Medyada hep malum konunun yasal ve siyasi yönü var: Anayasa’nın şu maddesi ne diyor, kararlar neden hep 2’ye 1 çıkıyor, dosya Yargıtay’a gitse ne olur, YSK’nın yetkileri gerçekte nedir ne değildir vs… Halbuki konunun bir de bu saydıklarımızdan çok daha önemli insani boyutu var: Bu milletvekillerinin aileleri neler yaşıyor, neler düşünüyor, neler hissediyor? Ana konu bu…
Bugün yalnız Balbay ailesinin yaşamından örnekler vereceğim. Ama tabii esasında siz yazımı okuduktan sonra, hem diğer tutukluların hayatında neler yaşandığını tahmin edebilirsiniz, hem de kendinizi Balbayların yerine koyup o tarafta yaşananları içsel olarak hissetmeyi deneyebilirsiniz.
Deniz Balbay, henüz üç yaşında. O yaştaki her çocuk gibi kendi küçücük yaşamı var. Oyuncakları, ablacığı, annesi, akrabaları… Ama Deniz, kendini hatırlamaya başladığından beri babasını çok az görebiliyor… Mustafa Balbay’ın ailesiyle kucaklaşabilmesi, ancak ayda bir görüşme odasında yaşanıyor. Çünkü haftada bir Çarşamba günleri gerçekleşen 45’er dakikalık görüşmelerin bir ay üstünden dörtte üçü, Amerikan filmlerinden tanıdığınız saydam kabinlerde telefonla oluyor. “Açık görüşme”lerde küçük Deniz hemen babasının kucağına atlıyor gülücükleriyle. Saklambaç, kovalamaca oynuyorlar veya Mustafa, Deniz’i omzuna alıyor. Oyuncak “sokmak” yasak. O nedenle Deniz babacığıyla gönül rahatlığıyla bir araba yarıştıramıyor. Deniz anayasa-babayasa bilmez, anlamaz. O bir tek içgüdüsel bir şekilde mıknatıs gibi kendisine doğru çekildiğini hissettiği babacığını istiyor… Sonra o kısacık 45 dakika akıp gidince, Deniz babasını çıkıp gittiği kapıya kadar uğurlamıyor. Dayanamıyor kalbi o sahneye, uzaklaşıp donup kalıyor. Dönüş yolunda da susuyor. Neden birilerinin gelip babasını alıp gittiğini, “sevgisi”nin neden bu şekilde yarım bırakıldığını anlamasına imkan yok. Yemeden içmeden kesiliyor bir hafta boyunca… Evde babasının fotoğraflarını öperek yaşıyor. Mustafa ise oğlunun en şeker yaşlarını, onu doyasıya kucağına alıp sarılamadan geride bırakışını dehşet içinde izliyor ve akan zamana 9 metrekarelik hücresinde lanet yağdırıyor.
Bir ufak yatak, bir masa, bir kitaplık… Bir tuvalet ve duş… Hücreye geçmeden, yani 128 gün öncesine kadar Tuncay Özkan’la basına da yansıyan şekilde ortak bir yaşam kurmuş olmaları birilerine batmış. Onlara farkında olmadan bahşedilen bu “arkadaşlık etme” lüksü ve bununla Mustafa ve Tuncay’ın yüzlerinin gülebilmesi, gülücüklere düşman bir zihniyeti mi rahatsız etmiş acaba, bilemem… Zor kullanılarak 30 gardiyanın fizik baskısıyla ayrılmışlar. Hücre hapsine değecek ne yaptığını merak ediyor Mustafa, gece tavana bakıp uyumaya çalışırken.. Seri katil mi olmuş, beş banka mı soymuş, ülke sırlarını düşmanlara mı satmış? Hayır, bunların hiçbiri yok. Peki, ne var? Onu henüz bilen yok. 10 yıl bile içeride tutabilirlermiş Mustafa ve arkadaşlarını, hiçbir şey kanıtlayamadan. Bunun adı “hukuk” muş.” Tanıştığımıza memnun oldum” diyemiyor kimse…
Yağmur Balbay, 10 yaşında tatlı bir kız, Deniz’in ablası. Yağmur tabii daha bilinçli. O da babasının diğer kucağına atlayıp boynuna sarılıyor ayda bir. Bugünlerde Yağmur son derece mutsuz. Çünkü takdirli karnesini okuldan babacığıyla almaya gidecekti 17 Haziran’da. Babasına nihayet kavuşacağını, onunla beraber göğsünü gere gere okula gidip yeni arkadaşlarıyla tanıştırabileceğini sanıyordu. Ama sonra birileri tüm mantık ve akıl verilerini askıya alarak babasının “delilleri karartma ve kaçma” ihtimali olduğunu (!) ortaya atıp engel olmuşlar bu özgürlüğe. Anneciği her zorluğa karşın onu sinemaya, baleye, götürüyor ve destek oluyor. Yağmur çok metin. Ama son anda seçimlere rağmen yaşanan engelleme ona da ağır gelmiş. Babasıyla tatile çıkacaklardı, şimdi bu da iptal olmuş, bir daha ki “açık görüşme” vaktini beklemekle yetiniyor. “Çocukların hasretinden bana sıra gelmiyor Mustafa’ya sarılmaya” diyor Gülşah Hanım ve umutla haberleri izliyor her akşam…
Küçük Deniz, şimdilerde yine durgun mu durgun. Sokakta babalarının ellinden tutarak çocuk parkına giden yaşıtlarını görüyor ve anlamıyor olup biteni. Herhalde tüm yetişkinlere bakarak içinden “başlarım size de, o katı ve duygusuz dünyanıza da“ diyor anlayamadan, küçük kalbini sıkıştırarak…
Sevgili Deniz, Sivas’ta anma törenini bile gerekçe göstermeden yasaklayabilenler, seni anlamaya çalışırlar mı, bilmem! Seni ve ablanı öpüyorum ve babanıza kavuşacağınız günü iple çekiyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.