Sonra kendime dedim ki, “Bugün yine illa o meşhur otomatik gündemi yazma”. Bu gazeteleri eline alanlar, biz yazarların sürekli olarak gündem hakkında ne düşündüğümüzü öğrenmek istiyorlar. O gündem nereden mi geliyor? Sessiz virüs Corona’dan, toprağın 1000 kat dibinde öksürdüğü zaman her şeyi yerle bir eden deprem zaliminden, kadın katillerinden, bir siyasinin attığı tweet veya fırlattığı bir kitapçıktan, dilinin kemiği olmayan provokatif bir dinciden veya Cumhurbaşkanı’nın herhangi bir konuşmasından. Biz, yıllardır yazılarımızın %85-90’ında o gündemi, hem de ne diyebileceğimiz bazen çok malum konular etrafında (mesela “kadına şiddet”) yorumlayan veya ender olarak hiç bilmediğiniz sivri köşelerini ekleyen insanlarız. İnanın bazen oldukça sıkıcı olabilecek durumlar yaşıyoruz. Sonuçta o gündem de çiklet gibi çiğnenip kendini tüketiyor; kokusu hızla geçiyor. O katıldığımız siyasi ekran tartışmaları için de her televizyoncu boynunda ilmikle yaşatan rating kavgaları nedeniyle en taze konuyu arıyorlar. Biz ise, sanki tüm geçmişi, bugünü ve geleceği bilmek durumunda olma baskısı ile atılıyoruz o kazana. Arşiv, güncel bellek ve referansiyel refleksleri harmanlama mecburiyeti ile... Hem de herkes “sansür ve otosansür” gerçeği ile o tartışma meydanına çıktığına inanmasa da, bunu itiraf edemese de!
Son aylarda tekrar gündeme getirdiğim “Demokratik Dijital Devrim” tüzük taslağının ulvi gördüğüm bir hedefi var: Oyunun kurallarına müdahale edip seçen ve seçilenin tüm haklarını kendi ellerinde tuttukları, başka kimseyi suçlayamadıkları dürüst bir siyaset ortamı. Umarım SİZİN de katkılarınızla bir gün gerçekleşir, kim bilir?
VAR VARSA, FUTBOL BAR-BAR!
Bazen spor, siyaset gündeminin önüne geçiyor da “biraz keyif alabiliyoruz” diyeceğiz ama... orada da işler artık bulanık, çünkü artık VAR diye bir teknolojik hakem masası var önümüzde. Bunun sonucu ise koca bir felaket! İster görüntü talep eden hakemlerin suçu deyin, ister o görüntüleri imal eden operatörlerin suçu deyin, artık spor, spor olarak kalmaya devam ediyor mu bilmiyorum ama futbol kesinlikle artık futbol değil. Eskiden bir golü alkışlamadan önce hakem santrayı gösteriyor mu diye bakma refleksimiz olurdu. Şimdi acaba hangi takımı tutan ve milyonları ağlatmayı kafasına koymuş hangi teknolojik operatör veya VAR hakemi, 30 milyonluk bir camianın gözünün içine bakarak, alay eder gibi, atılan bir golü iptal edecek veya uyduruk bir penaltı çalacak diye bekliyor herkes! Belki yolsuzluk değil, ego tatmini! 22 yıl önce VAR’dan ilk söz eden kişi olarak ekliyorum: Yakında her şeyi bilgisayar yapacak, insan hatalarından kurtulacağız!
Bir de yaşamımıza sinsice girenler var: Diziler! Bazı hikayeler bizleri ister en saf merak odağımızdan, ister nostaljik bir kokudan, ister güzel bir genç oyuncunun gözlerinden yakalıyor ve sanki izlediğimiz gerçek bir dava, gerçek bir kayıp çocuk, gerçek bir aşk serüveni oluveriyor. Onlar da beynimizin davetsiz misafirleri oluveriyor. Milyonlarca “her yaştan genç”, Hande Erçel veya Alina Boz’la, Kerem Bürsin veya Mert Fırat’la kavramsal flörtler yaşarken buluyorlar kendilerini…
ZAMAN KAYMALARI
Bakın yirmili yaşlarımızda, zamanı ve “ileride” yaşayabileceklerimizi sonsuz bir olasılıklar dizisi olarak görürdük. Siz de bugün ömrünüzün o safhalarındaysanız, beni onaylıyorsunuzdur. Sonra bakıyorsunuz ki kimi beklentileriniz gerçekleşmiş, kimileri tozlu hayaller ve hedefler rafına kaldırılmış ve 60’lı yaşlarınızda buluyorsunuz kendinizi... Zaman çok daha değerli ve giderek daha da yetmez hale geliyor. Ama o zamanın da her saniyesini sizden tırtıklayarak talep eden yeni teknolojik sistemlerle kuşatılmış durumdayız. Elinize tutuşturulan kumandalar ile dünyanın her yerinden 1001 çeşit haber, dizi, film ve spor karşılaşması elinizin altında; ne büyük zenginlik değil mi? Halbuki sizin buna harcayabileceğiniz zaman 2 -3 saat! Buna bir de bin bir sosyal medya mecrası ve orada kurduğunuz veya geçmişten gelip sizi bulan arkadaşlıklar eklenince zaman tükeniveriyor!
Tüm işiniz ve içinde yaşadığınıza emin olduğum zaman kayıpları arasında ben de size farklı bir olasılık önereceğim: Mesela kitap okurken kullanabilirsiniz. Radio Garden diye bir uygulama var. Önünüzde dünya haritası ve üzerinde on binlerce pırıltılı nokta. Her biri bir radyo istasyonu. Siz harita üzerinde, dünyayı resmen elinizle çevirip istediğiniz ülke üzerinde durup o noktalardan birini merkeze alıp o istasyona giriş yapıyor, dünyanın bütün dillerini, bütün müziklerini ve bütün seslerini dinleyebiliyorsunuz. Mesela ben sizlere bu cümleleri yazarken Nijerya’dan, Abuja’dan harika bir istasyonun müzik seçimlerini dinliyorum. Büyülü deneyim! Yaşam mecburiyetleri beni en az üç, bazen dört şeyi aynı anda yapmaya beynimi alıştırmama mecbur etti. Tv’de tartışma izle, telefonda ciddi bir konuşma yap ve yazacağın makalenin satırbaşlarını çıkar, belki WhatsApp’daki grup tartışmalarını da aynı anda yürüt…
TÜM KİTAPLARIMI SONSUZA KADAR OKUYACAĞIM!
Bir de kitaplar var tabii; hani “Bir gün, şunları kesinlikle okumam lazım” diye başucunuza ayırdığınız o kitaplardan söz ediyorum. Sevgili “Barışların” Metastaz 2’si, Timur Soykan’ın Baronlar Savaşı, Erkan Yılmaz Uzunköprü’nün Kozmik Albay’ı, Suzanne Preston Blier’in Picasso’s Demoiselles’i, Baki Can Edipoğlu’nun Olamayanların Mabedi ve daha kütüphanemde belki binlerce kitap benim “uygun zamanımı” bekliyor. Gerçek bir aydın, evrenin akışı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğini fark edecek kadar mütevazi ve gerçekçi olabilendir. Dünyada yayınlanmış ve her yıl belki yayınlanmaya devam eden milyonlarca kitap arasında bir entellektüel ancak yetersizliğinin hakkını teslim edebilir. Ama ben o soruna bir formül buldum. Tanrı’dan, öldükten sonra birikmiş tüm kitaplarımı baştan sona okuma sözü aldım. “Ama nasıl?” diye sormayın, işin büyüsü bozulmasın!
Peki insanın enerjisi bitmez de, 60’lı yaşlarında aynı hızla çalışmaya ve yuvarlanmaya devam ederse, o zaman ne oluyor? Belki işler daha çok sarpa sarıyor. Çünkü gençliğinizdeki o “sonsuz imkanlar dizisi” hala elinizdeymiş gibi hayallere kapılıyorsunuz! Belki zamanı ve Azrail’i güldürerek!
Nijeryalı NEC radyomda bilge bir adamın ağzından dökülen, notunu alabildiğim şu sözlerle bitirelim yazımızı: “Yerinden kaldıramadığın taşı öp”, “daha uzun yaşayamıyorsan, daha derin yaşa”, “bir ışık yak karanlığa karşı”, “kaşık, hiçbir zaman çorbanın tadını bilemeyecektir”, “senin hakkında yapılan kötü şeyleri kuma yaz, iyi şeyleri mermere geçir.”
Bir cümle daha var ki, siyasiler hiç duymasın: “Açığa çıkmasını istemediğin şeyi, hiç yapma!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.