27 Mart 2021 Cumartesi

İKTİDAR SAATTE 260 KM İLE YENİ VİRAJLARA GİRİYOR! | Bedri Baykam | 25.03.2021

Dün AKP Kongresi’nde, Erdoğan ve ekibi yine gövde gösterisi peşindeydi. Futbol maçında gibi, çoğu maskesiz gençlerin flamalarla dip dibe oturarak yaptıkları büyük tezahüratlarla “reislerine” sevgi seli akıtmaları, herhalde onlar açısından göz yaşartıcı anlardı. Halkımızın gözleri ise gördüklerine inanamıyordu. Eczane aramak için sokağa çıkıp 3150 TL ceza ödeyenler, restoranını açamadığı için iflas edenler, Pazar günleri hasta annesini bile görmeye gidemeyenler dehşet içinde takip ettiler olan biteni! Acaba bu arkadaşlar hangi Covid ötesi ülkede yaşıyorlar, diye merak ettik.

Erdoğan, dün muhteşem yeni ve sivil bir anayasanın gerçekleşeceğinin müjdesini (!) tekrarladı, “yeni anayasa metni halkın mutabakatına sunulacaktır” diye de yüreğimize su serpti. Anlayacağınız çok huzurlu günler bizi bekliyor! Ama ortada şöyle bir sorun var: Bildiğiniz gibi parlamentoda iktidar böyle bir güce sahip değil. Dolayısıyla bu konuşulanlar biraz “gündem yaratma” kokuyor. Bu arada, hayret, daha 4 yıl önce, mükemmel ve çağdaş bir anayasaya kavuştuğumuz bizlere en şatafatlı şölenlerle açıklanmamış mıydı? Ne oldu da bu kadar hızlı ıskartaya çıktığı bize bildiriliyor şimdi?

BEN DE ŞAŞIRANLARA ŞAŞIRIYORUM!

Her açıdan nefes kesici bir ülkede yaşıyoruz vesselam! Hani hep tekrarlarız ya, Türkiye’de bir haftada olan şeyler İsviçre’de bir yılda olmaz. Gerçi bu kıyaslamaları artık “yarım günde yaşadıklarımız” diye güncellememiz lazım!

En ilginç noktamız ise, AKP’nin demokrasiyi tamamen kendi liderlerinin yani tek kişinin iktidarı olarak algılaması ve bu şekilde uygulaması kimilerimizi çok şaşırtıyor! Halbuki ben siyasi yaşamı İslami referanslarla donatmak isteyen bütün partilerle mücadele ettiğim 35 yıllık süreçte telaffuz ettiğim bazı cümleleri hiçbir zaman unutmuyorum: Mesela ne zaman başörtüsü veya benzer mağduriyetler üzerinden büyük bir tepki ve “nerede kaldı demokrasi ve özgürlükler?” nakaratı duysam, ömrüm boyunca hemen şunu söyledim: “Bu grupların demokrasi ve özgürlükle tek ilişkileri, bu kavramlara düşman olmalarıdır.Çok bilmiş 2. Cumhuriyetçilerin egemen olduğu medyamızda bu sözlerim ellerinden geldiği kadar sansürlü veriliyor, halka ulaştırılmıyordu ve tersine ılımlı İslam demokrasinin her yerde cilası parlatılıyordu. Bugün, o günlerdeki Sabah’ın, Radikal’in, Güneş’in, Hürriyet’in büyük yazarlarının ektiklerini biçiyoruz! Maalesef toplumun şaşırma hakkı sıfır! Demokrasinin, işine geldiği zaman binip işine geldiği zaman ineceği bir tramvay olduğunu söyleyecek kadar açık sözlü insanların o gün kullandıkları kelimelere, gösterdikleri tavırlara itibar etmediniz de, bugün kullandıkları siyasi metotlara ve kelimelere mi takılıyorsunuz? Aşk olsun size!

HDP’Yİ KAPATARAK KİM NE KAZANACAK?

Sayın Erdoğan, yani ülkede tüm güçleri elinde tutan yegâne lider, hızını saatte 260’a çıkarttı. Üst üste yaptığı ve bir haftaya, hatta 24 saate sığdırdığı hamleler, en hızlı satranç ustalarını bile kıskandıracak bir ritimde!

Artık bizler gibi fani köşe yazarlarının bırakın bir haftayı, her gün oluşan yıkımlar karşısında “bir dakika, ne oluyoruz ya!” diye konuları toparlama şansımız bile yok! Bu nedenle, belki olsa olsa konu başlıklarını gözden geçirebiliriz: Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye karşı siyasilerin ısrarlı işaretlerinden sonra açılan kapatma davası, İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını geri çekmesi, Gezi Parkı ve sayısız başka varlığın (ki aralarında ben diyeyim Galata Kulesi, siz deyin Selimiye Kışlası var!) Sultan Beyazıt Han-ı Veli Vakfı’na devri, CHP belediyelerinin başarısız olmaları için yapılan onca akıl almaz çaba, sertleşen siyasi dil ve giderek berraklığını kaybeden ve yok oluş hissini veren bir çeşit demokrasi kalıntısı var.

HDP derhal kapatılsın ve yerine geçebilecek her başka partinin önü şimdiden kesilsin” gibi hukukla ve mantıkla hiçbir ilişkisi olmayan, amatör politikacılık kokan ve zaten gerçekleştirilmesi mümkün olmayan sözde temenni sahipleri, iki adım ötesini görüp, “biz bunu yaparsak zaten anında bir devam olan partisi açılır. Daha da beteri, emperyalizm bu sayede PKK’yı on kere daha fazla sahiplenerek finanse eder, terör artar, şehitlerimiz artar” diyemiyorlar! Bunları görmekten acizler! HDP’yi ve Kürt kökenli siyasetçileri yok ederek terörü ve sorunu durdurabileceklerini zannedecek kadar konudan uzaklar.


KADIN CİNAYETLERİNE KARŞI TARİKAT BORAZANLARI

Tarikatları ve dini bir şekilde siyasete bulamaç yapmayı olmazsa olmaz yaşam tercihleri arasına sokanlar, İstanbul Sözleşmesi’ni bir türlü hazmedemediler! Her kadını, başta erkeklerden, eşlerinden, sevgililerinden, babalarından, ailelerinden, töreden korumayı amaçlayan bu sözleşme, maalesef bu “beyefendiler” tarafından “aileyi dağıtan”, “dini ortadan kaldıran”, “eşcinselliği teşvik eden” bir belge olarak görülüyor! Gerçi yalnız imza çekmek için baskı yapmalarına şükredin, bir de cadılıkla suçlayıp bir meydanda yakmayı da önerebilirlerdi. Bu satırları kaleme alırken biraz önce izlediğim haberlerde yurdun değişik yerlerinde beş kadınımızın daha öldürüldüğünü dinledim, televizyondan. Artık kimliklerinin ve hikayelerinin derinlerine girme fırsatı bile bulamayacağımız şekilde hızlı, olağan ve alçak bir serilikte öldürülüyor kadınlarımız, kızlarımız, annelerimiz, ablalarımız, sevgililerimiz… “Kadına şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi”nden kim, neden, niçin, nasıl rahatsız olduğunu, yukarıda saydığımız alakasız ters saldırılar dışında izah edemiyor!

Dün Erdoğan, önce kadın haklarının kağıtlarda değil, vicdanlarda aranması gerektiğini söyledi. Bunun ardından da, “Cumhur İttifakı, masa başı değil, bir gönül mutabakatıdır”, dedi. Sayın Erdoğan, Cumhur İttifakı’nı gönüllere emanet edebilirsiniz, ama kadınları asla vicdanlara emanet edemezsiniz! Bu toplumda vicdan olsaydı, zaten her gün bu cinayetleri yaşamazdık!

AKP ve MHP’ye oy vermiş kadınlarımız, kendilerine dayatılan bu üçüncü sınıf insan muamelesine karşı ayağa kalkıp kimliklerine, hemcinslerine ve kendi geleceklerine sahip çıksalar, aslında yaşadığımız her kabustan tek hamleyle sıyrılabiliriz!

Yerli veya yabancı iş adamlarının bırakın uzun vadeyi, kısa vadede bile önlerini göremedikleri, ekonominin altüst olduğu, Merkez Bankası’nın başına oturanların üç ayda bir değiştirildiği, gençlerin maalesef ülkeden kaçmak için fırsat kolladıkları ve bunu açıkça dile getirdikleri kaostan bahsediyorum.

İşte böyle bir ortamda dün kürsüye çıkmıştı, Erdoğan… Yeni, 2023 perspektifli anayasasının temel hedefi, halkımıza mutluluk refah ve huzur taşıyacak olmasıymış! Bilmem anlatabildim mi? Hepimize kolay gelsin!

19 Mart 2021 Cuma

ZAMAN VE GÜNDEM BÖLME-ÇÖZME MAKİNENİZ VAR MI? | Bedri Baykam | 18.03.2021

Sonra kendime dedim ki, “Bugün yine illa o meşhur otomatik gündemi yazma”. Bu gazeteleri eline alanlar, biz yazarların sürekli olarak gündem hakkında ne düşündüğümüzü öğrenmek istiyorlar. O gündem nereden mi geliyor? Sessiz virüs Corona’dan, toprağın 1000 kat dibinde öksürdüğü zaman her şeyi yerle bir eden deprem zaliminden, kadın katillerinden, bir siyasinin attığı tweet veya fırlattığı bir kitapçıktan, dilinin kemiği olmayan provokatif bir dinciden veya Cumhurbaşkanı’nın herhangi bir konuşmasından. Biz, yıllardır yazılarımızın %85-90’ında o gündemi, hem de ne diyebileceğimiz bazen çok malum konular etrafında (mesela “kadına şiddet”) yorumlayan veya ender olarak hiç bilmediğiniz sivri köşelerini ekleyen insanlarız. İnanın bazen oldukça sıkıcı olabilecek durumlar yaşıyoruz. Sonuçta o gündem de çiklet gibi çiğnenip kendini tüketiyor; kokusu hızla geçiyor. O katıldığımız siyasi ekran tartışmaları için de her televizyoncu boynunda ilmikle yaşatan rating kavgaları nedeniyle en taze konuyu arıyorlar. Biz ise, sanki tüm geçmişi, bugünü ve geleceği bilmek durumunda olma baskısı ile atılıyoruz o kazana. Arşiv, güncel bellek ve referansiyel refleksleri harmanlama mecburiyeti ile... Hem de herkes “sansür ve otosansür” gerçeği ile o tartışma meydanına çıktığına inanmasa da, bunu itiraf edemese de!

Son aylarda tekrar gündeme getirdiğim “Demokratik Dijital Devrim” tüzük taslağının ulvi gördüğüm bir hedefi var: Oyunun kurallarına müdahale edip seçen ve seçilenin tüm haklarını kendi ellerinde tuttukları, başka kimseyi suçlayamadıkları dürüst bir siyaset ortamı. Umarım SİZİN de katkılarınızla bir gün gerçekleşir, kim bilir?


VAR VARSA, FUTBOL BAR-BAR!

Bazen spor, siyaset gündeminin önüne geçiyor da “biraz keyif alabiliyoruz” diyeceğiz ama... orada da işler artık bulanık, çünkü artık VAR diye bir teknolojik hakem masası var önümüzde. Bunun sonucu ise koca bir felaket! İster görüntü talep eden hakemlerin suçu deyin, ister o görüntüleri imal eden operatörlerin suçu deyin, artık spor, spor olarak kalmaya devam ediyor mu bilmiyorum ama futbol kesinlikle artık futbol değil. Eskiden bir golü alkışlamadan önce hakem santrayı gösteriyor mu diye bakma refleksimiz olurdu. Şimdi acaba hangi takımı tutan ve milyonları ağlatmayı kafasına koymuş hangi teknolojik operatör veya VAR hakemi, 30 milyonluk bir camianın gözünün içine bakarak, alay eder gibi, atılan bir golü iptal edecek veya uyduruk bir penaltı çalacak diye bekliyor herkes! Belki yolsuzluk değil, ego tatmini! 22 yıl önce VAR’dan ilk söz eden kişi olarak ekliyorum: Yakında her şeyi bilgisayar yapacak, insan hatalarından kurtulacağız!

Bir de yaşamımıza sinsice girenler var: Diziler! Bazı hikayeler bizleri ister en saf merak odağımızdan, ister nostaljik bir kokudan, ister güzel bir genç oyuncunun gözlerinden yakalıyor ve sanki izlediğimiz gerçek bir dava, gerçek bir kayıp çocuk, gerçek bir aşk serüveni oluveriyor. Onlar da beynimizin davetsiz misafirleri oluveriyor. Milyonlarca “her yaştan genç”, Hande Erçel veya Alina Boz’la, Kerem Bürsin veya Mert Fırat’la kavramsal flörtler yaşarken buluyorlar kendilerini…

 

ZAMAN KAYMALARI

Bakın yirmili yaşlarımızda, zamanı ve “ileride” yaşayabileceklerimizi sonsuz bir olasılıklar dizisi olarak görürdük. Siz de bugün ömrünüzün o safhalarındaysanız, beni onaylıyorsunuzdur. Sonra bakıyorsunuz ki kimi beklentileriniz gerçekleşmiş, kimileri tozlu hayaller ve hedefler rafına kaldırılmış ve 60’lı yaşlarınızda buluyorsunuz kendinizi... Zaman çok daha değerli ve giderek daha da yetmez hale geliyor. Ama o zamanın da her saniyesini sizden tırtıklayarak talep eden yeni teknolojik sistemlerle kuşatılmış durumdayız. Elinize tutuşturulan kumandalar ile dünyanın her yerinden 1001 çeşit haber, dizi, film ve spor karşılaşması elinizin altında; ne büyük zenginlik değil mi? Halbuki sizin buna harcayabileceğiniz zaman 2 -3 saat! Buna bir de bin bir sosyal medya mecrası ve orada kurduğunuz veya geçmişten gelip sizi bulan arkadaşlıklar eklenince zaman tükeniveriyor!

Tüm işiniz ve içinde yaşadığınıza emin olduğum zaman kayıpları arasında ben de size farklı bir olasılık önereceğim: Mesela kitap okurken kullanabilirsiniz. Radio Garden diye bir uygulama var. Önünüzde dünya haritası ve üzerinde on binlerce pırıltılı nokta. Her biri bir radyo istasyonu. Siz harita üzerinde, dünyayı resmen elinizle çevirip istediğiniz ülke üzerinde durup o noktalardan birini merkeze alıp o istasyona giriş yapıyor, dünyanın bütün dillerini, bütün müziklerini ve bütün seslerini dinleyebiliyorsunuz. Mesela ben sizlere bu cümleleri yazarken Nijerya’dan, Abuja’dan harika bir istasyonun müzik seçimlerini dinliyorum. Büyülü deneyim! Yaşam mecburiyetleri beni en az üç, bazen dört şeyi aynı anda yapmaya beynimi alıştırmama mecbur etti. Tv’de tartışma izle, telefonda ciddi bir konuşma yap ve yazacağın makalenin satırbaşlarını çıkar, belki WhatsApp’daki grup tartışmalarını da aynı anda yürüt…


TÜM KİTAPLARIMI SONSUZA KADAR OKUYACAĞIM!

Bir de kitaplar var tabii; hani “Bir gün, şunları kesinlikle okumam lazım” diye başucunuza ayırdığınız o kitaplardan söz ediyorum. Sevgili “Barışların” Metastaz 2’si, Timur Soykan’ın Baronlar Savaşı, Erkan Yılmaz Uzunköprü’nün Kozmik Albay’ı, Suzanne Preston Blier’in Picasso’s Demoiselles’i, Baki Can Edipoğlu’nun Olamayanların Mabedi ve daha kütüphanemde belki binlerce kitap benim “uygun zamanımı” bekliyor. Gerçek bir aydın, evrenin akışı hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğini fark edecek kadar mütevazi ve gerçekçi olabilendir. Dünyada yayınlanmış ve her yıl belki yayınlanmaya devam eden milyonlarca kitap arasında bir entellektüel ancak yetersizliğinin hakkını teslim edebilir. Ama ben o soruna bir formül buldum. Tanrı’dan, öldükten sonra birikmiş tüm kitaplarımı baştan sona okuma sözü aldım. “Ama nasıl?” diye sormayın, işin büyüsü bozulmasın! 

Peki insanın enerjisi bitmez de, 60’lı yaşlarında aynı hızla çalışmaya ve yuvarlanmaya devam ederse, o zaman ne oluyor? Belki işler daha çok sarpa sarıyor. Çünkü gençliğinizdeki o “sonsuz imkanlar dizisi” hala elinizdeymiş gibi hayallere kapılıyorsunuz! Belki zamanı ve Azrail’i güldürerek! 

Nijeryalı NEC radyomda bilge bir adamın ağzından dökülen, notunu alabildiğim şu sözlerle bitirelim yazımızı: “Yerinden kaldıramadığın taşı öp”, “daha uzun yaşayamıyorsan, daha derin yaşa”, “bir ışık yak karanlığa karşı”, “kaşık, hiçbir zaman çorbanın tadını bilemeyecektir”, “senin hakkında yapılan kötü şeyleri kuma yaz, iyi şeyleri mermere geçir.” 

Bir cümle daha var ki, siyasiler hiç duymasın: “Açığa çıkmasını istemediğin şeyi, hiç yapma!”



13 Mart 2021 Cumartesi

İNSAN HAKLARI ANAYASASI MI? GÜLDÜRMEN BENİ! | Bedri Baykam | 11.03.2021

Türkiye, insan hakları ve yeni anayasa paketi ile demokratik, özgür, hakça ve insanca bir yaşama yelken açacakmış, öyle mi? 19 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP, birden içinde uyanan büyük bir insan hakları arzusu ile yanıp tutuştu herhalde ve “Yahu onca yıldır nasıl bu kadar ihmal etmişiz bu konuyu, hatırlatan da çıkmadı” diyerek bu işe girişti. Hemen bir ekip kurmuşlar ve en mükemmel insan hakları projesini nasıl yazıp çizeriz diye kafa kafaya vermişler. Sonra da tarihi bir mart ayı müjdesi vermek için, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ekibi, bu yeni muhteşem insan hakları paketi ve yeni anayasa duyurusu için hemen bir basın toplantısı örgütlemişler. Fakat şu şansızlığa bakın ki muhalif gazetelerin köşe yazarlarını davet etmeyi unutmuşlar! Gerçekten aksilik işte!

Türkiye bu mutlu günlere dört köşe olarak hazırlanırken İnsan Hakları ile ilgisi olmayan korkunç görüntüler yine birbirini takip etti. Canilere kravat takmaktan iyi hal indirimi uygulamaya alışmış mahkemelerimiz ve sığınmak için gelen her kadını tatlı sert bir dille evine geri yollayan, “kocandır, döver de sever de” demeyi standart haline getirmiş karakollarımız, herhalde bu ortamı bir şekilde kolaylaştırıyorlar ki, kadın cinayetlerinin hızı ve vahşet derecesi katlanarak artmayı sürdürüyor!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NE OLA Kİ?

Hükümet herhalde önce, İstanbul Sözleşmesi’ni, Kanal İstanbul’un bir öncü doğum senedi sandığından olsa gerek (!) önce heyecanla imzaladılar, arkasından herhalde farkına vardılar ki bu evraklar, o evraklar değilmiş! Bunun üzerine iktidar çevreleri, İstanbul Sözleşmesi’ne birden sırtlarını dönmüşler! Ne hayal kırıklığı ama! Espri bir yana, AKP’li erkeklerin İstanbul Sözleşmesi’ne niye karşı çıktıklarını merak ediyorsanız özetleyelim. Öncelikle tarikat ve cemaatlerin yoğun baskısı devreye girmiş; kolay mı dayak yiyen kadınların zır pırt polis koruması altına alınmaları: “Aşk olsun, bunlar Türk insanının örf ve adetlerine yakışmıyor”; farklı cinsel yönelimlerden söz eden LGBTIQ gündeme gelmiş: “Türk toplumunu dejenere eder, hiç atalarımızda böyle şeyler görülmüş müdür?”. Bir başka konu da kocaların eşlerinden uzaklaştırılma tehlikesi! Herhalde derin aşkları yüzünden hiçbiri buna katlanamadı ve büyük baskı koydular parlamentoya: “Biz bu kadar mesafeli kalamayız eşlerimizden, n’olur imzalamayın şu kör olasıca sözleşmeyi!”

İlginçtir ki, Sümeyye Erdoğan’ın öncülüğünü yaptığı Kadem, İstanbul Sözleşmesi’nin hem çıktığı gün destekliyordu hem de galiba hala destekliyor ama sonuç malum! Dolayısıyla çok net kanunlarla kadınları korumak isteyen o sözleşme bir türlü yaşama geçemedi. “Kadına şiddeti önle; önleyemiyorsan iç hukukla kadını koru, elektronik kelepçe ile tehditkar erkeklerin yaklaşmasını engelle, kadınları hayat içinde tut, 4-5 bakanlığın katkısı ile onları koru ve geleceklerine yön ver!” Aylin Nazlıaka böyle özetliyor AKP’nin dışladığı İstanbul Sözleşmesi’ni…

ÖVÜNÜLESİ İNSAN HAKLARI DÖKÜMLERİ

Şu tesadüfe bakın ki, 4 Mart’ta bu İnsan Hakları yeni dönem deklerasyonları verilmeden bir hafta önce Amerikan Kongresi’nden 180 üye Türkiye’ye bir mektup gönderiyor ve bizimle ilişkilere yön verirken “İnsan Hakları konusuna iktidarın eğilmesini” talep ediyorlar. Zamanlamayı manidar bulanlar olabilir! Böylece hükumetimiz 2010 referandumundan 11 yıl, 2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişten dört yıl sonra tekrar yeni bir sözde “demokrasimizi iyileştirme” operasyonuna girişiyor! Ama Sözcü TV’nin logosunun neden bir yıldır verilmediği bir muamma kalmaya devam ediyor. Enis Berberoğlu dört yıl içinde 24 ayrı hakim tarafından yargılanıyor ve kendisi ile ilgili karar veren hakimler ertesi gün adliyede bulunamıyor, özel kararnamelerle görevden alınıyorlar. Cumhuriyet Gazetesi’ne haftalarca resmi ilan kısıtlaması getirme kararları sekteye uğramıyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri doğal gösteri ve yürüyüş haklarını kullanırken polisin orantısız güç kullanması ve bu da yetmiyormuş gibi terörist olarak damgalanmaları gibi durumlarla boğuşuyorlar. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş konusunda Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar, ceza kararı veren mahkemeler ve hükümet tarafından uygulanmıyor! Gazeteci Levent Gültekin sokak ortasında orta çağ çeteleri tarafından dövülüyor, AKP ve ortağında pek büyük bir üzüntü yok! İktidar işine geldiği zaman “biz o işlere karışmayız yargı bağımsızdır” der, bir yandan da Cumhuriyet Başsavcısı’na direktif verir gibi Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ın ağzından HDP’nin kapatılacağını Parlamento’da beyan eder. 180 ülke arasında özgürlük ve demokrasi açısından 154. numaradayız ama o kadar üzülmeyin, Suudi Arabistan, İran ve Kuzey Kore gibi bazı ülkeleri limitte geçebilmişiz!


PEKİ ESAS GEREKÇE NE!

İktidar iyi sinyaller vermiyor, iktidarı elinde tutabilmek için yeni senaryolara ihtiyacı var. Hani halkımızı her açıdan ihya edeceği söylenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi var ya, herhalde beklenenin aksine dört yılda vefat etmiş ki, şimdi ısrarla yerine geçecek bir yeni anayasa güzelliği aranıyor! Halbuki demokrasimiz ve aydınlanmamızın en değerli birkaç duayeninden biri olan Alev Coşkun, en net şekilde getirilen teorik anayasa paketinin 1982 Anayasası’nın sunduğu temel hakların bile gerisinde kaldığını alıntılarla kanıtladı!

Sonuçta AKP maçı kaybedeceğini anlayınca oyunun kurallarını kendisine göre yeniden yazmak istiyor! Yeniden seçilme hakkı kalmayan Erdoğan, bu durumu çözmek için parlamenter rejime dönüşü bile kabul edebileceği izlenimini veriyor veya cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci turu ortadan kaldıracak “en çok oy alan ilk turdan seçilsin” diyecek…

İktidarın son 40 yılda, belki 40 kere içeriğini değiştirdiği 12 Eylül Anayasası’ndan elde kalan, şu andaki A dan Z’ye değişikliklerle dolu ve Erdoğan’ın her müdahalesinde alkışlarla kutsanmış son halinin hala yeni bir Anayasa oyunu için bahane oluşturabilmesine ancak pes denir!

Kaybedeceğini gördüğü oyuna son anda yeni kurallar koymaya çalışanlara mızıkçı denir. Ben maalesef bunu en ağır şekillerde 2003’te yaşadım. Şimdi ülke, yeniden bir İnsan Hakları aldatmacasıyla resmen yazboz tahtasına çevrilen ve bu akılalmaz tavırlar yüzünden kalıcı vasıflarını kaybetmeye devam eden anayasamızın içine sürüklenmeye çalışıldığı girdabı durdurmaya çalışıyor.

Merak: Muhalefet kanadından kimler sunulan elma şekerlerine kanacak da, bu operasyonlara farkında olmadan alet edilecek!

Tabi bir avantajımız var, 2. Cumhuriyetçiler artık toptan tedavülden kaldırıldı ve peşlerinden gelen Yetmez ama Evetçiler sinerek masaların altına saklandı. Dolayısıyla toplumun kandırma iletkenleri artık sekteye uğramış oldu. Umarım onların yerini saf ve toy, sözde iyi niyetli siyasetçiler almaz.

5 Mart 2021 Cuma

MÜJDAT GEZEN, AKPINAR, AKM VE MUHALEFET! | Bedri Baykam | 04.03.2021

Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın beraatleri tabii ki toplumun geniş çoğunluğu açısından büyük bir rahatlama ile karşılanan güzel bir haber oldu. Böyle bir konunun bu kadar ağır iddialarla gündeme girmiş ve aylarca ülkeyi meşgul edebilmiş olması, esas yazık olan bu! Türkiye’nin gerek onlar gibi, gerek Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Ekrem Kahraman, Orhan Kurtuldu, gerek Orhan Aydın, Ataol Behramoğlu gibi yere sağlam basan, sonsuzluğa harç atmış sanatçıya sahip olması bu ülkenin en büyük zenginliklerinden biridir. Değerli meslektaşlarımla gurur duyuyorum. Onlar, Atatürk aydınlanmasının en büyük övgülerini hak eden abidelerdir.

Erdoğan, yakında inşaatı biteceği söylenen Atatürk Kültür Merkezi hakkında, Ben artık Atatürk Kültür Merkezi demiyorum çünkü biz orayı bir opera binası olarak hazırlamış durumdayız” şeklinde bir demeç verdi ve baklayı ağzından çıkardı. Camii yapımı dahil, Taksim Meydanı’nın yeniden düzenlenirken AKM’nin, aynı isimle çok güzel bir şekilde yerinde devam edeceğini söyleyerek ağzımıza bal çalmışlardı. Anlaşılan, artık böyle bir jeste gereksinim duymuyorlar. Öncelikle AKP’ye değil, CHP’ye ve tüm muhalefet partilerine seslenmek istiyorum: Bu konuyu fazla ciddiye almadığınız için sizlerin sesini duyamadık! Yoksa bunu bir detay, basit bir isim seçimi mi sandınız? Aynen Atatürk Havalimanı gibi en kritik ve sembolik noktalardan Atatürk isminin esrarengiz bir el tarafından, bir gecede değil, zamana yayılarak silinip yok edilmeye çalışıldığını hala anlayamadınız mı? Şayet iktidar bunu yapmaya cüret ederse ve bizim ana muhalefet ve yavru muhalefet partilerimiz “çok daha önemli konuları” olduğuna inanmayı sürdürürlerse, bir adım ötesinde Taksim’deki Atatürk anıtını “Şimdi biz bu heykeli alıp çok daha güzel bir yere taşıyacağız” masalıyla yerinden söküp, adeta bitkisel hayat deposunda yeşil bir alanda emekliliğe geçiş yaptırıp kaldırırlar! Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Akşener ve bütün diğer partiler, hadi diyelim antenleriniz fazla açık olmadığından Atatürk Havalimanı’nın adının neden yerine yeni liman yapma pahasına yok edildiğini göremediniz… Bunu da mı anlamazlıktan gelip seyredeceksiniz? Cumhuriyeti ve laikliği sinsi planlarla yok etmek isteyen gizli ajandalara daha nereye kadar seyirci kalacaksınız?

Eminim operacılar da bana katılacaktır, orası bizim için Atatürk Kültür Merkezi’dir ve sonsuza dek öyle kalacaktır, sonsuza kadar. Takma isimli bir komediye girişmeye çalışan olursa, kimse o ismi telaffuz etmez, AKM varlığını sürdürür, sonra da gün gelir dinmeyen alkışlarla gerçek ismini geri alır.


FEZLEKELER MECLİSE GELİNCE NELER YAŞAYACAĞIZ?

Birileri zannediyor ki, HDP veya buna benzer bir ismi taşıyan aynı doğrultuda bir oluşumu birkaç senede bir kapatırsak, “Kürt sorunu” yok olacak. Yıllarca “Bu ülkede artık parti kapatma dönemi bitmiştir” diye nutuk atan iktidar partisi, herhalde Bahçeli’nin getirdiği ilginç şartlanmalarla şimdi bir HDP kapatma merakına saplandı!

Öncelikle anlayamadığım nokta şu: Bir parti kapatılacaksa, bu iktidar partisinin emri veya talebi ile mi oluyor yoksa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından elindeki veriler gözetilerek mi? Nasıl oluyor da böyle bir dava açılmadan Parlamento’da AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan, “HDP hem siyasi hem de hukuken kapanacaktır. Milletin vicdanında kapatılacaktır” şeklinde bir konuşma yapabiliyor? Ve ardından aynı iktidar nasıl oluyor da işine geldiği zaman çıkıp “Yargı bağımsızdır, kararları onlar alır” demekten çekinmiyor? İktidarın içine mi doğuyor, Cumhuriyet başsavcısının böyle bir dava açacağı?

Defalarca, benzer partiler kapatıldı. Her defasında yeniden kuruldular ve yola devam ettiler. Hem de mağdur edilmiş olarak, bir nevi halkın bir kısmının gözünde güçlenmiş olarak. Efendim, bu sefer yerine parti açılmasına imkan verilmeyecekmiş… Peki nasıl yapacaksınız bunu? İlgi alanlarını daraltarak veya yorumla ilerleyen önleyici yasalar getirerek mi? Anlaşılan AKP’nin yeni demokrasi ve yeni Türkiye tarifi giderek ilginçleşiyor, işin içinden çıkılmaz ve anlaşılmaz bir hal alıyor.

Hiç akıllarına geliyor mu, HDP kapatılırsa o partiye destek veren veya gönül veren veya Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğuna inandırılmış milyonlarca insan ne yapacak? Onları PKK’ya yaklaştırmış olmayacak mısınız? Satranç masasının birkaç hamle ötesini görmekten aciz mi bu insanlar? Emperyalist batı bu fırsatı nasıl değerlendirecek ve PKK’ya verdiği/vereceği desteği ve yazacağı siyasi senaryoları ne kadar arttırabilir bunu da mı okuyamıyorlar?

Her Kürt kökenli vatandaş, benim için birinci sınıf yurttaşımdır, kardeşimdir. Beni üzen, onların Türklerden ayrı bir insan tipolojisi olduğu konusunda beyinlerinin yıllardır yıkanmış olmasıdır. Maalesef kimi aydınlarımızın bile beyni o kadar yıkanmıştır ki, şu anda bu cümlemi bile anlayamadan okuyup “Şuna bak, Türklerle Kürtleri aynı zannediyor” diye bu cümleyi aşağılayabilmektedirler. Halbuki konu çok daha basit. “Türkler” dediğimizde aynı ülkenin bayrağı altında yaşayan, aynı kaderi paylaşan eşit yurttaşlardan bahsediyoruz. Bu şekilde ulusunun karışımlarını bayrak altında bütünleştirmiş birçok ülke var. “Türkler” derken de bir ırktan bahsetmiyoruz. Bu yüzden Atatürk “Ne mutlu Türküm diyene” şeklinde bir cümle kullanıyor, “Ne mutlu Türk kanı taşıyana” demiyor! Ayrıca, “Türk kanı taşıyor” denilen insanlar da belki 30 farklı etnik kökenin karışımından oluşuyor. Bugün “Kürt” diye PKK tarafından adeta fişlenen ve ayrı bir toprağı kullanma hakkı verilmek istenen insanlar da yıllardır başka etnik kökenlilerle evlenerek, çocuk yaparak zaten büyük bir zenginlikle “karışıyor”. Bu coğrafyanın insanları, tam bir “beraber erime kazanı” içinde yer aldığımızı göremeyen körelmiş insanlar haline dönüştürülmeye çalışılıyor.

Kürt kökenli vatandaşlarımızın siyaset yapma hakları ellerinden alınamaz. Bugünkü HDP, arzu edilen siyasi tavrı göstermiyorsa, teröre yüksek sesle karşı çıkamıyorsa bunun sandıkta bedelini ödeyecek. Bu partiyi oylarıyla hizaya getirebilecek olan seçmenlerdir. Başkaları veya “parti kapatıcılar” değil. Elbet bu coğrafyada ortak bir yaşamı kardeşçe yaşamamızdan daha güzel ve daha kutsal bir hak olmadığını er geç herkes anlayacak.


DEMOKRATİK DİJİTAL DEVRİM (D3) TÜZÜK TASLAĞI

Yarın sabah (5 Mart, Cuma) 11.30’da, Taksim’deki Piramid Sanat’ta, “CHP için Demokratik Dijital Devrim Tüzük Taslağı” konulu basın toplantısı yapılacak. Aylar, hatta yıllar süren bir çalışmayla ve birçok CHP’linin katkısıyla yürüttüğüm bu tüzük taslağı, hem PDF formatında hem de kitap olarak Türkiye’de ve siyasi partilerde demokrasi arayışında olan kitlelere dağıtılacak. Siyasi kararların, genel başkan ve etrafındaki üç-beş kişilik yakın ekibin eksenine takılı kalan değil, halkın geneline yayıldığı bir tam demokrasi çağrısı…