesini bunaltti. Ancak ikinci yarida gec de olsa dogru degisiklikleri yapan Kocaman, sari lacivertlilerin ya hep ya hic seklinde golu dusunen Bienvenue ve Dia'nin da katkilariyla oyunu kritik dakikalarda inancla Besiktas ceza sahasina indirmis oldu. Stoch'un kornerinden dogan karambolde Egemen nefis bir kafayla (!) ust aglari bulurken Galatasaray'in sampiyonlugu icin ugrasan tum Trabzon camiasinin ahini almis oldu! Sahi Burak'in neden cumartesi oynamadiginin mantigini izah edebilen beri gelsin! Fbahce, onca eksigine ragmen bu maci kucuk mucizelerle lehine cevirerek Turkiye'nin ucte ikisine soguk terler dokturmeye devam etti. Helal olsun!
26 Nisan 2012 Perşembe
FENER’İN MÜKEMMEL KOŞUSU… / Bedri Baykam
Herhalde Eylül ayı başlarında lige henüz start verilmemişken hiç kimse, sarı-lacivertlilerin bu sezon hem ligde hem kupada finale çıkacağını tahmin edemezdi. Ama bu aynen böyle oldu. Ligde süper finalde GSaray’ın ensesine yapıştıktan sonra, dün de kupada Karabükspor’u saf dışı bırakarak finale çıktı. Bu gerçekten takım ruhu ve dayanışmasının, azmin zaferi her şeyden evvel.
Sürekli kupa başarısızlıkları espri konusu olan Fenerbahçe aslında kupada hiç de fena istatistiklere sahip değil. 14. Kere finale çıkan sarı lacivertliler, Kupanın ebedi puan cetvelinde en az ilk üçte yer alıyor. Hatta 2. çıksa şaşırmam. Ama tarih finalde kaybedenleri hatırlamak istemiyor. Umarım 50. Yıl finali farklı olsun! Çünkü tarihin bu yıl bu takımın verdiği olağanüstü savaşı her açıdan kayda alması lazım!
Fenerbahçe maça çok iyi başlamadı. Daha önce ligde kendisini deplasmandan yenmiş olan rakibine karşı her şeyden önce temkinli oynamak istiyordu. Sarı lacivertliler maça yarısı yedek sayılabilecek oyunculardan kurulu kadrosuyla çıktı. Orhan Şam’ın sağ taraftan yaptığı bindirmeler sarı lacivertlileri biraz hareketlendirirken Karabük, Mehmet Yıldız ve Cernart ile gol yollarını kovaladı. Yılın dışlanmış oyuncusu ve bana göre Fenerbahçe’nin öz altın değeri olan Semih Şentürk 36. dakikada kendi yaptırdığı frikiği 1. sınıf muhteşem bir vuruşla gole çevirirken O’nun adına ne kadar sevindiğimi anlatamam. Semih bu golüyle finalin kapısını açarak umarım kontratının uzamasının önünü açtı.
Sürekli kupa başarısızlıkları espri konusu olan Fenerbahçe aslında kupada hiç de fena istatistiklere sahip değil. 14. Kere finale çıkan sarı lacivertliler, Kupanın ebedi puan cetvelinde en az ilk üçte yer alıyor. Hatta 2. çıksa şaşırmam. Ama tarih finalde kaybedenleri hatırlamak istemiyor. Umarım 50. Yıl finali farklı olsun! Çünkü tarihin bu yıl bu takımın verdiği olağanüstü savaşı her açıdan kayda alması lazım!
Fenerbahçe maça çok iyi başlamadı. Daha önce ligde kendisini deplasmandan yenmiş olan rakibine karşı her şeyden önce temkinli oynamak istiyordu. Sarı lacivertliler maça yarısı yedek sayılabilecek oyunculardan kurulu kadrosuyla çıktı. Orhan Şam’ın sağ taraftan yaptığı bindirmeler sarı lacivertlileri biraz hareketlendirirken Karabük, Mehmet Yıldız ve Cernart ile gol yollarını kovaladı. Yılın dışlanmış oyuncusu ve bana göre Fenerbahçe’nin öz altın değeri olan Semih Şentürk 36. dakikada kendi yaptırdığı frikiği 1. sınıf muhteşem bir vuruşla gole çevirirken O’nun adına ne kadar sevindiğimi anlatamam. Semih bu golüyle finalin kapısını açarak umarım kontratının uzamasının önünü açtı.
Maçın 2. Yarısının hemen başında Karabük’ün tecrübeli santrforu Mehmet Yıldız’la karşı karşıya kalan kaleci Mert, bu golü kurtararak maçın gidişatını kurtardı. Zaten hemen ardından Dia’nın ayağından ağlara giden golle de maç koptu gitti. Oyunun geri kalan dakikalarında, sarı lacivertli oyuncular, son haftalarda giderek artan form grafiklerini teyid edercesine mükemmel şekilde kurdukları üçgenler ve pas grafikleriyle tam puan aldılar. 3. bir gol getiremese de 2. Yarıdaki oyunlarıyla sarı lacivertliler 2 kupaya birden ulaşmaya hazır olduklarını dosta düşmana duyurdular. Bu başlı başına unutulmaz bir performanstır ve umarım hak ettiği taçlandırmayı bulur.
FENER’İN MÜKEMMEL KOŞUSU… / Bedri Baykam
Herhalde Eylül ayı başlarında lige henüz start verilmemişken hiç kimse, sarı-lacivertlilerin bu sezon hem ligde hem kupada finale çıkacağını tahmin edemezdi. Ama bu aynen böyle oldu. Ligde süper finalde GSaray’ın ensesine yapıştıktan sonra, dün de kupada Karabükspor’u saf dışı bırakarak finale çıktı. Bu gerçekten takım ruhu ve dayanışmasının, azmin zaferi her şeyden evvel.
Sürekli kupa başarısızlıkları espri konusu olan Fenerbahçe aslında kupada hiç de fena istatistiklere sahip değil. 14. Kere finale çıkan sarı lacivertliler, Kupanın ebedi puan cetvelinde en az ilk üçte yer alıyor. Hatta 2. çıksa şaşırmam. Ama tarih finalde kaybedenleri hatırlamak istemiyor. Umarım 50. Yıl finali farklı olsun! Çünkü tarihin bu yıl bu takımın verdiği olağanüstü savaşı her açıdan kayda alması lazım!
Fenerbahçe maça çok iyi başlamadı. Daha önce ligde kendisini deplasmandan yenmiş olan rakibine karşı her şeyden önce temkinli oynamak istiyordu. Sarı lacivertliler maça yarısı yedek sayılabilecek oyunculardan kurulu kadrosuyla çıktı. Orhan Şam’ın sağ taraftan yaptığı bindirmeler sarı lacivertlileri biraz hareketlendirirken Karabük, Mehmet Yıldız ve Cernart ile gol yollarını kovaladı. Yılın dışlanmış oyuncusu ve bana göre Fenerbahçe’nin öz altın değeri olan Semih Şentürk 36. dakikada kendi yaptırdığı frikiği 1. sınıf muhteşem bir vuruşla gole çevirirken O’nun adına ne kadar sevindiğimi anlatamam. Semih bu golüyle finalin kapısını açarak umarım kontratının uzamasının önünü açtı.
Sürekli kupa başarısızlıkları espri konusu olan Fenerbahçe aslında kupada hiç de fena istatistiklere sahip değil. 14. Kere finale çıkan sarı lacivertliler, Kupanın ebedi puan cetvelinde en az ilk üçte yer alıyor. Hatta 2. çıksa şaşırmam. Ama tarih finalde kaybedenleri hatırlamak istemiyor. Umarım 50. Yıl finali farklı olsun! Çünkü tarihin bu yıl bu takımın verdiği olağanüstü savaşı her açıdan kayda alması lazım!
Fenerbahçe maça çok iyi başlamadı. Daha önce ligde kendisini deplasmandan yenmiş olan rakibine karşı her şeyden önce temkinli oynamak istiyordu. Sarı lacivertliler maça yarısı yedek sayılabilecek oyunculardan kurulu kadrosuyla çıktı. Orhan Şam’ın sağ taraftan yaptığı bindirmeler sarı lacivertlileri biraz hareketlendirirken Karabük, Mehmet Yıldız ve Cernart ile gol yollarını kovaladı. Yılın dışlanmış oyuncusu ve bana göre Fenerbahçe’nin öz altın değeri olan Semih Şentürk 36. dakikada kendi yaptırdığı frikiği 1. sınıf muhteşem bir vuruşla gole çevirirken O’nun adına ne kadar sevindiğimi anlatamam. Semih bu golüyle finalin kapısını açarak umarım kontratının uzamasının önünü açtı.
Maçın 2. Yarısının hemen başında Karabük’ün tecrübeli santrforu Mehmet Yıldız’la karşı karşıya kalan kaleci Mert, bu golü kurtararak maçın gidişatını kurtardı. Zaten hemen ardından Dia’nın ayağından ağlara giden golle de maç koptu gitti. Oyunun geri kalan dakikalarında, sarı lacivertli oyuncular, son haftalarda giderek artan form grafiklerini teyid edercesine mükemmel şekilde kurdukları üçgenler ve pas grafikleriyle tam puan aldılar. 3. bir gol getiremese de 2. Yarıdaki oyunlarıyla sarı lacivertliler 2 kupaya birden ulaşmaya hazır olduklarını dosta düşmana duyurdular. Bu başlı başına unutulmaz bir performanstır ve umarım hak ettiği taçlandırmayı bulur.
24 Nisan 2012 Salı
Balyoz Davası Yürek Burkuyor… / Bedri Baykam / 24 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Değerli okurlarım, haftada bir yazarak Türkiye’nin çılgın gündemini yakalamam çok zor. Öncelikle her birinizin ve sevgili çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarım. Size iki hafta 12 Eylül’ü yazdım; o aradaki günlerde Sanatçılar Girişimi’nden dostlarımla beraber Silivri’ye gittik. O gün daha çok Ergenekon 2 davasını izledik. Ümit Zileli ile Balyoz davasını da izleme fırsatı bulduk. O gün belleğimize kazınan görüntüler inanılmazdı. Yüzlerce her rütbeden subay, içlerinde sessiz tepki, suratlarında gururlarını elden bırakmayan kararlı ifadeleri, kimi arkalarına döndükleri anlarda da sevgili ailelerine, eşlerine, çocuklarına, sevgililerine attıkları aşk dolu bakışları… Elimizde maalesef o mantık dışı anların görüntüleri olmayacak. Nedeni meçhul! Bunlar iddia edildiği gibi demokrasi düşmanları hakkında davalar ise, o zaman “ibretlik” diye takip edilmeleri gerekmez mi?
Bugün beynimi alt üst eden ve belki otuz sene sonra bir yönetmenin tekrar kurgulayıp insanlık onurunun arşivine teslim edeceği bu görüntülere, şayet Silivri’ye gitmezseniz hiçbir zaman ulaşamayacaksınız! Bugün yazım için üç subayımızın basına ulaştırdıkları savunma metinlerinden birkaç bölüm seçtim; mecburî kısaltmalarım için özür dilerim.
“Ben bir yılı aşkın bir süredir Hasdal Askeri Cezaevinde tutuklu Tuğamiral Turgay Erdağ. Bir yıldır eşimi ve 12 yaşındaki oğlumu ayda bir kez görebiliyorum. Bir kez ve sadece bir saat. Seksenli yaşlarını yaşayan anne ve babamı bu bir yılda sadece bir kez görebildim. Biz neden tutuklandık, biliyor musunuz? Delillerin iki yıldır toplanamamış olması nedeniyle tutuklandık. Henüz toplanamamış delilleri karartma ihtimaliyle tutuklandık. Bulunduğumuz mesleki konum nedeniyle tutuklandık. Hepimiz kendi irademizle koşa koşa yargı karşısına geldiğimiz halde kaçma şüphemiz olduğu için tutuklandık. Suçlandığımız konu, yasadaki katalog suç tanımı içinde yer alıyor diye tutuklandık. Bizi suçlayan sözde delillerin sahte olduğunu 1500’den fazla maddi olgu ile kanıtlamamıza, yurt içi ve yurt dışı üniversite ve bilimsel kuruluşlardan bu dijital verilerin sahte olduğuna ilişkin raporlar almamıza rağmen, hakkımızda kuvvetli suç şüphesi olduğu için tutuklandık.(…) Gelin; hani biz camileri bombalayacaktık ya, o bombalamayı yapacağı iddia edilen insanların, bu iddiayı nasıl rezil ettiğini görmeye gelin.“
Kurmay Albay Murat Özenalp’ın ifadesi:
“(…)Diğer bir husus ise dava sürecinde her gün televizyon ve gazetelerde sözde demokrasiden, insan haklarından ve hukukun üstünlüğünden bahseden ön yargılı bir kesimin bizleri toplumun önünde yargısız ve hevesle infaz eden ilk kişiler olmasıdır. (…) Toplumun bir kesiminin kafasında var olan ‘Askerdir, vardır bir şey’ gibi gerçeği perdeleyen ön yargılardan faydalanılarak ‘cami bombalayacaklardı, kendi uçağımızı düşüreceklerdi’ gibi tamamen uydurma dijital verilerle kamuoyunda öyle yoğun bir algı yaratıldı ki ‘acaba’ bile denmesine fırsat bırakılmadan halkımız suçlu olduğumuza inandırılmaya çalışıldı. (…) Tüm bu gelişen olaylar karşısında insanın ‘karar verilmiş, mahkeme bir formalite’ diye düşünmemesi mümkün mü? “
“Ben BALYOZ davası sanıklarından Tuğamiral Ali Sadi Ünsal. 7 aydır tutukluyum. (…) Keşke CMK 183 kısıtlaması olmasa da altında 50.000 kişinin imzası bulunan ve davaların TV veya radyodan canlı yayınlanması talebini içeren öneri gerçekleşebilse. Bu davalar bir gün dâhi canlı yayınlansa Türkiye’de algılar değişecek ve kamuoyu tüm gerçeği görecektir. (…) Donanma Komutanlığı İstihbarat ve İKK Şube Müdürlüğü’nde 06 Aralık 2010 tarihinde yapılan aramaya ilişkin her şeyi kamuoyu bilmiyor. Özellikle bir kısım televizyon yayınlarında tekrar tekrar verilen arama görüntüleri ve bu görüntülere yapıştırılan ‘şehvetli’ yorumlar taraflı gazeteler ve sosyal medyanın da desteği ile ‘kamuoyunda yanlış ve tek yönlü algının’ oluşturulmasını sağlamış, böylece bu olayın gerçekliğinin sorgulanması önlenmiştir. (…) Şimdiye kadar başka davalar kapsamında birçok askeri personelin evleri/lojmanları yatak odalarına varıncaya kadar didik didik aranırken, bu operasyonda soruşturma “CASUSLUK” olmasına rağmen askeri veya sivil savcılar tarafından anılan şubede görevli 8 personel ile kontrolsüz denetimsiz kalmış ‘meşhur odaya’ girebilecek konumda olan MEBS ve Harekât Başkanlığı personelinden hiçbirinin şahsi bilgisayarları incelenmemiş, evleri, arabaları aranmamış ve DNA SWAP ve parmak izleri alınmamıştır.”
Balyoz Davası Yürek Burkuyor… / Bedri Baykam / 24 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Değerli okurlarım, haftada bir yazarak Türkiye’nin çılgın gündemini yakalamam çok zor. Öncelikle her birinizin ve sevgili çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarım. Size iki hafta 12 Eylül’ü yazdım; o aradaki günlerde Sanatçılar Girişimi’nden dostlarımla beraber Silivri’ye gittik. O gün daha çok Ergenekon 2 davasını izledik. Ümit Zileli ile Balyoz davasını da izleme fırsatı bulduk. O gün belleğimize kazınan görüntüler inanılmazdı. Yüzlerce her rütbeden subay, içlerinde sessiz tepki, suratlarında gururlarını elden bırakmayan kararlı ifadeleri, kimi arkalarına döndükleri anlarda da sevgili ailelerine, eşlerine, çocuklarına, sevgililerine attıkları aşk dolu bakışları… Elimizde maalesef o mantık dışı anların görüntüleri olmayacak. Nedeni meçhul! Bunlar iddia edildiği gibi demokrasi düşmanları hakkında davalar ise, o zaman “ibretlik” diye takip edilmeleri gerekmez mi?
Bugün beynimi alt üst eden ve belki otuz sene sonra bir yönetmenin tekrar kurgulayıp insanlık onurunun arşivine teslim edeceği bu görüntülere, şayet Silivri’ye gitmezseniz hiçbir zaman ulaşamayacaksınız! Bugün yazım için üç subayımızın basına ulaştırdıkları savunma metinlerinden birkaç bölüm seçtim; mecburî kısaltmalarım için özür dilerim.
“Ben bir yılı aşkın bir süredir Hasdal Askeri Cezaevinde tutuklu Tuğamiral Turgay Erdağ. Bir yıldır eşimi ve 12 yaşındaki oğlumu ayda bir kez görebiliyorum. Bir kez ve sadece bir saat. Seksenli yaşlarını yaşayan anne ve babamı bu bir yılda sadece bir kez görebildim. Biz neden tutuklandık, biliyor musunuz? Delillerin iki yıldır toplanamamış olması nedeniyle tutuklandık. Henüz toplanamamış delilleri karartma ihtimaliyle tutuklandık. Bulunduğumuz mesleki konum nedeniyle tutuklandık. Hepimiz kendi irademizle koşa koşa yargı karşısına geldiğimiz halde kaçma şüphemiz olduğu için tutuklandık. Suçlandığımız konu, yasadaki katalog suç tanımı içinde yer alıyor diye tutuklandık. Bizi suçlayan sözde delillerin sahte olduğunu 1500’den fazla maddi olgu ile kanıtlamamıza, yurt içi ve yurt dışı üniversite ve bilimsel kuruluşlardan bu dijital verilerin sahte olduğuna ilişkin raporlar almamıza rağmen, hakkımızda kuvvetli suç şüphesi olduğu için tutuklandık.(…) Gelin; hani biz camileri bombalayacaktık ya, o bombalamayı yapacağı iddia edilen insanların, bu iddiayı nasıl rezil ettiğini görmeye gelin.“
Kurmay Albay Murat Özenalp’ın ifadesi:
“(…)Diğer bir husus ise dava sürecinde her gün televizyon ve gazetelerde sözde demokrasiden, insan haklarından ve hukukun üstünlüğünden bahseden ön yargılı bir kesimin bizleri toplumun önünde yargısız ve hevesle infaz eden ilk kişiler olmasıdır. (…) Toplumun bir kesiminin kafasında var olan ‘Askerdir, vardır bir şey’ gibi gerçeği perdeleyen ön yargılardan faydalanılarak ‘cami bombalayacaklardı, kendi uçağımızı düşüreceklerdi’ gibi tamamen uydurma dijital verilerle kamuoyunda öyle yoğun bir algı yaratıldı ki ‘acaba’ bile denmesine fırsat bırakılmadan halkımız suçlu olduğumuza inandırılmaya çalışıldı. (…) Tüm bu gelişen olaylar karşısında insanın ‘karar verilmiş, mahkeme bir formalite’ diye düşünmemesi mümkün mü? “
“Ben BALYOZ davası sanıklarından Tuğamiral Ali Sadi Ünsal. 7 aydır tutukluyum. (…) Keşke CMK 183 kısıtlaması olmasa da altında 50.000 kişinin imzası bulunan ve davaların TV veya radyodan canlı yayınlanması talebini içeren öneri gerçekleşebilse. Bu davalar bir gün dâhi canlı yayınlansa Türkiye’de algılar değişecek ve kamuoyu tüm gerçeği görecektir. (…) Donanma Komutanlığı İstihbarat ve İKK Şube Müdürlüğü’nde 06 Aralık 2010 tarihinde yapılan aramaya ilişkin her şeyi kamuoyu bilmiyor. Özellikle bir kısım televizyon yayınlarında tekrar tekrar verilen arama görüntüleri ve bu görüntülere yapıştırılan ‘şehvetli’ yorumlar taraflı gazeteler ve sosyal medyanın da desteği ile ‘kamuoyunda yanlış ve tek yönlü algının’ oluşturulmasını sağlamış, böylece bu olayın gerçekliğinin sorgulanması önlenmiştir. (…) Şimdiye kadar başka davalar kapsamında birçok askeri personelin evleri/lojmanları yatak odalarına varıncaya kadar didik didik aranırken, bu operasyonda soruşturma “CASUSLUK” olmasına rağmen askeri veya sivil savcılar tarafından anılan şubede görevli 8 personel ile kontrolsüz denetimsiz kalmış ‘meşhur odaya’ girebilecek konumda olan MEBS ve Harekât Başkanlığı personelinden hiçbirinin şahsi bilgisayarları incelenmemiş, evleri, arabaları aranmamış ve DNA SWAP ve parmak izleri alınmamıştır.”
22 Nisan 2012 Pazar
Fener'in Arena zaferi. / Bedri Baykam
Bazi maclar, ne diyorduk, futbolun kat be kat otesine tasarlar. İste bu mac onlarin sahiydi! Kimbilir Aziz Yildirim Metriste nasil kutladi bu zaferi!
Casusluk filmlerinde "uyuyan ajan" diye bir sey vardir. Bir gorev alir ve bir kente gidip "is" gelene kadar, kendini unutturup kalabaliga karisir. Ta ki gorev ani gelene kadar... İste 17. dakikada o ana kadar yoklari oynayan ajanimiz Alex aniden uyanir ve tilsimli vurusla gorevini ifa eder. O nefis ara pasla ceza sahasina dalan Ziegler, naz yapmadan, penalti aramadan, vurusunu koseye birakir.. Neden mi penalti aramadigini soyleme ihtiyaci hissettim? Herhalde GSaraylilarin uc dakikada bir Hakemden penalti, kart, faul dilenmelerini gormekten usandigim icin.. İhtiyaci var miydi buna sari kirmizililarin? Aslinda hayir. Macin ilk yarisinin mutlak hakimiydiler. Hizli verkaclarla ozellikle soldan ve ortadan aktilar Fener kalesine. Ama 11 sutun yalniz dordu kaleyi bulurken, kalesinde her zamanki gibi guven sacan Volkan'in varligi onlar adina ciddi sorundu. Volkan 42. Dakikada sakatlandi ve hatta degistir isareti bile verdi. İcimden "su son 3-4 dakika umarim ona pek top gelmez dedim. Sen misin bunu dusunen? Galiba 4 kere daha zorlandi kalan dakikalarda Volkan ama sonucta soyunma odasina gol yemeden gitmeyi basardi. Aslinda Muslera da Baroni nin nefis sutunu doksandan cikarmasa, ilk yari 2/0 bile bitebilirdi. Hem de Fener yanliz iki sut atmisken!
İkinci yariya GSaray yine hizli basladi. Volkan in Necati nin ayagindan yerde cizgide kurtardigi top akillara ziyan bir pozisyondu. Sonra sari kirmizi baski yetmiyormus gibi devreye hakem girdi. Ust uste taclari komik sekilde GSaray a vermeler, yaratilan frikikler, uydurulan kartlar.. Sonunda hakemin tek kalesi sonucinu verdi ve faulle ilgisi olmayan pozisyonda Selcuk frikigi doksana asmayi basardi. Bundan birdakika sonra gelen pozisyonda Aydin 1 saniye farkla bos kaleyi kacirinca devreye Stoch girdi. Fener in cok ender yaptigi kontrataklardan birinde karsi karsiya golu sasirtici bir rahatlikta filelere birakti. Geri kalan 17 dakika Tum Turkiye icin kalp krizi vesilesi olmaktan oteye gecemedi ve ne Fener de panik hatalari ne GSaray' da eriyen dakikalara kattigi bas dondurucu hiz bir ise yaradi! Bu, Fenerbahce'nin sampiyonluk kosusunun ritmini fazlasiyla hissettiren bir macti... Macin yildizi Volkan ve tum sari lacivertli dayanisma idi...
Fener'in Arena zaferi. / Bedri Baykam
Bazi maclar, ne diyorduk, futbolun kat be kat otesine tasarlar. İste bu mac onlarin sahiydi! Kimbilir Aziz Yildirim Metriste nasil kutladi bu zaferi! Casusluk filmlerinde "uyuyan ajan" diye bir sey vardir. Bir gorev alir ve bir kente gidip "is" gelene kadar, kendini unutturup kalabaliga karisir. Ta ki gorev ani gelene kadar... İste 17. dakikada o ana kadar yoklari oynayan ajanimiz Alex aniden uyanir ve tilsimli vurusla gorevini ifa eder. O nefis ara pasla ceza sahasina dalan Ziegler, naz yapmadan, penalti aramadan, vurusunu koseye birakir.. Neden mi penalti aramadigini soyleme ihtiyaci hissettim? Herhalde GSaraylilarin uc dakikada bir Hakemden penalti, kart, faul dilenmelerini gormekten usandigim icin.. İhtiyaci var miydi buna sari kirmizililarin? Aslinda hayir. Macin ilk yarisinin mutlak hakimiydiler. Hizli verkaclarla ozellikle soldan ve ortadan aktilar Fener kalesine. Ama 11 sutun yalniz dordu kaleyi bulurken, kalesinde her zamanki gibi guven sacan Volkan'in varligi onlar adina ciddi sorundu. Volkan 42. Dakikada sakatlandi ve hatta degistir isareti bile verdi. İcimden "su son 3-4 dakika umarim ona pek top gelmez dedim. Sen misin bunu dusunen? Galiba 4 kere daha zorlandi kalan dakikalarda Volkan ama sonucta soyunma odasina gol yemeden gitmeyi basardi. Aslinda Muslera da Baroni nin nefis sutunu doksandan cikarmasa, ilk yari 2/0 bile bitebilirdi. Hem de Fener yanliz iki sut atmisken! İkinci yariya GSaray yine hizli basladi. Volkan in Necati nin ayagindan yerde cizgide kurtardigi top akillara ziyan bir pozisyondu. Sonra sari kirmizi baski yetmiyormus gibi devreye hakem girdi. Ust uste taclari komik sekilde GSaray a vermeler, yaratilan frikikler, uydurulan kartlar.. Sonunda hakemin tek kalesi sonucinu verdi ve faulle ilgisi olmayan pozisyonda Selcuk frikigi doksana asmayi basardi. Bundan birdakika sonra gelen pozisyonda Aydin 1 saniye farkla bos kaleyi kacirinca devreye Stoch girdi. Fener in cok ender yaptigi kontrataklardan birinde karsi karsiya golu sasirtici bir rahatlikta filelere birakti. Geri kalan 17 dakika Tum Turkiye icin kalp krizi vesilesi olmaktan oteye gecemedi ve ne Fener de panik hatalari ne GSaray' da eriyen dakikalara kattigi bas dondurucu hiz bir ise yaradi! Bu, Fenerbahce'nin sampiyonluk kosusunun ritmini fazlasiyla hissettiren bir macti... Macin yildizi Volkan ve tum sari lacivertli dayanisma idi...
17 Nisan 2012 Salı
12 EYLÜL YALANLARI VE ÇELİŞKİLERİ (2) / Bedri Baykam / 17 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Ben 12 Eylül etrafında yaratılan yalanlarla yüklü bulutun 2. yazısını yazamadan, gündem bu sefer 28 Şubat davasına kilitlendi. Aslında ikisinde de sistem farklı değil. Hep, birilerinin önyargılı ve hışım dolu tavırlarıyla “geçmiş” masaya yatırılıyor ve “yüzleşiyoruz” masalıyla belirli bir hedef doğrultusunda dava hemen şekillendiriliyor: Daha başlamadan filmin sonu belli! Hemen medya özel jürileri kuruluyor ve kamuoyu fazla itiraz edemeden mahkeme genel gidişatına şartlanıyor. Gerisi, her konuda bilinen tiyatroların devreye sokulması. Ergenekon, Balyoz, OdaTv, 12 Eylül, 28 Şubat… Ya da yarın şizofreni daha da tavan yaparsa 27 Mayıs veya… 1923! Hepsi aslında aynı torbaya hizmet ediyor: Cumhuriyet tarihinde ister 90 yıl ya da üç saat önce yaşanmış her şeyi, “laik” Türkiye’de İslamcıların görmek istediği gibi yeniden yorumlamak ve bunun sonucu olarak Cumhuriyet tarihinde yaşanan neredeyse her hükümeti “suçlu” ve “demokrasi haini” ilan etmek. Tabii “mağdur” Menderes, Özal, Erbakan ve AKP hükümetleri hariç! Sonuçta Ordu da, CHP de, İnönü de, hatta sağda Demirel de, Mesut Yılmaz da, aynı suçtan (!) muzdarip. “Laik Cumhuriyeti korumak için önlemler almış (ya da aslında alamamış (!)) olmak” Hemen ardından hükümetin yaratıcı suçlamalarıyla “nasıl din düşmanlığı yapıldığı, demokrasiye ihanet edildiği” birbiri ardına sıralanıyor. Sonuçta bugün gücü eline geçiren grup, ülkeyi istediği gibi yönetmekle kalmıyor, geçmişimizde yaşanan her şeyi inkar yoluyla kendine malzeme üretmek için eski günlerin seçmenlerini suçluyor!
Geçen hafta söylediğim gibi, tarih bu iktidar kadar, bir ülkeyi salt geçmişte yaşatarak şizofrenik travma eşliğinde altını üstüne getiren başka bir toprak görmedi. 15-30-60 yıl önceki şartlarda yaşananları, yapılmış yorumları geriye dönük şeytani cadı avı suçlamalarına dönüştürme performansını, bugüne kadar en sağ faşistler veya en uç solcular bile becerememişti! Fransa’ya demokrasi ve düşünce özgürlüğü dersi veren hükümetimiz, iki kuşak önce yaşanmış olaylara getirilen ve dönemlerinde genel kabul görmüş yorumları “suç”a dönüştürerek, dünya kamuoyunun alay konusu ve “anakronizm” şampiyonu olmaya hazırlanıyor…
12 Eylül’e dönersek… ne demiştik? Nedenlerini ve yaptıklarını ayırmak şart! Bugün 12 Eylül’ü analiz ettiğini iddia edenler nasıl ABD’yi ve ünlü “Yeşil Kuşak” teorisini yargılayamıyorlarsa, o günlerde ülkenin neler yaşadığını da tamamen günümüz rüzgarlarına göre uydurarak yazmaktan öteye gidemiyorlar. Özellikle 1976-1980 arası günde 40’a varan sağ-sol cinayetlerin halkta yarattığı yıkımı görmezden geliyorlar. TSK’nın darbeden aylarca önce yaptığı son uyarıyı yok sayılıyor. Ecevit ve Demirel’in “sıfır” diyalogla bir terör yasası çıkaramadıklarını ve bir Cumhurbaşkanı’nın 115 turda seçilemediğini unutturmak istiyorlar. Parlamento bu felci geçirirken ise, ailelerin otobüs duraklarından biricik çocuklarının cesetlerini topluyor olmasını saklıyorlar. Ne deniyor? “Efendim terör 13 Eylül’de durduğuna göre birileri zemin hazırlıyordu”. İnsaf ya! TSK 10 yıl boyunca askerlerini sağcı ve solcu öğrenci kılığına sokup binlerce kişiyi de provokasyon diye öldürecek ve bunun kokusu bizim ülkede çıkmayacak, öyle mi? Ya da on yıl bu senaryoyu oynayan TSK, iki yıl sonra iktidarı bırakıp gidecek? O zaman neden ülkeyi 40 yıl yönetmediler? Ordu geldiğinde medya ve halkın çoğu mutluydu. Siz deyin ki “perde arkasını” anlayamıyorlardı! Ama onlar 13 Eylül’de nefes alabildiler ve bu hayatiydi! Bunları gizlemenin anlamı yok. Ardından, 12 Eylül’ün karanlığı, ülkeye çökmeye başladı. Parti kapatmalar, işkenceler, yakılan kitaplar, yüzbinlerce tutuklu ve aranan insan, yok edilen bir demokratik altyapı, girişilen bir aydın avı… Ötesi de vardı tabii: “Yeşil Kuşak” teorisinin emrettiği şekilde ülkeyi “gomonistlerden” kurtaracak imanlı kuşaklar yetiştirmek! Nedir bugünkü sahte yakınmaları?
Nasıl eskiden tüm ortada kalmış suçlar, sahipsiz, uydurulmuş garibanlara yüklenirdi ise, kimi mağdur ailelerin bu furyada “vurun kahpeye” emri doğrultusunda, öldürülen babalarının katilini de Ordu içinde aramaya kalkmaları, bu ülkede artık tarih-mantık-bellek üçgeninin buhar olup uçtuğunu fazlasıyla kanıtladı. İnsaf! Bu kadar mı kolektif histeri, linçe ve kuklacılığa hazırsınız? Toplumsal hafızayı yok edip, tarihi baştan yazanlar, anlaşılan hedeflerine ulaşmışlar… Allah kabul etsin!
Geçen hafta söylediğim gibi, tarih bu iktidar kadar, bir ülkeyi salt geçmişte yaşatarak şizofrenik travma eşliğinde altını üstüne getiren başka bir toprak görmedi. 15-30-60 yıl önceki şartlarda yaşananları, yapılmış yorumları geriye dönük şeytani cadı avı suçlamalarına dönüştürme performansını, bugüne kadar en sağ faşistler veya en uç solcular bile becerememişti! Fransa’ya demokrasi ve düşünce özgürlüğü dersi veren hükümetimiz, iki kuşak önce yaşanmış olaylara getirilen ve dönemlerinde genel kabul görmüş yorumları “suç”a dönüştürerek, dünya kamuoyunun alay konusu ve “anakronizm” şampiyonu olmaya hazırlanıyor…
12 Eylül’e dönersek… ne demiştik? Nedenlerini ve yaptıklarını ayırmak şart! Bugün 12 Eylül’ü analiz ettiğini iddia edenler nasıl ABD’yi ve ünlü “Yeşil Kuşak” teorisini yargılayamıyorlarsa, o günlerde ülkenin neler yaşadığını da tamamen günümüz rüzgarlarına göre uydurarak yazmaktan öteye gidemiyorlar. Özellikle 1976-1980 arası günde 40’a varan sağ-sol cinayetlerin halkta yarattığı yıkımı görmezden geliyorlar. TSK’nın darbeden aylarca önce yaptığı son uyarıyı yok sayılıyor. Ecevit ve Demirel’in “sıfır” diyalogla bir terör yasası çıkaramadıklarını ve bir Cumhurbaşkanı’nın 115 turda seçilemediğini unutturmak istiyorlar. Parlamento bu felci geçirirken ise, ailelerin otobüs duraklarından biricik çocuklarının cesetlerini topluyor olmasını saklıyorlar. Ne deniyor? “Efendim terör 13 Eylül’de durduğuna göre birileri zemin hazırlıyordu”. İnsaf ya! TSK 10 yıl boyunca askerlerini sağcı ve solcu öğrenci kılığına sokup binlerce kişiyi de provokasyon diye öldürecek ve bunun kokusu bizim ülkede çıkmayacak, öyle mi? Ya da on yıl bu senaryoyu oynayan TSK, iki yıl sonra iktidarı bırakıp gidecek? O zaman neden ülkeyi 40 yıl yönetmediler? Ordu geldiğinde medya ve halkın çoğu mutluydu. Siz deyin ki “perde arkasını” anlayamıyorlardı! Ama onlar 13 Eylül’de nefes alabildiler ve bu hayatiydi! Bunları gizlemenin anlamı yok. Ardından, 12 Eylül’ün karanlığı, ülkeye çökmeye başladı. Parti kapatmalar, işkenceler, yakılan kitaplar, yüzbinlerce tutuklu ve aranan insan, yok edilen bir demokratik altyapı, girişilen bir aydın avı… Ötesi de vardı tabii: “Yeşil Kuşak” teorisinin emrettiği şekilde ülkeyi “gomonistlerden” kurtaracak imanlı kuşaklar yetiştirmek! Nedir bugünkü sahte yakınmaları?
Nasıl eskiden tüm ortada kalmış suçlar, sahipsiz, uydurulmuş garibanlara yüklenirdi ise, kimi mağdur ailelerin bu furyada “vurun kahpeye” emri doğrultusunda, öldürülen babalarının katilini de Ordu içinde aramaya kalkmaları, bu ülkede artık tarih-mantık-bellek üçgeninin buhar olup uçtuğunu fazlasıyla kanıtladı. İnsaf! Bu kadar mı kolektif histeri, linçe ve kuklacılığa hazırsınız? Toplumsal hafızayı yok edip, tarihi baştan yazanlar, anlaşılan hedeflerine ulaşmışlar… Allah kabul etsin!
12 EYLÜL YALANLARI VE ÇELİŞKİLERİ (2) / Bedri Baykam / 17 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Ben 12 Eylül etrafında yaratılan yalanlarla yüklü bulutun 2. yazısını yazamadan, gündem bu sefer 28 Şubat davasına kilitlendi. Aslında ikisinde de sistem farklı değil. Hep, birilerinin önyargılı ve hışım dolu tavırlarıyla “geçmiş” masaya yatırılıyor ve “yüzleşiyoruz” masalıyla belirli bir hedef doğrultusunda dava hemen şekillendiriliyor: Daha başlamadan filmin sonu belli! Hemen medya özel jürileri kuruluyor ve kamuoyu fazla itiraz edemeden mahkeme genel gidişatına şartlanıyor. Gerisi, her konuda bilinen tiyatroların devreye sokulması. Ergenekon, Balyoz, OdaTv, 12 Eylül, 28 Şubat… Ya da yarın şizofreni daha da tavan yaparsa 27 Mayıs veya… 1923! Hepsi aslında aynı torbaya hizmet ediyor: Cumhuriyet tarihinde ister 90 yıl ya da üç saat önce yaşanmış her şeyi, “laik” Türkiye’de İslamcıların görmek istediği gibi yeniden yorumlamak ve bunun sonucu olarak Cumhuriyet tarihinde yaşanan neredeyse her hükümeti “suçlu” ve “demokrasi haini” ilan etmek. Tabii “mağdur” Menderes, Özal, Erbakan ve AKP hükümetleri hariç! Sonuçta Ordu da, CHP de, İnönü de, hatta sağda Demirel de, Mesut Yılmaz da, aynı suçtan (!) muzdarip. “Laik Cumhuriyeti korumak için önlemler almış (ya da aslında alamamış (!)) olmak” Hemen ardından hükümetin yaratıcı suçlamalarıyla “nasıl din düşmanlığı yapıldığı, demokrasiye ihanet edildiği” birbiri ardına sıralanıyor. Sonuçta bugün gücü eline geçiren grup, ülkeyi istediği gibi yönetmekle kalmıyor, geçmişimizde yaşanan her şeyi inkar yoluyla kendine malzeme üretmek için eski günlerin seçmenlerini suçluyor!
Geçen hafta söylediğim gibi, tarih bu iktidar kadar, bir ülkeyi salt geçmişte yaşatarak şizofrenik travma eşliğinde altını üstüne getiren başka bir toprak görmedi. 15-30-60 yıl önceki şartlarda yaşananları, yapılmış yorumları geriye dönük şeytani cadı avı suçlamalarına dönüştürme performansını, bugüne kadar en sağ faşistler veya en uç solcular bile becerememişti! Fransa’ya demokrasi ve düşünce özgürlüğü dersi veren hükümetimiz, iki kuşak önce yaşanmış olaylara getirilen ve dönemlerinde genel kabul görmüş yorumları “suç”a dönüştürerek, dünya kamuoyunun alay konusu ve “anakronizm” şampiyonu olmaya hazırlanıyor…
12 Eylül’e dönersek… ne demiştik? Nedenlerini ve yaptıklarını ayırmak şart! Bugün 12 Eylül’ü analiz ettiğini iddia edenler nasıl ABD’yi ve ünlü “Yeşil Kuşak” teorisini yargılayamıyorlarsa, o günlerde ülkenin neler yaşadığını da tamamen günümüz rüzgarlarına göre uydurarak yazmaktan öteye gidemiyorlar. Özellikle 1976-1980 arası günde 40’a varan sağ-sol cinayetlerin halkta yarattığı yıkımı görmezden geliyorlar. TSK’nın darbeden aylarca önce yaptığı son uyarıyı yok sayılıyor. Ecevit ve Demirel’in “sıfır” diyalogla bir terör yasası çıkaramadıklarını ve bir Cumhurbaşkanı’nın 115 turda seçilemediğini unutturmak istiyorlar. Parlamento bu felci geçirirken ise, ailelerin otobüs duraklarından biricik çocuklarının cesetlerini topluyor olmasını saklıyorlar. Ne deniyor? “Efendim terör 13 Eylül’de durduğuna göre birileri zemin hazırlıyordu”. İnsaf ya! TSK 10 yıl boyunca askerlerini sağcı ve solcu öğrenci kılığına sokup binlerce kişiyi de provokasyon diye öldürecek ve bunun kokusu bizim ülkede çıkmayacak, öyle mi? Ya da on yıl bu senaryoyu oynayan TSK, iki yıl sonra iktidarı bırakıp gidecek? O zaman neden ülkeyi 40 yıl yönetmediler? Ordu geldiğinde medya ve halkın çoğu mutluydu. Siz deyin ki “perde arkasını” anlayamıyorlardı! Ama onlar 13 Eylül’de nefes alabildiler ve bu hayatiydi! Bunları gizlemenin anlamı yok. Ardından, 12 Eylül’ün karanlığı, ülkeye çökmeye başladı. Parti kapatmalar, işkenceler, yakılan kitaplar, yüzbinlerce tutuklu ve aranan insan, yok edilen bir demokratik altyapı, girişilen bir aydın avı… Ötesi de vardı tabii: “Yeşil Kuşak” teorisinin emrettiği şekilde ülkeyi “gomonistlerden” kurtaracak imanlı kuşaklar yetiştirmek! Nedir bugünkü sahte yakınmaları?
Nasıl eskiden tüm ortada kalmış suçlar, sahipsiz, uydurulmuş garibanlara yüklenirdi ise, kimi mağdur ailelerin bu furyada “vurun kahpeye” emri doğrultusunda, öldürülen babalarının katilini de Ordu içinde aramaya kalkmaları, bu ülkede artık tarih-mantık-bellek üçgeninin buhar olup uçtuğunu fazlasıyla kanıtladı. İnsaf! Bu kadar mı kolektif histeri, linçe ve kuklacılığa hazırsınız? Toplumsal hafızayı yok edip, tarihi baştan yazanlar, anlaşılan hedeflerine ulaşmışlar… Allah kabul etsin!
Geçen hafta söylediğim gibi, tarih bu iktidar kadar, bir ülkeyi salt geçmişte yaşatarak şizofrenik travma eşliğinde altını üstüne getiren başka bir toprak görmedi. 15-30-60 yıl önceki şartlarda yaşananları, yapılmış yorumları geriye dönük şeytani cadı avı suçlamalarına dönüştürme performansını, bugüne kadar en sağ faşistler veya en uç solcular bile becerememişti! Fransa’ya demokrasi ve düşünce özgürlüğü dersi veren hükümetimiz, iki kuşak önce yaşanmış olaylara getirilen ve dönemlerinde genel kabul görmüş yorumları “suç”a dönüştürerek, dünya kamuoyunun alay konusu ve “anakronizm” şampiyonu olmaya hazırlanıyor…
12 Eylül’e dönersek… ne demiştik? Nedenlerini ve yaptıklarını ayırmak şart! Bugün 12 Eylül’ü analiz ettiğini iddia edenler nasıl ABD’yi ve ünlü “Yeşil Kuşak” teorisini yargılayamıyorlarsa, o günlerde ülkenin neler yaşadığını da tamamen günümüz rüzgarlarına göre uydurarak yazmaktan öteye gidemiyorlar. Özellikle 1976-1980 arası günde 40’a varan sağ-sol cinayetlerin halkta yarattığı yıkımı görmezden geliyorlar. TSK’nın darbeden aylarca önce yaptığı son uyarıyı yok sayılıyor. Ecevit ve Demirel’in “sıfır” diyalogla bir terör yasası çıkaramadıklarını ve bir Cumhurbaşkanı’nın 115 turda seçilemediğini unutturmak istiyorlar. Parlamento bu felci geçirirken ise, ailelerin otobüs duraklarından biricik çocuklarının cesetlerini topluyor olmasını saklıyorlar. Ne deniyor? “Efendim terör 13 Eylül’de durduğuna göre birileri zemin hazırlıyordu”. İnsaf ya! TSK 10 yıl boyunca askerlerini sağcı ve solcu öğrenci kılığına sokup binlerce kişiyi de provokasyon diye öldürecek ve bunun kokusu bizim ülkede çıkmayacak, öyle mi? Ya da on yıl bu senaryoyu oynayan TSK, iki yıl sonra iktidarı bırakıp gidecek? O zaman neden ülkeyi 40 yıl yönetmediler? Ordu geldiğinde medya ve halkın çoğu mutluydu. Siz deyin ki “perde arkasını” anlayamıyorlardı! Ama onlar 13 Eylül’de nefes alabildiler ve bu hayatiydi! Bunları gizlemenin anlamı yok. Ardından, 12 Eylül’ün karanlığı, ülkeye çökmeye başladı. Parti kapatmalar, işkenceler, yakılan kitaplar, yüzbinlerce tutuklu ve aranan insan, yok edilen bir demokratik altyapı, girişilen bir aydın avı… Ötesi de vardı tabii: “Yeşil Kuşak” teorisinin emrettiği şekilde ülkeyi “gomonistlerden” kurtaracak imanlı kuşaklar yetiştirmek! Nedir bugünkü sahte yakınmaları?
Nasıl eskiden tüm ortada kalmış suçlar, sahipsiz, uydurulmuş garibanlara yüklenirdi ise, kimi mağdur ailelerin bu furyada “vurun kahpeye” emri doğrultusunda, öldürülen babalarının katilini de Ordu içinde aramaya kalkmaları, bu ülkede artık tarih-mantık-bellek üçgeninin buhar olup uçtuğunu fazlasıyla kanıtladı. İnsaf! Bu kadar mı kolektif histeri, linçe ve kuklacılığa hazırsınız? Toplumsal hafızayı yok edip, tarihi baştan yazanlar, anlaşılan hedeflerine ulaşmışlar… Allah kabul etsin!
15 Nisan 2012 Pazar
FENERBAHCE BUYUK OYNADİ / BEDRİ BAYKAM
Super ligin ilk perdesi yagmur ve yetersiz saha sartlarina teslim olunca bu bilinmiyen denklemli super final senaryosunu baslatmak, yilin davali sert abilerine kalmisti. Allahtan mactan once korkulan olmadi ve Fenerbahce seyircisi, Trabzon'a karsi macin havasini raydan cikaracak centilmenlik disi hareketler yapmadi.
Oyun tahmin edilenin aksine gol firsatlarinin ucustugu bir ortamda basladi. Trabzon onceden alindigi bellibir kararla uzaktan bol sut atarak gol aradi. Fenerbahce ise once Sow sonra Gokhan Gonul le gole yaklasti. Sari lacivertlilerde ozellikle Topuz ve Emre nin mucadeleci bir gunlerinde olmalari orta sahayi Fenerbahce lehine cevirdi. Sow'un yatarak birj vole denemesinden bir kac dakika sonra Baroni bu sene defalarca yaptigi gibi 25 metreden nefis birsutla fileleri buldu. O dakikadan sonra Fenerbahce ilk yariyi bu skorla kapatmaya oynadi ve basardi.
2. Yarida her iki tarafin daha temkinli basladigi goruldu. Ama 60. Dakikada Fenerbahce nin aksayan ismi Bekir in orta sahada kestigi top, Baroni ye kontratak firsati oldu... Baroni nefis bir asistle Sow un solunu filelere tasidi. Bu dakikadan itibaren kaybedecek bir seyi kalmayan Trabzon, Colman ve alanzinho ile daginik akinlarla rakip kaleye akti ama etkili olamadan. Emre nin hatasindan Burak in yakaladigi topu Volkan inanilmaz bir ceviklikle kurtardi. Aykut Kocaman'in Semih ve Selcuk degisikligi yerindeydi. Oyunun top kontrolunu ustun teknigi ile elinden birakmayan Fenerbahce, geriye yaslanma hastaligini da uygulamayinca maci disiplinli ve kontrollu bir sekilde mutlu sona tasidi. Emre ve Semih i tekrar kadrosuna katan Kocaman, bu adimiyla da avantajli duruma gecti. Simdi gerilim hatti GSaray in sahasina ve İnonu ye tasindi...
FENERBAHCE BUYUK OYNADİ / BEDRİ BAYKAM
Super ligin ilk perdesi yagmur ve yetersiz saha sartlarina teslim olunca bu bilinmiyen denklemli super final senaryosunu baslatmak, yilin davali sert abilerine kalmisti. Allahtan mactan once korkulan olmadi ve Fenerbahce seyircisi, Trabzon'a karsi macin havasini raydan cikaracak centilmenlik disi hareketler yapmadi. Oyun tahmin edilenin aksine gol firsatlarinin ucustugu bir ortamda basladi. Trabzon onceden alindigi bellibir kararla uzaktan bol sut atarak gol aradi. Fenerbahce ise once Sow sonra Gokhan Gonul le gole yaklasti. Sari lacivertlilerde ozellikle Topuz ve Emre nin mucadeleci bir gunlerinde olmalari orta sahayi Fenerbahce lehine cevirdi. Sow'un yatarak birj vole denemesinden bir kac dakika sonra Baroni bu sene defalarca yaptigi gibi 25 metreden nefis birsutla fileleri buldu. O dakikadan sonra Fenerbahce ilk yariyi bu skorla kapatmaya oynadi ve basardi. 2. Yarida her iki tarafin daha temkinli basladigi goruldu. Ama 60. Dakikada Fenerbahce nin aksayan ismi Bekir in orta sahada kestigi top, Baroni ye kontratak firsati oldu... Baroni nefis bir asistle Sow un solunu filelere tasidi. Bu dakikadan itibaren kaybedecek bir seyi kalmayan Trabzon, Colman ve alanzinho ile daginik akinlarla rakip kaleye akti ama etkili olamadan. Emre nin hatasindan Burak in yakaladigi topu Volkan inanilmaz bir ceviklikle kurtardi. Aykut Kocaman'in Semih ve Selcuk degisikligi yerindeydi. Oyunun top kontrolunu ustun teknigi ile elinden birakmayan Fenerbahce, geriye yaslanma hastaligini da uygulamayinca maci disiplinli ve kontrollu bir sekilde mutlu sona tasidi. Emre ve Semih i tekrar kadrosuna katan Kocaman, bu adimiyla da avantajli duruma gecti. Simdi gerilim hatti GSaray in sahasina ve İnonu ye tasindi...
14 Nisan 2012 Cumartesi
Dünya Sanat Günü Partisi duyurusu..
"Bring your own Bottle / Kendi İçkini Getir Partisi"!!!
Dünya Sanat Günü'nün 12.00 - 20.00 arasında Abdi İpekçi Caddesi'nde olacak kutlamalarının ardından, 21.00'de UPSD Sanat Galerisi'nde düzenlenecek WAD Sergisi'nin açılışı ve KENDİ İÇKİNİ GETİR VE PAYLAŞ PARTİSİ gerçekleşecek!
Sanatçılar, sanatseverler ve aydınlanmanın tüm güzel insanları davetlidir!"
Öykü Eras
WAD Proje Sorumlusu
+90 (541) 775 81 35
www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd
www.facebook.com/worldartday.iaa
www.iaaworldartday.com
WAD Proje Sorumlusu
+90 (541) 775 81 35
www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd
www.facebook.com/worldartday.iaa
www.iaaworldartday.com
Uluslararasi Plastik Sanatlar Derneği
Maçka Demokrasi Parkı
Sanatçı İşlikleri
Şişli Evlendirme Dairesi Yanı
Şişli / İstanbul
Tel.: 0212 247 6283
Dünya Sanat Günü Partisi duyurusu..
"Bring your own Bottle / Kendi İçkini Getir Partisi"!!!
Dünya Sanat Günü'nün 12.00 - 20.00 arasında Abdi İpekçi Caddesi'nde olacak kutlamalarının ardından, 21.00'de UPSD Sanat Galerisi'nde düzenlenecek WAD Sergisi'nin açılışı ve KENDİ İÇKİNİ GETİR VE PAYLAŞ PARTİSİ gerçekleşecek!
Sanatçılar, sanatseverler ve aydınlanmanın tüm güzel insanları davetlidir!"
Öykü Eras
WAD Proje Sorumlusu
+90 (541) 775 81 35
www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd
www.facebook.com/worldartday.iaa
www.iaaworldartday.com
WAD Proje Sorumlusu
+90 (541) 775 81 35
www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd
www.facebook.com/worldartday.iaa
www.iaaworldartday.com
Uluslararasi Plastik Sanatlar Derneği
Maçka Demokrasi Parkı
Sanatçı İşlikleri
Şişli Evlendirme Dairesi Yanı
Şişli / İstanbul
Tel.: 0212 247 6283
10 Nisan 2012 Salı
DÜNYA SANAT GÜNÜ BASIN BÜLTENİ..
“Anneler Günü”, “Babalar Günü”, “Kadınlar Günü”, “Tiyatrolar Günü” derken
Artık “Dünya Sanat Günü”de var!
Dünya Sanat Günü, International Associations of Art (IAA)’ın işbirliği ile 15 Nisan günü ilk defa düzenleniyor.
Geçen sene Nisan ayında Guadalajara/Meksika'da gerçekleşen IAA/International Associations of Art Genel Kurul Toplantısı'nda Türkiye temsilcisi UPSD Başkanı Bedri Baykam'ın sunumunun ardından, UPSD/Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin önerisi üzerine, Leonardo da Vinci'nin doğum günü olan 15 Nisan'ın, Dünya Sanat Günü / World Art Day (WAD) olarak saptanması oybirliği ile kabul edildi.
15 Nisan Dünya Sanat Günü’nü kutlamak üzere gerçekleşecek etkinlerin ilki “Vitrin Sergileri” ile başlıyor. 9 Nisan’dan itibaren Nişantaşı’ndaki birçok mağazanın vitrininde birbirinden değerli sanatçıların eserleri görülebilecek. 13 Nisan Cuma günü Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın katılımıyla “Dünya Sanat Günü’nün resmî açılışı, Nişantaşı/Abdi İpekçi Caddesi’nde “Vitrin Sergileri”nin önünde yapılacak. Yine aynı gün, Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi’nde, Prof. Dr. Tomur Atagök, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam ve Sanatçı Yusuf Taktak’ın konuşmacı olarak katılacağı “Eskimeyen Rönesans Dehâsı Leonardo ve Dünya Sanat Günü” başlıklı panel ile Leonardo’nun sanatının kapsamı ve neden “Dünya Sanat Günü”nün onun adına yapıldığı öğrenilebilecek. 14 Nisan Şişli Belediyesi’nin liseler arasında yaptığı yarışma sonucunda açılacak olan sergi gezilebilecek. Aynı gün İstanbul Modern’de Dünya Sanat Günü etkinlikleri kapsamında Šejla Kamerić Söyleşisi yer alacak. Sarıyer Kültür Merkezi’nde Belediye Başkanı Şükrü Genç ve Bedri Baykam’ın katılımıyla Şahin Ünal Sergisi’nin açılışı yapılacak.
15 Nisan Dünya Sanat Günü’nde, Abdi İpekçi Caddesi’nde büyük kutlamalar gerçekleşecek. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve UPSD Başkanı Bedri Baykam'ın açılış konuşmasının ardından, Onur Ödülü almak üzere Ressam Adnan Çoker ve Komet sahneye davet edilecek. Tango to İstanbul’un dans gösterisini, Bulutsuzluk Özlemi’nin ve Golden Horn Brass Quintet‘in konserleri takip edecek. Gün boyu Pandomim, canlı heykel ve modern dans gösterileri ile birlikte, Abdi İpekçi Caddesi boyunca açılacak standlarda Yapı Kredi, İş Bankası, Ayrıntı, Literatür, Boyut Yayınları ile İKSV, Borusan Contemporary ve İstanbul Modern’in standları bulunacak. Sonrasında ise Maçka Demokrasi Parkı’nda bulunan UPSD Sanat Galerisi’nde gerçekleşecek olan “Dünya Sanat Günü Sergisi”nin ardından “Bring your own Bottle / Kendi İçkini Getir” Partisi düzenlenecek.. 11 Nisan günü Alanya/ÖHEP Koleji’nin Dünya Sanat Günü için gerçekleştireceği kutlamalar Rıhtım Şelale önünde, 15.00’te başlayacak. 15 Nisan’da İzmirliler TAKSAV’ın hazırladığı etkinliklere, Çankaya’da bulunanlar Belediye’nin gerçekleştireceği “Her Yerde Sanat” etkinliklerine katılınabilecek. Korkut Tiryaki küratörlüğünde, Sinop Güzel Sanatlar Lisesi Sanat Galerisi’nde açılacak olan sergiye Ankara, İstanbul ve İzmir’den on altı sanatçı katılacak. 15 Nisan’ın ardından, 16 Nisan 18.30’da İtalyan Kültür Merkezi’nde, Vinci kentinde bulunan Leonardo da Vinci Müzesi’nin kurucusu ve müdürü olan Alessandro Vezzosi’nin gerçekleştireceği "Leonardo da Vinci, Modernlik ve Ütopya" başlıklı konferansa konuk olunabilecek.
15 Nisan günü İstanbul Modern, Pera, Sakıp Sabancı, Borusan ve Pera gibi birçok Müze ve galeri Dünya Sanat Günü'ne özel olarak gece geç saatlere kadar açık ve ücretsiz olacak. Ayrıca Türkçe ve İngilizce olarak rehberli turlar sağlanacak.
Leonardo, ressam, heykeltraş, düşünür, yazar, mucit, matematikçi, filozof gibi birçok sıfatı barındıran çok yönlü kişiliği ve sahip olduğu günümüz çağdaş sanat dünyasının disiplinlerarası çalışmalarının geçmiş ve aynı zamanda gelecekteki yüzü niteliğiyle, bu çok önemli gün için en uygun isim olarak herkesin onayını aldı.
Uluslararası Sanat Birlikleri’nin tüm temsilcileri, bu vesileyle düzenleyecekleri sergi, panel, parti gibi etkinliklerle sanatın, barışın ve özgürlüğün vurgusunu yaparak Dünya Sanat Günü’ne katkıda bulunacak. Meksika’dan Brezilya’ya, Norveç’ten Panama’ya, Fransa’dan İsveç’e, Slovakya’dan Güney Afrika’ya, Kıbrıs’tan Venezuela’ya, Hollanda’dan Şili’ye, Japonya’dan Çin’e tüm temsilciler Dünya Sanat Günü’nü farklı kavram ve şekillerde kutlamak üzere hazırlanıyorlar.
Dünya Sanat Günü, sadece IAA üyesi ülkelerde değil, tüm Dünya’daki sanatçı ve sanatseverlerin kutlaması amacıyla önerildi ve kabul edildi. Sanat için çok önemli olan bu günün yaratılmasındaki amaç, sanatın her yaş ve her ırktan, tüm toplum için önemini vurgulamaktır. 15 Nisan Dünya Sanat Günü için bütün müzeler, galeriler, üniversiteler, sanat kurumları ve sanatçılar kendi etkinliklerini düzenleyecek ve logoyu da kullanarak bu özel günü kutlayabilecekler.
IAA Dünya Başkanı, Rosa Maria Burillo Velasco/Meksika ilk kez kutlanacak olan Dünya Sanat Günü için düşüncelerini şu şekilde belirtti:
“Sanat, insanlık tarihinin kelimeler, sesler ve hareketlerle betimlenen kalıcı yansımalarıyla yaşama geçirilmiş olan, insanın en öznel ve en çarpıcı ‘halet-i ruhiyesi’nin ifadesidir. Dünya Sanat Günü, tüm dünyanın sanatçı ve sanatseverlerinin sanatın değerini ve gücünü eşzamanlı olarak hissetmelerini ve tüm dünya ülkeleri adına büyük önemini aynı anda solumalarını sağlayacaktır.”
Dünya Sanat Günü ile ilgili detaylı bilgiye web adresimizden ve Facebook sayfalarımızdan ulaşabilirsiniz:
www.iaaworldartday.com – www.aiap-iaa.org – www.iaa-europe.eu – www.upsd.org.tr –
www.facebook.com/worldartday.iaa – www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd
Bu mutlu haberi halkımıza iletme noktasında tüm siz değerli basın mensuplarının çok değerli katkılarına ihtiyacımız var!
Artık “Dünya Sanat Günü”de var!
Dünya Sanat Günü, International Associations of Art (IAA)’ın işbirliği ile 15 Nisan günü ilk defa düzenleniyor.
Geçen sene Nisan ayında Guadalajara/Meksika'da gerçekleşen IAA/International Associations of Art Genel Kurul Toplantısı'nda Türkiye temsilcisi UPSD Başkanı Bedri Baykam'ın sunumunun ardından, UPSD/Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin önerisi üzerine, Leonardo da Vinci'nin doğum günü olan 15 Nisan'ın, Dünya Sanat Günü / World Art Day (WAD) olarak saptanması oybirliği ile kabul edildi.
15 Nisan Dünya Sanat Günü’nü kutlamak üzere gerçekleşecek etkinlerin ilki “Vitrin Sergileri” ile başlıyor. 9 Nisan’dan itibaren Nişantaşı’ndaki birçok mağazanın vitrininde birbirinden değerli sanatçıların eserleri görülebilecek. 13 Nisan Cuma günü Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın katılımıyla “Dünya Sanat Günü’nün resmî açılışı, Nişantaşı/Abdi İpekçi Caddesi’nde “Vitrin Sergileri”nin önünde yapılacak. Yine aynı gün, Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi’nde, Prof. Dr. Tomur Atagök, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam ve Sanatçı Yusuf Taktak’ın konuşmacı olarak katılacağı “Eskimeyen Rönesans Dehâsı Leonardo ve Dünya Sanat Günü” başlıklı panel ile Leonardo’nun sanatının kapsamı ve neden “Dünya Sanat Günü”nün onun adına yapıldığı öğrenilebilecek. 14 Nisan Şişli Belediyesi’nin liseler arasında yaptığı yarışma sonucunda açılacak olan sergi gezilebilecek. Aynı gün İstanbul Modern’de Dünya Sanat Günü etkinlikleri kapsamında Šejla Kamerić Söyleşisi yer alacak. Sarıyer Kültür Merkezi’nde Belediye Başkanı Şükrü Genç ve Bedri Baykam’ın katılımıyla Şahin Ünal Sergisi’nin açılışı yapılacak.
15 Nisan Dünya Sanat Günü’nde, Abdi İpekçi Caddesi’nde büyük kutlamalar gerçekleşecek. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve UPSD Başkanı Bedri Baykam'ın açılış konuşmasının ardından, Onur Ödülü almak üzere Ressam Adnan Çoker ve Komet sahneye davet edilecek. Tango to İstanbul’un dans gösterisini, Bulutsuzluk Özlemi’nin ve Golden Horn Brass Quintet‘in konserleri takip edecek. Gün boyu Pandomim, canlı heykel ve modern dans gösterileri ile birlikte, Abdi İpekçi Caddesi boyunca açılacak standlarda Yapı Kredi, İş Bankası, Ayrıntı, Literatür, Boyut Yayınları ile İKSV, Borusan Contemporary ve İstanbul Modern’in standları bulunacak. Sonrasında ise Maçka Demokrasi Parkı’nda bulunan UPSD Sanat Galerisi’nde gerçekleşecek olan “Dünya Sanat Günü Sergisi”nin ardından “Bring your own Bottle / Kendi İçkini Getir” Partisi düzenlenecek.. 11 Nisan günü Alanya/ÖHEP Koleji’nin Dünya Sanat Günü için gerçekleştireceği kutlamalar Rıhtım Şelale önünde, 15.00’te başlayacak. 15 Nisan’da İzmirliler TAKSAV’ın hazırladığı etkinliklere, Çankaya’da bulunanlar Belediye’nin gerçekleştireceği “Her Yerde Sanat” etkinliklerine katılınabilecek. Korkut Tiryaki küratörlüğünde, Sinop Güzel Sanatlar Lisesi Sanat Galerisi’nde açılacak olan sergiye Ankara, İstanbul ve İzmir’den on altı sanatçı katılacak. 15 Nisan’ın ardından, 16 Nisan 18.30’da İtalyan Kültür Merkezi’nde, Vinci kentinde bulunan Leonardo da Vinci Müzesi’nin kurucusu ve müdürü olan Alessandro Vezzosi’nin gerçekleştireceği "Leonardo da Vinci, Modernlik ve Ütopya" başlıklı konferansa konuk olunabilecek.
15 Nisan günü İstanbul Modern, Pera, Sakıp Sabancı, Borusan ve Pera gibi birçok Müze ve galeri Dünya Sanat Günü'ne özel olarak gece geç saatlere kadar açık ve ücretsiz olacak. Ayrıca Türkçe ve İngilizce olarak rehberli turlar sağlanacak.
Leonardo, ressam, heykeltraş, düşünür, yazar, mucit, matematikçi, filozof gibi birçok sıfatı barındıran çok yönlü kişiliği ve sahip olduğu günümüz çağdaş sanat dünyasının disiplinlerarası çalışmalarının geçmiş ve aynı zamanda gelecekteki yüzü niteliğiyle, bu çok önemli gün için en uygun isim olarak herkesin onayını aldı.
Uluslararası Sanat Birlikleri’nin tüm temsilcileri, bu vesileyle düzenleyecekleri sergi, panel, parti gibi etkinliklerle sanatın, barışın ve özgürlüğün vurgusunu yaparak Dünya Sanat Günü’ne katkıda bulunacak. Meksika’dan Brezilya’ya, Norveç’ten Panama’ya, Fransa’dan İsveç’e, Slovakya’dan Güney Afrika’ya, Kıbrıs’tan Venezuela’ya, Hollanda’dan Şili’ye, Japonya’dan Çin’e tüm temsilciler Dünya Sanat Günü’nü farklı kavram ve şekillerde kutlamak üzere hazırlanıyorlar.
Dünya Sanat Günü, sadece IAA üyesi ülkelerde değil, tüm Dünya’daki sanatçı ve sanatseverlerin kutlaması amacıyla önerildi ve kabul edildi. Sanat için çok önemli olan bu günün yaratılmasındaki amaç, sanatın her yaş ve her ırktan, tüm toplum için önemini vurgulamaktır. 15 Nisan Dünya Sanat Günü için bütün müzeler, galeriler, üniversiteler, sanat kurumları ve sanatçılar kendi etkinliklerini düzenleyecek ve logoyu da kullanarak bu özel günü kutlayabilecekler.
IAA Dünya Başkanı, Rosa Maria Burillo Velasco/Meksika ilk kez kutlanacak olan Dünya Sanat Günü için düşüncelerini şu şekilde belirtti:
“Sanat, insanlık tarihinin kelimeler, sesler ve hareketlerle betimlenen kalıcı yansımalarıyla yaşama geçirilmiş olan, insanın en öznel ve en çarpıcı ‘halet-i ruhiyesi’nin ifadesidir. Dünya Sanat Günü, tüm dünyanın sanatçı ve sanatseverlerinin sanatın değerini ve gücünü eşzamanlı olarak hissetmelerini ve tüm dünya ülkeleri adına büyük önemini aynı anda solumalarını sağlayacaktır.”
Dünya Sanat Günü ile ilgili detaylı bilgiye web adresimizden ve Facebook sayfalarımızdan ulaşabilirsiniz:
www.iaaworldartday.com – www.aiap-iaa.org – www.iaa-europe.eu – www.upsd.org.tr –
www.facebook.com/worldartday.iaa – www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd
Bu mutlu haberi halkımıza iletme noktasında tüm siz değerli basın mensuplarının çok değerli katkılarına ihtiyacımız var!
DÜNYA SANAT GÜNÜ BASIN BÜLTENİ..
“Anneler Günü”, “Babalar Günü”, “Kadınlar Günü”, “Tiyatrolar Günü” derken
Artık “Dünya Sanat Günü”de var!
Dünya Sanat Günü, International Associations of Art (IAA)’ın işbirliği ile 15 Nisan günü ilk defa düzenleniyor.
Geçen sene Nisan ayında Guadalajara/Meksika'da gerçekleşen IAA/International Associations of Art Genel Kurul Toplantısı'nda Türkiye temsilcisi UPSD Başkanı Bedri Baykam'ın sunumunun ardından, UPSD/Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin önerisi üzerine, Leonardo da Vinci'nin doğum günü olan 15 Nisan'ın, Dünya Sanat Günü / World Art Day (WAD) olarak saptanması oybirliği ile kabul edildi.
15 Nisan Dünya Sanat Günü’nü kutlamak üzere gerçekleşecek etkinlerin ilki “Vitrin Sergileri” ile başlıyor. 9 Nisan’dan itibaren Nişantaşı’ndaki birçok mağazanın vitrininde birbirinden değerli sanatçıların eserleri görülebilecek. 13 Nisan Cuma günü Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın katılımıyla “Dünya Sanat Günü’nün resmî açılışı, Nişantaşı/Abdi İpekçi Caddesi’nde “Vitrin Sergileri”nin önünde yapılacak. Yine aynı gün, Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi’nde, Prof. Dr. Tomur Atagök, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam ve Sanatçı Yusuf Taktak’ın konuşmacı olarak katılacağı “Eskimeyen Rönesans Dehâsı Leonardo ve Dünya Sanat Günü” başlıklı panel ile Leonardo’nun sanatının kapsamı ve neden “Dünya Sanat Günü”nün onun adına yapıldığı öğrenilebilecek. 14 Nisan Şişli Belediyesi’nin liseler arasında yaptığı yarışma sonucunda açılacak olan sergi gezilebilecek. Aynı gün İstanbul Modern’de Dünya Sanat Günü etkinlikleri kapsamında Šejla Kamerić Söyleşisi yer alacak. Sarıyer Kültür Merkezi’nde Belediye Başkanı Şükrü Genç ve Bedri Baykam’ın katılımıyla Şahin Ünal Sergisi’nin açılışı yapılacak.
15 Nisan Dünya Sanat Günü’nde, Abdi İpekçi Caddesi’nde büyük kutlamalar gerçekleşecek. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve UPSD Başkanı Bedri Baykam'ın açılış konuşmasının ardından, Onur Ödülü almak üzere Ressam Adnan Çoker ve Komet sahneye davet edilecek. Tango to İstanbul’un dans gösterisini, Bulutsuzluk Özlemi’nin ve Golden Horn Brass Quintet‘in konserleri takip edecek. Gün boyu Pandomim, canlı heykel ve modern dans gösterileri ile birlikte, Abdi İpekçi Caddesi boyunca açılacak standlarda Yapı Kredi, İş Bankası, Ayrıntı, Literatür, Boyut Yayınları ile İKSV, Borusan Contemporary ve İstanbul Modern’in standları bulunacak. Sonrasında ise Maçka Demokrasi Parkı’nda bulunan UPSD Sanat Galerisi’nde gerçekleşecek olan “Dünya Sanat Günü Sergisi”nin ardından “Bring your own Bottle / Kendi İçkini Getir” Partisi düzenlenecek.. 11 Nisan günü Alanya/ÖHEP Koleji’nin Dünya Sanat Günü için gerçekleştireceği kutlamalar Rıhtım Şelale önünde, 15.00’te başlayacak. 15 Nisan’da İzmirliler TAKSAV’ın hazırladığı etkinliklere, Çankaya’da bulunanlar Belediye’nin gerçekleştireceği “Her Yerde Sanat” etkinliklerine katılınabilecek. Korkut Tiryaki küratörlüğünde, Sinop Güzel Sanatlar Lisesi Sanat Galerisi’nde açılacak olan sergiye Ankara, İstanbul ve İzmir’den on altı sanatçı katılacak. 15 Nisan’ın ardından, 16 Nisan 18.30’da İtalyan Kültür Merkezi’nde, Vinci kentinde bulunan Leonardo da Vinci Müzesi’nin kurucusu ve müdürü olan Alessandro Vezzosi’nin gerçekleştireceği "Leonardo da Vinci, Modernlik ve Ütopya" başlıklı konferansa konuk olunabilecek.
15 Nisan günü İstanbul Modern, Pera, Sakıp Sabancı, Borusan ve Pera gibi birçok Müze ve galeri Dünya Sanat Günü'ne özel olarak gece geç saatlere kadar açık ve ücretsiz olacak. Ayrıca Türkçe ve İngilizce olarak rehberli turlar sağlanacak.
Leonardo, ressam, heykeltraş, düşünür, yazar, mucit, matematikçi, filozof gibi birçok sıfatı barındıran çok yönlü kişiliği ve sahip olduğu günümüz çağdaş sanat dünyasının disiplinlerarası çalışmalarının geçmiş ve aynı zamanda gelecekteki yüzü niteliğiyle, bu çok önemli gün için en uygun isim olarak herkesin onayını aldı.
Uluslararası Sanat Birlikleri’nin tüm temsilcileri, bu vesileyle düzenleyecekleri sergi, panel, parti gibi etkinliklerle sanatın, barışın ve özgürlüğün vurgusunu yaparak Dünya Sanat Günü’ne katkıda bulunacak. Meksika’dan Brezilya’ya, Norveç’ten Panama’ya, Fransa’dan İsveç’e, Slovakya’dan Güney Afrika’ya, Kıbrıs’tan Venezuela’ya, Hollanda’dan Şili’ye, Japonya’dan Çin’e tüm temsilciler Dünya Sanat Günü’nü farklı kavram ve şekillerde kutlamak üzere hazırlanıyorlar.
Dünya Sanat Günü, sadece IAA üyesi ülkelerde değil, tüm Dünya’daki sanatçı ve sanatseverlerin kutlaması amacıyla önerildi ve kabul edildi. Sanat için çok önemli olan bu günün yaratılmasındaki amaç, sanatın her yaş ve her ırktan, tüm toplum için önemini vurgulamaktır. 15 Nisan Dünya Sanat Günü için bütün müzeler, galeriler, üniversiteler, sanat kurumları ve sanatçılar kendi etkinliklerini düzenleyecek ve logoyu da kullanarak bu özel günü kutlayabilecekler.
IAA Dünya Başkanı, Rosa Maria Burillo Velasco/Meksika ilk kez kutlanacak olan Dünya Sanat Günü için düşüncelerini şu şekilde belirtti:
“Sanat, insanlık tarihinin kelimeler, sesler ve hareketlerle betimlenen kalıcı yansımalarıyla yaşama geçirilmiş olan, insanın en öznel ve en çarpıcı ‘halet-i ruhiyesi’nin ifadesidir. Dünya Sanat Günü, tüm dünyanın sanatçı ve sanatseverlerinin sanatın değerini ve gücünü eşzamanlı olarak hissetmelerini ve tüm dünya ülkeleri adına büyük önemini aynı anda solumalarını sağlayacaktır.”
Dünya Sanat Günü ile ilgili detaylı bilgiye web adresimizden ve Facebook sayfalarımızdan ulaşabilirsiniz:
www.iaaworldartday.com – www.aiap-iaa.org – www.iaa-europe.eu – www.upsd.org.tr –
www.facebook.com/worldartday.iaa – www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd
Bu mutlu haberi halkımıza iletme noktasında tüm siz değerli basın mensuplarının çok değerli katkılarına ihtiyacımız var!
Artık “Dünya Sanat Günü”de var!
Dünya Sanat Günü, International Associations of Art (IAA)’ın işbirliği ile 15 Nisan günü ilk defa düzenleniyor.
Geçen sene Nisan ayında Guadalajara/Meksika'da gerçekleşen IAA/International Associations of Art Genel Kurul Toplantısı'nda Türkiye temsilcisi UPSD Başkanı Bedri Baykam'ın sunumunun ardından, UPSD/Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin önerisi üzerine, Leonardo da Vinci'nin doğum günü olan 15 Nisan'ın, Dünya Sanat Günü / World Art Day (WAD) olarak saptanması oybirliği ile kabul edildi.
15 Nisan Dünya Sanat Günü’nü kutlamak üzere gerçekleşecek etkinlerin ilki “Vitrin Sergileri” ile başlıyor. 9 Nisan’dan itibaren Nişantaşı’ndaki birçok mağazanın vitrininde birbirinden değerli sanatçıların eserleri görülebilecek. 13 Nisan Cuma günü Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın katılımıyla “Dünya Sanat Günü’nün resmî açılışı, Nişantaşı/Abdi İpekçi Caddesi’nde “Vitrin Sergileri”nin önünde yapılacak. Yine aynı gün, Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi’nde, Prof. Dr. Tomur Atagök, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam ve Sanatçı Yusuf Taktak’ın konuşmacı olarak katılacağı “Eskimeyen Rönesans Dehâsı Leonardo ve Dünya Sanat Günü” başlıklı panel ile Leonardo’nun sanatının kapsamı ve neden “Dünya Sanat Günü”nün onun adına yapıldığı öğrenilebilecek. 14 Nisan Şişli Belediyesi’nin liseler arasında yaptığı yarışma sonucunda açılacak olan sergi gezilebilecek. Aynı gün İstanbul Modern’de Dünya Sanat Günü etkinlikleri kapsamında Šejla Kamerić Söyleşisi yer alacak. Sarıyer Kültür Merkezi’nde Belediye Başkanı Şükrü Genç ve Bedri Baykam’ın katılımıyla Şahin Ünal Sergisi’nin açılışı yapılacak.
15 Nisan Dünya Sanat Günü’nde, Abdi İpekçi Caddesi’nde büyük kutlamalar gerçekleşecek. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve UPSD Başkanı Bedri Baykam'ın açılış konuşmasının ardından, Onur Ödülü almak üzere Ressam Adnan Çoker ve Komet sahneye davet edilecek. Tango to İstanbul’un dans gösterisini, Bulutsuzluk Özlemi’nin ve Golden Horn Brass Quintet‘in konserleri takip edecek. Gün boyu Pandomim, canlı heykel ve modern dans gösterileri ile birlikte, Abdi İpekçi Caddesi boyunca açılacak standlarda Yapı Kredi, İş Bankası, Ayrıntı, Literatür, Boyut Yayınları ile İKSV, Borusan Contemporary ve İstanbul Modern’in standları bulunacak. Sonrasında ise Maçka Demokrasi Parkı’nda bulunan UPSD Sanat Galerisi’nde gerçekleşecek olan “Dünya Sanat Günü Sergisi”nin ardından “Bring your own Bottle / Kendi İçkini Getir” Partisi düzenlenecek.. 11 Nisan günü Alanya/ÖHEP Koleji’nin Dünya Sanat Günü için gerçekleştireceği kutlamalar Rıhtım Şelale önünde, 15.00’te başlayacak. 15 Nisan’da İzmirliler TAKSAV’ın hazırladığı etkinliklere, Çankaya’da bulunanlar Belediye’nin gerçekleştireceği “Her Yerde Sanat” etkinliklerine katılınabilecek. Korkut Tiryaki küratörlüğünde, Sinop Güzel Sanatlar Lisesi Sanat Galerisi’nde açılacak olan sergiye Ankara, İstanbul ve İzmir’den on altı sanatçı katılacak. 15 Nisan’ın ardından, 16 Nisan 18.30’da İtalyan Kültür Merkezi’nde, Vinci kentinde bulunan Leonardo da Vinci Müzesi’nin kurucusu ve müdürü olan Alessandro Vezzosi’nin gerçekleştireceği "Leonardo da Vinci, Modernlik ve Ütopya" başlıklı konferansa konuk olunabilecek.
15 Nisan günü İstanbul Modern, Pera, Sakıp Sabancı, Borusan ve Pera gibi birçok Müze ve galeri Dünya Sanat Günü'ne özel olarak gece geç saatlere kadar açık ve ücretsiz olacak. Ayrıca Türkçe ve İngilizce olarak rehberli turlar sağlanacak.
Leonardo, ressam, heykeltraş, düşünür, yazar, mucit, matematikçi, filozof gibi birçok sıfatı barındıran çok yönlü kişiliği ve sahip olduğu günümüz çağdaş sanat dünyasının disiplinlerarası çalışmalarının geçmiş ve aynı zamanda gelecekteki yüzü niteliğiyle, bu çok önemli gün için en uygun isim olarak herkesin onayını aldı.
Uluslararası Sanat Birlikleri’nin tüm temsilcileri, bu vesileyle düzenleyecekleri sergi, panel, parti gibi etkinliklerle sanatın, barışın ve özgürlüğün vurgusunu yaparak Dünya Sanat Günü’ne katkıda bulunacak. Meksika’dan Brezilya’ya, Norveç’ten Panama’ya, Fransa’dan İsveç’e, Slovakya’dan Güney Afrika’ya, Kıbrıs’tan Venezuela’ya, Hollanda’dan Şili’ye, Japonya’dan Çin’e tüm temsilciler Dünya Sanat Günü’nü farklı kavram ve şekillerde kutlamak üzere hazırlanıyorlar.
Dünya Sanat Günü, sadece IAA üyesi ülkelerde değil, tüm Dünya’daki sanatçı ve sanatseverlerin kutlaması amacıyla önerildi ve kabul edildi. Sanat için çok önemli olan bu günün yaratılmasındaki amaç, sanatın her yaş ve her ırktan, tüm toplum için önemini vurgulamaktır. 15 Nisan Dünya Sanat Günü için bütün müzeler, galeriler, üniversiteler, sanat kurumları ve sanatçılar kendi etkinliklerini düzenleyecek ve logoyu da kullanarak bu özel günü kutlayabilecekler.
IAA Dünya Başkanı, Rosa Maria Burillo Velasco/Meksika ilk kez kutlanacak olan Dünya Sanat Günü için düşüncelerini şu şekilde belirtti:
“Sanat, insanlık tarihinin kelimeler, sesler ve hareketlerle betimlenen kalıcı yansımalarıyla yaşama geçirilmiş olan, insanın en öznel ve en çarpıcı ‘halet-i ruhiyesi’nin ifadesidir. Dünya Sanat Günü, tüm dünyanın sanatçı ve sanatseverlerinin sanatın değerini ve gücünü eşzamanlı olarak hissetmelerini ve tüm dünya ülkeleri adına büyük önemini aynı anda solumalarını sağlayacaktır.”
Dünya Sanat Günü ile ilgili detaylı bilgiye web adresimizden ve Facebook sayfalarımızdan ulaşabilirsiniz:
www.iaaworldartday.com – www.aiap-iaa.org – www.iaa-europe.eu – www.upsd.org.tr –
www.facebook.com/worldartday.iaa – www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd
Bu mutlu haberi halkımıza iletme noktasında tüm siz değerli basın mensuplarının çok değerli katkılarına ihtiyacımız var!
12 EYLÜL YALANLARI VE ÇELİŞKİLERİ (1) / Bedri Baykam / 10 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..
İki haftadır, 12 Eylül senaryoları bombardımanı altındayız. Başbakan’ın hedef göstermesiyle “Hurraa” diye 12 Eylül’ün üzerine bitirim yorumlarıyla çullanan her yönden cengaverler gördük. Ne ilginçtir ki, 1980’lerde, hatta doksanlarda bu heyecana rastlayamıyorduk!
Ben mi? 1987 ve 1988 de, Evren Cumhurbaşkanı iken, Özal’ın tek Parti diktatoryası tam gaz sürerken, sanatçı arkadaşlarımın tüm ikazlarına rağmen, “İç manzaralar” adı altında, en sert şekilde 12 Eylül döneminin sansür ve işkencesini protesto sergisi açmıştım… Hem de Taksim’in göbeğinde, AKM’de! Bu nedenle izninizle bir kuş kadar rahat konuşacağım! Şimdi iktidarın dolduruşuyla 12 Eylül davasında şov yapanları dinleyip, resmen beyin sağlığımı kaybediyorum!
12 Eylülde, ailesinden fertler işkence gören, kaybolan, ölen her vatandaşımızın acısı hepimizin acısıdır. O sergilerim de zaten başta onlar adına açılmıştı o korku dolu soğuk günlerde. Ama “12 Eylül neden yaşandı?” ve “12 Eylül hüküm sürerken neler yaptı?” sorularını birbirinden ayırmaya mecburuz. Aksi takdirde, sürekli olarak Hükümet buyruğu doğrultusunda tetikçi yazarlar eliyle sürdürülen utanç verici cadı avıyla gelen “tarihi, zoraki ameliyatlarla biçimbozmaya uğratma” tecavüzüne katkıda bulunmuş oluruz!.
İşe iktidarın onarılamaz şekilde içine düştüğü traji-komik çelişkilerle başlayalım: Sen bir yandan gidip Fransa’ya ve tüm dünyaya “tarihi tarihçilere bırakalım, siyaset malzemesi yapmayalım” diyeceksin, ardından Hükümet olarak gidip her Allahın günü, yok Dersim, yok 27 Mayıs, yok 12 Eylül, yok 28 Şubat, “tarihle yüzleşmek” (!) adı altında toplumun her kesimini her gün birbirine düşürecek siyasi bir ajanda izleyeceksin! Bunu Fransa’ya, Ermenistan’a nasıl izah edersin? Bu hükümet sayesinde Türkiye’den başka bu kadar boğuluncaya kadar “geçmişte” yaşayan ülke tarihte görülmedi! Durum, şizofrenik! Ama acınası çelişkiler bununla kalmıyor: Fransa’da Anayasa Konseyinden dönen “Ermeni soykırımını inkara hapis ve para cezası” yasası, başta Sn. Başbakan olmak üzere neredeyse her kesimden halkımızın tepkisini haklı olarak çekti. “demokrat ve özgür bir ülkede nasıl düşüncelere ve siyasi-tarihsel tartışmalara böyle bir set çekilebilir?” diye hükümet başta, ülke ayağa kalktı. Peki aynı hükümet bugün hangi komediye imza atmaya çalışıyor? Efendim tüm yakın tarihimize eğilecekmiş, kimler tüm darbelere destek verdi, komisyon kurup araştıracakmış! İyi, güzel, 27 Mayıs yetmez, Cumhuriyetin kuruluşunu da darbe sayın, oradan başlayın! Bunun anlamı ne? Sen Fransızla alay ediyordun, “bu nasıl demokrasi?” diye… Niçin? Fransız “bundan böyle şunu düşünüp ifade etmek suç olacak” dedi diye. Peki sen ne istiyorsun? “Geçmişte şunu şunu düşünenlerin, şu yorumları yapanların suç işlediğine kanaat getirdim. Bu zatların geçmiş düşüncelerini geriye yönelik uygulama çıkararak suç sayıp üstüne gideceğim” (!). yani Fransa’nın geleceğe doğru getirmek istediği sansürü, sen “ceza” olarak geçmişe yönelik (!) çıkarmak istiyorsun! Buna hukuki garabet olarak kargalar mı güler, tilkiler mi ağlar, siz karar verin. Dünya komedi filmleri bile böyle bir sahneyi rüyalarında bile görmediler. Ama dahası da var: yüce basınımızın yandaşları heyecanla bu dolmuşa binip ve geçmiş düşünceleri yargılamak üzere kolları sıvadılar! Kimse de kalkıp “hop, dur bakalım, fazla uçtun!” demediği için koşuya devam!
Durun, çelişkiler yumağı bitmedi! Ne diyorlardı? “Benim darbem iyi, senin darben kötü denmez”. Ama hemen ardından ne ekliyorlar? “Benim referandumum iyi, seninki kötü! Efendim 12 Eylül’ün halktan %92 almasının değeri yok. Onlar bu adamlardan kurtulmak için bu desteği verdiler”. Eh, bir görüştür, böyle düşünenler de kesin var. Ama sen hangi hakla tek bir yorumunla gidip milyonlarca vatandaşın oyunu çöp sayacaksın? Tarih böyle bir hak-hukuk gaspı duymadı! Bunu dersen o zaman her gün milletin gözüne soktuğun %50 oyunun ne hükmü kalır? Yani “eski oy veren halkın oyu geçersiz. Bana oy verenler, muteber ve geçerli” Kargalar ve tilkiler mi demiştik?
Bir çelişki daha var ki, o ifade edildi bazı tartışmalarda: 1982 Anayasası’nı yok mu sayıyorsun? O zaman neye göre sen iktidarsın? O Anayasa yoksa, siz de yoksunuz. Ülkenin 30 yıldır yaşadıkları da yok, tüm atamaları, seçimleri, kanunları da. İşte bu ve buna benzer tüm çelişkiler işin mantık ve hukuk bazında komedya geçişleri. Haftaya 12 Eylül cengaverlerinin “içerikle ilgili” tarihsel saptırmalarına eğileceğim.
Ben mi? 1987 ve 1988 de, Evren Cumhurbaşkanı iken, Özal’ın tek Parti diktatoryası tam gaz sürerken, sanatçı arkadaşlarımın tüm ikazlarına rağmen, “İç manzaralar” adı altında, en sert şekilde 12 Eylül döneminin sansür ve işkencesini protesto sergisi açmıştım… Hem de Taksim’in göbeğinde, AKM’de! Bu nedenle izninizle bir kuş kadar rahat konuşacağım! Şimdi iktidarın dolduruşuyla 12 Eylül davasında şov yapanları dinleyip, resmen beyin sağlığımı kaybediyorum!
12 Eylülde, ailesinden fertler işkence gören, kaybolan, ölen her vatandaşımızın acısı hepimizin acısıdır. O sergilerim de zaten başta onlar adına açılmıştı o korku dolu soğuk günlerde. Ama “12 Eylül neden yaşandı?” ve “12 Eylül hüküm sürerken neler yaptı?” sorularını birbirinden ayırmaya mecburuz. Aksi takdirde, sürekli olarak Hükümet buyruğu doğrultusunda tetikçi yazarlar eliyle sürdürülen utanç verici cadı avıyla gelen “tarihi, zoraki ameliyatlarla biçimbozmaya uğratma” tecavüzüne katkıda bulunmuş oluruz!.
İşe iktidarın onarılamaz şekilde içine düştüğü traji-komik çelişkilerle başlayalım: Sen bir yandan gidip Fransa’ya ve tüm dünyaya “tarihi tarihçilere bırakalım, siyaset malzemesi yapmayalım” diyeceksin, ardından Hükümet olarak gidip her Allahın günü, yok Dersim, yok 27 Mayıs, yok 12 Eylül, yok 28 Şubat, “tarihle yüzleşmek” (!) adı altında toplumun her kesimini her gün birbirine düşürecek siyasi bir ajanda izleyeceksin! Bunu Fransa’ya, Ermenistan’a nasıl izah edersin? Bu hükümet sayesinde Türkiye’den başka bu kadar boğuluncaya kadar “geçmişte” yaşayan ülke tarihte görülmedi! Durum, şizofrenik! Ama acınası çelişkiler bununla kalmıyor: Fransa’da Anayasa Konseyinden dönen “Ermeni soykırımını inkara hapis ve para cezası” yasası, başta Sn. Başbakan olmak üzere neredeyse her kesimden halkımızın tepkisini haklı olarak çekti. “demokrat ve özgür bir ülkede nasıl düşüncelere ve siyasi-tarihsel tartışmalara böyle bir set çekilebilir?” diye hükümet başta, ülke ayağa kalktı. Peki aynı hükümet bugün hangi komediye imza atmaya çalışıyor? Efendim tüm yakın tarihimize eğilecekmiş, kimler tüm darbelere destek verdi, komisyon kurup araştıracakmış! İyi, güzel, 27 Mayıs yetmez, Cumhuriyetin kuruluşunu da darbe sayın, oradan başlayın! Bunun anlamı ne? Sen Fransızla alay ediyordun, “bu nasıl demokrasi?” diye… Niçin? Fransız “bundan böyle şunu düşünüp ifade etmek suç olacak” dedi diye. Peki sen ne istiyorsun? “Geçmişte şunu şunu düşünenlerin, şu yorumları yapanların suç işlediğine kanaat getirdim. Bu zatların geçmiş düşüncelerini geriye yönelik uygulama çıkararak suç sayıp üstüne gideceğim” (!). yani Fransa’nın geleceğe doğru getirmek istediği sansürü, sen “ceza” olarak geçmişe yönelik (!) çıkarmak istiyorsun! Buna hukuki garabet olarak kargalar mı güler, tilkiler mi ağlar, siz karar verin. Dünya komedi filmleri bile böyle bir sahneyi rüyalarında bile görmediler. Ama dahası da var: yüce basınımızın yandaşları heyecanla bu dolmuşa binip ve geçmiş düşünceleri yargılamak üzere kolları sıvadılar! Kimse de kalkıp “hop, dur bakalım, fazla uçtun!” demediği için koşuya devam!
Durun, çelişkiler yumağı bitmedi! Ne diyorlardı? “Benim darbem iyi, senin darben kötü denmez”. Ama hemen ardından ne ekliyorlar? “Benim referandumum iyi, seninki kötü! Efendim 12 Eylül’ün halktan %92 almasının değeri yok. Onlar bu adamlardan kurtulmak için bu desteği verdiler”. Eh, bir görüştür, böyle düşünenler de kesin var. Ama sen hangi hakla tek bir yorumunla gidip milyonlarca vatandaşın oyunu çöp sayacaksın? Tarih böyle bir hak-hukuk gaspı duymadı! Bunu dersen o zaman her gün milletin gözüne soktuğun %50 oyunun ne hükmü kalır? Yani “eski oy veren halkın oyu geçersiz. Bana oy verenler, muteber ve geçerli” Kargalar ve tilkiler mi demiştik?
Bir çelişki daha var ki, o ifade edildi bazı tartışmalarda: 1982 Anayasası’nı yok mu sayıyorsun? O zaman neye göre sen iktidarsın? O Anayasa yoksa, siz de yoksunuz. Ülkenin 30 yıldır yaşadıkları da yok, tüm atamaları, seçimleri, kanunları da. İşte bu ve buna benzer tüm çelişkiler işin mantık ve hukuk bazında komedya geçişleri. Haftaya 12 Eylül cengaverlerinin “içerikle ilgili” tarihsel saptırmalarına eğileceğim.
12 EYLÜL YALANLARI VE ÇELİŞKİLERİ (1) / Bedri Baykam / 10 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..
İki haftadır, 12 Eylül senaryoları bombardımanı altındayız. Başbakan’ın hedef göstermesiyle “Hurraa” diye 12 Eylül’ün üzerine bitirim yorumlarıyla çullanan her yönden cengaverler gördük. Ne ilginçtir ki, 1980’lerde, hatta doksanlarda bu heyecana rastlayamıyorduk!
Ben mi? 1987 ve 1988 de, Evren Cumhurbaşkanı iken, Özal’ın tek Parti diktatoryası tam gaz sürerken, sanatçı arkadaşlarımın tüm ikazlarına rağmen, “İç manzaralar” adı altında, en sert şekilde 12 Eylül döneminin sansür ve işkencesini protesto sergisi açmıştım… Hem de Taksim’in göbeğinde, AKM’de! Bu nedenle izninizle bir kuş kadar rahat konuşacağım! Şimdi iktidarın dolduruşuyla 12 Eylül davasında şov yapanları dinleyip, resmen beyin sağlığımı kaybediyorum!
12 Eylülde, ailesinden fertler işkence gören, kaybolan, ölen her vatandaşımızın acısı hepimizin acısıdır. O sergilerim de zaten başta onlar adına açılmıştı o korku dolu soğuk günlerde. Ama “12 Eylül neden yaşandı?” ve “12 Eylül hüküm sürerken neler yaptı?” sorularını birbirinden ayırmaya mecburuz. Aksi takdirde, sürekli olarak Hükümet buyruğu doğrultusunda tetikçi yazarlar eliyle sürdürülen utanç verici cadı avıyla gelen “tarihi, zoraki ameliyatlarla biçimbozmaya uğratma” tecavüzüne katkıda bulunmuş oluruz!.
İşe iktidarın onarılamaz şekilde içine düştüğü traji-komik çelişkilerle başlayalım: Sen bir yandan gidip Fransa’ya ve tüm dünyaya “tarihi tarihçilere bırakalım, siyaset malzemesi yapmayalım” diyeceksin, ardından Hükümet olarak gidip her Allahın günü, yok Dersim, yok 27 Mayıs, yok 12 Eylül, yok 28 Şubat, “tarihle yüzleşmek” (!) adı altında toplumun her kesimini her gün birbirine düşürecek siyasi bir ajanda izleyeceksin! Bunu Fransa’ya, Ermenistan’a nasıl izah edersin? Bu hükümet sayesinde Türkiye’den başka bu kadar boğuluncaya kadar “geçmişte” yaşayan ülke tarihte görülmedi! Durum, şizofrenik! Ama acınası çelişkiler bununla kalmıyor: Fransa’da Anayasa Konseyinden dönen “Ermeni soykırımını inkara hapis ve para cezası” yasası, başta Sn. Başbakan olmak üzere neredeyse her kesimden halkımızın tepkisini haklı olarak çekti. “demokrat ve özgür bir ülkede nasıl düşüncelere ve siyasi-tarihsel tartışmalara böyle bir set çekilebilir?” diye hükümet başta, ülke ayağa kalktı. Peki aynı hükümet bugün hangi komediye imza atmaya çalışıyor? Efendim tüm yakın tarihimize eğilecekmiş, kimler tüm darbelere destek verdi, komisyon kurup araştıracakmış! İyi, güzel, 27 Mayıs yetmez, Cumhuriyetin kuruluşunu da darbe sayın, oradan başlayın! Bunun anlamı ne? Sen Fransızla alay ediyordun, “bu nasıl demokrasi?” diye… Niçin? Fransız “bundan böyle şunu düşünüp ifade etmek suç olacak” dedi diye. Peki sen ne istiyorsun? “Geçmişte şunu şunu düşünenlerin, şu yorumları yapanların suç işlediğine kanaat getirdim. Bu zatların geçmiş düşüncelerini geriye yönelik uygulama çıkararak suç sayıp üstüne gideceğim” (!). yani Fransa’nın geleceğe doğru getirmek istediği sansürü, sen “ceza” olarak geçmişe yönelik (!) çıkarmak istiyorsun! Buna hukuki garabet olarak kargalar mı güler, tilkiler mi ağlar, siz karar verin. Dünya komedi filmleri bile böyle bir sahneyi rüyalarında bile görmediler. Ama dahası da var: yüce basınımızın yandaşları heyecanla bu dolmuşa binip ve geçmiş düşünceleri yargılamak üzere kolları sıvadılar! Kimse de kalkıp “hop, dur bakalım, fazla uçtun!” demediği için koşuya devam!
Durun, çelişkiler yumağı bitmedi! Ne diyorlardı? “Benim darbem iyi, senin darben kötü denmez”. Ama hemen ardından ne ekliyorlar? “Benim referandumum iyi, seninki kötü! Efendim 12 Eylül’ün halktan %92 almasının değeri yok. Onlar bu adamlardan kurtulmak için bu desteği verdiler”. Eh, bir görüştür, böyle düşünenler de kesin var. Ama sen hangi hakla tek bir yorumunla gidip milyonlarca vatandaşın oyunu çöp sayacaksın? Tarih böyle bir hak-hukuk gaspı duymadı! Bunu dersen o zaman her gün milletin gözüne soktuğun %50 oyunun ne hükmü kalır? Yani “eski oy veren halkın oyu geçersiz. Bana oy verenler, muteber ve geçerli” Kargalar ve tilkiler mi demiştik?
Bir çelişki daha var ki, o ifade edildi bazı tartışmalarda: 1982 Anayasası’nı yok mu sayıyorsun? O zaman neye göre sen iktidarsın? O Anayasa yoksa, siz de yoksunuz. Ülkenin 30 yıldır yaşadıkları da yok, tüm atamaları, seçimleri, kanunları da. İşte bu ve buna benzer tüm çelişkiler işin mantık ve hukuk bazında komedya geçişleri. Haftaya 12 Eylül cengaverlerinin “içerikle ilgili” tarihsel saptırmalarına eğileceğim.
Ben mi? 1987 ve 1988 de, Evren Cumhurbaşkanı iken, Özal’ın tek Parti diktatoryası tam gaz sürerken, sanatçı arkadaşlarımın tüm ikazlarına rağmen, “İç manzaralar” adı altında, en sert şekilde 12 Eylül döneminin sansür ve işkencesini protesto sergisi açmıştım… Hem de Taksim’in göbeğinde, AKM’de! Bu nedenle izninizle bir kuş kadar rahat konuşacağım! Şimdi iktidarın dolduruşuyla 12 Eylül davasında şov yapanları dinleyip, resmen beyin sağlığımı kaybediyorum!
12 Eylülde, ailesinden fertler işkence gören, kaybolan, ölen her vatandaşımızın acısı hepimizin acısıdır. O sergilerim de zaten başta onlar adına açılmıştı o korku dolu soğuk günlerde. Ama “12 Eylül neden yaşandı?” ve “12 Eylül hüküm sürerken neler yaptı?” sorularını birbirinden ayırmaya mecburuz. Aksi takdirde, sürekli olarak Hükümet buyruğu doğrultusunda tetikçi yazarlar eliyle sürdürülen utanç verici cadı avıyla gelen “tarihi, zoraki ameliyatlarla biçimbozmaya uğratma” tecavüzüne katkıda bulunmuş oluruz!.
İşe iktidarın onarılamaz şekilde içine düştüğü traji-komik çelişkilerle başlayalım: Sen bir yandan gidip Fransa’ya ve tüm dünyaya “tarihi tarihçilere bırakalım, siyaset malzemesi yapmayalım” diyeceksin, ardından Hükümet olarak gidip her Allahın günü, yok Dersim, yok 27 Mayıs, yok 12 Eylül, yok 28 Şubat, “tarihle yüzleşmek” (!) adı altında toplumun her kesimini her gün birbirine düşürecek siyasi bir ajanda izleyeceksin! Bunu Fransa’ya, Ermenistan’a nasıl izah edersin? Bu hükümet sayesinde Türkiye’den başka bu kadar boğuluncaya kadar “geçmişte” yaşayan ülke tarihte görülmedi! Durum, şizofrenik! Ama acınası çelişkiler bununla kalmıyor: Fransa’da Anayasa Konseyinden dönen “Ermeni soykırımını inkara hapis ve para cezası” yasası, başta Sn. Başbakan olmak üzere neredeyse her kesimden halkımızın tepkisini haklı olarak çekti. “demokrat ve özgür bir ülkede nasıl düşüncelere ve siyasi-tarihsel tartışmalara böyle bir set çekilebilir?” diye hükümet başta, ülke ayağa kalktı. Peki aynı hükümet bugün hangi komediye imza atmaya çalışıyor? Efendim tüm yakın tarihimize eğilecekmiş, kimler tüm darbelere destek verdi, komisyon kurup araştıracakmış! İyi, güzel, 27 Mayıs yetmez, Cumhuriyetin kuruluşunu da darbe sayın, oradan başlayın! Bunun anlamı ne? Sen Fransızla alay ediyordun, “bu nasıl demokrasi?” diye… Niçin? Fransız “bundan böyle şunu düşünüp ifade etmek suç olacak” dedi diye. Peki sen ne istiyorsun? “Geçmişte şunu şunu düşünenlerin, şu yorumları yapanların suç işlediğine kanaat getirdim. Bu zatların geçmiş düşüncelerini geriye yönelik uygulama çıkararak suç sayıp üstüne gideceğim” (!). yani Fransa’nın geleceğe doğru getirmek istediği sansürü, sen “ceza” olarak geçmişe yönelik (!) çıkarmak istiyorsun! Buna hukuki garabet olarak kargalar mı güler, tilkiler mi ağlar, siz karar verin. Dünya komedi filmleri bile böyle bir sahneyi rüyalarında bile görmediler. Ama dahası da var: yüce basınımızın yandaşları heyecanla bu dolmuşa binip ve geçmiş düşünceleri yargılamak üzere kolları sıvadılar! Kimse de kalkıp “hop, dur bakalım, fazla uçtun!” demediği için koşuya devam!
Durun, çelişkiler yumağı bitmedi! Ne diyorlardı? “Benim darbem iyi, senin darben kötü denmez”. Ama hemen ardından ne ekliyorlar? “Benim referandumum iyi, seninki kötü! Efendim 12 Eylül’ün halktan %92 almasının değeri yok. Onlar bu adamlardan kurtulmak için bu desteği verdiler”. Eh, bir görüştür, böyle düşünenler de kesin var. Ama sen hangi hakla tek bir yorumunla gidip milyonlarca vatandaşın oyunu çöp sayacaksın? Tarih böyle bir hak-hukuk gaspı duymadı! Bunu dersen o zaman her gün milletin gözüne soktuğun %50 oyunun ne hükmü kalır? Yani “eski oy veren halkın oyu geçersiz. Bana oy verenler, muteber ve geçerli” Kargalar ve tilkiler mi demiştik?
Bir çelişki daha var ki, o ifade edildi bazı tartışmalarda: 1982 Anayasası’nı yok mu sayıyorsun? O zaman neye göre sen iktidarsın? O Anayasa yoksa, siz de yoksunuz. Ülkenin 30 yıldır yaşadıkları da yok, tüm atamaları, seçimleri, kanunları da. İşte bu ve buna benzer tüm çelişkiler işin mantık ve hukuk bazında komedya geçişleri. Haftaya 12 Eylül cengaverlerinin “içerikle ilgili” tarihsel saptırmalarına eğileceğim.
7 Nisan 2012 Cumartesi
AYKUT'UN İNADI BİTİNCE... BEDRİ BAYKAM
Fenerbahce sahaya devre arasi hazirlik maci oynar gibi cikti. Alex yari sakat diye, Sow play-off a saklandi diye, Semih gozden cikarildi diye, Emre de birilerinin simsegini cektigi icin oynatilmayinca, sari lacivertliler sahada sikintili bir tablo cizerek maca basladilar. Cunku sahaya surulen Bekir ve Selcuk teknik yetersizlikleriyle, Caner Bienvenu ve Stoch da formsuzluklariyla siritinca, ortaya ileri iki top yapamayan ve geri-yan paslarla seyircisini usandiran bir takim cikti. İlk uari boyunca macin tek ciddi ani Antalyali Sedat in. 35 metreden vurdugu sutuna Volkan in yaptigi nefis kurtaristi. İleride cogalamayan ve deplasmanda oynayan bir 2. Lig takimi goruntusu veren sari lacivertlilerde, caresizlikten arada Bekir in playmakerliga soyundugunu soylersem siz durumu anlarsiniz. Bir turlu Antalyali oyunculara kart cikaramayan Hakem de senaryoya eklenince,ortaya cikan kisir ve tatsiz goruntude, Fenerbahce nin uc sat top oynasa gol atamayacagina bahse F
2. yari baslarken itiraf edigim beni sasirtan bir sekilde hatasindan dondu ve sahaya Emre ve Sow u surdu. O andan itibaren ortaya baska bir mac cikti. Sari lacivertliler sagli sollu akinlar ve sutlarla rakibi Bunaltmaya basladi. Baroni nin sutu tehlike canlari caldiktan sonra ayni oyuncunun 52. Dakikadaki sutunu Antalyali oyuncu elle karisik kornere celdi. Hemen ardindan Caner in ortasi direge gitti sonra donen topu Bienvenu gole ceviremedi. Sonra nihayet Emre nin sagdan bindirmesinde, Ziegler in kotu sutu auta giderken Sow burun uzatti ve skoru acti. Bu golden 10 dakika sonra yine Emre nin uzun pasiyla soldan ceza sahasina dalan Bienvenu yerden sert bir vurusla takimini rahatlatan 2. Golu buldu.
Macin geri kalan kisminda Fenerbahce yine acemice hareketlerine donse de artik seyirci nesesini bulmus ve play off perdesini indirmisti.
Sari lacivertliler play-offta basarili olmak istiyorlarsa herseyden once Emre'nin gonulunu kazanmaya ve maclari yedek oyunculariyla oynamamaya mecbur.
AYKUT'UN İNADI BİTİNCE... BEDRİ BAYKAM
Fenerbahce sahaya devre arasi hazirlik maci oynar gibi cikti. Alex yari sakat diye, Sow play-off a saklandi diye, Semih gozden cikarildi diye, Emre de birilerinin simsegini cektigi icin oynatilmayinca, sari lacivertliler sahada sikintili bir tablo cizerek maca basladilar. Cunku sahaya surulen Bekir ve Selcuk teknik yetersizlikleriyle, Caner Bienvenu ve Stoch da formsuzluklariyla siritinca, ortaya ileri iki top yapamayan ve geri-yan paslarla seyircisini usandiran bir takim cikti. İlk uari boyunca macin tek ciddi ani Antalyali Sedat in. 35 metreden vurdugu sutuna Volkan in yaptigi nefis kurtaristi. İleride cogalamayan ve deplasmanda oynayan bir 2. Lig takimi goruntusu veren sari lacivertlilerde, caresizlikten arada Bekir in playmakerliga soyundugunu soylersem siz durumu anlarsiniz. Bir turlu Antalyali oyunculara kart cikaramayan Hakem de senaryoya eklenince,ortaya cikan kisir ve tatsiz goruntude, Fenerbahce nin uc sat top oynasa gol atamayacagina bahse F 2. yari baslarken itiraf edigim beni sasirtan bir sekilde hatasindan dondu ve sahaya Emre ve Sow u surdu. O andan itibaren ortaya baska bir mac cikti. Sari lacivertliler sagli sollu akinlar ve sutlarla rakibi Bunaltmaya basladi. Baroni nin sutu tehlike canlari caldiktan sonra ayni oyuncunun 52. Dakikadaki sutunu Antalyali oyuncu elle karisik kornere celdi. Hemen ardindan Caner in ortasi direge gitti sonra donen topu Bienvenu gole ceviremedi. Sonra nihayet Emre nin sagdan bindirmesinde, Ziegler in kotu sutu auta giderken Sow burun uzatti ve skoru acti. Bu golden 10 dakika sonra yine Emre nin uzun pasiyla soldan ceza sahasina dalan Bienvenu yerden sert bir vurusla takimini rahatlatan 2. Golu buldu. Macin geri kalan kisminda Fenerbahce yine acemice hareketlerine donse de artik seyirci nesesini bulmus ve play off perdesini indirmisti. Sari lacivertliler play-offta basarili olmak istiyorlarsa herseyden once Emre'nin gonulunu kazanmaya ve maclari yedek oyunculariyla oynamamaya mecbur.
3 Nisan 2012 Salı
DÜNYA SANAT GÜNÜ’NE HAZIR MISINIZ? / Bedri Baykam / 3 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Dünyamızda “Kadınlar Günü”, “Sevgililer Günü”, “Müzik Günü” ve daha nice özel gün vardı ama bir “Dünya Sanat Günü” yoktu. Başkanı olduğum Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD)’nin Yönetimi ile beraber geçen sene kolları sıvadık ve 2011’de, tam bir sene önce bugün, Meksika'nın Guadalajara kentinde yapılan UNESCO’ya bağlı IAA/ Uluslararası Sanat Dernekleri Genel Kurulu’na bir öneri taşıdık: Gerekçeleri ile beraber sunduğumuz teklif, sanat tarihinin unutulmaz dehası Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan’ın, “World Art Day” (WAD) ilan edilmesiydi. Bu öneri alkışlarla kabul edildi ve o andan itibaren Dünya'nın bir sanat günü oldu! Bu yıl ilk defa yaygın olarak bu kutlama dünyanın birçok noktasında gerçekleşecek, insanlar bizleri düşündüren, estetik haz veren bu olgu hakkında yoğunlaşabilecekler.
3 Nisan 2011 tarihinde bu önergemizi geçirtmek için Genel Kurul'da insanların daha konsantre olduğu ilk günü değerlendirmek gerektiğine inanıp, dokuz başka ülkenin de destek imzasıyla öneriyi sunmuştuk. Oturumu yöneten ve daha sonra yeni Başkan seçilecek olan Rosa Maria Burillo-Velasco, konuşmamdan sonra, konuyu gündeme almış ve oybirliğiyle sonuca ulaşmıştık.
Sanat, dünyayı kuşatan emperyalizme, savaş çığırtkanlıklarına, ırkçılığa ve faşizme karşı, insan hakları kavramıyla beraber en güçlü dayanışmayı oluşturuyor. Dünyanın artık bir sanat günü var diye her olumsuzluk yok olacak değil! Ama sürekli olarak çıkarcı politikacıların, din sömürücülerinin, maddiyata ve baskı rejimine bulanmış siyasetlerine karşı sanat ve aydın insanların dik duruşu, tartışmasız en önemli panzehirlerden biri. Yeni dünya savaşı senaryolarının bizim sınırlarımızdan tezgahlanmaya çalışıldığı şu günlerde, insanlığın yeniden Sanat’ın dayanışmasına ihtiyacı olacak.
Tabii ki sıfırdan başlayarak, büyük bütçe imkanları olmayan bir dünya sivil toplum örgütünün gayretleriyle bir anda “Dünya Sanat Günü” her ülkeden ses getirmeyecek. Ama Meksika’dan İsveç’e, Slovakya’dan Hollanda’ya, Panama’dan Fransa’ya, dünyanın dört bir yanında çeşitli etkinliklerle bu yılki ilk kutlama gerçekleşecek. Bu yıl Türkiye’deki etkinliklere birçok Belediye, Müze, Sanat ve Eğitim Kurumu katılıyor. Çeşitli Müzeler o gün giriş ücreti almayacak ve birçok galeri gece 23.00'e kadar açık kalacak. 9 Nisan gününden itibaren Şişli Belediyesi ile beraber hazırladığımız “Vitrin Sergileri” 95 mağazanın katılımıyla Nişantaşı’nda başlayacak ve 22 Nisan’a kadar sürecek. 13 Nisan Cuma, Akatlar Kültür Merkezi’nde Tomur Atagök ve Yusuf Taktak’la beraber “Leonardo ve Dünya Sanat Günü” ile ilgili bir panel düzenleyeceğiz. 14 Nisan günü Sarıyer Belediyesi’nin Kültür Merkezi’nde Şahin Ünal sergisi açılacak. Beyoğlu ve Kadıköy de bu önemli çıkışa destek veren belediyeler arasında.15 Nisan günü ise İstanbul ve civar illerdeki sanatseverler Abdi İpekçi Caddesi'ne gelecek: O gün yapılacak konuşmalardan sonra Abdi İpekçi caddesinde “Bulutsuzluk Özlemi” ve “Golden Horn Brass Quartet” canlı sokak konseri verecek, danslar yapılacak, Yapı Kredi, İKSV, Boyut, Ayrıntı, Literatür, Bilgi Üniversitesi, Piramid Yayınları indirimli stand açarak kitap ve hediyelik eşya sunacaklar. Bir sanat şenliğine dönüşecek olan kutlamalarda başka sürprizler de olacak. 14 Nisan Cumartesi, İstanbul Modern’de, WAD kapsamında “La La La İnsan Adımları” sergisi sanatçılarından Šejla Kamerić'in yapacağı söyleşi yer alacak. 16 Nisan Pazartesi ise, belki en anlamlı etkinlikte, İtalyan Kültür Merkezi’nde, da Vinci Müzesi’nin kurucusu Alessandro Vezzosi, “Leonardo da Vinci, Modernlik ve Ütopya” başlıklı konuşmayı yapacak. Ankara’da Çankaya Belediyesi'nin düzenlediği etkinlikler, çeşitli kurumların katılımıyla sokak şenliklerine dönüşecek. Ayrıca İzmir, Alanya, Çanakkale başta olmak üzere birçok il ve Üniversite’de “Dünya Sanat Günü” kutlanacak.
Size düşen iş ise, gerek Facebook (www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd - www.facebook.com/worldartday.iaa), gerek web sayfalarından (www.iaaworldartday.com) bilgiler alarak, etkinliklere katılmak ve bu bilgileri Dünya'nın her yerinde dostlarınızla paylaşmak. Dünya’ya bu hediyenin bir Türk sivil toplum örgütünün girişimiyle verilmiş olmasını perçinleyin! Her kurum UPSD'yi bilgilendirerek etkinliklere dâhil olabilir. “Dünya Sanat Günü”, her insanın desteğine açık bir özgürlük platformu!
DÜNYA SANAT GÜNÜ’NE HAZIR MISINIZ? / Bedri Baykam / 3 Nisan 2012 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Dünyamızda “Kadınlar Günü”, “Sevgililer Günü”, “Müzik Günü” ve daha nice özel gün vardı ama bir “Dünya Sanat Günü” yoktu. Başkanı olduğum Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD)’nin Yönetimi ile beraber geçen sene kolları sıvadık ve 2011’de, tam bir sene önce bugün, Meksika'nın Guadalajara kentinde yapılan UNESCO’ya bağlı IAA/ Uluslararası Sanat Dernekleri Genel Kurulu’na bir öneri taşıdık: Gerekçeleri ile beraber sunduğumuz teklif, sanat tarihinin unutulmaz dehası Leonardo da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan’ın, “World Art Day” (WAD) ilan edilmesiydi. Bu öneri alkışlarla kabul edildi ve o andan itibaren Dünya'nın bir sanat günü oldu! Bu yıl ilk defa yaygın olarak bu kutlama dünyanın birçok noktasında gerçekleşecek, insanlar bizleri düşündüren, estetik haz veren bu olgu hakkında yoğunlaşabilecekler.
3 Nisan 2011 tarihinde bu önergemizi geçirtmek için Genel Kurul'da insanların daha konsantre olduğu ilk günü değerlendirmek gerektiğine inanıp, dokuz başka ülkenin de destek imzasıyla öneriyi sunmuştuk. Oturumu yöneten ve daha sonra yeni Başkan seçilecek olan Rosa Maria Burillo-Velasco, konuşmamdan sonra, konuyu gündeme almış ve oybirliğiyle sonuca ulaşmıştık.
Sanat, dünyayı kuşatan emperyalizme, savaş çığırtkanlıklarına, ırkçılığa ve faşizme karşı, insan hakları kavramıyla beraber en güçlü dayanışmayı oluşturuyor. Dünyanın artık bir sanat günü var diye her olumsuzluk yok olacak değil! Ama sürekli olarak çıkarcı politikacıların, din sömürücülerinin, maddiyata ve baskı rejimine bulanmış siyasetlerine karşı sanat ve aydın insanların dik duruşu, tartışmasız en önemli panzehirlerden biri. Yeni dünya savaşı senaryolarının bizim sınırlarımızdan tezgahlanmaya çalışıldığı şu günlerde, insanlığın yeniden Sanat’ın dayanışmasına ihtiyacı olacak.
Tabii ki sıfırdan başlayarak, büyük bütçe imkanları olmayan bir dünya sivil toplum örgütünün gayretleriyle bir anda “Dünya Sanat Günü” her ülkeden ses getirmeyecek. Ama Meksika’dan İsveç’e, Slovakya’dan Hollanda’ya, Panama’dan Fransa’ya, dünyanın dört bir yanında çeşitli etkinliklerle bu yılki ilk kutlama gerçekleşecek. Bu yıl Türkiye’deki etkinliklere birçok Belediye, Müze, Sanat ve Eğitim Kurumu katılıyor. Çeşitli Müzeler o gün giriş ücreti almayacak ve birçok galeri gece 23.00'e kadar açık kalacak. 9 Nisan gününden itibaren Şişli Belediyesi ile beraber hazırladığımız “Vitrin Sergileri” 95 mağazanın katılımıyla Nişantaşı’nda başlayacak ve 22 Nisan’a kadar sürecek. 13 Nisan Cuma, Akatlar Kültür Merkezi’nde Tomur Atagök ve Yusuf Taktak’la beraber “Leonardo ve Dünya Sanat Günü” ile ilgili bir panel düzenleyeceğiz. 14 Nisan günü Sarıyer Belediyesi’nin Kültür Merkezi’nde Şahin Ünal sergisi açılacak. Beyoğlu ve Kadıköy de bu önemli çıkışa destek veren belediyeler arasında.15 Nisan günü ise İstanbul ve civar illerdeki sanatseverler Abdi İpekçi Caddesi'ne gelecek: O gün yapılacak konuşmalardan sonra Abdi İpekçi caddesinde “Bulutsuzluk Özlemi” ve “Golden Horn Brass Quartet” canlı sokak konseri verecek, danslar yapılacak, Yapı Kredi, İKSV, Boyut, Ayrıntı, Literatür, Bilgi Üniversitesi, Piramid Yayınları indirimli stand açarak kitap ve hediyelik eşya sunacaklar. Bir sanat şenliğine dönüşecek olan kutlamalarda başka sürprizler de olacak. 14 Nisan Cumartesi, İstanbul Modern’de, WAD kapsamında “La La La İnsan Adımları” sergisi sanatçılarından Šejla Kamerić'in yapacağı söyleşi yer alacak. 16 Nisan Pazartesi ise, belki en anlamlı etkinlikte, İtalyan Kültür Merkezi’nde, da Vinci Müzesi’nin kurucusu Alessandro Vezzosi, “Leonardo da Vinci, Modernlik ve Ütopya” başlıklı konuşmayı yapacak. Ankara’da Çankaya Belediyesi'nin düzenlediği etkinlikler, çeşitli kurumların katılımıyla sokak şenliklerine dönüşecek. Ayrıca İzmir, Alanya, Çanakkale başta olmak üzere birçok il ve Üniversite’de “Dünya Sanat Günü” kutlanacak.
Size düşen iş ise, gerek Facebook (www.facebook.com/dunyasanatgunu.upsd - www.facebook.com/worldartday.iaa), gerek web sayfalarından (www.iaaworldartday.com) bilgiler alarak, etkinliklere katılmak ve bu bilgileri Dünya'nın her yerinde dostlarınızla paylaşmak. Dünya’ya bu hediyenin bir Türk sivil toplum örgütünün girişimiyle verilmiş olmasını perçinleyin! Her kurum UPSD'yi bilgilendirerek etkinliklere dâhil olabilir. “Dünya Sanat Günü”, her insanın desteğine açık bir özgürlük platformu!
1 Nisan 2012 Pazar
FENERBAHÇE DİREKLERDEN DÖNDÜ..
Maçtan önce Fenerbahçe’de orta şiddette bir deprem yaşanıyordu. Aykut Kocaman’ın Emre’yi geçen hafta yedekte tutmasının ardından bu hafta kadroya bile almaması, akıl alır bir risk değildi. Maç günü son seçimlerde Stoch yerine Caner, Serdar veya Bilica yerine de Bekir’in seçimiyle Fenerbahçe topa basma ve kontrol etme yetenekleri sınırlı bir kadroyla sahaya çıktı.
Buna rağmen maçın başından itibaren Fenerbahçe hiçbir anda oyunun egemenliğini Trabzonspor’a kaptırmadı. Birkaç bireysel hatadan doğan Trabzon atakları dışında, Fener defansı iyi kapandı, iyi kademeye girdi. Orta sahada Alex’in Topuz, Caner ve Baroni’yle şaşılacak derecede iyi paslaşmalara girmesi, sarı lacivertlilerin ilk yarıda maçta ipleri ele almasını sağladı. 20. Dakikada Topuz’un nefis pasında Alex’in nefis bir gol atmasına üst direk izin vermedi. 31. Dakikada ise bu sefer Topuz Alex’in pasıyla müsait pozisyonda topu kaleciye nişanladı. Fenerbahçe’nin rakibinin orta hattını bu kadar çok ver-kaç ve çalımla delebilmesi Trabzon adına teknik bir zaafın işaretiydi. “Maç ne kadar centilmence geçiyor” derken 34. Dakikada ne yazık ki Trabzon’luların çirkin hareketleriyle maç 5 dakika durdu. Sahaya atılan fanilalar, meşaleler, hatta çakılar içler acısı bir durumdu. Beklenildiği gibi bu hareketlerin faydası Trabzon’a değil, Fenerbahçe’ye oldu. Yine sarı lacivertlilerin ortadan yaptıkları bir bindirmede Caner’in nefis topuk pasıyla ceza sahasına giren Baroni jeneriklik bir aşırtmayla fileleri buldu. Aydınus’un bu golü pasif ofsayt durumundaki Sow’a rağmen böyle bir maçta verebilmesi, alkışlanacak bir cesaretti. Devrenin son saniyesinde Volkan, Giray’ın kafa şutunu çıkarırken boş yere dünya yıldızı olmadığını kanıtlıyordu.
2. Yarıya Kocaman hem sarı kartı olan, hem de kırmızı için her çabayı gösteren Caner’i haklı olarak çıkararak başladı. Stoch Emre’nin de yokluğunda işe yarar derken bitime yarım saat kala Fener’de “Maestro” Alex sakatlanınca, yerine soru işaretlerinin ana konusu Özer girdi. Bu arada meşale pet şişeler ve küfürler bu yarıda da sürüyordu. 72. Dakikada Baroni bir önemli kontratağı harcadıktan hemen sonra rahat bir durumda Yobo topu Türkiye liginin tekniği en zayıf oyuncularından Bekir’e verdi. Bekir’in pas hatasi 4 saniye sonra Burak Yılmaz golü olarak filelerle buluşurken Kocaman’ın hatalı kadro seçimi yine olağan bir sonucuna ulaşmış oluyordu. Bu dakikadan itibaren Trabzon dalga dalga gelmeye başladı. Frikikler, Burak şutları, Baroni top kaptırmaları, Volkan kurtarışları derken Trabzon fırtınası duruldu. Bunun ardından Fenerbahçe tekrar sahaya döndü. Yan direk önce 85. dakikada bir Fenerbahçe “baskınında” Özer’in, ardından 92. dakikada Bienvenu’nun kaleciyi geçen şutlarını “kurtardı”! Şans sarı lacivertlilerden yana değildi…
Fenerbahçe bu çok kritik maçı kazanamadıysa bunun gerekçelerini bu şans faktörü dışında Emre’nin oynatılmaması ve yapılan hatalı kadroda aramalı…
Buna rağmen maçın başından itibaren Fenerbahçe hiçbir anda oyunun egemenliğini Trabzonspor’a kaptırmadı. Birkaç bireysel hatadan doğan Trabzon atakları dışında, Fener defansı iyi kapandı, iyi kademeye girdi. Orta sahada Alex’in Topuz, Caner ve Baroni’yle şaşılacak derecede iyi paslaşmalara girmesi, sarı lacivertlilerin ilk yarıda maçta ipleri ele almasını sağladı. 20. Dakikada Topuz’un nefis pasında Alex’in nefis bir gol atmasına üst direk izin vermedi. 31. Dakikada ise bu sefer Topuz Alex’in pasıyla müsait pozisyonda topu kaleciye nişanladı. Fenerbahçe’nin rakibinin orta hattını bu kadar çok ver-kaç ve çalımla delebilmesi Trabzon adına teknik bir zaafın işaretiydi. “Maç ne kadar centilmence geçiyor” derken 34. Dakikada ne yazık ki Trabzon’luların çirkin hareketleriyle maç 5 dakika durdu. Sahaya atılan fanilalar, meşaleler, hatta çakılar içler acısı bir durumdu. Beklenildiği gibi bu hareketlerin faydası Trabzon’a değil, Fenerbahçe’ye oldu. Yine sarı lacivertlilerin ortadan yaptıkları bir bindirmede Caner’in nefis topuk pasıyla ceza sahasına giren Baroni jeneriklik bir aşırtmayla fileleri buldu. Aydınus’un bu golü pasif ofsayt durumundaki Sow’a rağmen böyle bir maçta verebilmesi, alkışlanacak bir cesaretti. Devrenin son saniyesinde Volkan, Giray’ın kafa şutunu çıkarırken boş yere dünya yıldızı olmadığını kanıtlıyordu.
2. Yarıya Kocaman hem sarı kartı olan, hem de kırmızı için her çabayı gösteren Caner’i haklı olarak çıkararak başladı. Stoch Emre’nin de yokluğunda işe yarar derken bitime yarım saat kala Fener’de “Maestro” Alex sakatlanınca, yerine soru işaretlerinin ana konusu Özer girdi. Bu arada meşale pet şişeler ve küfürler bu yarıda da sürüyordu. 72. Dakikada Baroni bir önemli kontratağı harcadıktan hemen sonra rahat bir durumda Yobo topu Türkiye liginin tekniği en zayıf oyuncularından Bekir’e verdi. Bekir’in pas hatasi 4 saniye sonra Burak Yılmaz golü olarak filelerle buluşurken Kocaman’ın hatalı kadro seçimi yine olağan bir sonucuna ulaşmış oluyordu. Bu dakikadan itibaren Trabzon dalga dalga gelmeye başladı. Frikikler, Burak şutları, Baroni top kaptırmaları, Volkan kurtarışları derken Trabzon fırtınası duruldu. Bunun ardından Fenerbahçe tekrar sahaya döndü. Yan direk önce 85. dakikada bir Fenerbahçe “baskınında” Özer’in, ardından 92. dakikada Bienvenu’nun kaleciyi geçen şutlarını “kurtardı”! Şans sarı lacivertlilerden yana değildi…
Fenerbahçe bu çok kritik maçı kazanamadıysa bunun gerekçelerini bu şans faktörü dışında Emre’nin oynatılmaması ve yapılan hatalı kadroda aramalı…
FENERBAHÇE DİREKLERDEN DÖNDÜ..
Maçtan önce Fenerbahçe’de orta şiddette bir deprem yaşanıyordu. Aykut Kocaman’ın Emre’yi geçen hafta yedekte tutmasının ardından bu hafta kadroya bile almaması, akıl alır bir risk değildi. Maç günü son seçimlerde Stoch yerine Caner, Serdar veya Bilica yerine de Bekir’in seçimiyle Fenerbahçe topa basma ve kontrol etme yetenekleri sınırlı bir kadroyla sahaya çıktı.
Buna rağmen maçın başından itibaren Fenerbahçe hiçbir anda oyunun egemenliğini Trabzonspor’a kaptırmadı. Birkaç bireysel hatadan doğan Trabzon atakları dışında, Fener defansı iyi kapandı, iyi kademeye girdi. Orta sahada Alex’in Topuz, Caner ve Baroni’yle şaşılacak derecede iyi paslaşmalara girmesi, sarı lacivertlilerin ilk yarıda maçta ipleri ele almasını sağladı. 20. Dakikada Topuz’un nefis pasında Alex’in nefis bir gol atmasına üst direk izin vermedi. 31. Dakikada ise bu sefer Topuz Alex’in pasıyla müsait pozisyonda topu kaleciye nişanladı. Fenerbahçe’nin rakibinin orta hattını bu kadar çok ver-kaç ve çalımla delebilmesi Trabzon adına teknik bir zaafın işaretiydi. “Maç ne kadar centilmence geçiyor” derken 34. Dakikada ne yazık ki Trabzon’luların çirkin hareketleriyle maç 5 dakika durdu. Sahaya atılan fanilalar, meşaleler, hatta çakılar içler acısı bir durumdu. Beklenildiği gibi bu hareketlerin faydası Trabzon’a değil, Fenerbahçe’ye oldu. Yine sarı lacivertlilerin ortadan yaptıkları bir bindirmede Caner’in nefis topuk pasıyla ceza sahasına giren Baroni jeneriklik bir aşırtmayla fileleri buldu. Aydınus’un bu golü pasif ofsayt durumundaki Sow’a rağmen böyle bir maçta verebilmesi, alkışlanacak bir cesaretti. Devrenin son saniyesinde Volkan, Giray’ın kafa şutunu çıkarırken boş yere dünya yıldızı olmadığını kanıtlıyordu.
2. Yarıya Kocaman hem sarı kartı olan, hem de kırmızı için her çabayı gösteren Caner’i haklı olarak çıkararak başladı. Stoch Emre’nin de yokluğunda işe yarar derken bitime yarım saat kala Fener’de “Maestro” Alex sakatlanınca, yerine soru işaretlerinin ana konusu Özer girdi. Bu arada meşale pet şişeler ve küfürler bu yarıda da sürüyordu. 72. Dakikada Baroni bir önemli kontratağı harcadıktan hemen sonra rahat bir durumda Yobo topu Türkiye liginin tekniği en zayıf oyuncularından Bekir’e verdi. Bekir’in pas hatasi 4 saniye sonra Burak Yılmaz golü olarak filelerle buluşurken Kocaman’ın hatalı kadro seçimi yine olağan bir sonucuna ulaşmış oluyordu. Bu dakikadan itibaren Trabzon dalga dalga gelmeye başladı. Frikikler, Burak şutları, Baroni top kaptırmaları, Volkan kurtarışları derken Trabzon fırtınası duruldu. Bunun ardından Fenerbahçe tekrar sahaya döndü. Yan direk önce 85. dakikada bir Fenerbahçe “baskınında” Özer’in, ardından 92. dakikada Bienvenu’nun kaleciyi geçen şutlarını “kurtardı”! Şans sarı lacivertlilerden yana değildi…
Fenerbahçe bu çok kritik maçı kazanamadıysa bunun gerekçelerini bu şans faktörü dışında Emre’nin oynatılmaması ve yapılan hatalı kadroda aramalı…
Buna rağmen maçın başından itibaren Fenerbahçe hiçbir anda oyunun egemenliğini Trabzonspor’a kaptırmadı. Birkaç bireysel hatadan doğan Trabzon atakları dışında, Fener defansı iyi kapandı, iyi kademeye girdi. Orta sahada Alex’in Topuz, Caner ve Baroni’yle şaşılacak derecede iyi paslaşmalara girmesi, sarı lacivertlilerin ilk yarıda maçta ipleri ele almasını sağladı. 20. Dakikada Topuz’un nefis pasında Alex’in nefis bir gol atmasına üst direk izin vermedi. 31. Dakikada ise bu sefer Topuz Alex’in pasıyla müsait pozisyonda topu kaleciye nişanladı. Fenerbahçe’nin rakibinin orta hattını bu kadar çok ver-kaç ve çalımla delebilmesi Trabzon adına teknik bir zaafın işaretiydi. “Maç ne kadar centilmence geçiyor” derken 34. Dakikada ne yazık ki Trabzon’luların çirkin hareketleriyle maç 5 dakika durdu. Sahaya atılan fanilalar, meşaleler, hatta çakılar içler acısı bir durumdu. Beklenildiği gibi bu hareketlerin faydası Trabzon’a değil, Fenerbahçe’ye oldu. Yine sarı lacivertlilerin ortadan yaptıkları bir bindirmede Caner’in nefis topuk pasıyla ceza sahasına giren Baroni jeneriklik bir aşırtmayla fileleri buldu. Aydınus’un bu golü pasif ofsayt durumundaki Sow’a rağmen böyle bir maçta verebilmesi, alkışlanacak bir cesaretti. Devrenin son saniyesinde Volkan, Giray’ın kafa şutunu çıkarırken boş yere dünya yıldızı olmadığını kanıtlıyordu.
2. Yarıya Kocaman hem sarı kartı olan, hem de kırmızı için her çabayı gösteren Caner’i haklı olarak çıkararak başladı. Stoch Emre’nin de yokluğunda işe yarar derken bitime yarım saat kala Fener’de “Maestro” Alex sakatlanınca, yerine soru işaretlerinin ana konusu Özer girdi. Bu arada meşale pet şişeler ve küfürler bu yarıda da sürüyordu. 72. Dakikada Baroni bir önemli kontratağı harcadıktan hemen sonra rahat bir durumda Yobo topu Türkiye liginin tekniği en zayıf oyuncularından Bekir’e verdi. Bekir’in pas hatasi 4 saniye sonra Burak Yılmaz golü olarak filelerle buluşurken Kocaman’ın hatalı kadro seçimi yine olağan bir sonucuna ulaşmış oluyordu. Bu dakikadan itibaren Trabzon dalga dalga gelmeye başladı. Frikikler, Burak şutları, Baroni top kaptırmaları, Volkan kurtarışları derken Trabzon fırtınası duruldu. Bunun ardından Fenerbahçe tekrar sahaya döndü. Yan direk önce 85. dakikada bir Fenerbahçe “baskınında” Özer’in, ardından 92. dakikada Bienvenu’nun kaleciyi geçen şutlarını “kurtardı”! Şans sarı lacivertlilerden yana değildi…
Fenerbahçe bu çok kritik maçı kazanamadıysa bunun gerekçelerini bu şans faktörü dışında Emre’nin oynatılmaması ve yapılan hatalı kadroda aramalı…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)