Geçen pazar Cennetten bir haber uçurdular. Abdi İpekçi, ısrarlı talepleri sonrasında 24 saatliğine İstanbul’a gelmişti ve bu süreçte ona aramızdan ayrıldığından beri neler olduğunu anlatmakla görevlendirilmiştim. Zor işti tabii. Ama yazarlığa başladığım gazetenin hayran olduğum efsane başyazarına her şey değerdi. Büyük insanla vurulduğu yerde buluşacaktık. Bir TV çekiminden çıkıp geldim az rötarla. O da aynı anda köşedeki cafeye ışınlandı. Onu tek ben görebiliyordum. Hasretle sarıldık. Gözü yaşlı heykeline baktı. “Ne kadar kadirşinastır bizim Cumhuriyet” dedikten sonra soruyu soruverdi: “Peki kim iktidarda şimdi, AP mi, CHP mi?”. Nerden başlasam ki diye kara kara düşündüm…
O anda I-Padimi açtım ve o sabah şehit düşen üç askerimizin haberini görüverdi İpekçi. Önce 32 yılda teknolojinin nereye geldiğini ve elektronik medyayı hızla anlattım. Zamanı pahalıydı Abdi Bey’in.“Kim saldırmış, Yunanlılar mı?” dedi. Yok dedim. “PKK, yani bölücü Kürtler, bir çeşit ırkçı iç savaş” Utandım biraz. Anlamadı tabii.
Anlattım sırayla her şeyi, 12 Eylül'den başlayarak. “Ben de o süreçte öldüm diye söylemiyorum ama herhalde yine müdahele kaçınılmaz olmuştu di mi?” dedi. “Aman Abdi Bey, siz pek yakında ayrılacaksınız ama bir duyan olur, biz şimdi ‘ileri demokrasi’ yaşıyoruz. Her şeyi öyle düşünüp söyleyemezsiniz” dedim. “ o günlerde herkes alkışladı ama sonra topu inkar etti, karışık işler, ordu da sonradan akıl almaz hatalar yaptı zaten”. Özal’ı, ANAP’ı, SHP’yi anlattım, PKK terörünü ve 1984’den beri verdiğimiz on binlerce şehidi özetledim. Gözleri ıslandı. “Canım ordum” dedi, “Şanlı TSK’yı zaten kim yenebilir, kim tehdit edebilir, dünyaya nam salmış örnek bir kurum, demokrasimizin de garantörü”. Bana baktı. “Haksız mıyım” deyip ekledi: “Kim iktidarda? Hadlerini AP de CHP de bildirir bu ortaçağ ırkçılarına” dedi. “Abdi Bey, artık tam öyle değil.
Ordunun artık bir fonksiyonu yok iç işlerde. Şu anda en önemli generalleri hapiste, neredeyse terfiye girecek kumandan yok ortada. Artık orduya övgü yapmak bile hapse girme nedeni olabilir. TSK’nın tüm kanatları Başsavcı’nın iki dudağının arasında.” Abdi Bey ilk defa ağır tepki verdi. “Ne diyorsun Bedri, ırkçılık-bölücülük belaları devrede diyorsun, ülkeyi kim koruyacak? Hem de bu adamlar “Ne mutlu Türküm DİYENE” cümlesini bile anlayamayacak kadar cahilmiş.”“Dönem değişti Abdi Bey” dedim.“Bölücübaşı rahat bir konumda adada tutuluyor, hükümetle çatır çatır pazarlık yapıyor. Generaller ise irticaya karşı toplantı yapmışlar gibi bir durumdan içerideler”. “Ne? İrticaya karşı toplantıyı savsaklamış mı ordu? Katiyetle inanmam, onlar Atatürk’ün neferleridir” dedi.
Acı acı gülümsedim. “İrtica artık suç olmaktan çıkarıldı Abdi Bey” dedim. “Tanımlaması yapılamaz olmuş, tam tersine, iddialara göre ordu irticanın üstüne gidecek diye düşünüldüğü için komutanlar hapse atıldı, Atatürkçülük artık bu ülkenin ana yörüngesi değil. Hatta Çetin Altan’ın oğullarının başını çektiği 20 yıllık bir süreçten sonra, (Abdi Bey’in o anda gözleri dehşetle sonuna kadar açılıverdi) Kemalist olmak önce demode, ardından da neredeyse aşağılanma vesilesi oldu. Şimdi her şey tam tersine döndü. Merkez sağ bile verdiği ödünlerle eridi kayboldu. 9 yıldır AKP iktidarı var, bu din eksenli ama laik olduğunu ısrarla söyleyen bir Parti. Ama laiklik zaten din ve vicdan özgürlüğü demekmiş. Artık eşinin başı türbanlı olmayan kimse bürokraside yükselemiyor”. “Türban da ne?” dedi Abdi Bey şaşkınlıkla. Gözümle işaret ettim sokaktan geçen türbanlı bir kadını. “İşte bu! Bunun adı artık ülkede demokrasi ve feminizmle eşdeğer.” Abdi Bey “Ben onu dişi ağrıyan bir Arap turist sandım, nereden çıkmış bu moda?” dedi. “Anlatması uzun sürer Abdi Bey, sanki Allah Türklere has yollamış bu emri sizden sonraki yıllarda; Sizden sonra başka Atatürkçü yazarlar öldürüldü dinciler tarafından, aydınlar yakıldı. Danıştay basılıp türbana karşı karar çıkaran üyeler öldürüldü. İşte bütün bunları bile Atatürkçüler kendileri yaptı dendi” Abdi Bey, birasından bir yudum alarak kahkaha ile gülmeye başladı. “İlahi Bedri, ne adamsın, sen gerçek bir artistmişsin, nerdeyse inanacaktım sana şu son bölüm olmasa” dedi. Sonra birden gülmediğimi ve gözlerimin yaşardığını fark etti. “Ne, yoksa…”
“Maalesef doğru Abdi Bey” dedim. “Atatürk dönemini veya 27 Mayıs’ı övenlere vebalı muamelesi yapıyorlar. Her gerçek saptırıldı. Cumhuriyet tarihine bir kulp taktılar “’resmi ideoloji’ diye ardından medya yoluyla tüm içini boşaltıp bir saptırılmış yalan tarih ürettiler”. Abdi Bey irkildi. “Dediklerin doğru olsa, en azından yargı, şerefli Türk basını, kahraman Türk gençliği buna tepki verirdi Bedri, kandıramazsın beni” diye son bir umutla baktı gözlerime. “Abdi Bey artık demokrasi yok, ileri demokrasi var. Bölücülük, dincilik, ırkçılık bunlar geçerli kavramlar. Öte yandan Kemalizm, modernizm, laiklik, TSK, CHP bunlar tutucu ve muhafazakarlık sayılıyor. Basın ise medya-holding oldu, satıldı, vefat etti”. Abdi Bey’e CHP'nin “Büyük çarşaf çıkışı”nı da anlatmayı düşündüm ama kendimden korktum. Yoksa kabus gören ben miydim? Gerçek neredeydi? Tam bu hissimi ona aktarmak için başımı kaldırmıştım ki, Abdi Bey vaktini doldurmaktan vazgeçip uçup gitmişti. Masadaki peçetenin üzerine şu cümle karalanmıştı: “yalan söylüyorsan sana, söylemiyorsan benden sonraki iki kuşağa, yazıklar olsun, görüşeceğiz tekrar” .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.