31 Mayıs 2011 Salı
BEDRİ BAYKAM' IN ROLAND-GARROS SERGİSİ PARİS'TE AÇILDI..
Bedri Baykam'ın "Hayali Roland Garros'u" olarak adalandırdığı sergisi Fransa açık Tenis turnuasının oynandığı Roland-Garros stadyumu kompleksi içinde yer alan Fransız Tenis Federasyonu Müzesi'nde 22 mayıs Pazar günü açıldı.
Fransa Tenis Federasyonu Başkanı Jean Gachassin, Genel Müdürü Gilbert .... ve İletişim Bölümü Başkanı Edouard-Vincent Caloni'nin yaptıkları açılışa, Türkiye UNESCO daimi temsilcisi Büyükelçi Gürcan Türkoğlu, Türkiye Paris Başkonsolosu Uğur Arıner, yazar Nedim Gürsel, eski Istanbul Fransa Başkonsolosu Christiane Moro, gazeteci-yazar Hüseyin Latif, Ressam Onay Akbaş ve kalabalık bir fransız sanatsever grubu katıldı. Baykam'ın 4D tekniği ile lens yüzeyine gerçekleştirdiği 9 adet 185X245 cm ebadında yapıttan oluşan sergide Roland Garros tarihinde yüz yılı aşkın süre içinde iz bırakmış onlarca isim ve unutulmaz maç anları,bu derinlik katmanlarda hayat buluyor.
Büyük beğeni uyandıran Baykam'ın yapıtları hakkında yorumlar Roland-Garros'un resmi gazetesi ve dergisinde de geniş olarak yer buldu. 5 Mart 2012 tarihine kadar 8 ay boyunca binlerce spor ve sanatsever ziyaret edecek. Baykam'ın "Hayali Roland Garros Müzesi" sergisi için ayrıca Paris'te 52 sayfalık bir katalog yayınlandı.
Bilgi için İstanbul: Ceyda Akın
0212 258 4464
Bilgi için Paris: Lir Tan
0033 6 14 91 64 27
© FFT
© FFT
© FFT
© FFT
BEDRİ BAYKAM' IN ROLAND-GARROS SERGİSİ PARİS'TE AÇILDI..
Bedri Baykam'ın "Hayali Roland Garros'u" olarak adalandırdığı sergisi Fransa açık Tenis turnuasının oynandığı Roland-Garros stadyumu kompleksi içinde yer alan Fransız Tenis Federasyonu Müzesi'nde 22 mayıs Pazar günü açıldı.
Fransa Tenis Federasyonu Başkanı Jean Gachassin, Genel Müdürü Gilbert .... ve İletişim Bölümü Başkanı Edouard-Vincent Caloni'nin yaptıkları açılışa, Türkiye UNESCO daimi temsilcisi Büyükelçi Gürcan Türkoğlu, Türkiye Paris Başkonsolosu Uğur Arıner, yazar Nedim Gürsel, eski Istanbul Fransa Başkonsolosu Christiane Moro, gazeteci-yazar Hüseyin Latif, Ressam Onay Akbaş ve kalabalık bir fransız sanatsever grubu katıldı. Baykam'ın 4D tekniği ile lens yüzeyine gerçekleştirdiği 9 adet 185X245 cm ebadında yapıttan oluşan sergide Roland Garros tarihinde yüz yılı aşkın süre içinde iz bırakmış onlarca isim ve unutulmaz maç anları,bu derinlik katmanlarda hayat buluyor.
Büyük beğeni uyandıran Baykam'ın yapıtları hakkında yorumlar Roland-Garros'un resmi gazetesi ve dergisinde de geniş olarak yer buldu. 5 Mart 2012 tarihine kadar 8 ay boyunca binlerce spor ve sanatsever ziyaret edecek. Baykam'ın "Hayali Roland Garros Müzesi" sergisi için ayrıca Paris'te 52 sayfalık bir katalog yayınlandı.
Bilgi için İstanbul: Ceyda Akın
0212 258 4464
Bilgi için Paris: Lir Tan
0033 6 14 91 64 27
© FFT
© FFT
© FFT
© FFT
PSİKOLOJİK SAVAŞ VE SON SEFERBERLİK… / Bedri Baykam 31 Mayis 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Seçimlere 12 gün kaldı… Ortada birçok anket, birçok dedikodu geziyor. Bunların altyapısı tezgahlananlarında, AKP hep ilk sırada ve neredeyse tek başına iktidar çıkıyor veya çıkarılıyor, bilemiyorum. Bildiğim tek şey, AKP’nin, gericiliğinden beklenilmeyecek boyutlarda bilgi çağını ve onun psikolojik hazırlık safhalarını ve analiz sonuçlarını ciddiye alıyor olması. Dinlenilen ben diyeyim yüz binler, siz deyin milyonlar, kurulan medya ağları, bunlarda kimlerin öne çıkarılabileceği konusunda oluşturulan genelgeler, kamuyu yönlendirmede eksper kişi ve kuruluşlarla çıkar ilişkileri, hepsi ortada…
Cumhuriyetçi-demokrat-Atatürkçü kesimde, bu psikolojik harekatın bilinçaltı da olsa genelinde ezikliği, sıkıntısı, sinir bozukluğu var. Tarihimizin en hayati seçimine 12 gün kala, artık durum tespiti ve tahminleri kenara bırakıp, büyük bir seferberliğe girmemiz lazım. Şu anda genel eğilimlerin ne olduğuna bakmadan, anketlerle ilgilenmeden, her köşede, her esnafta, her aile toplantısında, her kahve sohbetinde üzerimize düşeni yapmamız şart. Bunun içine internet çalışkanlığı, kamuoyu taramaları ve her türlü sanal rüzgar estirmeyi de ekleyebilirsiniz…
Belki kimi anketlerin dediği gibi, AKP şu anda %48 lerde... Belki yine tek başına iktidar limitlerinde geziniyor. Olabilir. Öyle olsa bile hedefimiz o oyları teker teker 12 gün kala azaltmaya çalışmak. Kurtarılan her oy, yobazlığa karşı özgürlüğe, ampule karşı güneşe, karanlığa ve kandırmacalara karşı aydınlanma ve dürüstlüğe taşınmış bir umuttur. Hiç kimsenin “adamlar zaten tezgahı da ayarlamış, kazanacaklar” diye söylenme ve çevresinin moralini bozmaya hakkı yoktur. Zaten kulağa daha hoş gelen başka iddialar da var. ABD'nin bile artık “ılımlı” sıfatını bir kenara kaldırıp, “İslamcı” AKP'yi bu sefer %35-38 arası gördüğü söylenmekte. İnan Kıraç veya Rıfat Serdaroğlu gibi deneyimli isimlerin, her türlü manipülasyona karşı, AKP'nin potansiyelini iddiaların çok altında gösteren analizleri var. Bu arada kamuoyu araştırmalarında bile, insanların açık açık AKP'ye karşı konuşmaktan çekindikleri ve her zaman doğruyu söylemedikleri de artık tespit edilmiş durumda. Yaratılan “Korku İmparatorluğu” havasından elbet etkilenenler oldu… Bu nedenlerle AKP'yi öne çıkaran anketleri “doğru ve tartışılmaz” kabul etmeye gerek yoktur. Tam tersine, yaratılan psikolojik savaş ortamında, kararsızları etkilemek için, muhalefetin gücünü ortaya koyan, AKP’nin iktidarı kaybediyor olmasının getirdiği sinir bozukluğu ile son manevralarını yapmaya çalıştığı gerçeği dile getirilmelidir. AKP'nin böyle davranması da kaçınılmazdır. Çünkü bu siyasi oluşum, iktidardan hiçbir zaman gitmemek üzere hazırlanmış bir yapıdır. AKP yarın muhalefette yerini alamaz. Çünkü yalnız iktidarla sürebilecek, yurt çapında siyasi ve ekonomik bir çıkar ilişkileri dizisini bünyesinde taşımaktadır.
Açık konuşalım: Seçimlerde dürüst sayım ve tasnifin yapılacağına dair %100 güven taşıyan hiçbir vatandaş göremiyorum çevremde. Bu işlere çok emek ve çaba harcamama rağmen kendi partim içinde bu tereddütlerin Genel Başkan tarafından kamuoyuna ifade edilmesi ve buna karşı kesin caydırıcı önlemler alınmasını sağlayamadım. Sn. Tacidar Seyhan, Sn. Umut Oran ve diğer arkadaşlar neden söz ettiğimi biliyorlar. Bunları da şikayet için filan söylediğim yok. Tam tersine, foto-finişte alınacak her önlem, zapt altına geçirilecek her sandık sayımı (yalnız kendi partimizin oy sayısı değil, her partinin oy sayısını baz alarak) bunu zabıt, tutanak, fotoğraf kanıtı ve merkezi değerlendirme metodu dahil her yöntemle denetleme ve sağlamasını alma, bugün her partinin olmazsa olmaz siyasi dürüstlük borcudur. Her vatandaş bu seçimlerde kendini doğal denetçi ilan etmeli, sandık hakimiyeti hiçbir aşamasında polislerin eline geçmemelidir. Çöplüklerden toplanan, yakılan oy torbaları faturaları bu halkın özgür iradesinin önüne hep taş koymuştur. Siyasi partilerimizi idare eden herkes, bu duruma karşı, zekasını, gücünü, anayasal haklarını ortaya koyacak formülleri bulmaya mecburdur…
Gün, seçim için seferberlik günüdür. Son 12 gün, iki ay kadar değerlidir! CHP ve Cumhuriyetçi güçbirliği sayesinde Parlamentoya taşınacak olan Silivri aydınları ise, ülkenin çehresini değiştirmeye adaydır…
Cumhuriyetçi-demokrat-Atatürkçü kesimde, bu psikolojik harekatın bilinçaltı da olsa genelinde ezikliği, sıkıntısı, sinir bozukluğu var. Tarihimizin en hayati seçimine 12 gün kala, artık durum tespiti ve tahminleri kenara bırakıp, büyük bir seferberliğe girmemiz lazım. Şu anda genel eğilimlerin ne olduğuna bakmadan, anketlerle ilgilenmeden, her köşede, her esnafta, her aile toplantısında, her kahve sohbetinde üzerimize düşeni yapmamız şart. Bunun içine internet çalışkanlığı, kamuoyu taramaları ve her türlü sanal rüzgar estirmeyi de ekleyebilirsiniz…
Belki kimi anketlerin dediği gibi, AKP şu anda %48 lerde... Belki yine tek başına iktidar limitlerinde geziniyor. Olabilir. Öyle olsa bile hedefimiz o oyları teker teker 12 gün kala azaltmaya çalışmak. Kurtarılan her oy, yobazlığa karşı özgürlüğe, ampule karşı güneşe, karanlığa ve kandırmacalara karşı aydınlanma ve dürüstlüğe taşınmış bir umuttur. Hiç kimsenin “adamlar zaten tezgahı da ayarlamış, kazanacaklar” diye söylenme ve çevresinin moralini bozmaya hakkı yoktur. Zaten kulağa daha hoş gelen başka iddialar da var. ABD'nin bile artık “ılımlı” sıfatını bir kenara kaldırıp, “İslamcı” AKP'yi bu sefer %35-38 arası gördüğü söylenmekte. İnan Kıraç veya Rıfat Serdaroğlu gibi deneyimli isimlerin, her türlü manipülasyona karşı, AKP'nin potansiyelini iddiaların çok altında gösteren analizleri var. Bu arada kamuoyu araştırmalarında bile, insanların açık açık AKP'ye karşı konuşmaktan çekindikleri ve her zaman doğruyu söylemedikleri de artık tespit edilmiş durumda. Yaratılan “Korku İmparatorluğu” havasından elbet etkilenenler oldu… Bu nedenlerle AKP'yi öne çıkaran anketleri “doğru ve tartışılmaz” kabul etmeye gerek yoktur. Tam tersine, yaratılan psikolojik savaş ortamında, kararsızları etkilemek için, muhalefetin gücünü ortaya koyan, AKP’nin iktidarı kaybediyor olmasının getirdiği sinir bozukluğu ile son manevralarını yapmaya çalıştığı gerçeği dile getirilmelidir. AKP'nin böyle davranması da kaçınılmazdır. Çünkü bu siyasi oluşum, iktidardan hiçbir zaman gitmemek üzere hazırlanmış bir yapıdır. AKP yarın muhalefette yerini alamaz. Çünkü yalnız iktidarla sürebilecek, yurt çapında siyasi ve ekonomik bir çıkar ilişkileri dizisini bünyesinde taşımaktadır.
Açık konuşalım: Seçimlerde dürüst sayım ve tasnifin yapılacağına dair %100 güven taşıyan hiçbir vatandaş göremiyorum çevremde. Bu işlere çok emek ve çaba harcamama rağmen kendi partim içinde bu tereddütlerin Genel Başkan tarafından kamuoyuna ifade edilmesi ve buna karşı kesin caydırıcı önlemler alınmasını sağlayamadım. Sn. Tacidar Seyhan, Sn. Umut Oran ve diğer arkadaşlar neden söz ettiğimi biliyorlar. Bunları da şikayet için filan söylediğim yok. Tam tersine, foto-finişte alınacak her önlem, zapt altına geçirilecek her sandık sayımı (yalnız kendi partimizin oy sayısı değil, her partinin oy sayısını baz alarak) bunu zabıt, tutanak, fotoğraf kanıtı ve merkezi değerlendirme metodu dahil her yöntemle denetleme ve sağlamasını alma, bugün her partinin olmazsa olmaz siyasi dürüstlük borcudur. Her vatandaş bu seçimlerde kendini doğal denetçi ilan etmeli, sandık hakimiyeti hiçbir aşamasında polislerin eline geçmemelidir. Çöplüklerden toplanan, yakılan oy torbaları faturaları bu halkın özgür iradesinin önüne hep taş koymuştur. Siyasi partilerimizi idare eden herkes, bu duruma karşı, zekasını, gücünü, anayasal haklarını ortaya koyacak formülleri bulmaya mecburdur…
Gün, seçim için seferberlik günüdür. Son 12 gün, iki ay kadar değerlidir! CHP ve Cumhuriyetçi güçbirliği sayesinde Parlamentoya taşınacak olan Silivri aydınları ise, ülkenin çehresini değiştirmeye adaydır…
PSİKOLOJİK SAVAŞ VE SON SEFERBERLİK… / Bedri Baykam 31 Mayis 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Seçimlere 12 gün kaldı… Ortada birçok anket, birçok dedikodu geziyor. Bunların altyapısı tezgahlananlarında, AKP hep ilk sırada ve neredeyse tek başına iktidar çıkıyor veya çıkarılıyor, bilemiyorum. Bildiğim tek şey, AKP’nin, gericiliğinden beklenilmeyecek boyutlarda bilgi çağını ve onun psikolojik hazırlık safhalarını ve analiz sonuçlarını ciddiye alıyor olması. Dinlenilen ben diyeyim yüz binler, siz deyin milyonlar, kurulan medya ağları, bunlarda kimlerin öne çıkarılabileceği konusunda oluşturulan genelgeler, kamuyu yönlendirmede eksper kişi ve kuruluşlarla çıkar ilişkileri, hepsi ortada…
Cumhuriyetçi-demokrat-Atatürkçü kesimde, bu psikolojik harekatın bilinçaltı da olsa genelinde ezikliği, sıkıntısı, sinir bozukluğu var. Tarihimizin en hayati seçimine 12 gün kala, artık durum tespiti ve tahminleri kenara bırakıp, büyük bir seferberliğe girmemiz lazım. Şu anda genel eğilimlerin ne olduğuna bakmadan, anketlerle ilgilenmeden, her köşede, her esnafta, her aile toplantısında, her kahve sohbetinde üzerimize düşeni yapmamız şart. Bunun içine internet çalışkanlığı, kamuoyu taramaları ve her türlü sanal rüzgar estirmeyi de ekleyebilirsiniz…
Belki kimi anketlerin dediği gibi, AKP şu anda %48 lerde... Belki yine tek başına iktidar limitlerinde geziniyor. Olabilir. Öyle olsa bile hedefimiz o oyları teker teker 12 gün kala azaltmaya çalışmak. Kurtarılan her oy, yobazlığa karşı özgürlüğe, ampule karşı güneşe, karanlığa ve kandırmacalara karşı aydınlanma ve dürüstlüğe taşınmış bir umuttur. Hiç kimsenin “adamlar zaten tezgahı da ayarlamış, kazanacaklar” diye söylenme ve çevresinin moralini bozmaya hakkı yoktur. Zaten kulağa daha hoş gelen başka iddialar da var. ABD'nin bile artık “ılımlı” sıfatını bir kenara kaldırıp, “İslamcı” AKP'yi bu sefer %35-38 arası gördüğü söylenmekte. İnan Kıraç veya Rıfat Serdaroğlu gibi deneyimli isimlerin, her türlü manipülasyona karşı, AKP'nin potansiyelini iddiaların çok altında gösteren analizleri var. Bu arada kamuoyu araştırmalarında bile, insanların açık açık AKP'ye karşı konuşmaktan çekindikleri ve her zaman doğruyu söylemedikleri de artık tespit edilmiş durumda. Yaratılan “Korku İmparatorluğu” havasından elbet etkilenenler oldu… Bu nedenlerle AKP'yi öne çıkaran anketleri “doğru ve tartışılmaz” kabul etmeye gerek yoktur. Tam tersine, yaratılan psikolojik savaş ortamında, kararsızları etkilemek için, muhalefetin gücünü ortaya koyan, AKP’nin iktidarı kaybediyor olmasının getirdiği sinir bozukluğu ile son manevralarını yapmaya çalıştığı gerçeği dile getirilmelidir. AKP'nin böyle davranması da kaçınılmazdır. Çünkü bu siyasi oluşum, iktidardan hiçbir zaman gitmemek üzere hazırlanmış bir yapıdır. AKP yarın muhalefette yerini alamaz. Çünkü yalnız iktidarla sürebilecek, yurt çapında siyasi ve ekonomik bir çıkar ilişkileri dizisini bünyesinde taşımaktadır.
Açık konuşalım: Seçimlerde dürüst sayım ve tasnifin yapılacağına dair %100 güven taşıyan hiçbir vatandaş göremiyorum çevremde. Bu işlere çok emek ve çaba harcamama rağmen kendi partim içinde bu tereddütlerin Genel Başkan tarafından kamuoyuna ifade edilmesi ve buna karşı kesin caydırıcı önlemler alınmasını sağlayamadım. Sn. Tacidar Seyhan, Sn. Umut Oran ve diğer arkadaşlar neden söz ettiğimi biliyorlar. Bunları da şikayet için filan söylediğim yok. Tam tersine, foto-finişte alınacak her önlem, zapt altına geçirilecek her sandık sayımı (yalnız kendi partimizin oy sayısı değil, her partinin oy sayısını baz alarak) bunu zabıt, tutanak, fotoğraf kanıtı ve merkezi değerlendirme metodu dahil her yöntemle denetleme ve sağlamasını alma, bugün her partinin olmazsa olmaz siyasi dürüstlük borcudur. Her vatandaş bu seçimlerde kendini doğal denetçi ilan etmeli, sandık hakimiyeti hiçbir aşamasında polislerin eline geçmemelidir. Çöplüklerden toplanan, yakılan oy torbaları faturaları bu halkın özgür iradesinin önüne hep taş koymuştur. Siyasi partilerimizi idare eden herkes, bu duruma karşı, zekasını, gücünü, anayasal haklarını ortaya koyacak formülleri bulmaya mecburdur…
Gün, seçim için seferberlik günüdür. Son 12 gün, iki ay kadar değerlidir! CHP ve Cumhuriyetçi güçbirliği sayesinde Parlamentoya taşınacak olan Silivri aydınları ise, ülkenin çehresini değiştirmeye adaydır…
Cumhuriyetçi-demokrat-Atatürkçü kesimde, bu psikolojik harekatın bilinçaltı da olsa genelinde ezikliği, sıkıntısı, sinir bozukluğu var. Tarihimizin en hayati seçimine 12 gün kala, artık durum tespiti ve tahminleri kenara bırakıp, büyük bir seferberliğe girmemiz lazım. Şu anda genel eğilimlerin ne olduğuna bakmadan, anketlerle ilgilenmeden, her köşede, her esnafta, her aile toplantısında, her kahve sohbetinde üzerimize düşeni yapmamız şart. Bunun içine internet çalışkanlığı, kamuoyu taramaları ve her türlü sanal rüzgar estirmeyi de ekleyebilirsiniz…
Belki kimi anketlerin dediği gibi, AKP şu anda %48 lerde... Belki yine tek başına iktidar limitlerinde geziniyor. Olabilir. Öyle olsa bile hedefimiz o oyları teker teker 12 gün kala azaltmaya çalışmak. Kurtarılan her oy, yobazlığa karşı özgürlüğe, ampule karşı güneşe, karanlığa ve kandırmacalara karşı aydınlanma ve dürüstlüğe taşınmış bir umuttur. Hiç kimsenin “adamlar zaten tezgahı da ayarlamış, kazanacaklar” diye söylenme ve çevresinin moralini bozmaya hakkı yoktur. Zaten kulağa daha hoş gelen başka iddialar da var. ABD'nin bile artık “ılımlı” sıfatını bir kenara kaldırıp, “İslamcı” AKP'yi bu sefer %35-38 arası gördüğü söylenmekte. İnan Kıraç veya Rıfat Serdaroğlu gibi deneyimli isimlerin, her türlü manipülasyona karşı, AKP'nin potansiyelini iddiaların çok altında gösteren analizleri var. Bu arada kamuoyu araştırmalarında bile, insanların açık açık AKP'ye karşı konuşmaktan çekindikleri ve her zaman doğruyu söylemedikleri de artık tespit edilmiş durumda. Yaratılan “Korku İmparatorluğu” havasından elbet etkilenenler oldu… Bu nedenlerle AKP'yi öne çıkaran anketleri “doğru ve tartışılmaz” kabul etmeye gerek yoktur. Tam tersine, yaratılan psikolojik savaş ortamında, kararsızları etkilemek için, muhalefetin gücünü ortaya koyan, AKP’nin iktidarı kaybediyor olmasının getirdiği sinir bozukluğu ile son manevralarını yapmaya çalıştığı gerçeği dile getirilmelidir. AKP'nin böyle davranması da kaçınılmazdır. Çünkü bu siyasi oluşum, iktidardan hiçbir zaman gitmemek üzere hazırlanmış bir yapıdır. AKP yarın muhalefette yerini alamaz. Çünkü yalnız iktidarla sürebilecek, yurt çapında siyasi ve ekonomik bir çıkar ilişkileri dizisini bünyesinde taşımaktadır.
Açık konuşalım: Seçimlerde dürüst sayım ve tasnifin yapılacağına dair %100 güven taşıyan hiçbir vatandaş göremiyorum çevremde. Bu işlere çok emek ve çaba harcamama rağmen kendi partim içinde bu tereddütlerin Genel Başkan tarafından kamuoyuna ifade edilmesi ve buna karşı kesin caydırıcı önlemler alınmasını sağlayamadım. Sn. Tacidar Seyhan, Sn. Umut Oran ve diğer arkadaşlar neden söz ettiğimi biliyorlar. Bunları da şikayet için filan söylediğim yok. Tam tersine, foto-finişte alınacak her önlem, zapt altına geçirilecek her sandık sayımı (yalnız kendi partimizin oy sayısı değil, her partinin oy sayısını baz alarak) bunu zabıt, tutanak, fotoğraf kanıtı ve merkezi değerlendirme metodu dahil her yöntemle denetleme ve sağlamasını alma, bugün her partinin olmazsa olmaz siyasi dürüstlük borcudur. Her vatandaş bu seçimlerde kendini doğal denetçi ilan etmeli, sandık hakimiyeti hiçbir aşamasında polislerin eline geçmemelidir. Çöplüklerden toplanan, yakılan oy torbaları faturaları bu halkın özgür iradesinin önüne hep taş koymuştur. Siyasi partilerimizi idare eden herkes, bu duruma karşı, zekasını, gücünü, anayasal haklarını ortaya koyacak formülleri bulmaya mecburdur…
Gün, seçim için seferberlik günüdür. Son 12 gün, iki ay kadar değerlidir! CHP ve Cumhuriyetçi güçbirliği sayesinde Parlamentoya taşınacak olan Silivri aydınları ise, ülkenin çehresini değiştirmeye adaydır…
30 Mayıs 2011 Pazartesi
ROLAND GARROS 'TA NADAL, SODERLING, CHELA VE MONFILS CEYREK FINALDE..
Bitirilemeyen programlar nedeniyle bir cok macin iki gune yayildigi Roland-Garros Fransa acik turnuasinda, 4. tur maclarinda cekismeli maclar oynandi. Gunun nispeten kolay macinda, favori ve 1 numarali plase Rafael Nadal, Hirvat Ljubicic i 7-5, 6-3, 6-3 le gectikten sonra basin toplantisinda form durumunu sorgulayan gazetecilerin ablukasi ile karsilasti. Nadal israrla bu elestirileri kabul etmedi ve her macta inis cikislar yasanabilecegini soyledi.
Gunun dunden sarkan kritik macinda fransizlarin buyuk umudu Gael Monfils Ispanyollarin toprak saha makinasi David Ferrer i 5 sette 6-4, 2-6, 7-5, 1-6, 8-6 yenerek elemeyi basardi. Sert geri oyununu bu yil daha da olgunlastiran ve daha az hata yapan Monfils, son set 5-3 40-15 de 2 kolay mac topu kacirdi ve ardindan mac 6-6 ya uzadi. Bu oyunda servisini kaybetme tehlikesi atlatan fransiz raket, ardindan rakibini kirarak maci kapamayi basardi.Monfils ceyrek finalde Federer le karsilasacak. Formunun zirvesine yaklasan MOnfils in Isvicreli rakibini ciddi anlamda zorlamasi bekleniyor.
Iki Guney Amerikali oyuncunun maraton macinda Arjantinli Chela, Kolombiyali Falla yi 5 sette 4-6, 6-2, 1-6, 7-6, 6-2 yenerek ceyrek finale cikti.
Tek bayanlarda Belaruslu Azarenka, rus Makarova yi 6-2, 6-3 , Cinli Na Li ise cek Kvitova yi 2-6, 6-1, 6-3 yenerek ceyrek finale ciktilar.
Gunun dunden sarkan kritik macinda fransizlarin buyuk umudu Gael Monfils Ispanyollarin toprak saha makinasi David Ferrer i 5 sette 6-4, 2-6, 7-5, 1-6, 8-6 yenerek elemeyi basardi. Sert geri oyununu bu yil daha da olgunlastiran ve daha az hata yapan Monfils, son set 5-3 40-15 de 2 kolay mac topu kacirdi ve ardindan mac 6-6 ya uzadi. Bu oyunda servisini kaybetme tehlikesi atlatan fransiz raket, ardindan rakibini kirarak maci kapamayi basardi.Monfils ceyrek finalde Federer le karsilasacak. Formunun zirvesine yaklasan MOnfils in Isvicreli rakibini ciddi anlamda zorlamasi bekleniyor.
Iki Guney Amerikali oyuncunun maraton macinda Arjantinli Chela, Kolombiyali Falla yi 5 sette 4-6, 6-2, 1-6, 7-6, 6-2 yenerek ceyrek finale cikti.
Tek bayanlarda Belaruslu Azarenka, rus Makarova yi 6-2, 6-3 , Cinli Na Li ise cek Kvitova yi 2-6, 6-1, 6-3 yenerek ceyrek finale ciktilar.
ROLAND GARROS 'TA NADAL, SODERLING, CHELA VE MONFILS CEYREK FINALDE..
Bitirilemeyen programlar nedeniyle bir cok macin iki gune yayildigi Roland-Garros Fransa acik turnuasinda, 4. tur maclarinda cekismeli maclar oynandi. Gunun nispeten kolay macinda, favori ve 1 numarali plase Rafael Nadal, Hirvat Ljubicic i 7-5, 6-3, 6-3 le gectikten sonra basin toplantisinda form durumunu sorgulayan gazetecilerin ablukasi ile karsilasti. Nadal israrla bu elestirileri kabul etmedi ve her macta inis cikislar yasanabilecegini soyledi.
Gunun dunden sarkan kritik macinda fransizlarin buyuk umudu Gael Monfils Ispanyollarin toprak saha makinasi David Ferrer i 5 sette 6-4, 2-6, 7-5, 1-6, 8-6 yenerek elemeyi basardi. Sert geri oyununu bu yil daha da olgunlastiran ve daha az hata yapan Monfils, son set 5-3 40-15 de 2 kolay mac topu kacirdi ve ardindan mac 6-6 ya uzadi. Bu oyunda servisini kaybetme tehlikesi atlatan fransiz raket, ardindan rakibini kirarak maci kapamayi basardi.Monfils ceyrek finalde Federer le karsilasacak. Formunun zirvesine yaklasan MOnfils in Isvicreli rakibini ciddi anlamda zorlamasi bekleniyor.
Iki Guney Amerikali oyuncunun maraton macinda Arjantinli Chela, Kolombiyali Falla yi 5 sette 4-6, 6-2, 1-6, 7-6, 6-2 yenerek ceyrek finale cikti.
Tek bayanlarda Belaruslu Azarenka, rus Makarova yi 6-2, 6-3 , Cinli Na Li ise cek Kvitova yi 2-6, 6-1, 6-3 yenerek ceyrek finale ciktilar.
Gunun dunden sarkan kritik macinda fransizlarin buyuk umudu Gael Monfils Ispanyollarin toprak saha makinasi David Ferrer i 5 sette 6-4, 2-6, 7-5, 1-6, 8-6 yenerek elemeyi basardi. Sert geri oyununu bu yil daha da olgunlastiran ve daha az hata yapan Monfils, son set 5-3 40-15 de 2 kolay mac topu kacirdi ve ardindan mac 6-6 ya uzadi. Bu oyunda servisini kaybetme tehlikesi atlatan fransiz raket, ardindan rakibini kirarak maci kapamayi basardi.Monfils ceyrek finalde Federer le karsilasacak. Formunun zirvesine yaklasan MOnfils in Isvicreli rakibini ciddi anlamda zorlamasi bekleniyor.
Iki Guney Amerikali oyuncunun maraton macinda Arjantinli Chela, Kolombiyali Falla yi 5 sette 4-6, 6-2, 1-6, 7-6, 6-2 yenerek ceyrek finale cikti.
Tek bayanlarda Belaruslu Azarenka, rus Makarova yi 6-2, 6-3 , Cinli Na Li ise cek Kvitova yi 2-6, 6-1, 6-3 yenerek ceyrek finale ciktilar.
TURKISH ARTIST BEDRI BAYKAM SHOWS IN ROLAND-GARROS..
Internationally known Turkish artist Bedri Baykam who used to be an ex tennis player and who writes the Roland Garros tournament for the Turkish Press, is having an art show in Roland-Garros entitled "The Imaginary Museum of Roland-Garros by Bedri Baykam".
The show takes place at the Museum of the French Tennis Federation that is situated in Roland Garros. The President of the french tennis Federation M. Jean Gachassin has made the inauguration of the show on the 22nd of May, together with the start of the main draw.
Baykam uses a different new technique that he calls "4Ds"; those are lenticular prints that give a very heavy feeling of depth and use combined images together that end up producing a 3D effect much more advanced than holograms. The 4th dimension is "time" since Baykam brings together in those images, players from every generation. Thus we can see Sharapova playing in front of the legendary french Muskeeters or Nadal, Tilden and Bjorn Borg are together on the same image. Nastase, Federer, Soderling and Gerulaitis happen to encounter each other on this fantasy land. The players are often situated in arena type settings also with wild beasts on their side and legendary players and unforgettable matches are displayed together.
Baykam has been using htis technique since 2007 and has developped it over the last 15 years when he has been using all types of painterly or digital photography or material related transparencies and has finally decided to use all these together in combination on the lenticular surface.The results have beeen startling. His 4D works have already been shown in galleries and Museums in Istanbul, London, Shangai, California, Monaco, Berlin, Ankara and Paris. Last year he had a parallel show with the legendary norvegian artist Edvard Munch at the Pinacotheque de Paris Museum where a Munch retrospective was going on. Baykam was asked to do the contemporary version on Munch.
Baykam's show at the Museum in Roland-Garros will last till the 5th of March 2012.
For more info: www.bedribaykam.com
The show takes place at the Museum of the French Tennis Federation that is situated in Roland Garros. The President of the french tennis Federation M. Jean Gachassin has made the inauguration of the show on the 22nd of May, together with the start of the main draw.
Baykam uses a different new technique that he calls "4Ds"; those are lenticular prints that give a very heavy feeling of depth and use combined images together that end up producing a 3D effect much more advanced than holograms. The 4th dimension is "time" since Baykam brings together in those images, players from every generation. Thus we can see Sharapova playing in front of the legendary french Muskeeters or Nadal, Tilden and Bjorn Borg are together on the same image. Nastase, Federer, Soderling and Gerulaitis happen to encounter each other on this fantasy land. The players are often situated in arena type settings also with wild beasts on their side and legendary players and unforgettable matches are displayed together.
Baykam has been using htis technique since 2007 and has developped it over the last 15 years when he has been using all types of painterly or digital photography or material related transparencies and has finally decided to use all these together in combination on the lenticular surface.The results have beeen startling. His 4D works have already been shown in galleries and Museums in Istanbul, London, Shangai, California, Monaco, Berlin, Ankara and Paris. Last year he had a parallel show with the legendary norvegian artist Edvard Munch at the Pinacotheque de Paris Museum where a Munch retrospective was going on. Baykam was asked to do the contemporary version on Munch.
Baykam's show at the Museum in Roland-Garros will last till the 5th of March 2012.
For more info: www.bedribaykam.com
TURKISH ARTIST BEDRI BAYKAM SHOWS IN ROLAND-GARROS..
Internationally known Turkish artist Bedri Baykam who used to be an ex tennis player and who writes the Roland Garros tournament for the Turkish Press, is having an art show in Roland-Garros entitled "The Imaginary Museum of Roland-Garros by Bedri Baykam".
The show takes place at the Museum of the French Tennis Federation that is situated in Roland Garros. The President of the french tennis Federation M. Jean Gachassin has made the inauguration of the show on the 22nd of May, together with the start of the main draw.
Baykam uses a different new technique that he calls "4Ds"; those are lenticular prints that give a very heavy feeling of depth and use combined images together that end up producing a 3D effect much more advanced than holograms. The 4th dimension is "time" since Baykam brings together in those images, players from every generation. Thus we can see Sharapova playing in front of the legendary french Muskeeters or Nadal, Tilden and Bjorn Borg are together on the same image. Nastase, Federer, Soderling and Gerulaitis happen to encounter each other on this fantasy land. The players are often situated in arena type settings also with wild beasts on their side and legendary players and unforgettable matches are displayed together.
Baykam has been using htis technique since 2007 and has developped it over the last 15 years when he has been using all types of painterly or digital photography or material related transparencies and has finally decided to use all these together in combination on the lenticular surface.The results have beeen startling. His 4D works have already been shown in galleries and Museums in Istanbul, London, Shangai, California, Monaco, Berlin, Ankara and Paris. Last year he had a parallel show with the legendary norvegian artist Edvard Munch at the Pinacotheque de Paris Museum where a Munch retrospective was going on. Baykam was asked to do the contemporary version on Munch.
Baykam's show at the Museum in Roland-Garros will last till the 5th of March 2012.
For more info: www.bedribaykam.com
The show takes place at the Museum of the French Tennis Federation that is situated in Roland Garros. The President of the french tennis Federation M. Jean Gachassin has made the inauguration of the show on the 22nd of May, together with the start of the main draw.
Baykam uses a different new technique that he calls "4Ds"; those are lenticular prints that give a very heavy feeling of depth and use combined images together that end up producing a 3D effect much more advanced than holograms. The 4th dimension is "time" since Baykam brings together in those images, players from every generation. Thus we can see Sharapova playing in front of the legendary french Muskeeters or Nadal, Tilden and Bjorn Borg are together on the same image. Nastase, Federer, Soderling and Gerulaitis happen to encounter each other on this fantasy land. The players are often situated in arena type settings also with wild beasts on their side and legendary players and unforgettable matches are displayed together.
Baykam has been using htis technique since 2007 and has developped it over the last 15 years when he has been using all types of painterly or digital photography or material related transparencies and has finally decided to use all these together in combination on the lenticular surface.The results have beeen startling. His 4D works have already been shown in galleries and Museums in Istanbul, London, Shangai, California, Monaco, Berlin, Ankara and Paris. Last year he had a parallel show with the legendary norvegian artist Edvard Munch at the Pinacotheque de Paris Museum where a Munch retrospective was going on. Baykam was asked to do the contemporary version on Munch.
Baykam's show at the Museum in Roland-Garros will last till the 5th of March 2012.
For more info: www.bedribaykam.com
29 Mayıs 2011 Pazar
UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (4)
TADINA DOYULMAZ BİR ZAFER! / Bedri Baykam
Artık kartlar Fenerbahçe nin eline geçmişti… yani rakibin sonuçlarına bakmadan “ben her maçımı alırsam zaten şampiyon olurum” durumları… İyi de daha oynanacak koca 10 maç vardı! Daha henüz o noktada “nasıl olsa her maçı ben çıkıp alırım” denecek bir durum yoktu ki… şampiyonluk teoride değil, emekle, terle, şansla, inatla, hırsla sahada kazanılacaktı ve maraton hala çok uzun sayılırdı. 10 maç değil, 2 saniyede ligin kaderinin değişebildiği bir ortamda daha cehennem kazanı kaynamaya devam edecekti.
Lider olarak çıkılan ilk maç, zor bir perspektif çiziyordu. Gençlerbirliği Ankara’da daha önce Fener’e çok çelme takmış bir takımdı. Buna rağmen zor hava şartlarında sarı lacivertliler maça iyi başlamış, önce Lugano’nun tipik bir ceza sahası golü, ardından bir Alex penaltısı, oyunu 2-0 a taşıyıvermişti. Ama erken sevinç kısa sürdü… G. Birliği, devre bitmeden 2-2 beraberliğe ulaşıverince 2. Yarı tabii ki azap içinde başladı. Ama Niang’ın golüyle öne geçen Fener ardından Santos tan yıl boyunca göreceği “maç kopartıcı” gollerden biriyle skoru 4-2 ye taşıdı ve 3 puana ulaştı.
Ertesi hafta içeride Konyaspor maçı vardı. Düşme tehlikesini iliklerinde hisseden Konyaspor’a karşı sarı lacivertliler iki santrforlarıyla sonuca gittiler, ilk yarıda Niang, 2. Yarıda Semih maçı 2-0 a bağlarken korkulan çelme yine yaşanmamıştı. Ama Trabzon’da her hafta kazanmaya devam ediyor, fark bir türlü açılamıyordu. Zaten liderliğe ulaşmadan da hep Sivas veya Manisa gibi maçlarda son dakika golleriyle maçı kurtarmışlardı. Şimdi de bu galibiyet dizisi sürüp gidiyordu.
Sonra sıra kim ne derse desin “büyük” bir maça geldi. O anda ligde kaçıncı olursa olsun, Galatasaray, Fenerbahçe karşısında daima bir tehlikeydi. Hem de son 10 yılın ağır sarı-lacivert hegemonyası altında süren istatistiklerine rağmen. Maç sarı-kırmızılıların henüz yenilgi yüzü görmedikleri yeni “Telekom Arena” adıyla anılan, resmi adı çelişkili stadlarında oynanacaktı. Bu arada Fenerbahçe’ nin anlaşılmaz şekilde Cimbom’a hediye olarak yolladığı Kazım, ilk defa Fener’e karşı yeni formasıyla oynayacaktı. Maç hızlı başladı. Kazım da golünü atıp Aykut hoca’nın kulübesine doğru hareketlenince, gerilim daha da arttı. Yoksa Fenerli yöneticiler bizim bilmediğimiz şeyleri biliyor, Kazım’ın bu gereksiz dengesizliklerinin boyutlarını mı hesaplıyorlardı? Sonuçta çok saçma bir davranıştı bu ve Kazım’ın içinde o iç hesaplaşmaların henüz çözümlenemediğini gösteriyordu. Maç bu skorla 2. Yarının 2. Yarısına kadar taşınırken, Arena keyiften yıkılıyor, seyirciler sezonun pansumanını bu maçla yapacaklarını umuyorlardı. Taa ki Alex 75. dakikada o frikiğin başına geçene kadar. Alex’in kan kardeşi Semih, kaptan’ın yanına gitti ve “öne kes gerisini bana bırak” dedi. Alex siparişi milimetresine kadar buyur edince Semih fırlayıp vurdu kafayı: 1-1! Sonra bu golün şaşkınlığı geçmeden sağdan Gökhan Gönül’ün kestiği ortaya Alex o mütevazı boyuyla onca stoper ve bek arasından o “falsolu” kafayı köşeye nasıl yollayabildi, hala Arenada bunu anlayabildiklerini sanmıyorum! 4 dakika sonra maç bitmiş, sarı lacivertliler yine inanılmazı başarmışlardı. “Adresin farklı, kaderin aynı” tişörtleri bu durum için önceden üretilmişti ve hemen giyildiler. Yorumsuz…
Ardından sıra Bursaspor maçına geldi. Beşiktaş ve Cimbom’u deplasmanda yendikten sonra, Bursasporla geçen yıldan kalan hesaplaşma vardı. Ama olmadı işte o maç. Üst üste gelen 10 galibiyetten sonra seri duruverdi. Verilmeyen penaltı iddialarını gündeme taşımak bir işe yaramazdı. O hafta Konya yı 1-0 yenen Trabzon, liderlik koltuğuna tekrar oturuverdi. Bitime 7 hafta kala ipler tekrar Trabzon’un eline geçivermişti. Başa gelen çekilecek, tekrar umutla bir Trabzon puan kaybı beklenecekti.
Ertesi hafta zor Eskişehir deplasmanında korkulan yaşanmadı ve Caner, Niang, semih golleriyle maç 3-1 kazanıldı. Üstelik moral bozukluğuna rağmen iyi bir oyun sergilemişti Fenerbahçe. Esas kilitlenmiş zor maç ertesi hafta Saraçoğlu’nda sotaya yatmış bekliyordu: Gaziantep, Fenerbahçe’ye kök söktürüyor, maç bir türlü çözülemiyor, dakikalar kum saati gibi eriyip gidiyordu. Aykut Hoca orada 2. Yarının ortalarında oyuna Stoch’u aldı. Son haftalarda hiç oynatılmayan Slovak, o andan itibaren ligin kaderine ağırlık koyan oyuncu olacaktı. Stoch çalımları ve pire gibi sağa sola koşmalarıyla rakibi dağıtıyor, defansı yıpratıyordu. Hakem oyunu 4 dakika uzattı. O dakikalar da erirken o anda puan farkı 4 e yükselmek üzereydi. Stoch son 20 saniyeye girildiğinde ince çalımlardan sonra kalecinin soluna şutunu son şans olarak çekti. Top direkten sekti ve … orada bekleyen Santos’un önüne geldi. Brezilyalı yıldız sol ayağının içini raket gibi tuttu ve top anında Antep filelerini hışımla boyladı. Bu golün yarattığı sevinç, şampiyonluk gibi bir tavan yaptı tribünlerde: ateş sönmemiş, umut ışıldamaya devam ediyordu!
Ertesi hafta maç Buca’daydı. Aykut Kocaman onca işi arasında o stresli günlerde,bıçaklı saldırıya uğradığım o melun haftada beni ziyarete gelmişti hastahaneye. Gözüm yaşardı yatakta. “Sevgili Aykut, tüm çocuklara selam söyle, özellikle Alex’e” dedim. “Tabii” dedi her zaman ki ”insan” duruşuyla… Hastanede seyrettim o maçı. Şeffaf çorba ve su içerek.Bir gün önce beklediğim olmuş, Trabzon Eskişehir’de0-0 la takılmıştı. Aynen bizim puan kaybettiğimiz Bursa maçında olduğu gibi, yoruma açık pozisyonlar olabilirdi, vardı. Ama sonuç değişmezdi artık. Kayıp puanlar yeniden eşitlendi ve liderlik şansı doğdu. Sonra İzmir’de maç nihayet başladı. Hayret’ Her şey de inadına kötü gidiyordu. Henüz düşmemiş olan Buca kök söktürüyor, hatta golleri peş peşe buluyordu. 2. Yarıda Kocaman Semih ve Stoch’u sahaya sürerek beklenilen doğru hamleyi yaptı. Ama golleri sıralayan yine Buca’ydı. Buca 3-1 ileri geçmişti! Son yarım saate girildiğinde ağzımdan şu cümleler çıktı: “Şampiyon olacak takım, ligin dibindeki bir takıma yarım saatte 3 gol atamayacaksa zaten şampiyon olmasın” deyiverdim, hem de inançla. Sesim duyuldu mesajı yolladığım kaptan tarafından. Kaptan önce gereksiz yere tartışılan yüzde yüz haklı penaltıyı, ardından da kafayı ağlara bırakıp durumu 3-3 e getiriverdi! Mucize sürecekti anlaşılan… Sonra Aykut Kocaman sezonu en beklenilmedik hamlesini en beklenilmedik anda yapıverdi: sahaya sürülen isim o sezon yalnız bir kere7 dakikacık oynamış Guiza’ ydı! İspanyol emekli gol kralı sahaya girerken, arkadaşlarına sağda oynayacağını hemen bildirip, ileri koşmaya başladı. 25 saniye sonra sağdan Semih nefis bir top kaldırdı Ispanyol’un koşu yoluna. Sanki bunu her maçta yapıyorlardı! Guiza rakibiyle paralel koştu ve çıkan kaleciden de istifade ederek, sağ ayağının içiyle 4-3 ü getiren golü atıverdi. Sahaya girelihenüz 40 saniye olmuştu! Sonra maç bitsin artık diye Fenerliler kurdeşen çıkarırken, Santos soldan jet tren hızıyla dalıp son dakikada maça kepengi indiren golü attı. Ligin lideri tekrar sarı-lacivertliler olmuştu!
Ertesi hafta “lider” sahasında IBB ile oynuyordu. Son 2 maçın yıldızı Stoch, henüz 2. dakikada Antep maçında golle noktalanan şutunu bu sefer erken çıkarıp bu sefer kalecinin sağından filelere bırakıyordu. Alex de 45 de skoru 2-0 a taşıdı ve maç bitiverdi. Ertesi hafta Fenerbahçe ye kök söktürecek bir rakip vardı deplasmanda: Kardemir Çelik Karabükspor. Adi gibi çetin cevizdi. Fenerbahçe rakibinin orta sahayı kilitlemesine çare bulamıyor, pozisyon üretemiyordu. Sonra, 66. Dakikada 15 saniyeliğine Fener lider gibi oynadı. İnce bir Stoch-Alex paslaşmasından sonra kaptan Lugano’ nun bölgesine ince iş bir top yuvarladı. Normalde kornerden kafa arayan Uruguaylı bir anlık refleksle rakip defansın ıskaladığı topu önünde buldu ve sol ayağıyla altı pastan topu filelere bıraktı. Evet ışık yine sönmemiş, kazadan dönülmüştü!
Ertesi hafta artık herkesin dilinde “2 maç, 180 dakika” söylemi kalmıştı. Ne uzun bir yol katetmişti sarı lacivertliler… O 2. Yarı başındaki “şu ilk 2 maç” söylemi, artık tek beraberlikle “son 2 maç” a kadar gelivermişti. Rakip güçlü Ankaragücü ydü. İlk 23 dakika, maçın sanıldığı gibi çok zor geçeceğini teyid ediyordu. Hatta Volkan’ın kurtardığı bir ters topun filelere gitmesi işten bile değildi. Sonra Alex üst üste 3 penaltı kullanıverdi! Trabzonlular daha pozisyonları görmeden gürültüye başlamışlardı ama bu penaltılar kendilerine Antep maçında hediye edilen penaltı gibi değil, harbi penaltılardı.. Maç, Alex in rekor 5 gole bir frikik ve bir nefis aşırtmayla eklenen Bekir in golüyle 6-0 a gidiverdi ve birilerinin o anda kulakları çınladı… Korkulan olmamış, ve iş yine son maça taşınmıştı…
Sivas’a gitmeden önce herkesin dilinde “Fenerbahçe içindeki korkuyla nasıl baş edecek” sorusu vardı… Aykut ise “biz yalnız ileri bakıyoruz, geçmişe değil” sözleriyle güven verirken yılın tartışmasız yıldızı Alex, aynı sakin kararlılığıyla dümeni elinde tutan kaptan görüntüsü çiziyor, arkadaşlarına sükûnet ve moral aşılıyordu. Santos’un bu sefer ilk yarıda erken gelen soldan bindirme golü heyecan dalgası yarattı ama Sivas buna erken karşılık verdi. Ardından Selçuk un kaygan zeminde yine uzaktan vurduğu şutla sürpriz golü geldi. Maçın 2. Yarısında Fener 2 defa Alex ve Yobo ile farkı 2 ye çıkardıysa sonuncusu 91. Dakikada gelen Sivas golleri, maçın son salisesine kadar şampiyonluk yarışının canlı kalmasını sağladı. Herhalde hakem Fırat Aydınus da bu heyecana dayanamadı ki, 2 dakika uzatmayı 5 saniye bile aştırmadı! Evet tur başlayabilirdi artık, hem Sivas’ta, hem Bağdat caddesinde, hem Taksimde, hem tüm Türkiye’de…
Sarı lacivertliler, böylece 2006 ve 2010 kabuslarını tarihe gömerken, Volkan’dan Gökhan Gönül’e, Alex ten Emre’ye, Santos’tan Stoch’a, Semih’ten Lugano’ya, Niang’dan Topuz’a kadar tüm yıldızları ve klas işçileriyle, 18 maçta gelen 17 galibiyetle şampiyonluğu hakeden bir büyük yıla imza atmıştı. Yine de son anda hala rakibini tebrik edeceğine Fener’e saldıran Trabzon camiası, olayın rengine ve centilmenliğe zarar veriyordu. Fenerbahçe geçen yıl ligi son anda kaçırınca kimseyi suçlamamış, Bursa’ya saldırmamış, suç varsa onu kendi içinde aramıştı. Bu olgun duruş, çok kötü sezon başlangıcına rağmen, zaferi getirmişti. Bundan herkesin çıkarması gereken dersler vardı. Diğer bir nokta ise her yerde dillenen “efendim bu yıl 2 şampiyon var, kimse üzülmesin, ikinci yok” sözleriydi… Nedense hiç kimse bu sözleri geçen yıl Bursa şampiyon olduğunda Fenerbahçe için kullanmamıştı! İşte herhalde böyle bir şeydi “Büyük takım” olmak! Yalnız, kaderine razı, kimseden yardım almayan ve kendinden başka tutunacak dalı olmayan bir büyük camia olarak yaşamak. İşte İslam Çupi nin Fenerbahçe’nin büyüklüğü ile ilgili dile getirdiği sözler biraz da bunları ima ediyordu…
Şimdi sıra bu başarı çıtasını Kocamaaaan bir Avrupa seferine çevirme işlemine gelmişti. Yıl boyu az gülüyor diye eleştirilen Aykut Hoca’nın içinde yaşadığı fırtinalarla kaç kitap yazılırdı dersiniz?
Fenerbahçe’nin onun yönetiminde yıllardır aradığı ve Daumla ulaşamadığı sürekliliği yakalama şansı, belki Şampiyonluk kadar önemliydi…
Artık kartlar Fenerbahçe nin eline geçmişti… yani rakibin sonuçlarına bakmadan “ben her maçımı alırsam zaten şampiyon olurum” durumları… İyi de daha oynanacak koca 10 maç vardı! Daha henüz o noktada “nasıl olsa her maçı ben çıkıp alırım” denecek bir durum yoktu ki… şampiyonluk teoride değil, emekle, terle, şansla, inatla, hırsla sahada kazanılacaktı ve maraton hala çok uzun sayılırdı. 10 maç değil, 2 saniyede ligin kaderinin değişebildiği bir ortamda daha cehennem kazanı kaynamaya devam edecekti.
Lider olarak çıkılan ilk maç, zor bir perspektif çiziyordu. Gençlerbirliği Ankara’da daha önce Fener’e çok çelme takmış bir takımdı. Buna rağmen zor hava şartlarında sarı lacivertliler maça iyi başlamış, önce Lugano’nun tipik bir ceza sahası golü, ardından bir Alex penaltısı, oyunu 2-0 a taşıyıvermişti. Ama erken sevinç kısa sürdü… G. Birliği, devre bitmeden 2-2 beraberliğe ulaşıverince 2. Yarı tabii ki azap içinde başladı. Ama Niang’ın golüyle öne geçen Fener ardından Santos tan yıl boyunca göreceği “maç kopartıcı” gollerden biriyle skoru 4-2 ye taşıdı ve 3 puana ulaştı.
Ertesi hafta içeride Konyaspor maçı vardı. Düşme tehlikesini iliklerinde hisseden Konyaspor’a karşı sarı lacivertliler iki santrforlarıyla sonuca gittiler, ilk yarıda Niang, 2. Yarıda Semih maçı 2-0 a bağlarken korkulan çelme yine yaşanmamıştı. Ama Trabzon’da her hafta kazanmaya devam ediyor, fark bir türlü açılamıyordu. Zaten liderliğe ulaşmadan da hep Sivas veya Manisa gibi maçlarda son dakika golleriyle maçı kurtarmışlardı. Şimdi de bu galibiyet dizisi sürüp gidiyordu.
Sonra sıra kim ne derse desin “büyük” bir maça geldi. O anda ligde kaçıncı olursa olsun, Galatasaray, Fenerbahçe karşısında daima bir tehlikeydi. Hem de son 10 yılın ağır sarı-lacivert hegemonyası altında süren istatistiklerine rağmen. Maç sarı-kırmızılıların henüz yenilgi yüzü görmedikleri yeni “Telekom Arena” adıyla anılan, resmi adı çelişkili stadlarında oynanacaktı. Bu arada Fenerbahçe’ nin anlaşılmaz şekilde Cimbom’a hediye olarak yolladığı Kazım, ilk defa Fener’e karşı yeni formasıyla oynayacaktı. Maç hızlı başladı. Kazım da golünü atıp Aykut hoca’nın kulübesine doğru hareketlenince, gerilim daha da arttı. Yoksa Fenerli yöneticiler bizim bilmediğimiz şeyleri biliyor, Kazım’ın bu gereksiz dengesizliklerinin boyutlarını mı hesaplıyorlardı? Sonuçta çok saçma bir davranıştı bu ve Kazım’ın içinde o iç hesaplaşmaların henüz çözümlenemediğini gösteriyordu. Maç bu skorla 2. Yarının 2. Yarısına kadar taşınırken, Arena keyiften yıkılıyor, seyirciler sezonun pansumanını bu maçla yapacaklarını umuyorlardı. Taa ki Alex 75. dakikada o frikiğin başına geçene kadar. Alex’in kan kardeşi Semih, kaptan’ın yanına gitti ve “öne kes gerisini bana bırak” dedi. Alex siparişi milimetresine kadar buyur edince Semih fırlayıp vurdu kafayı: 1-1! Sonra bu golün şaşkınlığı geçmeden sağdan Gökhan Gönül’ün kestiği ortaya Alex o mütevazı boyuyla onca stoper ve bek arasından o “falsolu” kafayı köşeye nasıl yollayabildi, hala Arenada bunu anlayabildiklerini sanmıyorum! 4 dakika sonra maç bitmiş, sarı lacivertliler yine inanılmazı başarmışlardı. “Adresin farklı, kaderin aynı” tişörtleri bu durum için önceden üretilmişti ve hemen giyildiler. Yorumsuz…
Ardından sıra Bursaspor maçına geldi. Beşiktaş ve Cimbom’u deplasmanda yendikten sonra, Bursasporla geçen yıldan kalan hesaplaşma vardı. Ama olmadı işte o maç. Üst üste gelen 10 galibiyetten sonra seri duruverdi. Verilmeyen penaltı iddialarını gündeme taşımak bir işe yaramazdı. O hafta Konya yı 1-0 yenen Trabzon, liderlik koltuğuna tekrar oturuverdi. Bitime 7 hafta kala ipler tekrar Trabzon’un eline geçivermişti. Başa gelen çekilecek, tekrar umutla bir Trabzon puan kaybı beklenecekti.
Ertesi hafta zor Eskişehir deplasmanında korkulan yaşanmadı ve Caner, Niang, semih golleriyle maç 3-1 kazanıldı. Üstelik moral bozukluğuna rağmen iyi bir oyun sergilemişti Fenerbahçe. Esas kilitlenmiş zor maç ertesi hafta Saraçoğlu’nda sotaya yatmış bekliyordu: Gaziantep, Fenerbahçe’ye kök söktürüyor, maç bir türlü çözülemiyor, dakikalar kum saati gibi eriyip gidiyordu. Aykut Hoca orada 2. Yarının ortalarında oyuna Stoch’u aldı. Son haftalarda hiç oynatılmayan Slovak, o andan itibaren ligin kaderine ağırlık koyan oyuncu olacaktı. Stoch çalımları ve pire gibi sağa sola koşmalarıyla rakibi dağıtıyor, defansı yıpratıyordu. Hakem oyunu 4 dakika uzattı. O dakikalar da erirken o anda puan farkı 4 e yükselmek üzereydi. Stoch son 20 saniyeye girildiğinde ince çalımlardan sonra kalecinin soluna şutunu son şans olarak çekti. Top direkten sekti ve … orada bekleyen Santos’un önüne geldi. Brezilyalı yıldız sol ayağının içini raket gibi tuttu ve top anında Antep filelerini hışımla boyladı. Bu golün yarattığı sevinç, şampiyonluk gibi bir tavan yaptı tribünlerde: ateş sönmemiş, umut ışıldamaya devam ediyordu!
Ertesi hafta maç Buca’daydı. Aykut Kocaman onca işi arasında o stresli günlerde,bıçaklı saldırıya uğradığım o melun haftada beni ziyarete gelmişti hastahaneye. Gözüm yaşardı yatakta. “Sevgili Aykut, tüm çocuklara selam söyle, özellikle Alex’e” dedim. “Tabii” dedi her zaman ki ”insan” duruşuyla… Hastanede seyrettim o maçı. Şeffaf çorba ve su içerek.Bir gün önce beklediğim olmuş, Trabzon Eskişehir’de0-0 la takılmıştı. Aynen bizim puan kaybettiğimiz Bursa maçında olduğu gibi, yoruma açık pozisyonlar olabilirdi, vardı. Ama sonuç değişmezdi artık. Kayıp puanlar yeniden eşitlendi ve liderlik şansı doğdu. Sonra İzmir’de maç nihayet başladı. Hayret’ Her şey de inadına kötü gidiyordu. Henüz düşmemiş olan Buca kök söktürüyor, hatta golleri peş peşe buluyordu. 2. Yarıda Kocaman Semih ve Stoch’u sahaya sürerek beklenilen doğru hamleyi yaptı. Ama golleri sıralayan yine Buca’ydı. Buca 3-1 ileri geçmişti! Son yarım saate girildiğinde ağzımdan şu cümleler çıktı: “Şampiyon olacak takım, ligin dibindeki bir takıma yarım saatte 3 gol atamayacaksa zaten şampiyon olmasın” deyiverdim, hem de inançla. Sesim duyuldu mesajı yolladığım kaptan tarafından. Kaptan önce gereksiz yere tartışılan yüzde yüz haklı penaltıyı, ardından da kafayı ağlara bırakıp durumu 3-3 e getiriverdi! Mucize sürecekti anlaşılan… Sonra Aykut Kocaman sezonu en beklenilmedik hamlesini en beklenilmedik anda yapıverdi: sahaya sürülen isim o sezon yalnız bir kere7 dakikacık oynamış Guiza’ ydı! İspanyol emekli gol kralı sahaya girerken, arkadaşlarına sağda oynayacağını hemen bildirip, ileri koşmaya başladı. 25 saniye sonra sağdan Semih nefis bir top kaldırdı Ispanyol’un koşu yoluna. Sanki bunu her maçta yapıyorlardı! Guiza rakibiyle paralel koştu ve çıkan kaleciden de istifade ederek, sağ ayağının içiyle 4-3 ü getiren golü atıverdi. Sahaya girelihenüz 40 saniye olmuştu! Sonra maç bitsin artık diye Fenerliler kurdeşen çıkarırken, Santos soldan jet tren hızıyla dalıp son dakikada maça kepengi indiren golü attı. Ligin lideri tekrar sarı-lacivertliler olmuştu!
Ertesi hafta “lider” sahasında IBB ile oynuyordu. Son 2 maçın yıldızı Stoch, henüz 2. dakikada Antep maçında golle noktalanan şutunu bu sefer erken çıkarıp bu sefer kalecinin sağından filelere bırakıyordu. Alex de 45 de skoru 2-0 a taşıdı ve maç bitiverdi. Ertesi hafta Fenerbahçe ye kök söktürecek bir rakip vardı deplasmanda: Kardemir Çelik Karabükspor. Adi gibi çetin cevizdi. Fenerbahçe rakibinin orta sahayı kilitlemesine çare bulamıyor, pozisyon üretemiyordu. Sonra, 66. Dakikada 15 saniyeliğine Fener lider gibi oynadı. İnce bir Stoch-Alex paslaşmasından sonra kaptan Lugano’ nun bölgesine ince iş bir top yuvarladı. Normalde kornerden kafa arayan Uruguaylı bir anlık refleksle rakip defansın ıskaladığı topu önünde buldu ve sol ayağıyla altı pastan topu filelere bıraktı. Evet ışık yine sönmemiş, kazadan dönülmüştü!
Ertesi hafta artık herkesin dilinde “2 maç, 180 dakika” söylemi kalmıştı. Ne uzun bir yol katetmişti sarı lacivertliler… O 2. Yarı başındaki “şu ilk 2 maç” söylemi, artık tek beraberlikle “son 2 maç” a kadar gelivermişti. Rakip güçlü Ankaragücü ydü. İlk 23 dakika, maçın sanıldığı gibi çok zor geçeceğini teyid ediyordu. Hatta Volkan’ın kurtardığı bir ters topun filelere gitmesi işten bile değildi. Sonra Alex üst üste 3 penaltı kullanıverdi! Trabzonlular daha pozisyonları görmeden gürültüye başlamışlardı ama bu penaltılar kendilerine Antep maçında hediye edilen penaltı gibi değil, harbi penaltılardı.. Maç, Alex in rekor 5 gole bir frikik ve bir nefis aşırtmayla eklenen Bekir in golüyle 6-0 a gidiverdi ve birilerinin o anda kulakları çınladı… Korkulan olmamış, ve iş yine son maça taşınmıştı…
Sivas’a gitmeden önce herkesin dilinde “Fenerbahçe içindeki korkuyla nasıl baş edecek” sorusu vardı… Aykut ise “biz yalnız ileri bakıyoruz, geçmişe değil” sözleriyle güven verirken yılın tartışmasız yıldızı Alex, aynı sakin kararlılığıyla dümeni elinde tutan kaptan görüntüsü çiziyor, arkadaşlarına sükûnet ve moral aşılıyordu. Santos’un bu sefer ilk yarıda erken gelen soldan bindirme golü heyecan dalgası yarattı ama Sivas buna erken karşılık verdi. Ardından Selçuk un kaygan zeminde yine uzaktan vurduğu şutla sürpriz golü geldi. Maçın 2. Yarısında Fener 2 defa Alex ve Yobo ile farkı 2 ye çıkardıysa sonuncusu 91. Dakikada gelen Sivas golleri, maçın son salisesine kadar şampiyonluk yarışının canlı kalmasını sağladı. Herhalde hakem Fırat Aydınus da bu heyecana dayanamadı ki, 2 dakika uzatmayı 5 saniye bile aştırmadı! Evet tur başlayabilirdi artık, hem Sivas’ta, hem Bağdat caddesinde, hem Taksimde, hem tüm Türkiye’de…
Sarı lacivertliler, böylece 2006 ve 2010 kabuslarını tarihe gömerken, Volkan’dan Gökhan Gönül’e, Alex ten Emre’ye, Santos’tan Stoch’a, Semih’ten Lugano’ya, Niang’dan Topuz’a kadar tüm yıldızları ve klas işçileriyle, 18 maçta gelen 17 galibiyetle şampiyonluğu hakeden bir büyük yıla imza atmıştı. Yine de son anda hala rakibini tebrik edeceğine Fener’e saldıran Trabzon camiası, olayın rengine ve centilmenliğe zarar veriyordu. Fenerbahçe geçen yıl ligi son anda kaçırınca kimseyi suçlamamış, Bursa’ya saldırmamış, suç varsa onu kendi içinde aramıştı. Bu olgun duruş, çok kötü sezon başlangıcına rağmen, zaferi getirmişti. Bundan herkesin çıkarması gereken dersler vardı. Diğer bir nokta ise her yerde dillenen “efendim bu yıl 2 şampiyon var, kimse üzülmesin, ikinci yok” sözleriydi… Nedense hiç kimse bu sözleri geçen yıl Bursa şampiyon olduğunda Fenerbahçe için kullanmamıştı! İşte herhalde böyle bir şeydi “Büyük takım” olmak! Yalnız, kaderine razı, kimseden yardım almayan ve kendinden başka tutunacak dalı olmayan bir büyük camia olarak yaşamak. İşte İslam Çupi nin Fenerbahçe’nin büyüklüğü ile ilgili dile getirdiği sözler biraz da bunları ima ediyordu…
Şimdi sıra bu başarı çıtasını Kocamaaaan bir Avrupa seferine çevirme işlemine gelmişti. Yıl boyu az gülüyor diye eleştirilen Aykut Hoca’nın içinde yaşadığı fırtinalarla kaç kitap yazılırdı dersiniz?
Fenerbahçe’nin onun yönetiminde yıllardır aradığı ve Daumla ulaşamadığı sürekliliği yakalama şansı, belki Şampiyonluk kadar önemliydi…
UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (4)
TADINA DOYULMAZ BİR ZAFER! / Bedri Baykam
Artık kartlar Fenerbahçe nin eline geçmişti… yani rakibin sonuçlarına bakmadan “ben her maçımı alırsam zaten şampiyon olurum” durumları… İyi de daha oynanacak koca 10 maç vardı! Daha henüz o noktada “nasıl olsa her maçı ben çıkıp alırım” denecek bir durum yoktu ki… şampiyonluk teoride değil, emekle, terle, şansla, inatla, hırsla sahada kazanılacaktı ve maraton hala çok uzun sayılırdı. 10 maç değil, 2 saniyede ligin kaderinin değişebildiği bir ortamda daha cehennem kazanı kaynamaya devam edecekti.
Lider olarak çıkılan ilk maç, zor bir perspektif çiziyordu. Gençlerbirliği Ankara’da daha önce Fener’e çok çelme takmış bir takımdı. Buna rağmen zor hava şartlarında sarı lacivertliler maça iyi başlamış, önce Lugano’nun tipik bir ceza sahası golü, ardından bir Alex penaltısı, oyunu 2-0 a taşıyıvermişti. Ama erken sevinç kısa sürdü… G. Birliği, devre bitmeden 2-2 beraberliğe ulaşıverince 2. Yarı tabii ki azap içinde başladı. Ama Niang’ın golüyle öne geçen Fener ardından Santos tan yıl boyunca göreceği “maç kopartıcı” gollerden biriyle skoru 4-2 ye taşıdı ve 3 puana ulaştı.
Ertesi hafta içeride Konyaspor maçı vardı. Düşme tehlikesini iliklerinde hisseden Konyaspor’a karşı sarı lacivertliler iki santrforlarıyla sonuca gittiler, ilk yarıda Niang, 2. Yarıda Semih maçı 2-0 a bağlarken korkulan çelme yine yaşanmamıştı. Ama Trabzon’da her hafta kazanmaya devam ediyor, fark bir türlü açılamıyordu. Zaten liderliğe ulaşmadan da hep Sivas veya Manisa gibi maçlarda son dakika golleriyle maçı kurtarmışlardı. Şimdi de bu galibiyet dizisi sürüp gidiyordu.
Sonra sıra kim ne derse desin “büyük” bir maça geldi. O anda ligde kaçıncı olursa olsun, Galatasaray, Fenerbahçe karşısında daima bir tehlikeydi. Hem de son 10 yılın ağır sarı-lacivert hegemonyası altında süren istatistiklerine rağmen. Maç sarı-kırmızılıların henüz yenilgi yüzü görmedikleri yeni “Telekom Arena” adıyla anılan, resmi adı çelişkili stadlarında oynanacaktı. Bu arada Fenerbahçe’ nin anlaşılmaz şekilde Cimbom’a hediye olarak yolladığı Kazım, ilk defa Fener’e karşı yeni formasıyla oynayacaktı. Maç hızlı başladı. Kazım da golünü atıp Aykut hoca’nın kulübesine doğru hareketlenince, gerilim daha da arttı. Yoksa Fenerli yöneticiler bizim bilmediğimiz şeyleri biliyor, Kazım’ın bu gereksiz dengesizliklerinin boyutlarını mı hesaplıyorlardı? Sonuçta çok saçma bir davranıştı bu ve Kazım’ın içinde o iç hesaplaşmaların henüz çözümlenemediğini gösteriyordu. Maç bu skorla 2. Yarının 2. Yarısına kadar taşınırken, Arena keyiften yıkılıyor, seyirciler sezonun pansumanını bu maçla yapacaklarını umuyorlardı. Taa ki Alex 75. dakikada o frikiğin başına geçene kadar. Alex’in kan kardeşi Semih, kaptan’ın yanına gitti ve “öne kes gerisini bana bırak” dedi. Alex siparişi milimetresine kadar buyur edince Semih fırlayıp vurdu kafayı: 1-1! Sonra bu golün şaşkınlığı geçmeden sağdan Gökhan Gönül’ün kestiği ortaya Alex o mütevazı boyuyla onca stoper ve bek arasından o “falsolu” kafayı köşeye nasıl yollayabildi, hala Arenada bunu anlayabildiklerini sanmıyorum! 4 dakika sonra maç bitmiş, sarı lacivertliler yine inanılmazı başarmışlardı. “Adresin farklı, kaderin aynı” tişörtleri bu durum için önceden üretilmişti ve hemen giyildiler. Yorumsuz…
Ardından sıra Bursaspor maçına geldi. Beşiktaş ve Cimbom’u deplasmanda yendikten sonra, Bursasporla geçen yıldan kalan hesaplaşma vardı. Ama olmadı işte o maç. Üst üste gelen 10 galibiyetten sonra seri duruverdi. Verilmeyen penaltı iddialarını gündeme taşımak bir işe yaramazdı. O hafta Konya yı 1-0 yenen Trabzon, liderlik koltuğuna tekrar oturuverdi. Bitime 7 hafta kala ipler tekrar Trabzon’un eline geçivermişti. Başa gelen çekilecek, tekrar umutla bir Trabzon puan kaybı beklenecekti.
Ertesi hafta zor Eskişehir deplasmanında korkulan yaşanmadı ve Caner, Niang, semih golleriyle maç 3-1 kazanıldı. Üstelik moral bozukluğuna rağmen iyi bir oyun sergilemişti Fenerbahçe. Esas kilitlenmiş zor maç ertesi hafta Saraçoğlu’nda sotaya yatmış bekliyordu: Gaziantep, Fenerbahçe’ye kök söktürüyor, maç bir türlü çözülemiyor, dakikalar kum saati gibi eriyip gidiyordu. Aykut Hoca orada 2. Yarının ortalarında oyuna Stoch’u aldı. Son haftalarda hiç oynatılmayan Slovak, o andan itibaren ligin kaderine ağırlık koyan oyuncu olacaktı. Stoch çalımları ve pire gibi sağa sola koşmalarıyla rakibi dağıtıyor, defansı yıpratıyordu. Hakem oyunu 4 dakika uzattı. O dakikalar da erirken o anda puan farkı 4 e yükselmek üzereydi. Stoch son 20 saniyeye girildiğinde ince çalımlardan sonra kalecinin soluna şutunu son şans olarak çekti. Top direkten sekti ve … orada bekleyen Santos’un önüne geldi. Brezilyalı yıldız sol ayağının içini raket gibi tuttu ve top anında Antep filelerini hışımla boyladı. Bu golün yarattığı sevinç, şampiyonluk gibi bir tavan yaptı tribünlerde: ateş sönmemiş, umut ışıldamaya devam ediyordu!
Ertesi hafta maç Buca’daydı. Aykut Kocaman onca işi arasında o stresli günlerde,bıçaklı saldırıya uğradığım o melun haftada beni ziyarete gelmişti hastahaneye. Gözüm yaşardı yatakta. “Sevgili Aykut, tüm çocuklara selam söyle, özellikle Alex’e” dedim. “Tabii” dedi her zaman ki ”insan” duruşuyla… Hastanede seyrettim o maçı. Şeffaf çorba ve su içerek.Bir gün önce beklediğim olmuş, Trabzon Eskişehir’de0-0 la takılmıştı. Aynen bizim puan kaybettiğimiz Bursa maçında olduğu gibi, yoruma açık pozisyonlar olabilirdi, vardı. Ama sonuç değişmezdi artık. Kayıp puanlar yeniden eşitlendi ve liderlik şansı doğdu. Sonra İzmir’de maç nihayet başladı. Hayret’ Her şey de inadına kötü gidiyordu. Henüz düşmemiş olan Buca kök söktürüyor, hatta golleri peş peşe buluyordu. 2. Yarıda Kocaman Semih ve Stoch’u sahaya sürerek beklenilen doğru hamleyi yaptı. Ama golleri sıralayan yine Buca’ydı. Buca 3-1 ileri geçmişti! Son yarım saate girildiğinde ağzımdan şu cümleler çıktı: “Şampiyon olacak takım, ligin dibindeki bir takıma yarım saatte 3 gol atamayacaksa zaten şampiyon olmasın” deyiverdim, hem de inançla. Sesim duyuldu mesajı yolladığım kaptan tarafından. Kaptan önce gereksiz yere tartışılan yüzde yüz haklı penaltıyı, ardından da kafayı ağlara bırakıp durumu 3-3 e getiriverdi! Mucize sürecekti anlaşılan… Sonra Aykut Kocaman sezonu en beklenilmedik hamlesini en beklenilmedik anda yapıverdi: sahaya sürülen isim o sezon yalnız bir kere7 dakikacık oynamış Guiza’ ydı! İspanyol emekli gol kralı sahaya girerken, arkadaşlarına sağda oynayacağını hemen bildirip, ileri koşmaya başladı. 25 saniye sonra sağdan Semih nefis bir top kaldırdı Ispanyol’un koşu yoluna. Sanki bunu her maçta yapıyorlardı! Guiza rakibiyle paralel koştu ve çıkan kaleciden de istifade ederek, sağ ayağının içiyle 4-3 ü getiren golü atıverdi. Sahaya girelihenüz 40 saniye olmuştu! Sonra maç bitsin artık diye Fenerliler kurdeşen çıkarırken, Santos soldan jet tren hızıyla dalıp son dakikada maça kepengi indiren golü attı. Ligin lideri tekrar sarı-lacivertliler olmuştu!
Ertesi hafta “lider” sahasında IBB ile oynuyordu. Son 2 maçın yıldızı Stoch, henüz 2. dakikada Antep maçında golle noktalanan şutunu bu sefer erken çıkarıp bu sefer kalecinin sağından filelere bırakıyordu. Alex de 45 de skoru 2-0 a taşıdı ve maç bitiverdi. Ertesi hafta Fenerbahçe ye kök söktürecek bir rakip vardı deplasmanda: Kardemir Çelik Karabükspor. Adi gibi çetin cevizdi. Fenerbahçe rakibinin orta sahayı kilitlemesine çare bulamıyor, pozisyon üretemiyordu. Sonra, 66. Dakikada 15 saniyeliğine Fener lider gibi oynadı. İnce bir Stoch-Alex paslaşmasından sonra kaptan Lugano’ nun bölgesine ince iş bir top yuvarladı. Normalde kornerden kafa arayan Uruguaylı bir anlık refleksle rakip defansın ıskaladığı topu önünde buldu ve sol ayağıyla altı pastan topu filelere bıraktı. Evet ışık yine sönmemiş, kazadan dönülmüştü!
Ertesi hafta artık herkesin dilinde “2 maç, 180 dakika” söylemi kalmıştı. Ne uzun bir yol katetmişti sarı lacivertliler… O 2. Yarı başındaki “şu ilk 2 maç” söylemi, artık tek beraberlikle “son 2 maç” a kadar gelivermişti. Rakip güçlü Ankaragücü ydü. İlk 23 dakika, maçın sanıldığı gibi çok zor geçeceğini teyid ediyordu. Hatta Volkan’ın kurtardığı bir ters topun filelere gitmesi işten bile değildi. Sonra Alex üst üste 3 penaltı kullanıverdi! Trabzonlular daha pozisyonları görmeden gürültüye başlamışlardı ama bu penaltılar kendilerine Antep maçında hediye edilen penaltı gibi değil, harbi penaltılardı.. Maç, Alex in rekor 5 gole bir frikik ve bir nefis aşırtmayla eklenen Bekir in golüyle 6-0 a gidiverdi ve birilerinin o anda kulakları çınladı… Korkulan olmamış, ve iş yine son maça taşınmıştı…
Sivas’a gitmeden önce herkesin dilinde “Fenerbahçe içindeki korkuyla nasıl baş edecek” sorusu vardı… Aykut ise “biz yalnız ileri bakıyoruz, geçmişe değil” sözleriyle güven verirken yılın tartışmasız yıldızı Alex, aynı sakin kararlılığıyla dümeni elinde tutan kaptan görüntüsü çiziyor, arkadaşlarına sükûnet ve moral aşılıyordu. Santos’un bu sefer ilk yarıda erken gelen soldan bindirme golü heyecan dalgası yarattı ama Sivas buna erken karşılık verdi. Ardından Selçuk un kaygan zeminde yine uzaktan vurduğu şutla sürpriz golü geldi. Maçın 2. Yarısında Fener 2 defa Alex ve Yobo ile farkı 2 ye çıkardıysa sonuncusu 91. Dakikada gelen Sivas golleri, maçın son salisesine kadar şampiyonluk yarışının canlı kalmasını sağladı. Herhalde hakem Fırat Aydınus da bu heyecana dayanamadı ki, 2 dakika uzatmayı 5 saniye bile aştırmadı! Evet tur başlayabilirdi artık, hem Sivas’ta, hem Bağdat caddesinde, hem Taksimde, hem tüm Türkiye’de…
Sarı lacivertliler, böylece 2006 ve 2010 kabuslarını tarihe gömerken, Volkan’dan Gökhan Gönül’e, Alex ten Emre’ye, Santos’tan Stoch’a, Semih’ten Lugano’ya, Niang’dan Topuz’a kadar tüm yıldızları ve klas işçileriyle, 18 maçta gelen 17 galibiyetle şampiyonluğu hakeden bir büyük yıla imza atmıştı. Yine de son anda hala rakibini tebrik edeceğine Fener’e saldıran Trabzon camiası, olayın rengine ve centilmenliğe zarar veriyordu. Fenerbahçe geçen yıl ligi son anda kaçırınca kimseyi suçlamamış, Bursa’ya saldırmamış, suç varsa onu kendi içinde aramıştı. Bu olgun duruş, çok kötü sezon başlangıcına rağmen, zaferi getirmişti. Bundan herkesin çıkarması gereken dersler vardı. Diğer bir nokta ise her yerde dillenen “efendim bu yıl 2 şampiyon var, kimse üzülmesin, ikinci yok” sözleriydi… Nedense hiç kimse bu sözleri geçen yıl Bursa şampiyon olduğunda Fenerbahçe için kullanmamıştı! İşte herhalde böyle bir şeydi “Büyük takım” olmak! Yalnız, kaderine razı, kimseden yardım almayan ve kendinden başka tutunacak dalı olmayan bir büyük camia olarak yaşamak. İşte İslam Çupi nin Fenerbahçe’nin büyüklüğü ile ilgili dile getirdiği sözler biraz da bunları ima ediyordu…
Şimdi sıra bu başarı çıtasını Kocamaaaan bir Avrupa seferine çevirme işlemine gelmişti. Yıl boyu az gülüyor diye eleştirilen Aykut Hoca’nın içinde yaşadığı fırtinalarla kaç kitap yazılırdı dersiniz?
Fenerbahçe’nin onun yönetiminde yıllardır aradığı ve Daumla ulaşamadığı sürekliliği yakalama şansı, belki Şampiyonluk kadar önemliydi…
Artık kartlar Fenerbahçe nin eline geçmişti… yani rakibin sonuçlarına bakmadan “ben her maçımı alırsam zaten şampiyon olurum” durumları… İyi de daha oynanacak koca 10 maç vardı! Daha henüz o noktada “nasıl olsa her maçı ben çıkıp alırım” denecek bir durum yoktu ki… şampiyonluk teoride değil, emekle, terle, şansla, inatla, hırsla sahada kazanılacaktı ve maraton hala çok uzun sayılırdı. 10 maç değil, 2 saniyede ligin kaderinin değişebildiği bir ortamda daha cehennem kazanı kaynamaya devam edecekti.
Lider olarak çıkılan ilk maç, zor bir perspektif çiziyordu. Gençlerbirliği Ankara’da daha önce Fener’e çok çelme takmış bir takımdı. Buna rağmen zor hava şartlarında sarı lacivertliler maça iyi başlamış, önce Lugano’nun tipik bir ceza sahası golü, ardından bir Alex penaltısı, oyunu 2-0 a taşıyıvermişti. Ama erken sevinç kısa sürdü… G. Birliği, devre bitmeden 2-2 beraberliğe ulaşıverince 2. Yarı tabii ki azap içinde başladı. Ama Niang’ın golüyle öne geçen Fener ardından Santos tan yıl boyunca göreceği “maç kopartıcı” gollerden biriyle skoru 4-2 ye taşıdı ve 3 puana ulaştı.
Ertesi hafta içeride Konyaspor maçı vardı. Düşme tehlikesini iliklerinde hisseden Konyaspor’a karşı sarı lacivertliler iki santrforlarıyla sonuca gittiler, ilk yarıda Niang, 2. Yarıda Semih maçı 2-0 a bağlarken korkulan çelme yine yaşanmamıştı. Ama Trabzon’da her hafta kazanmaya devam ediyor, fark bir türlü açılamıyordu. Zaten liderliğe ulaşmadan da hep Sivas veya Manisa gibi maçlarda son dakika golleriyle maçı kurtarmışlardı. Şimdi de bu galibiyet dizisi sürüp gidiyordu.
Sonra sıra kim ne derse desin “büyük” bir maça geldi. O anda ligde kaçıncı olursa olsun, Galatasaray, Fenerbahçe karşısında daima bir tehlikeydi. Hem de son 10 yılın ağır sarı-lacivert hegemonyası altında süren istatistiklerine rağmen. Maç sarı-kırmızılıların henüz yenilgi yüzü görmedikleri yeni “Telekom Arena” adıyla anılan, resmi adı çelişkili stadlarında oynanacaktı. Bu arada Fenerbahçe’ nin anlaşılmaz şekilde Cimbom’a hediye olarak yolladığı Kazım, ilk defa Fener’e karşı yeni formasıyla oynayacaktı. Maç hızlı başladı. Kazım da golünü atıp Aykut hoca’nın kulübesine doğru hareketlenince, gerilim daha da arttı. Yoksa Fenerli yöneticiler bizim bilmediğimiz şeyleri biliyor, Kazım’ın bu gereksiz dengesizliklerinin boyutlarını mı hesaplıyorlardı? Sonuçta çok saçma bir davranıştı bu ve Kazım’ın içinde o iç hesaplaşmaların henüz çözümlenemediğini gösteriyordu. Maç bu skorla 2. Yarının 2. Yarısına kadar taşınırken, Arena keyiften yıkılıyor, seyirciler sezonun pansumanını bu maçla yapacaklarını umuyorlardı. Taa ki Alex 75. dakikada o frikiğin başına geçene kadar. Alex’in kan kardeşi Semih, kaptan’ın yanına gitti ve “öne kes gerisini bana bırak” dedi. Alex siparişi milimetresine kadar buyur edince Semih fırlayıp vurdu kafayı: 1-1! Sonra bu golün şaşkınlığı geçmeden sağdan Gökhan Gönül’ün kestiği ortaya Alex o mütevazı boyuyla onca stoper ve bek arasından o “falsolu” kafayı köşeye nasıl yollayabildi, hala Arenada bunu anlayabildiklerini sanmıyorum! 4 dakika sonra maç bitmiş, sarı lacivertliler yine inanılmazı başarmışlardı. “Adresin farklı, kaderin aynı” tişörtleri bu durum için önceden üretilmişti ve hemen giyildiler. Yorumsuz…
Ardından sıra Bursaspor maçına geldi. Beşiktaş ve Cimbom’u deplasmanda yendikten sonra, Bursasporla geçen yıldan kalan hesaplaşma vardı. Ama olmadı işte o maç. Üst üste gelen 10 galibiyetten sonra seri duruverdi. Verilmeyen penaltı iddialarını gündeme taşımak bir işe yaramazdı. O hafta Konya yı 1-0 yenen Trabzon, liderlik koltuğuna tekrar oturuverdi. Bitime 7 hafta kala ipler tekrar Trabzon’un eline geçivermişti. Başa gelen çekilecek, tekrar umutla bir Trabzon puan kaybı beklenecekti.
Ertesi hafta zor Eskişehir deplasmanında korkulan yaşanmadı ve Caner, Niang, semih golleriyle maç 3-1 kazanıldı. Üstelik moral bozukluğuna rağmen iyi bir oyun sergilemişti Fenerbahçe. Esas kilitlenmiş zor maç ertesi hafta Saraçoğlu’nda sotaya yatmış bekliyordu: Gaziantep, Fenerbahçe’ye kök söktürüyor, maç bir türlü çözülemiyor, dakikalar kum saati gibi eriyip gidiyordu. Aykut Hoca orada 2. Yarının ortalarında oyuna Stoch’u aldı. Son haftalarda hiç oynatılmayan Slovak, o andan itibaren ligin kaderine ağırlık koyan oyuncu olacaktı. Stoch çalımları ve pire gibi sağa sola koşmalarıyla rakibi dağıtıyor, defansı yıpratıyordu. Hakem oyunu 4 dakika uzattı. O dakikalar da erirken o anda puan farkı 4 e yükselmek üzereydi. Stoch son 20 saniyeye girildiğinde ince çalımlardan sonra kalecinin soluna şutunu son şans olarak çekti. Top direkten sekti ve … orada bekleyen Santos’un önüne geldi. Brezilyalı yıldız sol ayağının içini raket gibi tuttu ve top anında Antep filelerini hışımla boyladı. Bu golün yarattığı sevinç, şampiyonluk gibi bir tavan yaptı tribünlerde: ateş sönmemiş, umut ışıldamaya devam ediyordu!
Ertesi hafta maç Buca’daydı. Aykut Kocaman onca işi arasında o stresli günlerde,bıçaklı saldırıya uğradığım o melun haftada beni ziyarete gelmişti hastahaneye. Gözüm yaşardı yatakta. “Sevgili Aykut, tüm çocuklara selam söyle, özellikle Alex’e” dedim. “Tabii” dedi her zaman ki ”insan” duruşuyla… Hastanede seyrettim o maçı. Şeffaf çorba ve su içerek.Bir gün önce beklediğim olmuş, Trabzon Eskişehir’de0-0 la takılmıştı. Aynen bizim puan kaybettiğimiz Bursa maçında olduğu gibi, yoruma açık pozisyonlar olabilirdi, vardı. Ama sonuç değişmezdi artık. Kayıp puanlar yeniden eşitlendi ve liderlik şansı doğdu. Sonra İzmir’de maç nihayet başladı. Hayret’ Her şey de inadına kötü gidiyordu. Henüz düşmemiş olan Buca kök söktürüyor, hatta golleri peş peşe buluyordu. 2. Yarıda Kocaman Semih ve Stoch’u sahaya sürerek beklenilen doğru hamleyi yaptı. Ama golleri sıralayan yine Buca’ydı. Buca 3-1 ileri geçmişti! Son yarım saate girildiğinde ağzımdan şu cümleler çıktı: “Şampiyon olacak takım, ligin dibindeki bir takıma yarım saatte 3 gol atamayacaksa zaten şampiyon olmasın” deyiverdim, hem de inançla. Sesim duyuldu mesajı yolladığım kaptan tarafından. Kaptan önce gereksiz yere tartışılan yüzde yüz haklı penaltıyı, ardından da kafayı ağlara bırakıp durumu 3-3 e getiriverdi! Mucize sürecekti anlaşılan… Sonra Aykut Kocaman sezonu en beklenilmedik hamlesini en beklenilmedik anda yapıverdi: sahaya sürülen isim o sezon yalnız bir kere7 dakikacık oynamış Guiza’ ydı! İspanyol emekli gol kralı sahaya girerken, arkadaşlarına sağda oynayacağını hemen bildirip, ileri koşmaya başladı. 25 saniye sonra sağdan Semih nefis bir top kaldırdı Ispanyol’un koşu yoluna. Sanki bunu her maçta yapıyorlardı! Guiza rakibiyle paralel koştu ve çıkan kaleciden de istifade ederek, sağ ayağının içiyle 4-3 ü getiren golü atıverdi. Sahaya girelihenüz 40 saniye olmuştu! Sonra maç bitsin artık diye Fenerliler kurdeşen çıkarırken, Santos soldan jet tren hızıyla dalıp son dakikada maça kepengi indiren golü attı. Ligin lideri tekrar sarı-lacivertliler olmuştu!
Ertesi hafta “lider” sahasında IBB ile oynuyordu. Son 2 maçın yıldızı Stoch, henüz 2. dakikada Antep maçında golle noktalanan şutunu bu sefer erken çıkarıp bu sefer kalecinin sağından filelere bırakıyordu. Alex de 45 de skoru 2-0 a taşıdı ve maç bitiverdi. Ertesi hafta Fenerbahçe ye kök söktürecek bir rakip vardı deplasmanda: Kardemir Çelik Karabükspor. Adi gibi çetin cevizdi. Fenerbahçe rakibinin orta sahayı kilitlemesine çare bulamıyor, pozisyon üretemiyordu. Sonra, 66. Dakikada 15 saniyeliğine Fener lider gibi oynadı. İnce bir Stoch-Alex paslaşmasından sonra kaptan Lugano’ nun bölgesine ince iş bir top yuvarladı. Normalde kornerden kafa arayan Uruguaylı bir anlık refleksle rakip defansın ıskaladığı topu önünde buldu ve sol ayağıyla altı pastan topu filelere bıraktı. Evet ışık yine sönmemiş, kazadan dönülmüştü!
Ertesi hafta artık herkesin dilinde “2 maç, 180 dakika” söylemi kalmıştı. Ne uzun bir yol katetmişti sarı lacivertliler… O 2. Yarı başındaki “şu ilk 2 maç” söylemi, artık tek beraberlikle “son 2 maç” a kadar gelivermişti. Rakip güçlü Ankaragücü ydü. İlk 23 dakika, maçın sanıldığı gibi çok zor geçeceğini teyid ediyordu. Hatta Volkan’ın kurtardığı bir ters topun filelere gitmesi işten bile değildi. Sonra Alex üst üste 3 penaltı kullanıverdi! Trabzonlular daha pozisyonları görmeden gürültüye başlamışlardı ama bu penaltılar kendilerine Antep maçında hediye edilen penaltı gibi değil, harbi penaltılardı.. Maç, Alex in rekor 5 gole bir frikik ve bir nefis aşırtmayla eklenen Bekir in golüyle 6-0 a gidiverdi ve birilerinin o anda kulakları çınladı… Korkulan olmamış, ve iş yine son maça taşınmıştı…
Sivas’a gitmeden önce herkesin dilinde “Fenerbahçe içindeki korkuyla nasıl baş edecek” sorusu vardı… Aykut ise “biz yalnız ileri bakıyoruz, geçmişe değil” sözleriyle güven verirken yılın tartışmasız yıldızı Alex, aynı sakin kararlılığıyla dümeni elinde tutan kaptan görüntüsü çiziyor, arkadaşlarına sükûnet ve moral aşılıyordu. Santos’un bu sefer ilk yarıda erken gelen soldan bindirme golü heyecan dalgası yarattı ama Sivas buna erken karşılık verdi. Ardından Selçuk un kaygan zeminde yine uzaktan vurduğu şutla sürpriz golü geldi. Maçın 2. Yarısında Fener 2 defa Alex ve Yobo ile farkı 2 ye çıkardıysa sonuncusu 91. Dakikada gelen Sivas golleri, maçın son salisesine kadar şampiyonluk yarışının canlı kalmasını sağladı. Herhalde hakem Fırat Aydınus da bu heyecana dayanamadı ki, 2 dakika uzatmayı 5 saniye bile aştırmadı! Evet tur başlayabilirdi artık, hem Sivas’ta, hem Bağdat caddesinde, hem Taksimde, hem tüm Türkiye’de…
Sarı lacivertliler, böylece 2006 ve 2010 kabuslarını tarihe gömerken, Volkan’dan Gökhan Gönül’e, Alex ten Emre’ye, Santos’tan Stoch’a, Semih’ten Lugano’ya, Niang’dan Topuz’a kadar tüm yıldızları ve klas işçileriyle, 18 maçta gelen 17 galibiyetle şampiyonluğu hakeden bir büyük yıla imza atmıştı. Yine de son anda hala rakibini tebrik edeceğine Fener’e saldıran Trabzon camiası, olayın rengine ve centilmenliğe zarar veriyordu. Fenerbahçe geçen yıl ligi son anda kaçırınca kimseyi suçlamamış, Bursa’ya saldırmamış, suç varsa onu kendi içinde aramıştı. Bu olgun duruş, çok kötü sezon başlangıcına rağmen, zaferi getirmişti. Bundan herkesin çıkarması gereken dersler vardı. Diğer bir nokta ise her yerde dillenen “efendim bu yıl 2 şampiyon var, kimse üzülmesin, ikinci yok” sözleriydi… Nedense hiç kimse bu sözleri geçen yıl Bursa şampiyon olduğunda Fenerbahçe için kullanmamıştı! İşte herhalde böyle bir şeydi “Büyük takım” olmak! Yalnız, kaderine razı, kimseden yardım almayan ve kendinden başka tutunacak dalı olmayan bir büyük camia olarak yaşamak. İşte İslam Çupi nin Fenerbahçe’nin büyüklüğü ile ilgili dile getirdiği sözler biraz da bunları ima ediyordu…
Şimdi sıra bu başarı çıtasını Kocamaaaan bir Avrupa seferine çevirme işlemine gelmişti. Yıl boyu az gülüyor diye eleştirilen Aykut Hoca’nın içinde yaşadığı fırtinalarla kaç kitap yazılırdı dersiniz?
Fenerbahçe’nin onun yönetiminde yıllardır aradığı ve Daumla ulaşamadığı sürekliliği yakalama şansı, belki Şampiyonluk kadar önemliydi…
28 Mayıs 2011 Cumartesi
Roland-Garros'ta Djokovic ve Nadal 4.turda ..
Roland-Garros'ta Djokovic ve Nadal 4.turda / Bedri Baykam
Roland-Garros'ta oynanan Fransa acik turnuasinda, cumartesi maclarinda pek bir surpriz yasanmadi ve favoriler maclarini kolay kazandilar. Gunun en cekismeli gecmesi beklenen maci, bir gun onceden gec basladigi icin bitirilemeyen sirp sampiyon Djokovic ile Arjantinli yildiz Juan Martin Del Potro arasindaki macti. 2 numarali favori Djokovic, 25 numarali bay Del Potro'yu 4 sette 6-3,3-6, 6-3, 6-2 yendi. Bu yil nadal dahil kimseye yenilmeyen ve yaptigi 37 maci da kazanan Djokovic geriden sert oyununu fileye de basariyla takip ederek 2009 da US Open i kazanma basarisi olan Del Potro'ya karsi istedigi sonucu aldi.4 numarali favori Ingliz Andy Murray, Alman Berrer i 6-2,6-3,6-2 yenerken hic zorlanmadi. grand Slam turnualarinda bir turlu kazanamayan Murray'in bu sefer Paris'te ne yapacagi yine merak konusu.Hirvat raket Ivan Ljubicic, Ispanyol Verdasco yu 6-3,7-6,6-4 yenerken macin seviyesi ve seyir zevki gunun en iyileri arasindaydi.Fransiz raket Gilles Simon, ABD li Mardy Fish'i 6-3,6-4,6-2 yenerken dun Tsonga 'nin maglubiyetiyle sarsilan vatandaslarinin yuregine su serpti. turnuanin bir numarali favorisi Rafael Nadal, elemelerden cikan 227 siradaki hirvat Veic'i 6-1,6-3, 6-0 la gecerken ilk iki macindakinden cok daha hizli ve is bitiriciydi.
Tek bayanlarda 2.turda olumden donen rus Sharapova, kolay bir mactan sonra Taipeili J.Chan'i 6-2,6-3 yenerek 4. tura cikti. Cinli Li Na, Romen Cirstea,yi 6-2, 6-2 yenerken Beyaz Rus Azarenka da Italyan Vinci yi 6-3, 6-2 yenerek 4. tura ilerlediler.
Roland-Garros'ta oynanan Fransa acik turnuasinda, cumartesi maclarinda pek bir surpriz yasanmadi ve favoriler maclarini kolay kazandilar. Gunun en cekismeli gecmesi beklenen maci, bir gun onceden gec basladigi icin bitirilemeyen sirp sampiyon Djokovic ile Arjantinli yildiz Juan Martin Del Potro arasindaki macti. 2 numarali favori Djokovic, 25 numarali bay Del Potro'yu 4 sette 6-3,3-6, 6-3, 6-2 yendi. Bu yil nadal dahil kimseye yenilmeyen ve yaptigi 37 maci da kazanan Djokovic geriden sert oyununu fileye de basariyla takip ederek 2009 da US Open i kazanma basarisi olan Del Potro'ya karsi istedigi sonucu aldi.4 numarali favori Ingliz Andy Murray, Alman Berrer i 6-2,6-3,6-2 yenerken hic zorlanmadi. grand Slam turnualarinda bir turlu kazanamayan Murray'in bu sefer Paris'te ne yapacagi yine merak konusu.Hirvat raket Ivan Ljubicic, Ispanyol Verdasco yu 6-3,7-6,6-4 yenerken macin seviyesi ve seyir zevki gunun en iyileri arasindaydi.Fransiz raket Gilles Simon, ABD li Mardy Fish'i 6-3,6-4,6-2 yenerken dun Tsonga 'nin maglubiyetiyle sarsilan vatandaslarinin yuregine su serpti. turnuanin bir numarali favorisi Rafael Nadal, elemelerden cikan 227 siradaki hirvat Veic'i 6-1,6-3, 6-0 la gecerken ilk iki macindakinden cok daha hizli ve is bitiriciydi.
Tek bayanlarda 2.turda olumden donen rus Sharapova, kolay bir mactan sonra Taipeili J.Chan'i 6-2,6-3 yenerek 4. tura cikti. Cinli Li Na, Romen Cirstea,yi 6-2, 6-2 yenerken Beyaz Rus Azarenka da Italyan Vinci yi 6-3, 6-2 yenerek 4. tura ilerlediler.
Roland-Garros'ta Djokovic ve Nadal 4.turda ..
Roland-Garros'ta Djokovic ve Nadal 4.turda / Bedri Baykam
Roland-Garros'ta oynanan Fransa acik turnuasinda, cumartesi maclarinda pek bir surpriz yasanmadi ve favoriler maclarini kolay kazandilar. Gunun en cekismeli gecmesi beklenen maci, bir gun onceden gec basladigi icin bitirilemeyen sirp sampiyon Djokovic ile Arjantinli yildiz Juan Martin Del Potro arasindaki macti. 2 numarali favori Djokovic, 25 numarali bay Del Potro'yu 4 sette 6-3,3-6, 6-3, 6-2 yendi. Bu yil nadal dahil kimseye yenilmeyen ve yaptigi 37 maci da kazanan Djokovic geriden sert oyununu fileye de basariyla takip ederek 2009 da US Open i kazanma basarisi olan Del Potro'ya karsi istedigi sonucu aldi.4 numarali favori Ingliz Andy Murray, Alman Berrer i 6-2,6-3,6-2 yenerken hic zorlanmadi. grand Slam turnualarinda bir turlu kazanamayan Murray'in bu sefer Paris'te ne yapacagi yine merak konusu.Hirvat raket Ivan Ljubicic, Ispanyol Verdasco yu 6-3,7-6,6-4 yenerken macin seviyesi ve seyir zevki gunun en iyileri arasindaydi.Fransiz raket Gilles Simon, ABD li Mardy Fish'i 6-3,6-4,6-2 yenerken dun Tsonga 'nin maglubiyetiyle sarsilan vatandaslarinin yuregine su serpti. turnuanin bir numarali favorisi Rafael Nadal, elemelerden cikan 227 siradaki hirvat Veic'i 6-1,6-3, 6-0 la gecerken ilk iki macindakinden cok daha hizli ve is bitiriciydi.
Tek bayanlarda 2.turda olumden donen rus Sharapova, kolay bir mactan sonra Taipeili J.Chan'i 6-2,6-3 yenerek 4. tura cikti. Cinli Li Na, Romen Cirstea,yi 6-2, 6-2 yenerken Beyaz Rus Azarenka da Italyan Vinci yi 6-3, 6-2 yenerek 4. tura ilerlediler.
Roland-Garros'ta oynanan Fransa acik turnuasinda, cumartesi maclarinda pek bir surpriz yasanmadi ve favoriler maclarini kolay kazandilar. Gunun en cekismeli gecmesi beklenen maci, bir gun onceden gec basladigi icin bitirilemeyen sirp sampiyon Djokovic ile Arjantinli yildiz Juan Martin Del Potro arasindaki macti. 2 numarali favori Djokovic, 25 numarali bay Del Potro'yu 4 sette 6-3,3-6, 6-3, 6-2 yendi. Bu yil nadal dahil kimseye yenilmeyen ve yaptigi 37 maci da kazanan Djokovic geriden sert oyununu fileye de basariyla takip ederek 2009 da US Open i kazanma basarisi olan Del Potro'ya karsi istedigi sonucu aldi.4 numarali favori Ingliz Andy Murray, Alman Berrer i 6-2,6-3,6-2 yenerken hic zorlanmadi. grand Slam turnualarinda bir turlu kazanamayan Murray'in bu sefer Paris'te ne yapacagi yine merak konusu.Hirvat raket Ivan Ljubicic, Ispanyol Verdasco yu 6-3,7-6,6-4 yenerken macin seviyesi ve seyir zevki gunun en iyileri arasindaydi.Fransiz raket Gilles Simon, ABD li Mardy Fish'i 6-3,6-4,6-2 yenerken dun Tsonga 'nin maglubiyetiyle sarsilan vatandaslarinin yuregine su serpti. turnuanin bir numarali favorisi Rafael Nadal, elemelerden cikan 227 siradaki hirvat Veic'i 6-1,6-3, 6-0 la gecerken ilk iki macindakinden cok daha hizli ve is bitiriciydi.
Tek bayanlarda 2.turda olumden donen rus Sharapova, kolay bir mactan sonra Taipeili J.Chan'i 6-2,6-3 yenerek 4. tura cikti. Cinli Li Na, Romen Cirstea,yi 6-2, 6-2 yenerken Beyaz Rus Azarenka da Italyan Vinci yi 6-3, 6-2 yenerek 4. tura ilerlediler.
UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (3)
ANTALYA KAMPI SONRASI BAŞLAYAN MUCİZELER DİZİSİ! Bedri Baykam
Fenerbahçe’nin tüm kimyasını düzelten Antalya kampında neler oldu, neler yaşandı? Belki Dolmabahçe görüşmeleri kadar olmasa bile, işte gizemini saklayacak bir konu. Gerek yönetimin, gerek futbolcuların gerek teknik direktörün dilinde bir tek cümle vardı: “İlk iki maç çok önemli. Onları kazanırsak, Antalya deplasmanını ve Trabzon maçlarını kazanırsak, fark 6 puana iner, ki bu da uzun lig maratonunda baş edilmez bir fark değil.”
Kulüp için birinci hedef, Aykut Kocaman’ın özgüvenini geri kazanmasıydı. Medya, muhalefetin bir kısmı ve malum Fener düşmanlarının dilinde “Aykut ne demiş? I couldn’t demiş” esprisi münasebetsizce dilleniyordu. (Aykudnt—yani “yapamadım” anlamına gelen inglizce fiil çekimi). Fenerbahçe’nin gururlu ama mütevazi hocası, herkesin saygısını kazanmış bir büyük futbolcu ve efendiliği ile tanınmış bir insanken şimdi birden herkesin diline düşen biri haline gelmesi, kolay yenilir yutulur lokma değildi. Bu arada Aykut Kocaman’ın “Trabzon’un ilk yarıda kazandığı penaltılar incelenmeli” şeklinde verdiği beklenilmedik demeç, birden iplerin iki kulüp arasında daha da gerilmesine yol açan ve Trabzon’un kimyasını bozan bir satranç hamlesi olarak belirdi. Açık konuşmak gerekirse, kimse özellikle Aykut Hoca’dan böylesine radikal bir çıkış beklemezdi.
Ama en az bu konu kadar radikal bir diğer olay, Alex ve Hocanın yıldızının barışmasıydı. Belki zaten buna “Kocaman ve Brezilyalıların yıldızının barışması” da denebilirdi. İşin gerçeğinde en azından kamuoyuna hatta sarı lacivertli camiaya yansıyan şekliyle Aykut Kocaman sanki takımdan Brezilyalıları dışlamak istemiş ama Alex üzerine kurulu sistemde bu hamle doğal olarak geri tepmişti. “Bu takıma 2-3 ciddi transfer şart” söylemine karşı ise, yönetim ve Aykut Hoca farklı bir sonuçta anlaştılar. Bu takımın elindeki futbolcuları kazanması lazımdı. Yani yeni transfer yapar gibi kendi oyuncuları ile güven tazelemek… Bu doğrultuda ilk hedefler tabii kaptan Alex ve ardından Santos’tu. Buna belki Bilica eklenebilirdi. Yani Brezilyalılar elindeyse, ve bu “iç özel grup” kadrolu sihirbazlarınsa, onları kullanmak, buzdolabıma kaldırmaktan daha akıl karıydı. Ama biri hariç. Bilica disiplinsiz saha içi ve dışı tavırlarıyla bir aforoz yemiş, yerine premier League den Yobo kiralık olarak transfer edilmişti.
İki oyuncu ise takımdan devre arasında uzaklaştırıldılar. Bunlardan biri Fenerbahçe’nin çok sık yaptığı bir kıyımdan nasibini alan ünlü santrfor Gökhan Ünal’dı. Yerli yıldızları transfer edip harcamayı alışkanlık haline getiren Fener, bu sendromu o kadar ısrarla transfer etme kararı aldığı Gökhan için de anlaşılmaz şekilde uygulamış, onu neredeyse hiç takıma monte etme çabası göstermemiş, hatta bunu hiç denememişti. İkinci “atılan” oyuncu ise, Colin Kazım’dı. Her haliyle hırs küpü olduğu ve forma girmek için forma giymekten başka bir şey beklemediği her halinden belli olan Milli oyuncu, anlaşılmaz şekilde harcanmış, hem de bedelsiz olarak ezeli rakip Galatasaray’a gitmesine göz yumulmuştu. Bu benim şahsen hiçbir zaman anlayabileceğim bir karar olmadı. Aykut Hoca ve Kazım arasında hangi diyaloglar yaşandı, hangi noktalarda neden film koptu, bunu ben bilemem. Ama Fenerbahçe’nin büyük hata yaptığını o günlerde yazdım ve Kazım aleyhine kampanya yapan ultraaslanların nasıl mahcup olacağını da gündeme getirdim. Zaman beni haklı çıkardı ve Kazım G.Saray formasını hep ilk 11 de başarılı bir şekilde taşımaya başladı. Tabii Fenerbahçe li yöneticiler bir karakter sorununu gündeme getiriyorlardı ve bu çok öznel yorumlara dayanan bir kriterdi… Ama bu da konumuz dışı. O günlerde sonuç bu eksilmeler ve yerlerine alınmayan, salt dedikodusu yapılan sözde “bomba transferler”di. Belki de Fenerbahçe için en doğru karardı aslında kadroya yeni isim katmamak. Gerek kıskançlık, gerek uyum sorunları, gerek bozulacak içsel dengeler böylece baştan önlenebilmişti.
Sonuçta eğrisi ve doğrusuyla Sarı lacivertliler hiçbir baskıya boyun eğmeden, kendi oyuncuları ve Hocalarıyla devam kararı almışlar, kendi aralarındaki sürtüşmeleri de bir köşeye bırakarak ciddi bir diyalog, güven arayışı ve dayanışma ağına yönelmişlerdi. Kamuoyu büyük kazanda olan biteni mizahi küçümsemelerle izliyor ve duruma dudak büküyordu. Bu arada sezon başı yaptığı dev transferlerle yetinmek istemeyen Beşiktaş, devre arasında “yok artık!” dedirtecek yeni Portekiz transferlerine yönelmiş,Quaresma’nın yönettiği çeteye …….,……ve ……… nin eklenmesiyle tam bir yıldızlar topluluğu haline gelmişti. Siyah-beyazlı yöneticiler o günlerde “17 de 17 yapmamız hiç de imkansız değil” diyerek, eşe dosta ve hatta düşmana ayar veriyor, iddialarını yukarılardan salıvermekte bir mahsur görmüyorlardı… Kamuoyu ciddi ciddi “Acaba 17/17 yapabilirler mi?” sorusunu kendi kendine yoğun olarak sorarken, Fenerbahçe’nin ortaya böyle “hava basmalar veya futbol geyikleri” atacak hali olmadığını bilmeyen yoktu. Sarı lacivertlilerin ağzından “O” cümleden başka hiçbir şey alınamıyordu: “şu ilk 2 maçı kazansak, her şey değişir”…
Sonuçta ligin arası bitiverdi ve Fenerbahçe, birden kendini Antalya stadında Medical park Antalya karşısında buluverdi. Sarı lacivertlilerin her şeyden önce bir kazaya uğramamak peşinde temkinli bir oyun oynadıkları ortadaydı. Gökhan Gönül ün 40. Dakikadaki nefis golü galibiyeti zar zor getirince meşhur “2 maç” ın ilki kazanılmış oldu. Trabzon o haftayı beraberlikle geçince, Fener-Trabzon maçı birden final maçı haline gelivermişti. Saraçoğlu, gelecek bir galibiyetle farkın birden 4 puana düşeceğini görüyor, herkes değişen havaya şaşırıyordu. Fenerbahçe o gün farklı bir rüzgar estirdi ve ilk yarıda üst üste Lugano ve Niang dan gelen gollerle alınan 2-0 lık galibiyet, 3 puanın ötesinde Trabzon’a karşı 2 li averajda üstünlüğün ele geçirildiğini müjdeliyordu. Böylece Mert Günok’un ilk yarıda Trabzon’da kurtardığı penaltı da belirleyici hale gelmiş oluyordu… Fark gerçekten de 2 maçta 9 dan 4 puana düşmüş, lig tekrar başlamıştı. 2. Yarıda Bursa’nın daBeşiktaşla beraber üst üste tökezlemeye başlaması, yarışın Fenerbahçe ve Trabzon arasında geçeceğini şimdiden beli ediyordu.
Peki ilk 2 maç bitmişti de diğerleri ne olacaktı? Manisa deplasmanı 2. Yarıda üst üste Alex, Niang ve Lugano’nun golleriyle 3-1 kazanılırken hesaplar artık hep”ilk yarının son maçı dahil 4 maç üst üste galibiyet” şeklinde açıklanmaya başlanmıştı. Ardından gelen haftada, sarı-lacivertlilerin görülecek bir hesabı daha vardı Trabzon’un ardından… ilk yarıda kaybedilen Kayseri maçının acısı da Saraçoğlu’nda çıkarıldı ve Niang ve Lugano’nun golleriyle 2-0 lık bir tarife de onlar kesildi. Fenerbahçe intikam dizisini başlatmış ve “büyük maç kazanamıyorlar” sözünü bitirmişti oradan itibaren… Beşiktaş maçı da zaten bu havayı perçinleyen diğer önemli maçımızdı. İnönü de havasından geçilmeyen Kartal, ilk golü Selçuk’un kafasından kalesinde gördükten sonra 45. Dakikada Ekrem Dağ ın mükemmel golüyle eşitliği sağlamıştı. Ama ligin 2. Yarısında başka bir kimliğe bürünen Alex’in o maç için başka planları vardı. Kaptan, 2-1 mağlup duruma düştükten sonra, biri penaltıdan 3 gol atacak, o maçla beraber ordinaryüslüğe terfi edecekti… yani “Kralex” sıfatı bile artık Lefterden sonra gelen yeni Ordinaryüse yetmez olmuştu. Kaptan’ın nerdeyse sıfır açıdan attığı 4. Gol, dünya futbol okullarında gösterilecek uzun “Alex golleri” dersine eklenen yeni bir sayfaydı.
Liderlik ise ertesi hafta geliverdi artık. Trabzon arada bir daha berabere kalmış, fark 2 puana inmişti. Sarı lacivertlilerin Kasımpaşa’yı Ordinaryüs ve Dia’nın golleriyle 2-0 yendikleri hafta, Trabzon kendi evinde Kayseri ile güç bela 3-3 berabere kalınca, Kanarya liderlik koltuğuna kuruluverdi… evet mucize gerçekleşmiş, 9 puan sıfırlanmış ve averajla o koltuğu oturulmuştu nihayet. İyi de bu liderlik nasıl korunacaktı ligin sonuna kadar? Bitmez tükenmez final haftaları başlamıştı artık…
Fenerbahçe’nin tüm kimyasını düzelten Antalya kampında neler oldu, neler yaşandı? Belki Dolmabahçe görüşmeleri kadar olmasa bile, işte gizemini saklayacak bir konu. Gerek yönetimin, gerek futbolcuların gerek teknik direktörün dilinde bir tek cümle vardı: “İlk iki maç çok önemli. Onları kazanırsak, Antalya deplasmanını ve Trabzon maçlarını kazanırsak, fark 6 puana iner, ki bu da uzun lig maratonunda baş edilmez bir fark değil.”
Kulüp için birinci hedef, Aykut Kocaman’ın özgüvenini geri kazanmasıydı. Medya, muhalefetin bir kısmı ve malum Fener düşmanlarının dilinde “Aykut ne demiş? I couldn’t demiş” esprisi münasebetsizce dilleniyordu. (Aykudnt—yani “yapamadım” anlamına gelen inglizce fiil çekimi). Fenerbahçe’nin gururlu ama mütevazi hocası, herkesin saygısını kazanmış bir büyük futbolcu ve efendiliği ile tanınmış bir insanken şimdi birden herkesin diline düşen biri haline gelmesi, kolay yenilir yutulur lokma değildi. Bu arada Aykut Kocaman’ın “Trabzon’un ilk yarıda kazandığı penaltılar incelenmeli” şeklinde verdiği beklenilmedik demeç, birden iplerin iki kulüp arasında daha da gerilmesine yol açan ve Trabzon’un kimyasını bozan bir satranç hamlesi olarak belirdi. Açık konuşmak gerekirse, kimse özellikle Aykut Hoca’dan böylesine radikal bir çıkış beklemezdi.
Ama en az bu konu kadar radikal bir diğer olay, Alex ve Hocanın yıldızının barışmasıydı. Belki zaten buna “Kocaman ve Brezilyalıların yıldızının barışması” da denebilirdi. İşin gerçeğinde en azından kamuoyuna hatta sarı lacivertli camiaya yansıyan şekliyle Aykut Kocaman sanki takımdan Brezilyalıları dışlamak istemiş ama Alex üzerine kurulu sistemde bu hamle doğal olarak geri tepmişti. “Bu takıma 2-3 ciddi transfer şart” söylemine karşı ise, yönetim ve Aykut Hoca farklı bir sonuçta anlaştılar. Bu takımın elindeki futbolcuları kazanması lazımdı. Yani yeni transfer yapar gibi kendi oyuncuları ile güven tazelemek… Bu doğrultuda ilk hedefler tabii kaptan Alex ve ardından Santos’tu. Buna belki Bilica eklenebilirdi. Yani Brezilyalılar elindeyse, ve bu “iç özel grup” kadrolu sihirbazlarınsa, onları kullanmak, buzdolabıma kaldırmaktan daha akıl karıydı. Ama biri hariç. Bilica disiplinsiz saha içi ve dışı tavırlarıyla bir aforoz yemiş, yerine premier League den Yobo kiralık olarak transfer edilmişti.
İki oyuncu ise takımdan devre arasında uzaklaştırıldılar. Bunlardan biri Fenerbahçe’nin çok sık yaptığı bir kıyımdan nasibini alan ünlü santrfor Gökhan Ünal’dı. Yerli yıldızları transfer edip harcamayı alışkanlık haline getiren Fener, bu sendromu o kadar ısrarla transfer etme kararı aldığı Gökhan için de anlaşılmaz şekilde uygulamış, onu neredeyse hiç takıma monte etme çabası göstermemiş, hatta bunu hiç denememişti. İkinci “atılan” oyuncu ise, Colin Kazım’dı. Her haliyle hırs küpü olduğu ve forma girmek için forma giymekten başka bir şey beklemediği her halinden belli olan Milli oyuncu, anlaşılmaz şekilde harcanmış, hem de bedelsiz olarak ezeli rakip Galatasaray’a gitmesine göz yumulmuştu. Bu benim şahsen hiçbir zaman anlayabileceğim bir karar olmadı. Aykut Hoca ve Kazım arasında hangi diyaloglar yaşandı, hangi noktalarda neden film koptu, bunu ben bilemem. Ama Fenerbahçe’nin büyük hata yaptığını o günlerde yazdım ve Kazım aleyhine kampanya yapan ultraaslanların nasıl mahcup olacağını da gündeme getirdim. Zaman beni haklı çıkardı ve Kazım G.Saray formasını hep ilk 11 de başarılı bir şekilde taşımaya başladı. Tabii Fenerbahçe li yöneticiler bir karakter sorununu gündeme getiriyorlardı ve bu çok öznel yorumlara dayanan bir kriterdi… Ama bu da konumuz dışı. O günlerde sonuç bu eksilmeler ve yerlerine alınmayan, salt dedikodusu yapılan sözde “bomba transferler”di. Belki de Fenerbahçe için en doğru karardı aslında kadroya yeni isim katmamak. Gerek kıskançlık, gerek uyum sorunları, gerek bozulacak içsel dengeler böylece baştan önlenebilmişti.
Sonuçta eğrisi ve doğrusuyla Sarı lacivertliler hiçbir baskıya boyun eğmeden, kendi oyuncuları ve Hocalarıyla devam kararı almışlar, kendi aralarındaki sürtüşmeleri de bir köşeye bırakarak ciddi bir diyalog, güven arayışı ve dayanışma ağına yönelmişlerdi. Kamuoyu büyük kazanda olan biteni mizahi küçümsemelerle izliyor ve duruma dudak büküyordu. Bu arada sezon başı yaptığı dev transferlerle yetinmek istemeyen Beşiktaş, devre arasında “yok artık!” dedirtecek yeni Portekiz transferlerine yönelmiş,Quaresma’nın yönettiği çeteye …….,……ve ……… nin eklenmesiyle tam bir yıldızlar topluluğu haline gelmişti. Siyah-beyazlı yöneticiler o günlerde “17 de 17 yapmamız hiç de imkansız değil” diyerek, eşe dosta ve hatta düşmana ayar veriyor, iddialarını yukarılardan salıvermekte bir mahsur görmüyorlardı… Kamuoyu ciddi ciddi “Acaba 17/17 yapabilirler mi?” sorusunu kendi kendine yoğun olarak sorarken, Fenerbahçe’nin ortaya böyle “hava basmalar veya futbol geyikleri” atacak hali olmadığını bilmeyen yoktu. Sarı lacivertlilerin ağzından “O” cümleden başka hiçbir şey alınamıyordu: “şu ilk 2 maçı kazansak, her şey değişir”…
Sonuçta ligin arası bitiverdi ve Fenerbahçe, birden kendini Antalya stadında Medical park Antalya karşısında buluverdi. Sarı lacivertlilerin her şeyden önce bir kazaya uğramamak peşinde temkinli bir oyun oynadıkları ortadaydı. Gökhan Gönül ün 40. Dakikadaki nefis golü galibiyeti zar zor getirince meşhur “2 maç” ın ilki kazanılmış oldu. Trabzon o haftayı beraberlikle geçince, Fener-Trabzon maçı birden final maçı haline gelivermişti. Saraçoğlu, gelecek bir galibiyetle farkın birden 4 puana düşeceğini görüyor, herkes değişen havaya şaşırıyordu. Fenerbahçe o gün farklı bir rüzgar estirdi ve ilk yarıda üst üste Lugano ve Niang dan gelen gollerle alınan 2-0 lık galibiyet, 3 puanın ötesinde Trabzon’a karşı 2 li averajda üstünlüğün ele geçirildiğini müjdeliyordu. Böylece Mert Günok’un ilk yarıda Trabzon’da kurtardığı penaltı da belirleyici hale gelmiş oluyordu… Fark gerçekten de 2 maçta 9 dan 4 puana düşmüş, lig tekrar başlamıştı. 2. Yarıda Bursa’nın daBeşiktaşla beraber üst üste tökezlemeye başlaması, yarışın Fenerbahçe ve Trabzon arasında geçeceğini şimdiden beli ediyordu.
Peki ilk 2 maç bitmişti de diğerleri ne olacaktı? Manisa deplasmanı 2. Yarıda üst üste Alex, Niang ve Lugano’nun golleriyle 3-1 kazanılırken hesaplar artık hep”ilk yarının son maçı dahil 4 maç üst üste galibiyet” şeklinde açıklanmaya başlanmıştı. Ardından gelen haftada, sarı-lacivertlilerin görülecek bir hesabı daha vardı Trabzon’un ardından… ilk yarıda kaybedilen Kayseri maçının acısı da Saraçoğlu’nda çıkarıldı ve Niang ve Lugano’nun golleriyle 2-0 lık bir tarife de onlar kesildi. Fenerbahçe intikam dizisini başlatmış ve “büyük maç kazanamıyorlar” sözünü bitirmişti oradan itibaren… Beşiktaş maçı da zaten bu havayı perçinleyen diğer önemli maçımızdı. İnönü de havasından geçilmeyen Kartal, ilk golü Selçuk’un kafasından kalesinde gördükten sonra 45. Dakikada Ekrem Dağ ın mükemmel golüyle eşitliği sağlamıştı. Ama ligin 2. Yarısında başka bir kimliğe bürünen Alex’in o maç için başka planları vardı. Kaptan, 2-1 mağlup duruma düştükten sonra, biri penaltıdan 3 gol atacak, o maçla beraber ordinaryüslüğe terfi edecekti… yani “Kralex” sıfatı bile artık Lefterden sonra gelen yeni Ordinaryüse yetmez olmuştu. Kaptan’ın nerdeyse sıfır açıdan attığı 4. Gol, dünya futbol okullarında gösterilecek uzun “Alex golleri” dersine eklenen yeni bir sayfaydı.
Liderlik ise ertesi hafta geliverdi artık. Trabzon arada bir daha berabere kalmış, fark 2 puana inmişti. Sarı lacivertlilerin Kasımpaşa’yı Ordinaryüs ve Dia’nın golleriyle 2-0 yendikleri hafta, Trabzon kendi evinde Kayseri ile güç bela 3-3 berabere kalınca, Kanarya liderlik koltuğuna kuruluverdi… evet mucize gerçekleşmiş, 9 puan sıfırlanmış ve averajla o koltuğu oturulmuştu nihayet. İyi de bu liderlik nasıl korunacaktı ligin sonuna kadar? Bitmez tükenmez final haftaları başlamıştı artık…
UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (3)
ANTALYA KAMPI SONRASI BAŞLAYAN MUCİZELER DİZİSİ! Bedri Baykam
Fenerbahçe’nin tüm kimyasını düzelten Antalya kampında neler oldu, neler yaşandı? Belki Dolmabahçe görüşmeleri kadar olmasa bile, işte gizemini saklayacak bir konu. Gerek yönetimin, gerek futbolcuların gerek teknik direktörün dilinde bir tek cümle vardı: “İlk iki maç çok önemli. Onları kazanırsak, Antalya deplasmanını ve Trabzon maçlarını kazanırsak, fark 6 puana iner, ki bu da uzun lig maratonunda baş edilmez bir fark değil.”
Kulüp için birinci hedef, Aykut Kocaman’ın özgüvenini geri kazanmasıydı. Medya, muhalefetin bir kısmı ve malum Fener düşmanlarının dilinde “Aykut ne demiş? I couldn’t demiş” esprisi münasebetsizce dilleniyordu. (Aykudnt—yani “yapamadım” anlamına gelen inglizce fiil çekimi). Fenerbahçe’nin gururlu ama mütevazi hocası, herkesin saygısını kazanmış bir büyük futbolcu ve efendiliği ile tanınmış bir insanken şimdi birden herkesin diline düşen biri haline gelmesi, kolay yenilir yutulur lokma değildi. Bu arada Aykut Kocaman’ın “Trabzon’un ilk yarıda kazandığı penaltılar incelenmeli” şeklinde verdiği beklenilmedik demeç, birden iplerin iki kulüp arasında daha da gerilmesine yol açan ve Trabzon’un kimyasını bozan bir satranç hamlesi olarak belirdi. Açık konuşmak gerekirse, kimse özellikle Aykut Hoca’dan böylesine radikal bir çıkış beklemezdi.
Ama en az bu konu kadar radikal bir diğer olay, Alex ve Hocanın yıldızının barışmasıydı. Belki zaten buna “Kocaman ve Brezilyalıların yıldızının barışması” da denebilirdi. İşin gerçeğinde en azından kamuoyuna hatta sarı lacivertli camiaya yansıyan şekliyle Aykut Kocaman sanki takımdan Brezilyalıları dışlamak istemiş ama Alex üzerine kurulu sistemde bu hamle doğal olarak geri tepmişti. “Bu takıma 2-3 ciddi transfer şart” söylemine karşı ise, yönetim ve Aykut Hoca farklı bir sonuçta anlaştılar. Bu takımın elindeki futbolcuları kazanması lazımdı. Yani yeni transfer yapar gibi kendi oyuncuları ile güven tazelemek… Bu doğrultuda ilk hedefler tabii kaptan Alex ve ardından Santos’tu. Buna belki Bilica eklenebilirdi. Yani Brezilyalılar elindeyse, ve bu “iç özel grup” kadrolu sihirbazlarınsa, onları kullanmak, buzdolabıma kaldırmaktan daha akıl karıydı. Ama biri hariç. Bilica disiplinsiz saha içi ve dışı tavırlarıyla bir aforoz yemiş, yerine premier League den Yobo kiralık olarak transfer edilmişti.
İki oyuncu ise takımdan devre arasında uzaklaştırıldılar. Bunlardan biri Fenerbahçe’nin çok sık yaptığı bir kıyımdan nasibini alan ünlü santrfor Gökhan Ünal’dı. Yerli yıldızları transfer edip harcamayı alışkanlık haline getiren Fener, bu sendromu o kadar ısrarla transfer etme kararı aldığı Gökhan için de anlaşılmaz şekilde uygulamış, onu neredeyse hiç takıma monte etme çabası göstermemiş, hatta bunu hiç denememişti. İkinci “atılan” oyuncu ise, Colin Kazım’dı. Her haliyle hırs küpü olduğu ve forma girmek için forma giymekten başka bir şey beklemediği her halinden belli olan Milli oyuncu, anlaşılmaz şekilde harcanmış, hem de bedelsiz olarak ezeli rakip Galatasaray’a gitmesine göz yumulmuştu. Bu benim şahsen hiçbir zaman anlayabileceğim bir karar olmadı. Aykut Hoca ve Kazım arasında hangi diyaloglar yaşandı, hangi noktalarda neden film koptu, bunu ben bilemem. Ama Fenerbahçe’nin büyük hata yaptığını o günlerde yazdım ve Kazım aleyhine kampanya yapan ultraaslanların nasıl mahcup olacağını da gündeme getirdim. Zaman beni haklı çıkardı ve Kazım G.Saray formasını hep ilk 11 de başarılı bir şekilde taşımaya başladı. Tabii Fenerbahçe li yöneticiler bir karakter sorununu gündeme getiriyorlardı ve bu çok öznel yorumlara dayanan bir kriterdi… Ama bu da konumuz dışı. O günlerde sonuç bu eksilmeler ve yerlerine alınmayan, salt dedikodusu yapılan sözde “bomba transferler”di. Belki de Fenerbahçe için en doğru karardı aslında kadroya yeni isim katmamak. Gerek kıskançlık, gerek uyum sorunları, gerek bozulacak içsel dengeler böylece baştan önlenebilmişti.
Sonuçta eğrisi ve doğrusuyla Sarı lacivertliler hiçbir baskıya boyun eğmeden, kendi oyuncuları ve Hocalarıyla devam kararı almışlar, kendi aralarındaki sürtüşmeleri de bir köşeye bırakarak ciddi bir diyalog, güven arayışı ve dayanışma ağına yönelmişlerdi. Kamuoyu büyük kazanda olan biteni mizahi küçümsemelerle izliyor ve duruma dudak büküyordu. Bu arada sezon başı yaptığı dev transferlerle yetinmek istemeyen Beşiktaş, devre arasında “yok artık!” dedirtecek yeni Portekiz transferlerine yönelmiş,Quaresma’nın yönettiği çeteye …….,……ve ……… nin eklenmesiyle tam bir yıldızlar topluluğu haline gelmişti. Siyah-beyazlı yöneticiler o günlerde “17 de 17 yapmamız hiç de imkansız değil” diyerek, eşe dosta ve hatta düşmana ayar veriyor, iddialarını yukarılardan salıvermekte bir mahsur görmüyorlardı… Kamuoyu ciddi ciddi “Acaba 17/17 yapabilirler mi?” sorusunu kendi kendine yoğun olarak sorarken, Fenerbahçe’nin ortaya böyle “hava basmalar veya futbol geyikleri” atacak hali olmadığını bilmeyen yoktu. Sarı lacivertlilerin ağzından “O” cümleden başka hiçbir şey alınamıyordu: “şu ilk 2 maçı kazansak, her şey değişir”…
Sonuçta ligin arası bitiverdi ve Fenerbahçe, birden kendini Antalya stadında Medical park Antalya karşısında buluverdi. Sarı lacivertlilerin her şeyden önce bir kazaya uğramamak peşinde temkinli bir oyun oynadıkları ortadaydı. Gökhan Gönül ün 40. Dakikadaki nefis golü galibiyeti zar zor getirince meşhur “2 maç” ın ilki kazanılmış oldu. Trabzon o haftayı beraberlikle geçince, Fener-Trabzon maçı birden final maçı haline gelivermişti. Saraçoğlu, gelecek bir galibiyetle farkın birden 4 puana düşeceğini görüyor, herkes değişen havaya şaşırıyordu. Fenerbahçe o gün farklı bir rüzgar estirdi ve ilk yarıda üst üste Lugano ve Niang dan gelen gollerle alınan 2-0 lık galibiyet, 3 puanın ötesinde Trabzon’a karşı 2 li averajda üstünlüğün ele geçirildiğini müjdeliyordu. Böylece Mert Günok’un ilk yarıda Trabzon’da kurtardığı penaltı da belirleyici hale gelmiş oluyordu… Fark gerçekten de 2 maçta 9 dan 4 puana düşmüş, lig tekrar başlamıştı. 2. Yarıda Bursa’nın daBeşiktaşla beraber üst üste tökezlemeye başlaması, yarışın Fenerbahçe ve Trabzon arasında geçeceğini şimdiden beli ediyordu.
Peki ilk 2 maç bitmişti de diğerleri ne olacaktı? Manisa deplasmanı 2. Yarıda üst üste Alex, Niang ve Lugano’nun golleriyle 3-1 kazanılırken hesaplar artık hep”ilk yarının son maçı dahil 4 maç üst üste galibiyet” şeklinde açıklanmaya başlanmıştı. Ardından gelen haftada, sarı-lacivertlilerin görülecek bir hesabı daha vardı Trabzon’un ardından… ilk yarıda kaybedilen Kayseri maçının acısı da Saraçoğlu’nda çıkarıldı ve Niang ve Lugano’nun golleriyle 2-0 lık bir tarife de onlar kesildi. Fenerbahçe intikam dizisini başlatmış ve “büyük maç kazanamıyorlar” sözünü bitirmişti oradan itibaren… Beşiktaş maçı da zaten bu havayı perçinleyen diğer önemli maçımızdı. İnönü de havasından geçilmeyen Kartal, ilk golü Selçuk’un kafasından kalesinde gördükten sonra 45. Dakikada Ekrem Dağ ın mükemmel golüyle eşitliği sağlamıştı. Ama ligin 2. Yarısında başka bir kimliğe bürünen Alex’in o maç için başka planları vardı. Kaptan, 2-1 mağlup duruma düştükten sonra, biri penaltıdan 3 gol atacak, o maçla beraber ordinaryüslüğe terfi edecekti… yani “Kralex” sıfatı bile artık Lefterden sonra gelen yeni Ordinaryüse yetmez olmuştu. Kaptan’ın nerdeyse sıfır açıdan attığı 4. Gol, dünya futbol okullarında gösterilecek uzun “Alex golleri” dersine eklenen yeni bir sayfaydı.
Liderlik ise ertesi hafta geliverdi artık. Trabzon arada bir daha berabere kalmış, fark 2 puana inmişti. Sarı lacivertlilerin Kasımpaşa’yı Ordinaryüs ve Dia’nın golleriyle 2-0 yendikleri hafta, Trabzon kendi evinde Kayseri ile güç bela 3-3 berabere kalınca, Kanarya liderlik koltuğuna kuruluverdi… evet mucize gerçekleşmiş, 9 puan sıfırlanmış ve averajla o koltuğu oturulmuştu nihayet. İyi de bu liderlik nasıl korunacaktı ligin sonuna kadar? Bitmez tükenmez final haftaları başlamıştı artık…
Fenerbahçe’nin tüm kimyasını düzelten Antalya kampında neler oldu, neler yaşandı? Belki Dolmabahçe görüşmeleri kadar olmasa bile, işte gizemini saklayacak bir konu. Gerek yönetimin, gerek futbolcuların gerek teknik direktörün dilinde bir tek cümle vardı: “İlk iki maç çok önemli. Onları kazanırsak, Antalya deplasmanını ve Trabzon maçlarını kazanırsak, fark 6 puana iner, ki bu da uzun lig maratonunda baş edilmez bir fark değil.”
Kulüp için birinci hedef, Aykut Kocaman’ın özgüvenini geri kazanmasıydı. Medya, muhalefetin bir kısmı ve malum Fener düşmanlarının dilinde “Aykut ne demiş? I couldn’t demiş” esprisi münasebetsizce dilleniyordu. (Aykudnt—yani “yapamadım” anlamına gelen inglizce fiil çekimi). Fenerbahçe’nin gururlu ama mütevazi hocası, herkesin saygısını kazanmış bir büyük futbolcu ve efendiliği ile tanınmış bir insanken şimdi birden herkesin diline düşen biri haline gelmesi, kolay yenilir yutulur lokma değildi. Bu arada Aykut Kocaman’ın “Trabzon’un ilk yarıda kazandığı penaltılar incelenmeli” şeklinde verdiği beklenilmedik demeç, birden iplerin iki kulüp arasında daha da gerilmesine yol açan ve Trabzon’un kimyasını bozan bir satranç hamlesi olarak belirdi. Açık konuşmak gerekirse, kimse özellikle Aykut Hoca’dan böylesine radikal bir çıkış beklemezdi.
Ama en az bu konu kadar radikal bir diğer olay, Alex ve Hocanın yıldızının barışmasıydı. Belki zaten buna “Kocaman ve Brezilyalıların yıldızının barışması” da denebilirdi. İşin gerçeğinde en azından kamuoyuna hatta sarı lacivertli camiaya yansıyan şekliyle Aykut Kocaman sanki takımdan Brezilyalıları dışlamak istemiş ama Alex üzerine kurulu sistemde bu hamle doğal olarak geri tepmişti. “Bu takıma 2-3 ciddi transfer şart” söylemine karşı ise, yönetim ve Aykut Hoca farklı bir sonuçta anlaştılar. Bu takımın elindeki futbolcuları kazanması lazımdı. Yani yeni transfer yapar gibi kendi oyuncuları ile güven tazelemek… Bu doğrultuda ilk hedefler tabii kaptan Alex ve ardından Santos’tu. Buna belki Bilica eklenebilirdi. Yani Brezilyalılar elindeyse, ve bu “iç özel grup” kadrolu sihirbazlarınsa, onları kullanmak, buzdolabıma kaldırmaktan daha akıl karıydı. Ama biri hariç. Bilica disiplinsiz saha içi ve dışı tavırlarıyla bir aforoz yemiş, yerine premier League den Yobo kiralık olarak transfer edilmişti.
İki oyuncu ise takımdan devre arasında uzaklaştırıldılar. Bunlardan biri Fenerbahçe’nin çok sık yaptığı bir kıyımdan nasibini alan ünlü santrfor Gökhan Ünal’dı. Yerli yıldızları transfer edip harcamayı alışkanlık haline getiren Fener, bu sendromu o kadar ısrarla transfer etme kararı aldığı Gökhan için de anlaşılmaz şekilde uygulamış, onu neredeyse hiç takıma monte etme çabası göstermemiş, hatta bunu hiç denememişti. İkinci “atılan” oyuncu ise, Colin Kazım’dı. Her haliyle hırs küpü olduğu ve forma girmek için forma giymekten başka bir şey beklemediği her halinden belli olan Milli oyuncu, anlaşılmaz şekilde harcanmış, hem de bedelsiz olarak ezeli rakip Galatasaray’a gitmesine göz yumulmuştu. Bu benim şahsen hiçbir zaman anlayabileceğim bir karar olmadı. Aykut Hoca ve Kazım arasında hangi diyaloglar yaşandı, hangi noktalarda neden film koptu, bunu ben bilemem. Ama Fenerbahçe’nin büyük hata yaptığını o günlerde yazdım ve Kazım aleyhine kampanya yapan ultraaslanların nasıl mahcup olacağını da gündeme getirdim. Zaman beni haklı çıkardı ve Kazım G.Saray formasını hep ilk 11 de başarılı bir şekilde taşımaya başladı. Tabii Fenerbahçe li yöneticiler bir karakter sorununu gündeme getiriyorlardı ve bu çok öznel yorumlara dayanan bir kriterdi… Ama bu da konumuz dışı. O günlerde sonuç bu eksilmeler ve yerlerine alınmayan, salt dedikodusu yapılan sözde “bomba transferler”di. Belki de Fenerbahçe için en doğru karardı aslında kadroya yeni isim katmamak. Gerek kıskançlık, gerek uyum sorunları, gerek bozulacak içsel dengeler böylece baştan önlenebilmişti.
Sonuçta eğrisi ve doğrusuyla Sarı lacivertliler hiçbir baskıya boyun eğmeden, kendi oyuncuları ve Hocalarıyla devam kararı almışlar, kendi aralarındaki sürtüşmeleri de bir köşeye bırakarak ciddi bir diyalog, güven arayışı ve dayanışma ağına yönelmişlerdi. Kamuoyu büyük kazanda olan biteni mizahi küçümsemelerle izliyor ve duruma dudak büküyordu. Bu arada sezon başı yaptığı dev transferlerle yetinmek istemeyen Beşiktaş, devre arasında “yok artık!” dedirtecek yeni Portekiz transferlerine yönelmiş,Quaresma’nın yönettiği çeteye …….,……ve ……… nin eklenmesiyle tam bir yıldızlar topluluğu haline gelmişti. Siyah-beyazlı yöneticiler o günlerde “17 de 17 yapmamız hiç de imkansız değil” diyerek, eşe dosta ve hatta düşmana ayar veriyor, iddialarını yukarılardan salıvermekte bir mahsur görmüyorlardı… Kamuoyu ciddi ciddi “Acaba 17/17 yapabilirler mi?” sorusunu kendi kendine yoğun olarak sorarken, Fenerbahçe’nin ortaya böyle “hava basmalar veya futbol geyikleri” atacak hali olmadığını bilmeyen yoktu. Sarı lacivertlilerin ağzından “O” cümleden başka hiçbir şey alınamıyordu: “şu ilk 2 maçı kazansak, her şey değişir”…
Sonuçta ligin arası bitiverdi ve Fenerbahçe, birden kendini Antalya stadında Medical park Antalya karşısında buluverdi. Sarı lacivertlilerin her şeyden önce bir kazaya uğramamak peşinde temkinli bir oyun oynadıkları ortadaydı. Gökhan Gönül ün 40. Dakikadaki nefis golü galibiyeti zar zor getirince meşhur “2 maç” ın ilki kazanılmış oldu. Trabzon o haftayı beraberlikle geçince, Fener-Trabzon maçı birden final maçı haline gelivermişti. Saraçoğlu, gelecek bir galibiyetle farkın birden 4 puana düşeceğini görüyor, herkes değişen havaya şaşırıyordu. Fenerbahçe o gün farklı bir rüzgar estirdi ve ilk yarıda üst üste Lugano ve Niang dan gelen gollerle alınan 2-0 lık galibiyet, 3 puanın ötesinde Trabzon’a karşı 2 li averajda üstünlüğün ele geçirildiğini müjdeliyordu. Böylece Mert Günok’un ilk yarıda Trabzon’da kurtardığı penaltı da belirleyici hale gelmiş oluyordu… Fark gerçekten de 2 maçta 9 dan 4 puana düşmüş, lig tekrar başlamıştı. 2. Yarıda Bursa’nın daBeşiktaşla beraber üst üste tökezlemeye başlaması, yarışın Fenerbahçe ve Trabzon arasında geçeceğini şimdiden beli ediyordu.
Peki ilk 2 maç bitmişti de diğerleri ne olacaktı? Manisa deplasmanı 2. Yarıda üst üste Alex, Niang ve Lugano’nun golleriyle 3-1 kazanılırken hesaplar artık hep”ilk yarının son maçı dahil 4 maç üst üste galibiyet” şeklinde açıklanmaya başlanmıştı. Ardından gelen haftada, sarı-lacivertlilerin görülecek bir hesabı daha vardı Trabzon’un ardından… ilk yarıda kaybedilen Kayseri maçının acısı da Saraçoğlu’nda çıkarıldı ve Niang ve Lugano’nun golleriyle 2-0 lık bir tarife de onlar kesildi. Fenerbahçe intikam dizisini başlatmış ve “büyük maç kazanamıyorlar” sözünü bitirmişti oradan itibaren… Beşiktaş maçı da zaten bu havayı perçinleyen diğer önemli maçımızdı. İnönü de havasından geçilmeyen Kartal, ilk golü Selçuk’un kafasından kalesinde gördükten sonra 45. Dakikada Ekrem Dağ ın mükemmel golüyle eşitliği sağlamıştı. Ama ligin 2. Yarısında başka bir kimliğe bürünen Alex’in o maç için başka planları vardı. Kaptan, 2-1 mağlup duruma düştükten sonra, biri penaltıdan 3 gol atacak, o maçla beraber ordinaryüslüğe terfi edecekti… yani “Kralex” sıfatı bile artık Lefterden sonra gelen yeni Ordinaryüse yetmez olmuştu. Kaptan’ın nerdeyse sıfır açıdan attığı 4. Gol, dünya futbol okullarında gösterilecek uzun “Alex golleri” dersine eklenen yeni bir sayfaydı.
Liderlik ise ertesi hafta geliverdi artık. Trabzon arada bir daha berabere kalmış, fark 2 puana inmişti. Sarı lacivertlilerin Kasımpaşa’yı Ordinaryüs ve Dia’nın golleriyle 2-0 yendikleri hafta, Trabzon kendi evinde Kayseri ile güç bela 3-3 berabere kalınca, Kanarya liderlik koltuğuna kuruluverdi… evet mucize gerçekleşmiş, 9 puan sıfırlanmış ve averajla o koltuğu oturulmuştu nihayet. İyi de bu liderlik nasıl korunacaktı ligin sonuna kadar? Bitmez tükenmez final haftaları başlamıştı artık…
27 Mayıs 2011 Cuma
1 NUMARALI WOZNIACKI ELENDI..
Roland Garros!'ta tek bayanlarda bir numarali favori caroline Wozniacki' slovak raket Daniela hantuchova'ya 6-1, 6-3 yenilerek elendi ve boylece ilk ciddi surpriz sonuc alindi. Son aylarda guzelligi kadar yukselen form grafigi ile dikkat ceken tecrubeli raket, dunya 1 numarasina karsi mukemmel bir mac cikarirken, kendi oyununun olgunluk donemine artik yaklastigini gosterdi.
Yine bayanlarda gecen yilin sampiyonu Italyan Schiavone, Cinli Peng e karsi 6-3, 2-1 ondeyken rakibi maci birakinca 4. tura cikti. gecen yilin centilmen finalisti Avustralyali Stosur ise Arjantinli Dulko ya 6-4, 1-6, 6-3 luk setlerle kaybetti ve elendi.Son aylardaki basarilariyla dunya tenisinin yeni dikkat ceken ismi Alman Goerges ise fransiz Bartoli ye ilk seti almasina ragmen 3-6, 6-2, 6-4 maglup olmaktan kurtulamadi. her ne kadar Bartoli nin klasmani daha iyi gorunse de bu sonuc da bir surpriz oldu.
Tek erkeklerde fransizlarin Muhammed Ali ye olan benzerligi ile dikkt ceken 1 numarali teniscileri Jo-Wilfried Tsonga, ilk 2 seti 6-4 ve 7-6 aldiktan sonra, 3. set tie-break inde maca 2 puan yaklasti, ancak o oyunu Isvicreli Wawrinka 7-5 lik puanlarla ald. Son 2 seti de 6-2 ve 6-3 kazanan federer'in takim arkadasi mac boyu saglam geri oyunu ve sert backhandleriyle dikkat cekti. Cok direkt hata yapan ve ozellikle kisa toplarda zorluk ceken Tsonga bir cok hayranini hayal kirikligina ugratti. Bir diger fransiz Gasquet, brezilyali Bellucci yi 4 sette yenerken, Davis Cup takim arkadasi Monfils de Belcikali Darcis i 6-3, 6-4, 7-5 yenerek yoluna devam etti. Roger Federer sirp Tipsarevic e karsi macini 6-1, 6-4, 6-3 le kolay kazanirken, Marsel Ilhan i 5 sette yenen Ispanyol Garcia-lopez, Italyan Fognini ye karsi ilk seti 6-4 almasina ragmen diger setleri 6-3, 6-3, 6-1 kaybederek elendi.
Yine bayanlarda gecen yilin sampiyonu Italyan Schiavone, Cinli Peng e karsi 6-3, 2-1 ondeyken rakibi maci birakinca 4. tura cikti. gecen yilin centilmen finalisti Avustralyali Stosur ise Arjantinli Dulko ya 6-4, 1-6, 6-3 luk setlerle kaybetti ve elendi.Son aylardaki basarilariyla dunya tenisinin yeni dikkat ceken ismi Alman Goerges ise fransiz Bartoli ye ilk seti almasina ragmen 3-6, 6-2, 6-4 maglup olmaktan kurtulamadi. her ne kadar Bartoli nin klasmani daha iyi gorunse de bu sonuc da bir surpriz oldu.
Tek erkeklerde fransizlarin Muhammed Ali ye olan benzerligi ile dikkt ceken 1 numarali teniscileri Jo-Wilfried Tsonga, ilk 2 seti 6-4 ve 7-6 aldiktan sonra, 3. set tie-break inde maca 2 puan yaklasti, ancak o oyunu Isvicreli Wawrinka 7-5 lik puanlarla ald. Son 2 seti de 6-2 ve 6-3 kazanan federer'in takim arkadasi mac boyu saglam geri oyunu ve sert backhandleriyle dikkat cekti. Cok direkt hata yapan ve ozellikle kisa toplarda zorluk ceken Tsonga bir cok hayranini hayal kirikligina ugratti. Bir diger fransiz Gasquet, brezilyali Bellucci yi 4 sette yenerken, Davis Cup takim arkadasi Monfils de Belcikali Darcis i 6-3, 6-4, 7-5 yenerek yoluna devam etti. Roger Federer sirp Tipsarevic e karsi macini 6-1, 6-4, 6-3 le kolay kazanirken, Marsel Ilhan i 5 sette yenen Ispanyol Garcia-lopez, Italyan Fognini ye karsi ilk seti 6-4 almasina ragmen diger setleri 6-3, 6-3, 6-1 kaybederek elendi.
1 NUMARALI WOZNIACKI ELENDI..
Roland Garros!'ta tek bayanlarda bir numarali favori caroline Wozniacki' slovak raket Daniela hantuchova'ya 6-1, 6-3 yenilerek elendi ve boylece ilk ciddi surpriz sonuc alindi. Son aylarda guzelligi kadar yukselen form grafigi ile dikkat ceken tecrubeli raket, dunya 1 numarasina karsi mukemmel bir mac cikarirken, kendi oyununun olgunluk donemine artik yaklastigini gosterdi.
Yine bayanlarda gecen yilin sampiyonu Italyan Schiavone, Cinli Peng e karsi 6-3, 2-1 ondeyken rakibi maci birakinca 4. tura cikti. gecen yilin centilmen finalisti Avustralyali Stosur ise Arjantinli Dulko ya 6-4, 1-6, 6-3 luk setlerle kaybetti ve elendi.Son aylardaki basarilariyla dunya tenisinin yeni dikkat ceken ismi Alman Goerges ise fransiz Bartoli ye ilk seti almasina ragmen 3-6, 6-2, 6-4 maglup olmaktan kurtulamadi. her ne kadar Bartoli nin klasmani daha iyi gorunse de bu sonuc da bir surpriz oldu.
Tek erkeklerde fransizlarin Muhammed Ali ye olan benzerligi ile dikkt ceken 1 numarali teniscileri Jo-Wilfried Tsonga, ilk 2 seti 6-4 ve 7-6 aldiktan sonra, 3. set tie-break inde maca 2 puan yaklasti, ancak o oyunu Isvicreli Wawrinka 7-5 lik puanlarla ald. Son 2 seti de 6-2 ve 6-3 kazanan federer'in takim arkadasi mac boyu saglam geri oyunu ve sert backhandleriyle dikkat cekti. Cok direkt hata yapan ve ozellikle kisa toplarda zorluk ceken Tsonga bir cok hayranini hayal kirikligina ugratti. Bir diger fransiz Gasquet, brezilyali Bellucci yi 4 sette yenerken, Davis Cup takim arkadasi Monfils de Belcikali Darcis i 6-3, 6-4, 7-5 yenerek yoluna devam etti. Roger Federer sirp Tipsarevic e karsi macini 6-1, 6-4, 6-3 le kolay kazanirken, Marsel Ilhan i 5 sette yenen Ispanyol Garcia-lopez, Italyan Fognini ye karsi ilk seti 6-4 almasina ragmen diger setleri 6-3, 6-3, 6-1 kaybederek elendi.
Yine bayanlarda gecen yilin sampiyonu Italyan Schiavone, Cinli Peng e karsi 6-3, 2-1 ondeyken rakibi maci birakinca 4. tura cikti. gecen yilin centilmen finalisti Avustralyali Stosur ise Arjantinli Dulko ya 6-4, 1-6, 6-3 luk setlerle kaybetti ve elendi.Son aylardaki basarilariyla dunya tenisinin yeni dikkat ceken ismi Alman Goerges ise fransiz Bartoli ye ilk seti almasina ragmen 3-6, 6-2, 6-4 maglup olmaktan kurtulamadi. her ne kadar Bartoli nin klasmani daha iyi gorunse de bu sonuc da bir surpriz oldu.
Tek erkeklerde fransizlarin Muhammed Ali ye olan benzerligi ile dikkt ceken 1 numarali teniscileri Jo-Wilfried Tsonga, ilk 2 seti 6-4 ve 7-6 aldiktan sonra, 3. set tie-break inde maca 2 puan yaklasti, ancak o oyunu Isvicreli Wawrinka 7-5 lik puanlarla ald. Son 2 seti de 6-2 ve 6-3 kazanan federer'in takim arkadasi mac boyu saglam geri oyunu ve sert backhandleriyle dikkat cekti. Cok direkt hata yapan ve ozellikle kisa toplarda zorluk ceken Tsonga bir cok hayranini hayal kirikligina ugratti. Bir diger fransiz Gasquet, brezilyali Bellucci yi 4 sette yenerken, Davis Cup takim arkadasi Monfils de Belcikali Darcis i 6-3, 6-4, 7-5 yenerek yoluna devam etti. Roger Federer sirp Tipsarevic e karsi macini 6-1, 6-4, 6-3 le kolay kazanirken, Marsel Ilhan i 5 sette yenen Ispanyol Garcia-lopez, Italyan Fognini ye karsi ilk seti 6-4 almasina ragmen diger setleri 6-3, 6-3, 6-1 kaybederek elendi.
UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (2)
LİGDE VE KUPADA HÜSRAN DÖNEMI / Bedri Baykam / Fotogol
Avrupa’da yaşanan hüsran sonunda Fenerbahçe’nin elinde ligde tutunma dışında bir umut kalmamıştı. Fenerbahçe camiası için, yanlış anlamayın, “ligde tutunma” demek, şampiyon olmaktır. Yoksa 2. olmak ve 8. olmak arasında fark yoktur. Sarı Lacivertli camia, yalnız o şampiyonluk kupasından şampanya içtikçe hayat suyunu bulan, yaşamını sürdürebilen, dev ”nev-i-şahsına münhasır” bir tekil canlıdır.
Seyircisiz oynanan ilk maçta tribünde, yeni transfer Niang yer alırken, Semih gol şov yapmaktadır. İlk yarıda gelen dört golleAntalyaspor’a karşı güzel bir başlangıca imza atılır. Ama ikinci haftada, zorlu Trabzon deplasmanı, 3-2’lik mağlubiyet getirince , Fenerbahçe camiasını sıkıntı basar. Bu sıkıntı, her ne kadar Saraçoğlu’nda bu sefer Niang’ın da attığı iki golle 4-2 kazanılan Manisa maçıyla biraz rahatlasa bile, hemen ardından Kayseri’de alınan 2-0’lık mağlubiyet hüznün ve tereddütlerin çökmesine neden olur. Konu yalnız iki zorlu deplasmanın da kaybedilmiş olması değildir. Ortada ciddi bir Alex krizi vardır. Trabzon maçında 75. Dakikada sahaya sürülen Young Boys ve Kayseri maçlarında 2. yarıya çıkarılmayan, tüm otoritesi ve havası şaibeli duruma getirilmiş bir kaptandır artık Alex… Soğuk bir savaş yaşanmaktadır; ancak Alex , sessiz ve saygılıdır hocasına karşı…
Hemen ardından Saraçoğlu’nda alınan 1-1’lik Beşiktaş beraberliği, yaraya tuz ekmiştir. Niang’ın golü yetmemiş, son zamanlarda genellikle 2-1 kazanılan Beşiktaş maçları serisi, bu kötü dönemde durmuştur. Bunun ardından çalkalanan Fenerbahçe camiası , nispeten üç galibiyetle hayata tutunmayı başaracaktır: Kasımpaşa’da alınan farklı galibiyet (2-6), Saraçoğlu’nda çetin ceviz Gençlerbirliği kalesine bırakılan 3 gol ve Konya’da alınan 4-1’lik galibiyet.
Alex krizinin karabatak günlerini yaşadığı bu dönem bir başka çelişkiyi de açığa çıkarır: Alex, sürekli olarak, Türkiye’de oynadığı futbolcular arasında, yerli yabancı, en iyi Semih’le anlaştığını söylemekte, ama neredeyse bu iki futbolcu hiçbir zaman bir arada oynatılmamaktadır. Buna anlam vermek zordur. Kazım olayı ise, tam bir gereksiz dert haline getirilmiştir. Üstün yetenekleri net olarak ortada olan bu oyuncuya bir türlü vize verilmemekte, Young Boys maçında gördüğü haksız sarı kartların hesabı mantıksız şekilde hala sorulmaktadır. Buna rağmen sessizliğini koruyan ve çalışarak şansını bekleyen Kazım, çok hırslı olmasına rağmen bir türlü hocadan yeşil ışık alamaz. 0-0 biten Galatasaray maçı, on yıldır süren iç saha galibiyeti serisinin sonudur. Hemen ardından gelen 1-1’lik Bursa beraberliği ise, geçen sene Sarı Lacivertlilere o büyük acıyı çektiren rakipten rövanşın alınamamasıdır. Bu iki maçta, takımda onca eksik olmasına rağmen, bir hırs küpü olarak bekleyen Kazım’ın kullanılmaması, ancak son dakikalarda oyuna sürülmesi, Aykut Hoca’nın kolay anlaşılamayan kararlarındandır. G.Saray maçında Semih ve Alex’in beraber oynatılmaması da buna eklenince, ortaya eklemleri sorgulanan bir takım çıkmıştır. Buna rağmen o haftalardan itibaren Aykut, Alex’i artık yedek bırakma operasyonuna son verecektir.
Sarı Lacivertli camia, önündeki tek ciddi hedef olan lig şampiyonluğuna uzanmaya çalışırken, şu gerçekle karşı karşıya kalmıştır: Fener bu ilk yarı sürerken, oynadığı hiçbir büyük maçı kazanamamıştır! Ne Trabzon, ne Beşiktaş, ne G.Saray ne Bursa! Bu durum, uzun süredir görülmemiş bir başarısızlıktır ve camiada futbol takımının yönetiminin sorgulanır hale gelmesinin en önemli nedeni budur. Fenerbahçe, o maçtan sonra da, “küçük zaferlerle” avunan profil, doğrultusunda, kendi sahasında Eskişehirspor’a 4, Bucaspor’a 5 gol atacaktır! Emre, Semih, Niang bu maçlarda yıldızlaşıp seyircinin gönlünü alacak…tır demek istiyoruz ama bu bile kursakta kalan bir sevinçtir. Çünkü önü ve arkası yine çıban yaralarıyla dolacaktır. Gaziantep önünde yaşanan ve hayal kırıklığı yaratan 2-1 lik mağlubiyet, Ankaragücü önünde Başkent’te aynı skorla alınan yenilgi, arada İBB ve Karabükspor galibiyetleri olsa bile, çok ağır bir hasar bırakacaktır. Trabzon ve Bursaspor alıp başını gitmiş, fark ciddi anlamda açılmaya başlamıştır. Ligin ilk devresinin son maçına çıkarken, Sivasspor önünde Sarı Lacivertliler, kendilerinin bile nedenini bilmedikleri şekilde, bir galibiyet almaya çalışmaktadırlar. Amaç artık, ya ele güne maskara olmamak, 12 puan geriye düşmemek, ya da ligi Avrupa’ya çıkabilir bir konumda bitirmeye çalışmaktı hedefleri.. . Alex’in 77. Dakikada gelen golü, bu zorlu maçtan sonra, camiaya devre biterken ufak bir pansuman yapmış olmaktadır. Trabzon 9, Bursa 6 puan arayı açmışken, sarı lacivertliler ilk yarı sonunda 6. Sıradayken kimse başka hesap yapmamaktadır…
Ama Sarı Lacivertliler için depremler ve sinir harplerinin gergin hatları hala bitmemiştir! Bir de ortada 27 yıldır alınamadığı için, her türlü internet geyiğine neden olan “Kupa” vardır. İşte devre arasına denk gelen günlerde, ligin acısı ve derdi yetmemiş gibi, Fenerbahçe bir de Kupa grup maçlarında evlere şenlik bir görüntü çizecektir. Üst üste alınan Ankaragücü, Buca ve Yeni Malatyaspor mağlubiyetleri, tam şaka ile kabus arasında bir yerlere düşürmektedir takımı. Fenerbahçe’nin prestiji, umutları, ruhu kanamış gitmiştir artık!
Basın, camia, yönetim, taraftar, her kafadan bir ses çıkmaktadır artık. Mesela Uğur Dündar gibi Fenerbahçe’de yöneticilik yapmış ünlü bir gazeteci bile, Aykut’un istifasını isteyen bir açık yazı yayınlamıştır. Yeni Malatyaspor maçından sonra ise Aykut, her yerden üzerine yönelen iğne ve oklara, başını isteyen büyük isimlere boyun eğmek durumunda kalmış, “istifa” kararını basına, her zamanki sakin ve vakur ses tonuyla açıklamanın ramağına gelmiştir.
O anlarda Fenerbahçe’de yaşananlar, camianın geldiği ilginç noktanın anlaşılması açısından ilginçtir. Öncelikle, başta Kaptan Alex olmak üzere, istifayı futbolcular engellemiştir. Arada aralarına kara kedi girse de, futbolcular ve Aykut arasında ciddi bir sevgi ve saygı bağı vardır. İkincisi, Başkan Aziz Yıldırım’ın imrenilecek tutumudur. Bundan 5 yıl önce, Avrupa Kupası’nda Fenerbahçe Saraçoğlu Stadı’nda ………………………………………………….. ile mücadele ederken, top her ayağına geldiğinde utanmadan Alex’i yuhalayan sorumsuz bir kesim seyirciye karşın, Başkan nasıl ayağa kalkıp büyük yıldıza alkışlarla sahip çıktıysa ve onu Fenerbahçe forması altında süperstarlığa taşıdıysa, şimdi de aynı kararlılık ve güç göstergesini Aykut Hoca için gösterme kararı almıştır…
Takımın kötü gitmesini fırsat bilip, yönetimi kökten sorgulayan bir muhalefet, başta Aykut ve Alex olmak üzere, futbol takımına alaylı bir kinle hücum eden kimi spor yazarları ve Fenerbahçe’nin karışmasından keyif alacak malum odaklara karşın, Yıldırım dimdik ayakta durup, Aykut’a güven oyu verdiklerini ve hocalarının kendi dönemlerinin sonuna kadar arkalarında olduklarını dosta düşmana açıklamıştır.
İyi güzel de, ortada yadsınamaz şekilde duran bu 9 puan farka rağmen Fenerbahçe hangi hedefe, hangi futbolcularla koşabilecektir? Takımdan kimler gönderilip, kimler transfer edilecektir? Bu sorular, karanlık günlerin ortasında gündeme taşınırken, herkesin birleştiği tek nokta, bu takıma en az iki ara transferin şart olduğu görüşüdür. Takım, bu fırtınaların ortasında kısa aranın ardından Antalya Kampına yönelirken, Başkan Yıldırım ve Aykut Hoca’nın ise bu konuda, birbirini tamamlayacak başka düşünceleri vardır. Bu kadar bilinmezin ve belirsizliğin ortasında, Fenerbahçe gemisi, uzun yolculuğun 2. kısmından önce bakım ve tamir için Antalya limanına çekildiğinde, artık yeni bir ufkun bekleyişi başlamıştır…
Avrupa’da yaşanan hüsran sonunda Fenerbahçe’nin elinde ligde tutunma dışında bir umut kalmamıştı. Fenerbahçe camiası için, yanlış anlamayın, “ligde tutunma” demek, şampiyon olmaktır. Yoksa 2. olmak ve 8. olmak arasında fark yoktur. Sarı Lacivertli camia, yalnız o şampiyonluk kupasından şampanya içtikçe hayat suyunu bulan, yaşamını sürdürebilen, dev ”nev-i-şahsına münhasır” bir tekil canlıdır.
Seyircisiz oynanan ilk maçta tribünde, yeni transfer Niang yer alırken, Semih gol şov yapmaktadır. İlk yarıda gelen dört golleAntalyaspor’a karşı güzel bir başlangıca imza atılır. Ama ikinci haftada, zorlu Trabzon deplasmanı, 3-2’lik mağlubiyet getirince , Fenerbahçe camiasını sıkıntı basar. Bu sıkıntı, her ne kadar Saraçoğlu’nda bu sefer Niang’ın da attığı iki golle 4-2 kazanılan Manisa maçıyla biraz rahatlasa bile, hemen ardından Kayseri’de alınan 2-0’lık mağlubiyet hüznün ve tereddütlerin çökmesine neden olur. Konu yalnız iki zorlu deplasmanın da kaybedilmiş olması değildir. Ortada ciddi bir Alex krizi vardır. Trabzon maçında 75. Dakikada sahaya sürülen Young Boys ve Kayseri maçlarında 2. yarıya çıkarılmayan, tüm otoritesi ve havası şaibeli duruma getirilmiş bir kaptandır artık Alex… Soğuk bir savaş yaşanmaktadır; ancak Alex , sessiz ve saygılıdır hocasına karşı…
Hemen ardından Saraçoğlu’nda alınan 1-1’lik Beşiktaş beraberliği, yaraya tuz ekmiştir. Niang’ın golü yetmemiş, son zamanlarda genellikle 2-1 kazanılan Beşiktaş maçları serisi, bu kötü dönemde durmuştur. Bunun ardından çalkalanan Fenerbahçe camiası , nispeten üç galibiyetle hayata tutunmayı başaracaktır: Kasımpaşa’da alınan farklı galibiyet (2-6), Saraçoğlu’nda çetin ceviz Gençlerbirliği kalesine bırakılan 3 gol ve Konya’da alınan 4-1’lik galibiyet.
Alex krizinin karabatak günlerini yaşadığı bu dönem bir başka çelişkiyi de açığa çıkarır: Alex, sürekli olarak, Türkiye’de oynadığı futbolcular arasında, yerli yabancı, en iyi Semih’le anlaştığını söylemekte, ama neredeyse bu iki futbolcu hiçbir zaman bir arada oynatılmamaktadır. Buna anlam vermek zordur. Kazım olayı ise, tam bir gereksiz dert haline getirilmiştir. Üstün yetenekleri net olarak ortada olan bu oyuncuya bir türlü vize verilmemekte, Young Boys maçında gördüğü haksız sarı kartların hesabı mantıksız şekilde hala sorulmaktadır. Buna rağmen sessizliğini koruyan ve çalışarak şansını bekleyen Kazım, çok hırslı olmasına rağmen bir türlü hocadan yeşil ışık alamaz. 0-0 biten Galatasaray maçı, on yıldır süren iç saha galibiyeti serisinin sonudur. Hemen ardından gelen 1-1’lik Bursa beraberliği ise, geçen sene Sarı Lacivertlilere o büyük acıyı çektiren rakipten rövanşın alınamamasıdır. Bu iki maçta, takımda onca eksik olmasına rağmen, bir hırs küpü olarak bekleyen Kazım’ın kullanılmaması, ancak son dakikalarda oyuna sürülmesi, Aykut Hoca’nın kolay anlaşılamayan kararlarındandır. G.Saray maçında Semih ve Alex’in beraber oynatılmaması da buna eklenince, ortaya eklemleri sorgulanan bir takım çıkmıştır. Buna rağmen o haftalardan itibaren Aykut, Alex’i artık yedek bırakma operasyonuna son verecektir.
Sarı Lacivertli camia, önündeki tek ciddi hedef olan lig şampiyonluğuna uzanmaya çalışırken, şu gerçekle karşı karşıya kalmıştır: Fener bu ilk yarı sürerken, oynadığı hiçbir büyük maçı kazanamamıştır! Ne Trabzon, ne Beşiktaş, ne G.Saray ne Bursa! Bu durum, uzun süredir görülmemiş bir başarısızlıktır ve camiada futbol takımının yönetiminin sorgulanır hale gelmesinin en önemli nedeni budur. Fenerbahçe, o maçtan sonra da, “küçük zaferlerle” avunan profil, doğrultusunda, kendi sahasında Eskişehirspor’a 4, Bucaspor’a 5 gol atacaktır! Emre, Semih, Niang bu maçlarda yıldızlaşıp seyircinin gönlünü alacak…tır demek istiyoruz ama bu bile kursakta kalan bir sevinçtir. Çünkü önü ve arkası yine çıban yaralarıyla dolacaktır. Gaziantep önünde yaşanan ve hayal kırıklığı yaratan 2-1 lik mağlubiyet, Ankaragücü önünde Başkent’te aynı skorla alınan yenilgi, arada İBB ve Karabükspor galibiyetleri olsa bile, çok ağır bir hasar bırakacaktır. Trabzon ve Bursaspor alıp başını gitmiş, fark ciddi anlamda açılmaya başlamıştır. Ligin ilk devresinin son maçına çıkarken, Sivasspor önünde Sarı Lacivertliler, kendilerinin bile nedenini bilmedikleri şekilde, bir galibiyet almaya çalışmaktadırlar. Amaç artık, ya ele güne maskara olmamak, 12 puan geriye düşmemek, ya da ligi Avrupa’ya çıkabilir bir konumda bitirmeye çalışmaktı hedefleri.. . Alex’in 77. Dakikada gelen golü, bu zorlu maçtan sonra, camiaya devre biterken ufak bir pansuman yapmış olmaktadır. Trabzon 9, Bursa 6 puan arayı açmışken, sarı lacivertliler ilk yarı sonunda 6. Sıradayken kimse başka hesap yapmamaktadır…
Ama Sarı Lacivertliler için depremler ve sinir harplerinin gergin hatları hala bitmemiştir! Bir de ortada 27 yıldır alınamadığı için, her türlü internet geyiğine neden olan “Kupa” vardır. İşte devre arasına denk gelen günlerde, ligin acısı ve derdi yetmemiş gibi, Fenerbahçe bir de Kupa grup maçlarında evlere şenlik bir görüntü çizecektir. Üst üste alınan Ankaragücü, Buca ve Yeni Malatyaspor mağlubiyetleri, tam şaka ile kabus arasında bir yerlere düşürmektedir takımı. Fenerbahçe’nin prestiji, umutları, ruhu kanamış gitmiştir artık!
Basın, camia, yönetim, taraftar, her kafadan bir ses çıkmaktadır artık. Mesela Uğur Dündar gibi Fenerbahçe’de yöneticilik yapmış ünlü bir gazeteci bile, Aykut’un istifasını isteyen bir açık yazı yayınlamıştır. Yeni Malatyaspor maçından sonra ise Aykut, her yerden üzerine yönelen iğne ve oklara, başını isteyen büyük isimlere boyun eğmek durumunda kalmış, “istifa” kararını basına, her zamanki sakin ve vakur ses tonuyla açıklamanın ramağına gelmiştir.
O anlarda Fenerbahçe’de yaşananlar, camianın geldiği ilginç noktanın anlaşılması açısından ilginçtir. Öncelikle, başta Kaptan Alex olmak üzere, istifayı futbolcular engellemiştir. Arada aralarına kara kedi girse de, futbolcular ve Aykut arasında ciddi bir sevgi ve saygı bağı vardır. İkincisi, Başkan Aziz Yıldırım’ın imrenilecek tutumudur. Bundan 5 yıl önce, Avrupa Kupası’nda Fenerbahçe Saraçoğlu Stadı’nda ………………………………………………….. ile mücadele ederken, top her ayağına geldiğinde utanmadan Alex’i yuhalayan sorumsuz bir kesim seyirciye karşın, Başkan nasıl ayağa kalkıp büyük yıldıza alkışlarla sahip çıktıysa ve onu Fenerbahçe forması altında süperstarlığa taşıdıysa, şimdi de aynı kararlılık ve güç göstergesini Aykut Hoca için gösterme kararı almıştır…
Takımın kötü gitmesini fırsat bilip, yönetimi kökten sorgulayan bir muhalefet, başta Aykut ve Alex olmak üzere, futbol takımına alaylı bir kinle hücum eden kimi spor yazarları ve Fenerbahçe’nin karışmasından keyif alacak malum odaklara karşın, Yıldırım dimdik ayakta durup, Aykut’a güven oyu verdiklerini ve hocalarının kendi dönemlerinin sonuna kadar arkalarında olduklarını dosta düşmana açıklamıştır.
İyi güzel de, ortada yadsınamaz şekilde duran bu 9 puan farka rağmen Fenerbahçe hangi hedefe, hangi futbolcularla koşabilecektir? Takımdan kimler gönderilip, kimler transfer edilecektir? Bu sorular, karanlık günlerin ortasında gündeme taşınırken, herkesin birleştiği tek nokta, bu takıma en az iki ara transferin şart olduğu görüşüdür. Takım, bu fırtınaların ortasında kısa aranın ardından Antalya Kampına yönelirken, Başkan Yıldırım ve Aykut Hoca’nın ise bu konuda, birbirini tamamlayacak başka düşünceleri vardır. Bu kadar bilinmezin ve belirsizliğin ortasında, Fenerbahçe gemisi, uzun yolculuğun 2. kısmından önce bakım ve tamir için Antalya limanına çekildiğinde, artık yeni bir ufkun bekleyişi başlamıştır…
UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (2)
LİGDE VE KUPADA HÜSRAN DÖNEMI / Bedri Baykam / Fotogol
Avrupa’da yaşanan hüsran sonunda Fenerbahçe’nin elinde ligde tutunma dışında bir umut kalmamıştı. Fenerbahçe camiası için, yanlış anlamayın, “ligde tutunma” demek, şampiyon olmaktır. Yoksa 2. olmak ve 8. olmak arasında fark yoktur. Sarı Lacivertli camia, yalnız o şampiyonluk kupasından şampanya içtikçe hayat suyunu bulan, yaşamını sürdürebilen, dev ”nev-i-şahsına münhasır” bir tekil canlıdır.
Seyircisiz oynanan ilk maçta tribünde, yeni transfer Niang yer alırken, Semih gol şov yapmaktadır. İlk yarıda gelen dört golleAntalyaspor’a karşı güzel bir başlangıca imza atılır. Ama ikinci haftada, zorlu Trabzon deplasmanı, 3-2’lik mağlubiyet getirince , Fenerbahçe camiasını sıkıntı basar. Bu sıkıntı, her ne kadar Saraçoğlu’nda bu sefer Niang’ın da attığı iki golle 4-2 kazanılan Manisa maçıyla biraz rahatlasa bile, hemen ardından Kayseri’de alınan 2-0’lık mağlubiyet hüznün ve tereddütlerin çökmesine neden olur. Konu yalnız iki zorlu deplasmanın da kaybedilmiş olması değildir. Ortada ciddi bir Alex krizi vardır. Trabzon maçında 75. Dakikada sahaya sürülen Young Boys ve Kayseri maçlarında 2. yarıya çıkarılmayan, tüm otoritesi ve havası şaibeli duruma getirilmiş bir kaptandır artık Alex… Soğuk bir savaş yaşanmaktadır; ancak Alex , sessiz ve saygılıdır hocasına karşı…
Hemen ardından Saraçoğlu’nda alınan 1-1’lik Beşiktaş beraberliği, yaraya tuz ekmiştir. Niang’ın golü yetmemiş, son zamanlarda genellikle 2-1 kazanılan Beşiktaş maçları serisi, bu kötü dönemde durmuştur. Bunun ardından çalkalanan Fenerbahçe camiası , nispeten üç galibiyetle hayata tutunmayı başaracaktır: Kasımpaşa’da alınan farklı galibiyet (2-6), Saraçoğlu’nda çetin ceviz Gençlerbirliği kalesine bırakılan 3 gol ve Konya’da alınan 4-1’lik galibiyet.
Alex krizinin karabatak günlerini yaşadığı bu dönem bir başka çelişkiyi de açığa çıkarır: Alex, sürekli olarak, Türkiye’de oynadığı futbolcular arasında, yerli yabancı, en iyi Semih’le anlaştığını söylemekte, ama neredeyse bu iki futbolcu hiçbir zaman bir arada oynatılmamaktadır. Buna anlam vermek zordur. Kazım olayı ise, tam bir gereksiz dert haline getirilmiştir. Üstün yetenekleri net olarak ortada olan bu oyuncuya bir türlü vize verilmemekte, Young Boys maçında gördüğü haksız sarı kartların hesabı mantıksız şekilde hala sorulmaktadır. Buna rağmen sessizliğini koruyan ve çalışarak şansını bekleyen Kazım, çok hırslı olmasına rağmen bir türlü hocadan yeşil ışık alamaz. 0-0 biten Galatasaray maçı, on yıldır süren iç saha galibiyeti serisinin sonudur. Hemen ardından gelen 1-1’lik Bursa beraberliği ise, geçen sene Sarı Lacivertlilere o büyük acıyı çektiren rakipten rövanşın alınamamasıdır. Bu iki maçta, takımda onca eksik olmasına rağmen, bir hırs küpü olarak bekleyen Kazım’ın kullanılmaması, ancak son dakikalarda oyuna sürülmesi, Aykut Hoca’nın kolay anlaşılamayan kararlarındandır. G.Saray maçında Semih ve Alex’in beraber oynatılmaması da buna eklenince, ortaya eklemleri sorgulanan bir takım çıkmıştır. Buna rağmen o haftalardan itibaren Aykut, Alex’i artık yedek bırakma operasyonuna son verecektir.
Sarı Lacivertli camia, önündeki tek ciddi hedef olan lig şampiyonluğuna uzanmaya çalışırken, şu gerçekle karşı karşıya kalmıştır: Fener bu ilk yarı sürerken, oynadığı hiçbir büyük maçı kazanamamıştır! Ne Trabzon, ne Beşiktaş, ne G.Saray ne Bursa! Bu durum, uzun süredir görülmemiş bir başarısızlıktır ve camiada futbol takımının yönetiminin sorgulanır hale gelmesinin en önemli nedeni budur. Fenerbahçe, o maçtan sonra da, “küçük zaferlerle” avunan profil, doğrultusunda, kendi sahasında Eskişehirspor’a 4, Bucaspor’a 5 gol atacaktır! Emre, Semih, Niang bu maçlarda yıldızlaşıp seyircinin gönlünü alacak…tır demek istiyoruz ama bu bile kursakta kalan bir sevinçtir. Çünkü önü ve arkası yine çıban yaralarıyla dolacaktır. Gaziantep önünde yaşanan ve hayal kırıklığı yaratan 2-1 lik mağlubiyet, Ankaragücü önünde Başkent’te aynı skorla alınan yenilgi, arada İBB ve Karabükspor galibiyetleri olsa bile, çok ağır bir hasar bırakacaktır. Trabzon ve Bursaspor alıp başını gitmiş, fark ciddi anlamda açılmaya başlamıştır. Ligin ilk devresinin son maçına çıkarken, Sivasspor önünde Sarı Lacivertliler, kendilerinin bile nedenini bilmedikleri şekilde, bir galibiyet almaya çalışmaktadırlar. Amaç artık, ya ele güne maskara olmamak, 12 puan geriye düşmemek, ya da ligi Avrupa’ya çıkabilir bir konumda bitirmeye çalışmaktı hedefleri.. . Alex’in 77. Dakikada gelen golü, bu zorlu maçtan sonra, camiaya devre biterken ufak bir pansuman yapmış olmaktadır. Trabzon 9, Bursa 6 puan arayı açmışken, sarı lacivertliler ilk yarı sonunda 6. Sıradayken kimse başka hesap yapmamaktadır…
Ama Sarı Lacivertliler için depremler ve sinir harplerinin gergin hatları hala bitmemiştir! Bir de ortada 27 yıldır alınamadığı için, her türlü internet geyiğine neden olan “Kupa” vardır. İşte devre arasına denk gelen günlerde, ligin acısı ve derdi yetmemiş gibi, Fenerbahçe bir de Kupa grup maçlarında evlere şenlik bir görüntü çizecektir. Üst üste alınan Ankaragücü, Buca ve Yeni Malatyaspor mağlubiyetleri, tam şaka ile kabus arasında bir yerlere düşürmektedir takımı. Fenerbahçe’nin prestiji, umutları, ruhu kanamış gitmiştir artık!
Basın, camia, yönetim, taraftar, her kafadan bir ses çıkmaktadır artık. Mesela Uğur Dündar gibi Fenerbahçe’de yöneticilik yapmış ünlü bir gazeteci bile, Aykut’un istifasını isteyen bir açık yazı yayınlamıştır. Yeni Malatyaspor maçından sonra ise Aykut, her yerden üzerine yönelen iğne ve oklara, başını isteyen büyük isimlere boyun eğmek durumunda kalmış, “istifa” kararını basına, her zamanki sakin ve vakur ses tonuyla açıklamanın ramağına gelmiştir.
O anlarda Fenerbahçe’de yaşananlar, camianın geldiği ilginç noktanın anlaşılması açısından ilginçtir. Öncelikle, başta Kaptan Alex olmak üzere, istifayı futbolcular engellemiştir. Arada aralarına kara kedi girse de, futbolcular ve Aykut arasında ciddi bir sevgi ve saygı bağı vardır. İkincisi, Başkan Aziz Yıldırım’ın imrenilecek tutumudur. Bundan 5 yıl önce, Avrupa Kupası’nda Fenerbahçe Saraçoğlu Stadı’nda ………………………………………………….. ile mücadele ederken, top her ayağına geldiğinde utanmadan Alex’i yuhalayan sorumsuz bir kesim seyirciye karşın, Başkan nasıl ayağa kalkıp büyük yıldıza alkışlarla sahip çıktıysa ve onu Fenerbahçe forması altında süperstarlığa taşıdıysa, şimdi de aynı kararlılık ve güç göstergesini Aykut Hoca için gösterme kararı almıştır…
Takımın kötü gitmesini fırsat bilip, yönetimi kökten sorgulayan bir muhalefet, başta Aykut ve Alex olmak üzere, futbol takımına alaylı bir kinle hücum eden kimi spor yazarları ve Fenerbahçe’nin karışmasından keyif alacak malum odaklara karşın, Yıldırım dimdik ayakta durup, Aykut’a güven oyu verdiklerini ve hocalarının kendi dönemlerinin sonuna kadar arkalarında olduklarını dosta düşmana açıklamıştır.
İyi güzel de, ortada yadsınamaz şekilde duran bu 9 puan farka rağmen Fenerbahçe hangi hedefe, hangi futbolcularla koşabilecektir? Takımdan kimler gönderilip, kimler transfer edilecektir? Bu sorular, karanlık günlerin ortasında gündeme taşınırken, herkesin birleştiği tek nokta, bu takıma en az iki ara transferin şart olduğu görüşüdür. Takım, bu fırtınaların ortasında kısa aranın ardından Antalya Kampına yönelirken, Başkan Yıldırım ve Aykut Hoca’nın ise bu konuda, birbirini tamamlayacak başka düşünceleri vardır. Bu kadar bilinmezin ve belirsizliğin ortasında, Fenerbahçe gemisi, uzun yolculuğun 2. kısmından önce bakım ve tamir için Antalya limanına çekildiğinde, artık yeni bir ufkun bekleyişi başlamıştır…
Avrupa’da yaşanan hüsran sonunda Fenerbahçe’nin elinde ligde tutunma dışında bir umut kalmamıştı. Fenerbahçe camiası için, yanlış anlamayın, “ligde tutunma” demek, şampiyon olmaktır. Yoksa 2. olmak ve 8. olmak arasında fark yoktur. Sarı Lacivertli camia, yalnız o şampiyonluk kupasından şampanya içtikçe hayat suyunu bulan, yaşamını sürdürebilen, dev ”nev-i-şahsına münhasır” bir tekil canlıdır.
Seyircisiz oynanan ilk maçta tribünde, yeni transfer Niang yer alırken, Semih gol şov yapmaktadır. İlk yarıda gelen dört golleAntalyaspor’a karşı güzel bir başlangıca imza atılır. Ama ikinci haftada, zorlu Trabzon deplasmanı, 3-2’lik mağlubiyet getirince , Fenerbahçe camiasını sıkıntı basar. Bu sıkıntı, her ne kadar Saraçoğlu’nda bu sefer Niang’ın da attığı iki golle 4-2 kazanılan Manisa maçıyla biraz rahatlasa bile, hemen ardından Kayseri’de alınan 2-0’lık mağlubiyet hüznün ve tereddütlerin çökmesine neden olur. Konu yalnız iki zorlu deplasmanın da kaybedilmiş olması değildir. Ortada ciddi bir Alex krizi vardır. Trabzon maçında 75. Dakikada sahaya sürülen Young Boys ve Kayseri maçlarında 2. yarıya çıkarılmayan, tüm otoritesi ve havası şaibeli duruma getirilmiş bir kaptandır artık Alex… Soğuk bir savaş yaşanmaktadır; ancak Alex , sessiz ve saygılıdır hocasına karşı…
Hemen ardından Saraçoğlu’nda alınan 1-1’lik Beşiktaş beraberliği, yaraya tuz ekmiştir. Niang’ın golü yetmemiş, son zamanlarda genellikle 2-1 kazanılan Beşiktaş maçları serisi, bu kötü dönemde durmuştur. Bunun ardından çalkalanan Fenerbahçe camiası , nispeten üç galibiyetle hayata tutunmayı başaracaktır: Kasımpaşa’da alınan farklı galibiyet (2-6), Saraçoğlu’nda çetin ceviz Gençlerbirliği kalesine bırakılan 3 gol ve Konya’da alınan 4-1’lik galibiyet.
Alex krizinin karabatak günlerini yaşadığı bu dönem bir başka çelişkiyi de açığa çıkarır: Alex, sürekli olarak, Türkiye’de oynadığı futbolcular arasında, yerli yabancı, en iyi Semih’le anlaştığını söylemekte, ama neredeyse bu iki futbolcu hiçbir zaman bir arada oynatılmamaktadır. Buna anlam vermek zordur. Kazım olayı ise, tam bir gereksiz dert haline getirilmiştir. Üstün yetenekleri net olarak ortada olan bu oyuncuya bir türlü vize verilmemekte, Young Boys maçında gördüğü haksız sarı kartların hesabı mantıksız şekilde hala sorulmaktadır. Buna rağmen sessizliğini koruyan ve çalışarak şansını bekleyen Kazım, çok hırslı olmasına rağmen bir türlü hocadan yeşil ışık alamaz. 0-0 biten Galatasaray maçı, on yıldır süren iç saha galibiyeti serisinin sonudur. Hemen ardından gelen 1-1’lik Bursa beraberliği ise, geçen sene Sarı Lacivertlilere o büyük acıyı çektiren rakipten rövanşın alınamamasıdır. Bu iki maçta, takımda onca eksik olmasına rağmen, bir hırs küpü olarak bekleyen Kazım’ın kullanılmaması, ancak son dakikalarda oyuna sürülmesi, Aykut Hoca’nın kolay anlaşılamayan kararlarındandır. G.Saray maçında Semih ve Alex’in beraber oynatılmaması da buna eklenince, ortaya eklemleri sorgulanan bir takım çıkmıştır. Buna rağmen o haftalardan itibaren Aykut, Alex’i artık yedek bırakma operasyonuna son verecektir.
Sarı Lacivertli camia, önündeki tek ciddi hedef olan lig şampiyonluğuna uzanmaya çalışırken, şu gerçekle karşı karşıya kalmıştır: Fener bu ilk yarı sürerken, oynadığı hiçbir büyük maçı kazanamamıştır! Ne Trabzon, ne Beşiktaş, ne G.Saray ne Bursa! Bu durum, uzun süredir görülmemiş bir başarısızlıktır ve camiada futbol takımının yönetiminin sorgulanır hale gelmesinin en önemli nedeni budur. Fenerbahçe, o maçtan sonra da, “küçük zaferlerle” avunan profil, doğrultusunda, kendi sahasında Eskişehirspor’a 4, Bucaspor’a 5 gol atacaktır! Emre, Semih, Niang bu maçlarda yıldızlaşıp seyircinin gönlünü alacak…tır demek istiyoruz ama bu bile kursakta kalan bir sevinçtir. Çünkü önü ve arkası yine çıban yaralarıyla dolacaktır. Gaziantep önünde yaşanan ve hayal kırıklığı yaratan 2-1 lik mağlubiyet, Ankaragücü önünde Başkent’te aynı skorla alınan yenilgi, arada İBB ve Karabükspor galibiyetleri olsa bile, çok ağır bir hasar bırakacaktır. Trabzon ve Bursaspor alıp başını gitmiş, fark ciddi anlamda açılmaya başlamıştır. Ligin ilk devresinin son maçına çıkarken, Sivasspor önünde Sarı Lacivertliler, kendilerinin bile nedenini bilmedikleri şekilde, bir galibiyet almaya çalışmaktadırlar. Amaç artık, ya ele güne maskara olmamak, 12 puan geriye düşmemek, ya da ligi Avrupa’ya çıkabilir bir konumda bitirmeye çalışmaktı hedefleri.. . Alex’in 77. Dakikada gelen golü, bu zorlu maçtan sonra, camiaya devre biterken ufak bir pansuman yapmış olmaktadır. Trabzon 9, Bursa 6 puan arayı açmışken, sarı lacivertliler ilk yarı sonunda 6. Sıradayken kimse başka hesap yapmamaktadır…
Ama Sarı Lacivertliler için depremler ve sinir harplerinin gergin hatları hala bitmemiştir! Bir de ortada 27 yıldır alınamadığı için, her türlü internet geyiğine neden olan “Kupa” vardır. İşte devre arasına denk gelen günlerde, ligin acısı ve derdi yetmemiş gibi, Fenerbahçe bir de Kupa grup maçlarında evlere şenlik bir görüntü çizecektir. Üst üste alınan Ankaragücü, Buca ve Yeni Malatyaspor mağlubiyetleri, tam şaka ile kabus arasında bir yerlere düşürmektedir takımı. Fenerbahçe’nin prestiji, umutları, ruhu kanamış gitmiştir artık!
Basın, camia, yönetim, taraftar, her kafadan bir ses çıkmaktadır artık. Mesela Uğur Dündar gibi Fenerbahçe’de yöneticilik yapmış ünlü bir gazeteci bile, Aykut’un istifasını isteyen bir açık yazı yayınlamıştır. Yeni Malatyaspor maçından sonra ise Aykut, her yerden üzerine yönelen iğne ve oklara, başını isteyen büyük isimlere boyun eğmek durumunda kalmış, “istifa” kararını basına, her zamanki sakin ve vakur ses tonuyla açıklamanın ramağına gelmiştir.
O anlarda Fenerbahçe’de yaşananlar, camianın geldiği ilginç noktanın anlaşılması açısından ilginçtir. Öncelikle, başta Kaptan Alex olmak üzere, istifayı futbolcular engellemiştir. Arada aralarına kara kedi girse de, futbolcular ve Aykut arasında ciddi bir sevgi ve saygı bağı vardır. İkincisi, Başkan Aziz Yıldırım’ın imrenilecek tutumudur. Bundan 5 yıl önce, Avrupa Kupası’nda Fenerbahçe Saraçoğlu Stadı’nda ………………………………………………….. ile mücadele ederken, top her ayağına geldiğinde utanmadan Alex’i yuhalayan sorumsuz bir kesim seyirciye karşın, Başkan nasıl ayağa kalkıp büyük yıldıza alkışlarla sahip çıktıysa ve onu Fenerbahçe forması altında süperstarlığa taşıdıysa, şimdi de aynı kararlılık ve güç göstergesini Aykut Hoca için gösterme kararı almıştır…
Takımın kötü gitmesini fırsat bilip, yönetimi kökten sorgulayan bir muhalefet, başta Aykut ve Alex olmak üzere, futbol takımına alaylı bir kinle hücum eden kimi spor yazarları ve Fenerbahçe’nin karışmasından keyif alacak malum odaklara karşın, Yıldırım dimdik ayakta durup, Aykut’a güven oyu verdiklerini ve hocalarının kendi dönemlerinin sonuna kadar arkalarında olduklarını dosta düşmana açıklamıştır.
İyi güzel de, ortada yadsınamaz şekilde duran bu 9 puan farka rağmen Fenerbahçe hangi hedefe, hangi futbolcularla koşabilecektir? Takımdan kimler gönderilip, kimler transfer edilecektir? Bu sorular, karanlık günlerin ortasında gündeme taşınırken, herkesin birleştiği tek nokta, bu takıma en az iki ara transferin şart olduğu görüşüdür. Takım, bu fırtınaların ortasında kısa aranın ardından Antalya Kampına yönelirken, Başkan Yıldırım ve Aykut Hoca’nın ise bu konuda, birbirini tamamlayacak başka düşünceleri vardır. Bu kadar bilinmezin ve belirsizliğin ortasında, Fenerbahçe gemisi, uzun yolculuğun 2. kısmından önce bakım ve tamir için Antalya limanına çekildiğinde, artık yeni bir ufkun bekleyişi başlamıştır…
UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (1)
Bundan Daha Kötü Başlangıç Olabilir mi? / Bedri Baykam / Fotogol
Fenerbahçe’nin bu sene aldığı şampiyonluğun kutlama coşkusunu izleyenlerin kimi şaşırabilir, kimi abartılı bulabilir, kimi bu kervana ayrı heyecan seline kapılarak katılabilir. Ama ortada tek bir gerçek var: Bu coşku, 2006 ve 2010 travmaları hatırlanmadan anlaşılamaz. Fenerbahçe kadar candan ve ödünsüz bir sevgiye sahip seyirci kitlesi olan takım dünyada zor bulunur. İşte o büyük aşkın sahipleri geçen beş yılda iki kez “düğün masası”ndan imzalar atılmadan kalktıkları için, işin yine son maça kaldığı bu yıl aynı stres devrede olunca, imzaların son anda yerini bulmasıyla bulutlara yükselmesini hiçbir dünyevi güç engelleyemez.
Kim ne derse desin hak edilerek alınmış ak süt gibi helal bir şampiyonluk bu. Zaten kem gözlerin iddia ettiği manevraları yapan bir takım olsaydı Fenerbahçe, Denizli ve Trabzon maçlarında da galibiyete ulaşacak bir formül arar ve bulurdu! Ama Sarı Lacivertliler bunu hiçbir zaman yapmadılar. Atılan her gol hakkında, meclis önergesi verircesine “araştırılsın” diyen yönetici mantığı iflas etmiştir. Trabzon’un çok başarılı bir mücadele verdiğini kabul edip, hemen ardından soruyorum: Kendi takımınızı da tebrik etmeniz normal. İyi de bunun için illa bizim takımı lekelemeniz mi lazım? Bu nasıl bir mantıktır? Geçen yıl Fenerbahçe şampiyonluğu 1-1’lik Trabzon beraberliği ile kaçırınca, Bursa’ya çamur atıp o şampiyonluğu gölgelemeye mi çalıştı? O sevinen insanlara çamur mu attı? Yoksa içine kapanıp, kaderine razı olup ileriye mi baktı? Sevgili Trabzonlu kardeşlerimizden de aradan 48 saat geçtikten sonra artık bu olgunluğu beklemek lazım. Yoksa bunun her zamanki gibi çok büyük zararları olacak ve bu ne Trabzon’a ne de ülkemiz futbol ortamına yakışacak.
O Trabzon ki, geçen yıl iki maçta, Fenerbahçe’nin çifte kupasını engellemişti: Kupa finalinde yenerek, ligin son maçında çelme atarak... Sarı Lacivertli camia bu maçlardan sonra, Trabzon’la ne bir husumet, ne de bir kan davası başlattı. Doğrusu da buydu…
Ne demiştik en başında? Bu yılın şampiyonluğunu anlamak için önce bu travmaları analiz etmek lazım. Denizli maçında, 2006 finalinde sahaya çıkan o ürkek takım, sanki ilk defa beraber oynayan futbolcular, Beşiktaş’la uzun haftalar önce anlaşmış Nobre’nin o maçta santrafor oynatılması, Anelka ve Semih gibi isimlere 11’de yer verilmemesi, direkler, kaçan goller, 17 dakika uzatmalar... Ve böylece Fenerbahçe’nin yine gerçekleştiremediği “3 defa üst üste şampiyonluk”…
Ardından Zico Aragones’ten sonra hiç beklenilmedik şekilde başlayan 2. Daum dönemi ve Trabzon’la Kadıköy’de yaşanan felaket. Sarı Lacivertliler forveti Guiza’ya teslim etmiş, bu sefer de Gökhan Ünal ve Semih yine yedek… “Top bir türlü girmedi” deniyordu… İyi de sen bu kadar kötü seçimler yaparsan, tabii ki girmez! Sonra Burak’ın orta diye yaptığı vuruş tesadüfen gol olunca pestilin çıkar!
Daha fazlasını anlatmaya dilim varmıyor! Yanlış anons travmaları, kürtajla alınan sahte ve trajikomik timsah yürüyüşleri, yarım kalan turlar, ateşe verilen koltuklar, gözyaşları ve hüzün dolu, acı yüklü sahneler… Buna yürek dayanmazdı. Başa gelen çekilirdi ve insanoğlu her duruma alışır diye bir söz vardı…
Aykut Kocaman, sportif direktörlükten teknik direktörlüğe, işte bu travmaların açık yaraları hala kanarken getirildi.
Sarı Lacivertliler’in unutulmaz santraforu, ki iddia ediyorum, 1965’ten bu yana o çapta bir santraforumuz olmamıştır, taraftarların büyük sevgisi, Türkiye’nin en centilmen futbolcusu şimdi bu kazan gibi fokurdayan lav üreten ortamın başına getirilmişti. Daum’la yolların ayrılması kolay olmadı. Pazarlıklarda direndi Alman Hoca, işler tıkandı kaldı. Sonra o bıkıp önüne yüklü bir çuval konunca, tası tarağı topladı ve “Auf Wiedersehen” dedi.
Fenerbahçe, altı futbolcusuyla da yolları ayırdı. Volkan Babacan, Önder Turacı, Ali Bilgin, Gökçek Vederson, Deniz Barış isimlerinin sevenleri olsa da, bu kopmalar taraftarı çok üzmedi. Belki bir tek 2007’de İzmir’de şampiyonluk golünü atan, ayrıca Galatasaray’ın da belalılarından olan Deivid’in gidişi biraz burukluk yarattı, hepsi bu.
Öte yandan 6 futbolcu transfer etti Sarı Lacivertli yöneticiler. CSKA Moskova’dan alınan Caner Erkin, eski Cimbomluydu; bunun ötesinde, Chelsea’nin Twente’ye kiralık verdiği Miroslav Stoch’un peşinde de Galata Saraylılar uzun zamandır koşuyorlardı. Uzun lafın kısası, özellikle Stoch transferi ezeli rakibe bir son dakika golüydü. İlhan Eker ve Serkan Kırıntılı, Ankara takımlarından gelmişlerdi. Sonra da Fenerbahçe flaş transfer haklarını Fransa üstünden kullandı. Mamadon Niang, Marsilya kentini üzüntülere boğarak Kanarya’ya imza atarken, Issian Dia da Nancy’den gelerek forvette Afrika hızını perçinleyen isim oldu. Everton’dan kiralanan Yabo ile birlikte Fenerbahçe, içinde artık Brezilyalılar dışında Siyah Kıta’yı da temsil eden yeni bir çehre kazanmıştı.
Yeni Fenerbahçe yeni hocasıyla Almanya kampında şekillenmeye başladı. Zaten aynen Türk Milli Takımı gibi hazırlık maçlarını sevmeyen Fenerbahçeliler A2 Alkmaar’a 2-0, Köln’e 5-2 yenildiler. Genk’e karşı alınan 3-0’luk galibiyet dekoratif kalsa da, 21 Temmuz’da Muenchengladbach’ta Galatasaray’a karşı Santos’un golüyle gelen zafer, yılın ilk gerçek sevinciydi. Ardından Sarı Lacivertliler, Sivas’ta, Batman’da ve Antalya’da Samsunspor’la maçlar yaparak, biraz da Anadolu’nun gönlünü fethetmek istediler. Ardından işler ciddileşti, sıra, Avrupa maçlarına gelmişti.
Trabzon maçı travmasıyla kaçan şampiyonluk, hepsinden kötüsü, Şampiyonlar Ligi’nin biletini direkt iptal etmişti. Şimdi İsviçre’nin Young Boys takımıyla yapılacak ön eleme maçı, bu dikenli cennet yolunun ilk adımıydı.
Sarı Lacivertliler’in o günkü kadrosunda Bekir, Bilica, Önder, Kazım, Gökhan Ünal gibi farklı isimler vardı. Emre ve Stoch’un golleriyle deplasmanda iki kere öne geçen Kanarya , son dakikalarda hakemin verdiği cömert penaltı ile 2-2 berabere kaldı. Bu maçın en kalıcı hasarlarından biri ise, aynı hakemin verdiği tamamen abartılı iki sarı kartla oyun dışı kalan Kazım’ın durumuydu. Bu haksız şekilde atılma, beş aylığına Kazım’ı aforoz edilme noktasına taşıyacaktı. Sebep ise belliydi: Elbet kaçan galibiyet birilerine fatura edilmeliydi!
Maçın İstanbul’daki rövanşında ilk yarıda Benvenue’nün dar açıdan attığı şok golle 1-0 geriye düşen Fenerbahçe’de Aykut Kocaman 2. yarıda ilginç bir şekilde Alex’i sahadan çıkarıyordu. Alex-Semih ikilisinin yer almadığı takımı son sekiz dakikalık oyunuyla “nöbetçi golcü” de kurtaramayınca tur hüsrana dönüşmüştü.
Ama bu sefer “Avrupa Ligi” umudu vardı. Ne de olsa, bu lige kalmak da, Sarı Lacivertli seyircilere ciddi bir teselli getirebilirdi.
Yunanistan’daki ilk maçta, PAOK seyircileri akıl almaz taşkınlıklar yapmış ve Sarı Lacivertli camia buna büyük tepki göstermişti. O maçı güzel bir vole golüyle 1-0 alan PAOK, İstanbul’da Emre’nin mükemmel golüyle maçı 1-0 kaybedince, iş uzatmalara gitti. Sonra da acı son geldi… 102 dakikada Müslimov beraberlik golünü atınca, işin rengi belli oldu. Fenerbahçe, bir aydan kısa bir zamanda, Avrupa Kupalarından iki kere elenmeyi başararak(!) taraftarlarını son anda kaçan şampiyonluğun ötesinde, yine kahrediyordu.
Lig maçları da start almış ve kötü sinyaller gelmeye başlamıştı. Büyük bir mücadeleden sonra 3-2 kaybedilen Trabzonspor maçı gibi...
Her şey birbirine eklenerek tabloyu karartıyordu. Aykut Kocaman’ın yine Trabzon’a karşı Alex’i yedek soyundurması ve maçın kaybedilmesi, sıkıntılı günlerin habercisiydi. Fenerbahçe kazanı su kaynatmaya başlamıştı…
Devamı Yarın…
Fenerbahçe’nin bu sene aldığı şampiyonluğun kutlama coşkusunu izleyenlerin kimi şaşırabilir, kimi abartılı bulabilir, kimi bu kervana ayrı heyecan seline kapılarak katılabilir. Ama ortada tek bir gerçek var: Bu coşku, 2006 ve 2010 travmaları hatırlanmadan anlaşılamaz. Fenerbahçe kadar candan ve ödünsüz bir sevgiye sahip seyirci kitlesi olan takım dünyada zor bulunur. İşte o büyük aşkın sahipleri geçen beş yılda iki kez “düğün masası”ndan imzalar atılmadan kalktıkları için, işin yine son maça kaldığı bu yıl aynı stres devrede olunca, imzaların son anda yerini bulmasıyla bulutlara yükselmesini hiçbir dünyevi güç engelleyemez.
Kim ne derse desin hak edilerek alınmış ak süt gibi helal bir şampiyonluk bu. Zaten kem gözlerin iddia ettiği manevraları yapan bir takım olsaydı Fenerbahçe, Denizli ve Trabzon maçlarında da galibiyete ulaşacak bir formül arar ve bulurdu! Ama Sarı Lacivertliler bunu hiçbir zaman yapmadılar. Atılan her gol hakkında, meclis önergesi verircesine “araştırılsın” diyen yönetici mantığı iflas etmiştir. Trabzon’un çok başarılı bir mücadele verdiğini kabul edip, hemen ardından soruyorum: Kendi takımınızı da tebrik etmeniz normal. İyi de bunun için illa bizim takımı lekelemeniz mi lazım? Bu nasıl bir mantıktır? Geçen yıl Fenerbahçe şampiyonluğu 1-1’lik Trabzon beraberliği ile kaçırınca, Bursa’ya çamur atıp o şampiyonluğu gölgelemeye mi çalıştı? O sevinen insanlara çamur mu attı? Yoksa içine kapanıp, kaderine razı olup ileriye mi baktı? Sevgili Trabzonlu kardeşlerimizden de aradan 48 saat geçtikten sonra artık bu olgunluğu beklemek lazım. Yoksa bunun her zamanki gibi çok büyük zararları olacak ve bu ne Trabzon’a ne de ülkemiz futbol ortamına yakışacak.
O Trabzon ki, geçen yıl iki maçta, Fenerbahçe’nin çifte kupasını engellemişti: Kupa finalinde yenerek, ligin son maçında çelme atarak... Sarı Lacivertli camia bu maçlardan sonra, Trabzon’la ne bir husumet, ne de bir kan davası başlattı. Doğrusu da buydu…
Ne demiştik en başında? Bu yılın şampiyonluğunu anlamak için önce bu travmaları analiz etmek lazım. Denizli maçında, 2006 finalinde sahaya çıkan o ürkek takım, sanki ilk defa beraber oynayan futbolcular, Beşiktaş’la uzun haftalar önce anlaşmış Nobre’nin o maçta santrafor oynatılması, Anelka ve Semih gibi isimlere 11’de yer verilmemesi, direkler, kaçan goller, 17 dakika uzatmalar... Ve böylece Fenerbahçe’nin yine gerçekleştiremediği “3 defa üst üste şampiyonluk”…
Ardından Zico Aragones’ten sonra hiç beklenilmedik şekilde başlayan 2. Daum dönemi ve Trabzon’la Kadıköy’de yaşanan felaket. Sarı Lacivertliler forveti Guiza’ya teslim etmiş, bu sefer de Gökhan Ünal ve Semih yine yedek… “Top bir türlü girmedi” deniyordu… İyi de sen bu kadar kötü seçimler yaparsan, tabii ki girmez! Sonra Burak’ın orta diye yaptığı vuruş tesadüfen gol olunca pestilin çıkar!
Daha fazlasını anlatmaya dilim varmıyor! Yanlış anons travmaları, kürtajla alınan sahte ve trajikomik timsah yürüyüşleri, yarım kalan turlar, ateşe verilen koltuklar, gözyaşları ve hüzün dolu, acı yüklü sahneler… Buna yürek dayanmazdı. Başa gelen çekilirdi ve insanoğlu her duruma alışır diye bir söz vardı…
Aykut Kocaman, sportif direktörlükten teknik direktörlüğe, işte bu travmaların açık yaraları hala kanarken getirildi.
Sarı Lacivertliler’in unutulmaz santraforu, ki iddia ediyorum, 1965’ten bu yana o çapta bir santraforumuz olmamıştır, taraftarların büyük sevgisi, Türkiye’nin en centilmen futbolcusu şimdi bu kazan gibi fokurdayan lav üreten ortamın başına getirilmişti. Daum’la yolların ayrılması kolay olmadı. Pazarlıklarda direndi Alman Hoca, işler tıkandı kaldı. Sonra o bıkıp önüne yüklü bir çuval konunca, tası tarağı topladı ve “Auf Wiedersehen” dedi.
Fenerbahçe, altı futbolcusuyla da yolları ayırdı. Volkan Babacan, Önder Turacı, Ali Bilgin, Gökçek Vederson, Deniz Barış isimlerinin sevenleri olsa da, bu kopmalar taraftarı çok üzmedi. Belki bir tek 2007’de İzmir’de şampiyonluk golünü atan, ayrıca Galatasaray’ın da belalılarından olan Deivid’in gidişi biraz burukluk yarattı, hepsi bu.
Öte yandan 6 futbolcu transfer etti Sarı Lacivertli yöneticiler. CSKA Moskova’dan alınan Caner Erkin, eski Cimbomluydu; bunun ötesinde, Chelsea’nin Twente’ye kiralık verdiği Miroslav Stoch’un peşinde de Galata Saraylılar uzun zamandır koşuyorlardı. Uzun lafın kısası, özellikle Stoch transferi ezeli rakibe bir son dakika golüydü. İlhan Eker ve Serkan Kırıntılı, Ankara takımlarından gelmişlerdi. Sonra da Fenerbahçe flaş transfer haklarını Fransa üstünden kullandı. Mamadon Niang, Marsilya kentini üzüntülere boğarak Kanarya’ya imza atarken, Issian Dia da Nancy’den gelerek forvette Afrika hızını perçinleyen isim oldu. Everton’dan kiralanan Yabo ile birlikte Fenerbahçe, içinde artık Brezilyalılar dışında Siyah Kıta’yı da temsil eden yeni bir çehre kazanmıştı.
Yeni Fenerbahçe yeni hocasıyla Almanya kampında şekillenmeye başladı. Zaten aynen Türk Milli Takımı gibi hazırlık maçlarını sevmeyen Fenerbahçeliler A2 Alkmaar’a 2-0, Köln’e 5-2 yenildiler. Genk’e karşı alınan 3-0’luk galibiyet dekoratif kalsa da, 21 Temmuz’da Muenchengladbach’ta Galatasaray’a karşı Santos’un golüyle gelen zafer, yılın ilk gerçek sevinciydi. Ardından Sarı Lacivertliler, Sivas’ta, Batman’da ve Antalya’da Samsunspor’la maçlar yaparak, biraz da Anadolu’nun gönlünü fethetmek istediler. Ardından işler ciddileşti, sıra, Avrupa maçlarına gelmişti.
Trabzon maçı travmasıyla kaçan şampiyonluk, hepsinden kötüsü, Şampiyonlar Ligi’nin biletini direkt iptal etmişti. Şimdi İsviçre’nin Young Boys takımıyla yapılacak ön eleme maçı, bu dikenli cennet yolunun ilk adımıydı.
Sarı Lacivertliler’in o günkü kadrosunda Bekir, Bilica, Önder, Kazım, Gökhan Ünal gibi farklı isimler vardı. Emre ve Stoch’un golleriyle deplasmanda iki kere öne geçen Kanarya , son dakikalarda hakemin verdiği cömert penaltı ile 2-2 berabere kaldı. Bu maçın en kalıcı hasarlarından biri ise, aynı hakemin verdiği tamamen abartılı iki sarı kartla oyun dışı kalan Kazım’ın durumuydu. Bu haksız şekilde atılma, beş aylığına Kazım’ı aforoz edilme noktasına taşıyacaktı. Sebep ise belliydi: Elbet kaçan galibiyet birilerine fatura edilmeliydi!
Maçın İstanbul’daki rövanşında ilk yarıda Benvenue’nün dar açıdan attığı şok golle 1-0 geriye düşen Fenerbahçe’de Aykut Kocaman 2. yarıda ilginç bir şekilde Alex’i sahadan çıkarıyordu. Alex-Semih ikilisinin yer almadığı takımı son sekiz dakikalık oyunuyla “nöbetçi golcü” de kurtaramayınca tur hüsrana dönüşmüştü.
Ama bu sefer “Avrupa Ligi” umudu vardı. Ne de olsa, bu lige kalmak da, Sarı Lacivertli seyircilere ciddi bir teselli getirebilirdi.
Yunanistan’daki ilk maçta, PAOK seyircileri akıl almaz taşkınlıklar yapmış ve Sarı Lacivertli camia buna büyük tepki göstermişti. O maçı güzel bir vole golüyle 1-0 alan PAOK, İstanbul’da Emre’nin mükemmel golüyle maçı 1-0 kaybedince, iş uzatmalara gitti. Sonra da acı son geldi… 102 dakikada Müslimov beraberlik golünü atınca, işin rengi belli oldu. Fenerbahçe, bir aydan kısa bir zamanda, Avrupa Kupalarından iki kere elenmeyi başararak(!) taraftarlarını son anda kaçan şampiyonluğun ötesinde, yine kahrediyordu.
Lig maçları da start almış ve kötü sinyaller gelmeye başlamıştı. Büyük bir mücadeleden sonra 3-2 kaybedilen Trabzonspor maçı gibi...
Her şey birbirine eklenerek tabloyu karartıyordu. Aykut Kocaman’ın yine Trabzon’a karşı Alex’i yedek soyundurması ve maçın kaybedilmesi, sıkıntılı günlerin habercisiydi. Fenerbahçe kazanı su kaynatmaya başlamıştı…
Devamı Yarın…
UNUTULMAZ ŞAMPİYONLUĞUN ÖYKÜSÜ (1)
Bundan Daha Kötü Başlangıç Olabilir mi? / Bedri Baykam / Fotogol
Fenerbahçe’nin bu sene aldığı şampiyonluğun kutlama coşkusunu izleyenlerin kimi şaşırabilir, kimi abartılı bulabilir, kimi bu kervana ayrı heyecan seline kapılarak katılabilir. Ama ortada tek bir gerçek var: Bu coşku, 2006 ve 2010 travmaları hatırlanmadan anlaşılamaz. Fenerbahçe kadar candan ve ödünsüz bir sevgiye sahip seyirci kitlesi olan takım dünyada zor bulunur. İşte o büyük aşkın sahipleri geçen beş yılda iki kez “düğün masası”ndan imzalar atılmadan kalktıkları için, işin yine son maça kaldığı bu yıl aynı stres devrede olunca, imzaların son anda yerini bulmasıyla bulutlara yükselmesini hiçbir dünyevi güç engelleyemez.
Kim ne derse desin hak edilerek alınmış ak süt gibi helal bir şampiyonluk bu. Zaten kem gözlerin iddia ettiği manevraları yapan bir takım olsaydı Fenerbahçe, Denizli ve Trabzon maçlarında da galibiyete ulaşacak bir formül arar ve bulurdu! Ama Sarı Lacivertliler bunu hiçbir zaman yapmadılar. Atılan her gol hakkında, meclis önergesi verircesine “araştırılsın” diyen yönetici mantığı iflas etmiştir. Trabzon’un çok başarılı bir mücadele verdiğini kabul edip, hemen ardından soruyorum: Kendi takımınızı da tebrik etmeniz normal. İyi de bunun için illa bizim takımı lekelemeniz mi lazım? Bu nasıl bir mantıktır? Geçen yıl Fenerbahçe şampiyonluğu 1-1’lik Trabzon beraberliği ile kaçırınca, Bursa’ya çamur atıp o şampiyonluğu gölgelemeye mi çalıştı? O sevinen insanlara çamur mu attı? Yoksa içine kapanıp, kaderine razı olup ileriye mi baktı? Sevgili Trabzonlu kardeşlerimizden de aradan 48 saat geçtikten sonra artık bu olgunluğu beklemek lazım. Yoksa bunun her zamanki gibi çok büyük zararları olacak ve bu ne Trabzon’a ne de ülkemiz futbol ortamına yakışacak.
O Trabzon ki, geçen yıl iki maçta, Fenerbahçe’nin çifte kupasını engellemişti: Kupa finalinde yenerek, ligin son maçında çelme atarak... Sarı Lacivertli camia bu maçlardan sonra, Trabzon’la ne bir husumet, ne de bir kan davası başlattı. Doğrusu da buydu…
Ne demiştik en başında? Bu yılın şampiyonluğunu anlamak için önce bu travmaları analiz etmek lazım. Denizli maçında, 2006 finalinde sahaya çıkan o ürkek takım, sanki ilk defa beraber oynayan futbolcular, Beşiktaş’la uzun haftalar önce anlaşmış Nobre’nin o maçta santrafor oynatılması, Anelka ve Semih gibi isimlere 11’de yer verilmemesi, direkler, kaçan goller, 17 dakika uzatmalar... Ve böylece Fenerbahçe’nin yine gerçekleştiremediği “3 defa üst üste şampiyonluk”…
Ardından Zico Aragones’ten sonra hiç beklenilmedik şekilde başlayan 2. Daum dönemi ve Trabzon’la Kadıköy’de yaşanan felaket. Sarı Lacivertliler forveti Guiza’ya teslim etmiş, bu sefer de Gökhan Ünal ve Semih yine yedek… “Top bir türlü girmedi” deniyordu… İyi de sen bu kadar kötü seçimler yaparsan, tabii ki girmez! Sonra Burak’ın orta diye yaptığı vuruş tesadüfen gol olunca pestilin çıkar!
Daha fazlasını anlatmaya dilim varmıyor! Yanlış anons travmaları, kürtajla alınan sahte ve trajikomik timsah yürüyüşleri, yarım kalan turlar, ateşe verilen koltuklar, gözyaşları ve hüzün dolu, acı yüklü sahneler… Buna yürek dayanmazdı. Başa gelen çekilirdi ve insanoğlu her duruma alışır diye bir söz vardı…
Aykut Kocaman, sportif direktörlükten teknik direktörlüğe, işte bu travmaların açık yaraları hala kanarken getirildi.
Sarı Lacivertliler’in unutulmaz santraforu, ki iddia ediyorum, 1965’ten bu yana o çapta bir santraforumuz olmamıştır, taraftarların büyük sevgisi, Türkiye’nin en centilmen futbolcusu şimdi bu kazan gibi fokurdayan lav üreten ortamın başına getirilmişti. Daum’la yolların ayrılması kolay olmadı. Pazarlıklarda direndi Alman Hoca, işler tıkandı kaldı. Sonra o bıkıp önüne yüklü bir çuval konunca, tası tarağı topladı ve “Auf Wiedersehen” dedi.
Fenerbahçe, altı futbolcusuyla da yolları ayırdı. Volkan Babacan, Önder Turacı, Ali Bilgin, Gökçek Vederson, Deniz Barış isimlerinin sevenleri olsa da, bu kopmalar taraftarı çok üzmedi. Belki bir tek 2007’de İzmir’de şampiyonluk golünü atan, ayrıca Galatasaray’ın da belalılarından olan Deivid’in gidişi biraz burukluk yarattı, hepsi bu.
Öte yandan 6 futbolcu transfer etti Sarı Lacivertli yöneticiler. CSKA Moskova’dan alınan Caner Erkin, eski Cimbomluydu; bunun ötesinde, Chelsea’nin Twente’ye kiralık verdiği Miroslav Stoch’un peşinde de Galata Saraylılar uzun zamandır koşuyorlardı. Uzun lafın kısası, özellikle Stoch transferi ezeli rakibe bir son dakika golüydü. İlhan Eker ve Serkan Kırıntılı, Ankara takımlarından gelmişlerdi. Sonra da Fenerbahçe flaş transfer haklarını Fransa üstünden kullandı. Mamadon Niang, Marsilya kentini üzüntülere boğarak Kanarya’ya imza atarken, Issian Dia da Nancy’den gelerek forvette Afrika hızını perçinleyen isim oldu. Everton’dan kiralanan Yabo ile birlikte Fenerbahçe, içinde artık Brezilyalılar dışında Siyah Kıta’yı da temsil eden yeni bir çehre kazanmıştı.
Yeni Fenerbahçe yeni hocasıyla Almanya kampında şekillenmeye başladı. Zaten aynen Türk Milli Takımı gibi hazırlık maçlarını sevmeyen Fenerbahçeliler A2 Alkmaar’a 2-0, Köln’e 5-2 yenildiler. Genk’e karşı alınan 3-0’luk galibiyet dekoratif kalsa da, 21 Temmuz’da Muenchengladbach’ta Galatasaray’a karşı Santos’un golüyle gelen zafer, yılın ilk gerçek sevinciydi. Ardından Sarı Lacivertliler, Sivas’ta, Batman’da ve Antalya’da Samsunspor’la maçlar yaparak, biraz da Anadolu’nun gönlünü fethetmek istediler. Ardından işler ciddileşti, sıra, Avrupa maçlarına gelmişti.
Trabzon maçı travmasıyla kaçan şampiyonluk, hepsinden kötüsü, Şampiyonlar Ligi’nin biletini direkt iptal etmişti. Şimdi İsviçre’nin Young Boys takımıyla yapılacak ön eleme maçı, bu dikenli cennet yolunun ilk adımıydı.
Sarı Lacivertliler’in o günkü kadrosunda Bekir, Bilica, Önder, Kazım, Gökhan Ünal gibi farklı isimler vardı. Emre ve Stoch’un golleriyle deplasmanda iki kere öne geçen Kanarya , son dakikalarda hakemin verdiği cömert penaltı ile 2-2 berabere kaldı. Bu maçın en kalıcı hasarlarından biri ise, aynı hakemin verdiği tamamen abartılı iki sarı kartla oyun dışı kalan Kazım’ın durumuydu. Bu haksız şekilde atılma, beş aylığına Kazım’ı aforoz edilme noktasına taşıyacaktı. Sebep ise belliydi: Elbet kaçan galibiyet birilerine fatura edilmeliydi!
Maçın İstanbul’daki rövanşında ilk yarıda Benvenue’nün dar açıdan attığı şok golle 1-0 geriye düşen Fenerbahçe’de Aykut Kocaman 2. yarıda ilginç bir şekilde Alex’i sahadan çıkarıyordu. Alex-Semih ikilisinin yer almadığı takımı son sekiz dakikalık oyunuyla “nöbetçi golcü” de kurtaramayınca tur hüsrana dönüşmüştü.
Ama bu sefer “Avrupa Ligi” umudu vardı. Ne de olsa, bu lige kalmak da, Sarı Lacivertli seyircilere ciddi bir teselli getirebilirdi.
Yunanistan’daki ilk maçta, PAOK seyircileri akıl almaz taşkınlıklar yapmış ve Sarı Lacivertli camia buna büyük tepki göstermişti. O maçı güzel bir vole golüyle 1-0 alan PAOK, İstanbul’da Emre’nin mükemmel golüyle maçı 1-0 kaybedince, iş uzatmalara gitti. Sonra da acı son geldi… 102 dakikada Müslimov beraberlik golünü atınca, işin rengi belli oldu. Fenerbahçe, bir aydan kısa bir zamanda, Avrupa Kupalarından iki kere elenmeyi başararak(!) taraftarlarını son anda kaçan şampiyonluğun ötesinde, yine kahrediyordu.
Lig maçları da start almış ve kötü sinyaller gelmeye başlamıştı. Büyük bir mücadeleden sonra 3-2 kaybedilen Trabzonspor maçı gibi...
Her şey birbirine eklenerek tabloyu karartıyordu. Aykut Kocaman’ın yine Trabzon’a karşı Alex’i yedek soyundurması ve maçın kaybedilmesi, sıkıntılı günlerin habercisiydi. Fenerbahçe kazanı su kaynatmaya başlamıştı…
Devamı Yarın…
Fenerbahçe’nin bu sene aldığı şampiyonluğun kutlama coşkusunu izleyenlerin kimi şaşırabilir, kimi abartılı bulabilir, kimi bu kervana ayrı heyecan seline kapılarak katılabilir. Ama ortada tek bir gerçek var: Bu coşku, 2006 ve 2010 travmaları hatırlanmadan anlaşılamaz. Fenerbahçe kadar candan ve ödünsüz bir sevgiye sahip seyirci kitlesi olan takım dünyada zor bulunur. İşte o büyük aşkın sahipleri geçen beş yılda iki kez “düğün masası”ndan imzalar atılmadan kalktıkları için, işin yine son maça kaldığı bu yıl aynı stres devrede olunca, imzaların son anda yerini bulmasıyla bulutlara yükselmesini hiçbir dünyevi güç engelleyemez.
Kim ne derse desin hak edilerek alınmış ak süt gibi helal bir şampiyonluk bu. Zaten kem gözlerin iddia ettiği manevraları yapan bir takım olsaydı Fenerbahçe, Denizli ve Trabzon maçlarında da galibiyete ulaşacak bir formül arar ve bulurdu! Ama Sarı Lacivertliler bunu hiçbir zaman yapmadılar. Atılan her gol hakkında, meclis önergesi verircesine “araştırılsın” diyen yönetici mantığı iflas etmiştir. Trabzon’un çok başarılı bir mücadele verdiğini kabul edip, hemen ardından soruyorum: Kendi takımınızı da tebrik etmeniz normal. İyi de bunun için illa bizim takımı lekelemeniz mi lazım? Bu nasıl bir mantıktır? Geçen yıl Fenerbahçe şampiyonluğu 1-1’lik Trabzon beraberliği ile kaçırınca, Bursa’ya çamur atıp o şampiyonluğu gölgelemeye mi çalıştı? O sevinen insanlara çamur mu attı? Yoksa içine kapanıp, kaderine razı olup ileriye mi baktı? Sevgili Trabzonlu kardeşlerimizden de aradan 48 saat geçtikten sonra artık bu olgunluğu beklemek lazım. Yoksa bunun her zamanki gibi çok büyük zararları olacak ve bu ne Trabzon’a ne de ülkemiz futbol ortamına yakışacak.
O Trabzon ki, geçen yıl iki maçta, Fenerbahçe’nin çifte kupasını engellemişti: Kupa finalinde yenerek, ligin son maçında çelme atarak... Sarı Lacivertli camia bu maçlardan sonra, Trabzon’la ne bir husumet, ne de bir kan davası başlattı. Doğrusu da buydu…
Ne demiştik en başında? Bu yılın şampiyonluğunu anlamak için önce bu travmaları analiz etmek lazım. Denizli maçında, 2006 finalinde sahaya çıkan o ürkek takım, sanki ilk defa beraber oynayan futbolcular, Beşiktaş’la uzun haftalar önce anlaşmış Nobre’nin o maçta santrafor oynatılması, Anelka ve Semih gibi isimlere 11’de yer verilmemesi, direkler, kaçan goller, 17 dakika uzatmalar... Ve böylece Fenerbahçe’nin yine gerçekleştiremediği “3 defa üst üste şampiyonluk”…
Ardından Zico Aragones’ten sonra hiç beklenilmedik şekilde başlayan 2. Daum dönemi ve Trabzon’la Kadıköy’de yaşanan felaket. Sarı Lacivertliler forveti Guiza’ya teslim etmiş, bu sefer de Gökhan Ünal ve Semih yine yedek… “Top bir türlü girmedi” deniyordu… İyi de sen bu kadar kötü seçimler yaparsan, tabii ki girmez! Sonra Burak’ın orta diye yaptığı vuruş tesadüfen gol olunca pestilin çıkar!
Daha fazlasını anlatmaya dilim varmıyor! Yanlış anons travmaları, kürtajla alınan sahte ve trajikomik timsah yürüyüşleri, yarım kalan turlar, ateşe verilen koltuklar, gözyaşları ve hüzün dolu, acı yüklü sahneler… Buna yürek dayanmazdı. Başa gelen çekilirdi ve insanoğlu her duruma alışır diye bir söz vardı…
Aykut Kocaman, sportif direktörlükten teknik direktörlüğe, işte bu travmaların açık yaraları hala kanarken getirildi.
Sarı Lacivertliler’in unutulmaz santraforu, ki iddia ediyorum, 1965’ten bu yana o çapta bir santraforumuz olmamıştır, taraftarların büyük sevgisi, Türkiye’nin en centilmen futbolcusu şimdi bu kazan gibi fokurdayan lav üreten ortamın başına getirilmişti. Daum’la yolların ayrılması kolay olmadı. Pazarlıklarda direndi Alman Hoca, işler tıkandı kaldı. Sonra o bıkıp önüne yüklü bir çuval konunca, tası tarağı topladı ve “Auf Wiedersehen” dedi.
Fenerbahçe, altı futbolcusuyla da yolları ayırdı. Volkan Babacan, Önder Turacı, Ali Bilgin, Gökçek Vederson, Deniz Barış isimlerinin sevenleri olsa da, bu kopmalar taraftarı çok üzmedi. Belki bir tek 2007’de İzmir’de şampiyonluk golünü atan, ayrıca Galatasaray’ın da belalılarından olan Deivid’in gidişi biraz burukluk yarattı, hepsi bu.
Öte yandan 6 futbolcu transfer etti Sarı Lacivertli yöneticiler. CSKA Moskova’dan alınan Caner Erkin, eski Cimbomluydu; bunun ötesinde, Chelsea’nin Twente’ye kiralık verdiği Miroslav Stoch’un peşinde de Galata Saraylılar uzun zamandır koşuyorlardı. Uzun lafın kısası, özellikle Stoch transferi ezeli rakibe bir son dakika golüydü. İlhan Eker ve Serkan Kırıntılı, Ankara takımlarından gelmişlerdi. Sonra da Fenerbahçe flaş transfer haklarını Fransa üstünden kullandı. Mamadon Niang, Marsilya kentini üzüntülere boğarak Kanarya’ya imza atarken, Issian Dia da Nancy’den gelerek forvette Afrika hızını perçinleyen isim oldu. Everton’dan kiralanan Yabo ile birlikte Fenerbahçe, içinde artık Brezilyalılar dışında Siyah Kıta’yı da temsil eden yeni bir çehre kazanmıştı.
Yeni Fenerbahçe yeni hocasıyla Almanya kampında şekillenmeye başladı. Zaten aynen Türk Milli Takımı gibi hazırlık maçlarını sevmeyen Fenerbahçeliler A2 Alkmaar’a 2-0, Köln’e 5-2 yenildiler. Genk’e karşı alınan 3-0’luk galibiyet dekoratif kalsa da, 21 Temmuz’da Muenchengladbach’ta Galatasaray’a karşı Santos’un golüyle gelen zafer, yılın ilk gerçek sevinciydi. Ardından Sarı Lacivertliler, Sivas’ta, Batman’da ve Antalya’da Samsunspor’la maçlar yaparak, biraz da Anadolu’nun gönlünü fethetmek istediler. Ardından işler ciddileşti, sıra, Avrupa maçlarına gelmişti.
Trabzon maçı travmasıyla kaçan şampiyonluk, hepsinden kötüsü, Şampiyonlar Ligi’nin biletini direkt iptal etmişti. Şimdi İsviçre’nin Young Boys takımıyla yapılacak ön eleme maçı, bu dikenli cennet yolunun ilk adımıydı.
Sarı Lacivertliler’in o günkü kadrosunda Bekir, Bilica, Önder, Kazım, Gökhan Ünal gibi farklı isimler vardı. Emre ve Stoch’un golleriyle deplasmanda iki kere öne geçen Kanarya , son dakikalarda hakemin verdiği cömert penaltı ile 2-2 berabere kaldı. Bu maçın en kalıcı hasarlarından biri ise, aynı hakemin verdiği tamamen abartılı iki sarı kartla oyun dışı kalan Kazım’ın durumuydu. Bu haksız şekilde atılma, beş aylığına Kazım’ı aforoz edilme noktasına taşıyacaktı. Sebep ise belliydi: Elbet kaçan galibiyet birilerine fatura edilmeliydi!
Maçın İstanbul’daki rövanşında ilk yarıda Benvenue’nün dar açıdan attığı şok golle 1-0 geriye düşen Fenerbahçe’de Aykut Kocaman 2. yarıda ilginç bir şekilde Alex’i sahadan çıkarıyordu. Alex-Semih ikilisinin yer almadığı takımı son sekiz dakikalık oyunuyla “nöbetçi golcü” de kurtaramayınca tur hüsrana dönüşmüştü.
Ama bu sefer “Avrupa Ligi” umudu vardı. Ne de olsa, bu lige kalmak da, Sarı Lacivertli seyircilere ciddi bir teselli getirebilirdi.
Yunanistan’daki ilk maçta, PAOK seyircileri akıl almaz taşkınlıklar yapmış ve Sarı Lacivertli camia buna büyük tepki göstermişti. O maçı güzel bir vole golüyle 1-0 alan PAOK, İstanbul’da Emre’nin mükemmel golüyle maçı 1-0 kaybedince, iş uzatmalara gitti. Sonra da acı son geldi… 102 dakikada Müslimov beraberlik golünü atınca, işin rengi belli oldu. Fenerbahçe, bir aydan kısa bir zamanda, Avrupa Kupalarından iki kere elenmeyi başararak(!) taraftarlarını son anda kaçan şampiyonluğun ötesinde, yine kahrediyordu.
Lig maçları da start almış ve kötü sinyaller gelmeye başlamıştı. Büyük bir mücadeleden sonra 3-2 kaybedilen Trabzonspor maçı gibi...
Her şey birbirine eklenerek tabloyu karartıyordu. Aykut Kocaman’ın yine Trabzon’a karşı Alex’i yedek soyundurması ve maçın kaybedilmesi, sıkıntılı günlerin habercisiydi. Fenerbahçe kazanı su kaynatmaya başlamıştı…
Devamı Yarın…
26 Mayıs 2011 Perşembe
BIR TENISCININ PORTRESI..
Roland Garros'ta 2. turda Ispanyol Guillermo garcia Lopez e 5 sette yenilen Marsel Ilhan la mactan 24 saat sonra Antrenoru can Uner le beraber gorustum. Bir gun once maglubiyetin ardindan 15 saniye icinde kortu terkedip giden Marsel gitmis, yerine daha sakin ve bu macin getirdigi tecrubeyi hazmetmeye valisan bir genc adam gelmisti. Yanlarinda arkadasi ve sparring partneri Erhan Oral, ve kiz arkadasi Ksenia da vardi.
Garcia-Lopez, su anda dunya 33. cusu ve bu yil subat ayinda 23. culuge kadar cikmis.Gecen yil bangkok turnuasini kazanirken yari finalde Rafael Nadal' i yenebilmis bir oyuncu! Yani Ilhan'in ona karsi aldigi skor az basari degil. Son sette kendi servislerini ortalama 40-15 le kazanan Ilhan, sayet 6 servis kirma topundan birini degerlendirebilse, buyuk ihtimalle bu maci kendi servisiyle kazanacak, belki son 16 nin yolunu acabilecekti. Can Uner "kritik noktalarda cok iyi servis atti, zaten tecrube farki o ince noktalarda oynadi" diyor o sanssiz anlar icin...
Benim o macla ilgili yorumum ise su: turk tenis tarihi o maci seyretti sanki dun. Evet Marsel Ozbekistanda dogdu, Turkiye de degil. Ama tenisini neredeyse en basindan Turkiye de bir Turk kulupte, turk hocalarla gelistirdi ve bu turk tenisinin basarisi. Marsel artik bu turnuadan sonra, kiminle oynarsa oynasin, herkesi yenebilecegini ve baska bir seviyeye tirmandigini gosterdi. Gercekten buyuk bir hayran kitlesini 2 kritik mac yaptigi 17 numarali kortta kendisine cekerken kendini asti ve genc turk teniscilere de "biz de bu isi yapabiliriz" ozguveni verdi... Biraz daha az sinirlense, rakibinin servisinde 0-40 ta ust uste 3 servis kirma topundan birini kullanabilse, belki bu turnuanin flas ismi haline gelip ceyrek finali zorlayacakti. Ama bu Haas galibiyeti, eleme turlari ve Lopez maglubiyetinden sirf yasadigi tecrubeleri aktifine katarsa, onunde uzun bir kariyer ve yuzlerce turnua var. Marsel bu gidisle dunyada ilk 50 ye bir yil icinde yerlesebilir derken emin olun mutevazi bir hedef koyuuorum onun kapasitelerini dusundugumde. Simdi hedefinde Ingiltere cim kortlari ve Wimbledon elemeleri var... Yolun acik olsun Marsel. Hic tanismadigin Nazmi Bari ve Fehmi Kizil in ve tum Turkiye nin gozleri uzerinde!
Garcia-Lopez, su anda dunya 33. cusu ve bu yil subat ayinda 23. culuge kadar cikmis.Gecen yil bangkok turnuasini kazanirken yari finalde Rafael Nadal' i yenebilmis bir oyuncu! Yani Ilhan'in ona karsi aldigi skor az basari degil. Son sette kendi servislerini ortalama 40-15 le kazanan Ilhan, sayet 6 servis kirma topundan birini degerlendirebilse, buyuk ihtimalle bu maci kendi servisiyle kazanacak, belki son 16 nin yolunu acabilecekti. Can Uner "kritik noktalarda cok iyi servis atti, zaten tecrube farki o ince noktalarda oynadi" diyor o sanssiz anlar icin...
Benim o macla ilgili yorumum ise su: turk tenis tarihi o maci seyretti sanki dun. Evet Marsel Ozbekistanda dogdu, Turkiye de degil. Ama tenisini neredeyse en basindan Turkiye de bir Turk kulupte, turk hocalarla gelistirdi ve bu turk tenisinin basarisi. Marsel artik bu turnuadan sonra, kiminle oynarsa oynasin, herkesi yenebilecegini ve baska bir seviyeye tirmandigini gosterdi. Gercekten buyuk bir hayran kitlesini 2 kritik mac yaptigi 17 numarali kortta kendisine cekerken kendini asti ve genc turk teniscilere de "biz de bu isi yapabiliriz" ozguveni verdi... Biraz daha az sinirlense, rakibinin servisinde 0-40 ta ust uste 3 servis kirma topundan birini kullanabilse, belki bu turnuanin flas ismi haline gelip ceyrek finali zorlayacakti. Ama bu Haas galibiyeti, eleme turlari ve Lopez maglubiyetinden sirf yasadigi tecrubeleri aktifine katarsa, onunde uzun bir kariyer ve yuzlerce turnua var. Marsel bu gidisle dunyada ilk 50 ye bir yil icinde yerlesebilir derken emin olun mutevazi bir hedef koyuuorum onun kapasitelerini dusundugumde. Simdi hedefinde Ingiltere cim kortlari ve Wimbledon elemeleri var... Yolun acik olsun Marsel. Hic tanismadigin Nazmi Bari ve Fehmi Kizil in ve tum Turkiye nin gozleri uzerinde!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)