NECİP FAZIL VE MENDERES CHP’Yİ TEMSİL EDEMEZ!
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, İBB Halkla İlişkiler Koordinatörü’nün organize ettiği bir online toplantıda Ahmet Hoca Enstitüsü adı altında muhafazakâr isimlerle görüşürken, asıl CHP’nin muhafazakâr bir parti olduğunu söylüyor. Ardından da “Hepimizin dedesi, babası bir şekliyle CHP'liydi. Mesela önemli şairlerden Necip Fazıl Kısakürek CHP'nin Parti Meclisi üyesidir bir dönem. Adnan Menderes CHP'lidir. Tek parti var zaten, o tek parti aslında çok değişik görüşlerden, kimliklerden insanlar o tek parti döneminden parlamentoda ya da parlamento dışında partiyi temsil etmişlerdir. Ayrışma çok partili hayata geçtikten sonra başlamıştır'' diyor. Gerçekten söyleyecek söz bulamıyorum. Bugün sağ kesimden oy almak için Menderes ve Necip Fazıl’dan söz ederek bir CHP profili çizilemez, “Tek parti döneminde onlar da CHP üyesiydi” şeklinde bir siyaset oluşturulamaz. Bu şimdi kalkıp “Hepimiz Adem ve Havva’dan geliyoruz, hepimiz kardeşiz, herkes iyi geçinsin” demeye benziyor! Bunlarla kitlelere güven veremezsiniz, özellikle tüzüğünüzde “çağdaş, demokratik, sol bir siyasal parti” yazıyorsa! Sayın Kılıçdaroğlu bunları toplumdaki gerilimleri azaltmak için yaptığını düşünse de, parti kimliğine zarar veriyor ve geçmişi ile çelişkiye düşüyor. Ayrıca maalesef yakın dönemde de, yoruma bile açık olmayacak şekilde Kılıçdaroğlu’nun sorumluluğunu üstlendiği bir Ekmeleddin İhsanoğlu gafı var. İşin daha da vahimi, milyonların ağır tepkisini çeken bu konuda henüz kendisinden bir “hata kabulü” bile gelemedi. Dolayısıyla bu gelişmeleri değerlendirirken de bu malum veriler ışığında olaylara baktığımızı kimse de unutmasın.
Bu yeni gerilim gündemi, birkaç hafta önce yaşanan “Şeb-i Arus töreninde İBB tarafından Türkçe ezan mı okutuldu?” tartışmalarını hatırlattı. Biliyorsunuz, ortam son derece sert salvolara, dini konular üstünden siyasi kavgalara doğru evrilmişti. Konu tabii ki hemen Atatürk dönemi ile hesaplaşma fırsatının tekrar kullanılmasını gündeme getirdi! Konu tabii ki hemen Atatürk dönemi ve ezanı Türkçe okutmak isteyenlerle hesaplaşma üzerinden günümüz CHP’sinin kötülenmesiydi.
Erdoğan, “Buldukları her fırsatta tek parti faşizmine dönüyorlar. Kuran’ı Türkçe okutma gibi bir garabet İstanbul’da sergilendi” diyerek CHP’yi suçladı. Kasım 2018’de CHP Milletvekili Öztürk Yılmaz Türkçe ezanı savunduğunda Kılıçdaroğlu hızlı bir kararla onu partiden ihraç ettirmişti. O günlerde Yılmaz’ı makaleleriyle savunan çok az sayıda insandan biri bendim. Kılıçdaroğlu konu kendisine sorulduğunda hemen yine aynı pozisyona geçerek “Bir dönem Türkçe ezan okunmuş ama sonra CHP’nin de oylarıyla bugün bildiğimiz şekliyle okunması kararı alınmış. Türkçe Arapça tartışmasını doğru bulmam” deyiverdi.
Öncelikle, CHP’nin bu konudaki tavrından son derece rahatsız olduğumu söyleyerek başlamam lazım. Atatürk Türkiyesi’nin simgelerinden biri haline gelen Türkçe ezanı, Mustafa Kemal’in partisinin bugün yadsıyabilmesi, hatta bir vekilini ihraç edebilmesi yenilir yutulur lokma değil. O zaman ne yapacaksınız? Partide “değişmez önder”in kimi sözlerini seçip kafanıza göre sansürleyip çöpe mi atacaksınız? Demokrat bir ülkede ezanın illa yalnız Arapça veya Türkçe okunmasını istediğini savunanlar tabii ki olacaktır. Ama hiç kimsenin, Atatürk Türkiyesi’nin devrimler döneminin simge çıkışlarından biri olan “Türkçe ezan” konusunda haddini aşarak “cadı avı” başlatma hakkı yoktur!
Türkiye’yi Araplaştırmak veya Katarlaştırmak isteyenlerin, bu fikirle kendilerini doğal müttefik haline getirmeleri normal de, CHP’nin bu kendi içine agresif tavrını anlamak mümkün değil. Üstelik artık parti şunu öğrensin: Şeriata özenenler veya köktendincilerle pazarlık da olmaz, ödün vererek bir orta yol da bulunamaz! Türkiye’de bunu deneyen merkez sağ, bildiğiniz gibi 90’lar boyunca adım adım eridi ve oyların yarısı elindeyken, müflis bir tüccar gibi her şeyini kaybetti. Çünkü gericiliğe ödünler verilerek laik-demokratik bir Cumhuriyet savunulamaz!
O mükemmel siyasal gençlik dergisi Çözümleme’de bu konuları işliyorum, son aylarda. Önce, 90’lar boyunca solun gaflarını, bu sayıda ise merkez sağın kendini yok edişini ele aldım. (Önümüzdeki sayı ise 2. cumhuriyetçi medyanın nasıl kullanılma sürecini tamamlayıp tasfiye edildiğini anlatacağım. Abonelik için: cozumleme@tiyatrobirileri.com)
TÜRKÇE EZAN, OSMANLI’DAN GELİYOR!
Gelelim işin yadsınamaz iki farklı bakış açısına. Öncelikle herkes şunu bilmeli/hatırlamalı ki, Türkçe ezan, Atatürk veya CHP’nin ortaya attığı bir konu değil. 19. yüzyılda Türkçülük duyguları yükselme sürecindeyken, Sultan Abdülaziz döneminde hayatı akıl almaz olaylarla dolu olan Türkçü “Genç Osmanlı” yazar Suavi, “dinde reform gerekir” düşüncesinden hareketle, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla ilk olarak gündeme taşıyan kişiydi. Onun görüşü, Cemaleddin Efgani ve Macar halk bilgini Ignaz Kunoş tarafından da geliştirilerek dile getirildi. Dinde tutucu dogmalara karşı çıkmak, Tanzimat döneminden beri, uzun süre takip edilen bir devlet politikasıydı. Ziya Gökalp’in şu dizeleri de yol gösterici:
"Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur.
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın.”
Hafız Ali Rıza Sağman, “Tanrı Uludur, Tanrı Uludur” tercümesini yapan din adamımız ve bu cümle Türkçe ezanın ana vurgusu olarak yerleşti.
Soner Yalçın, ODA Tv’de konuyu kaleme alırken Şafii bilginlerin, Kuran’ın başka dillerde de okunabileceğini savunduklarını anlatıyor. İmam Azam Ebu Hanife, “Ezan Farsça da okunabilir, yeter ki ezan olduğunu anlayalım ve namaz vaktinin geldiğini fark edelim” diyor. Yine aralarında Ebu Hanife, Alauddin Kasani, Zeyla’i gibi isimlerin olduğu İslam alimleri, “Kuran’ın tercümesi de Kuran’dır” görüşünün savunanlar arasında... (Yani bugün “Türkçe ezan-kuran olamaz” diyen Diyanet’ten farklı düşünüyorlarmış!)
Demek ki neymiş? Türkçe Kuran, CHP dönemi veya Atatürk’ün bir “icadı” değilmiş. Halbuki topluma bu hep böyle sunuluyor. “Camileri ahır yaptılar” palavrasını bir tamamlayıcısı gibi geliyor.
İŞİN MANTIK-ANLAM-FELSEFİ YÖNLERİ
Lise sonda felsefe hocamız bir rahipti, Monseigneur Dubois. İnanılmaz donanımlı, zarif ve derin bir insandı. Bazı okurlarımı duyar gibi oluyorum: “Din ve felsefe, ne alaka! Çok farklı hatta zıt şeyler! Nasıl olur!” demeyin. Olur. Hem de bal gibi olur. Zaten din felsefesi diye bir dal var. Yeter ki, benzer sorulara farklı yanıtlar gelebilse de, aydın bir bakış açısı olsun! Din insanı da filozof da kendine benzer sorular sorar. “Ben kimim, nereden geldim, niye dünyada varım, ölümden sonra ne var? Neden iyilik ve kötülük var? Hangi kurallar altında yaşamam lazım? (İster dini, ister etik, ister sosyal) Evren sonsuz mu? Bu evrenin patronu kim?” Tabii ki din ve felsefenin birbirinden ayrılan sayısız bölmesi de var ama kesişme alanları küçümsenemez.
Sonuçta felsefi metinlerin nasıl birer anlamı, içeriği, sorunu kurup geliştirip yolun sonunda duvar olsa bile çözüm stratejisi geliştirme yöntemi varsa, din de aynı şekilde bir mesaj, bir bakış açısı, bir kaideler dizisi taşıyor.
Ama ülkemizde biz bunu şöyle bir farkla yaşıyoruz: Bu ezan ve Kuran’ın Türkçe ele alınışı, büyük bir sorun olarak görülüyor! Adeta Türkler’in Kuran’da ne dendiğini anlamamaları isteniyor! Sanki bundan açıkça korkuluyor! Gel de şaşırma! Yani bunu bir Avrupalı’nın gözüne soksanız, “Bizim duaların ne dediğini kimse anlamıyor çünkü kimse Arapça bilmiyor, aslında anlamamız da istenmiyor” deseniz, o insanlar önce size inanmazlar sonra da gülümseyerek birbirlerine bakakalırlar!
Zülal Kalkandelen Cumhuriyet köşesinde birkaç hafta önce Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Cağfer Karadaş’ın, Kuran’ın Türkçe çevirisinin gençleri Deizm ve Ateizm’e yönlendirdiğini iddia ettiğini hatırlattı. O zaman Sayın Karadaş’ın söyledikleri akla iki şey getiriyor; ya “Kuran’ın ne dediği anlaşılırsa bu o kadar inandırıcı gelmeyecek ki gençler deist veya ateist olacak” ya da demek Diyanet iddia ediyor ki, “Kuran’ın Türkçe meali kötü bir çeviri olduğundan okuyanlar başka yola gidiyorlar”. Ben şahsen Karadaş’ın hangisini ima ettiğini merak ettim! (Mantıken üçüncü bir şık var mı, siz söyleyin, ben bilemiyorum.)
İşin AKP ve Erdoğan açısından son ilginç hatırlatması tabii 2015’de çözüm süreci devam ederken Erdoğan’ın Batman mitinginde Kuran’ın Kürtçe çevirisi ile halka seslenip siyasi destek istemesi! O günlerde Devlet Bahçeli’nin bu olgu hakkında Erdoğan’ı nasıl teşhir edip tanımladığının araştırmasını lütfen siz yapın, beni aşar!
Dünyada, kendi vatandaşlarının dinini anlamasının önüne bu kadar dikenli tel çeken başka bir ülke yok!
İktidar kesiminin davranışlarını anlıyorum tamam da, Kılıçdaroğlu kendisini anlamamı beklemesin! Bir de lütfen kara kara düşünsün: Acaba Atatürk kendisinin koltuğunda bu iddialı ve sert “Türkçe ezan-Kuran olmaz” görüşlerinin yükseldiğini duysa, neler düşünürdü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.