Dün AKP Kongresi’nde, Erdoğan ve ekibi yine gövde gösterisi peşindeydi. Futbol maçında gibi, çoğu maskesiz gençlerin flamalarla dip dibe oturarak yaptıkları büyük tezahüratlarla “reislerine” sevgi seli akıtmaları, herhalde onlar açısından göz yaşartıcı anlardı. Halkımızın gözleri ise gördüklerine inanamıyordu. Eczane aramak için sokağa çıkıp 3150 TL ceza ödeyenler, restoranını açamadığı için iflas edenler, Pazar günleri hasta annesini bile görmeye gidemeyenler dehşet içinde takip ettiler olan biteni! Acaba bu arkadaşlar hangi Covid ötesi ülkede yaşıyorlar, diye merak ettik.
Erdoğan, dün muhteşem yeni ve sivil bir anayasanın gerçekleşeceğinin müjdesini (!) tekrarladı, “yeni anayasa metni halkın mutabakatına sunulacaktır” diye de yüreğimize su serpti. Anlayacağınız çok huzurlu günler bizi bekliyor! Ama ortada şöyle bir sorun var: Bildiğiniz gibi parlamentoda iktidar böyle bir güce sahip değil. Dolayısıyla bu konuşulanlar biraz “gündem yaratma” kokuyor. Bu arada, hayret, daha 4 yıl önce, mükemmel ve çağdaş bir anayasaya kavuştuğumuz bizlere en şatafatlı şölenlerle açıklanmamış mıydı? Ne oldu da bu kadar hızlı ıskartaya çıktığı bize bildiriliyor şimdi?
BEN DE ŞAŞIRANLARA ŞAŞIRIYORUM!
Her açıdan nefes kesici bir ülkede yaşıyoruz vesselam! Hani hep tekrarlarız ya, Türkiye’de bir haftada olan şeyler İsviçre’de bir yılda olmaz. Gerçi bu kıyaslamaları artık “yarım günde yaşadıklarımız” diye güncellememiz lazım!
En ilginç noktamız ise, AKP’nin demokrasiyi tamamen kendi liderlerinin yani tek kişinin iktidarı olarak algılaması ve bu şekilde uygulaması kimilerimizi çok şaşırtıyor! Halbuki ben siyasi yaşamı İslami referanslarla donatmak isteyen bütün partilerle mücadele ettiğim 35 yıllık süreçte telaffuz ettiğim bazı cümleleri hiçbir zaman unutmuyorum: Mesela ne zaman başörtüsü veya benzer mağduriyetler üzerinden büyük bir tepki ve “nerede kaldı demokrasi ve özgürlükler?” nakaratı duysam, ömrüm boyunca hemen şunu söyledim: “Bu grupların demokrasi ve özgürlükle tek ilişkileri, bu kavramlara düşman olmalarıdır.” Çok bilmiş 2. Cumhuriyetçilerin egemen olduğu medyamızda bu sözlerim ellerinden geldiği kadar sansürlü veriliyor, halka ulaştırılmıyordu ve tersine ılımlı İslam demokrasinin her yerde cilası parlatılıyordu. Bugün, o günlerdeki Sabah’ın, Radikal’in, Güneş’in, Hürriyet’in büyük yazarlarının ektiklerini biçiyoruz! Maalesef toplumun şaşırma hakkı sıfır! Demokrasinin, işine geldiği zaman binip işine geldiği zaman ineceği bir tramvay olduğunu söyleyecek kadar açık sözlü insanların o gün kullandıkları kelimelere, gösterdikleri tavırlara itibar etmediniz de, bugün kullandıkları siyasi metotlara ve kelimelere mi takılıyorsunuz? Aşk olsun size!
HDP’Yİ KAPATARAK KİM NE KAZANACAK?
Sayın Erdoğan, yani ülkede tüm güçleri elinde tutan yegâne lider, hızını saatte 260’a çıkarttı. Üst üste yaptığı ve bir haftaya, hatta 24 saate sığdırdığı hamleler, en hızlı satranç ustalarını bile kıskandıracak bir ritimde!
Artık bizler gibi fani köşe yazarlarının bırakın bir haftayı, her gün oluşan yıkımlar karşısında “bir dakika, ne oluyoruz ya!” diye konuları toparlama şansımız bile yok! Bu nedenle, belki olsa olsa konu başlıklarını gözden geçirebiliriz: Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye karşı siyasilerin ısrarlı işaretlerinden sonra açılan kapatma davası, İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını geri çekmesi, Gezi Parkı ve sayısız başka varlığın (ki aralarında ben diyeyim Galata Kulesi, siz deyin Selimiye Kışlası var!) Sultan Beyazıt Han-ı Veli Vakfı’na devri, CHP belediyelerinin başarısız olmaları için yapılan onca akıl almaz çaba, sertleşen siyasi dil ve giderek berraklığını kaybeden ve yok oluş hissini veren bir çeşit demokrasi kalıntısı var.
“HDP derhal kapatılsın ve yerine geçebilecek her başka partinin önü şimdiden kesilsin” gibi hukukla ve mantıkla hiçbir ilişkisi olmayan, amatör politikacılık kokan ve zaten gerçekleştirilmesi mümkün olmayan sözde temenni sahipleri, iki adım ötesini görüp, “biz bunu yaparsak zaten anında bir devam olan partisi açılır. Daha da beteri, emperyalizm bu sayede PKK’yı on kere daha fazla sahiplenerek finanse eder, terör artar, şehitlerimiz artar” diyemiyorlar! Bunları görmekten acizler! HDP’yi ve Kürt kökenli siyasetçileri yok ederek terörü ve sorunu durdurabileceklerini zannedecek kadar konudan uzaklar.
KADIN CİNAYETLERİNE KARŞI TARİKAT BORAZANLARI
Tarikatları ve dini bir şekilde siyasete bulamaç yapmayı olmazsa olmaz yaşam tercihleri arasına sokanlar, İstanbul Sözleşmesi’ni bir türlü hazmedemediler! Her kadını, başta erkeklerden, eşlerinden, sevgililerinden, babalarından, ailelerinden, töreden korumayı amaçlayan bu sözleşme, maalesef bu “beyefendiler” tarafından “aileyi dağıtan”, “dini ortadan kaldıran”, “eşcinselliği teşvik eden” bir belge olarak görülüyor! Gerçi yalnız imza çekmek için baskı yapmalarına şükredin, bir de cadılıkla suçlayıp bir meydanda yakmayı da önerebilirlerdi. Bu satırları kaleme alırken biraz önce izlediğim haberlerde yurdun değişik yerlerinde beş kadınımızın daha öldürüldüğünü dinledim, televizyondan. Artık kimliklerinin ve hikayelerinin derinlerine girme fırsatı bile bulamayacağımız şekilde hızlı, olağan ve alçak bir serilikte öldürülüyor kadınlarımız, kızlarımız, annelerimiz, ablalarımız, sevgililerimiz… “Kadına şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi”nden kim, neden, niçin, nasıl rahatsız olduğunu, yukarıda saydığımız alakasız ters saldırılar dışında izah edemiyor!
Dün Erdoğan, önce kadın haklarının kağıtlarda değil, vicdanlarda aranması gerektiğini söyledi. Bunun ardından da, “Cumhur İttifakı, masa başı değil, bir gönül mutabakatıdır”, dedi. Sayın Erdoğan, Cumhur İttifakı’nı gönüllere emanet edebilirsiniz, ama kadınları asla vicdanlara emanet edemezsiniz! Bu toplumda vicdan olsaydı, zaten her gün bu cinayetleri yaşamazdık!
AKP ve MHP’ye oy vermiş kadınlarımız, kendilerine dayatılan bu üçüncü sınıf insan muamelesine karşı ayağa kalkıp kimliklerine, hemcinslerine ve kendi geleceklerine sahip çıksalar, aslında yaşadığımız her kabustan tek hamleyle sıyrılabiliriz!
Yerli veya yabancı iş adamlarının bırakın uzun vadeyi, kısa vadede bile önlerini göremedikleri, ekonominin altüst olduğu, Merkez Bankası’nın başına oturanların üç ayda bir değiştirildiği, gençlerin maalesef ülkeden kaçmak için fırsat kolladıkları ve bunu açıkça dile getirdikleri kaostan bahsediyorum.
İşte böyle bir ortamda dün kürsüye çıkmıştı, Erdoğan… Yeni, 2023 perspektifli anayasasının temel hedefi, halkımıza mutluluk refah ve huzur taşıyacak olmasıymış! Bilmem anlatabildim mi? Hepimize kolay gelsin!