Dün Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç’ın davası için Çağlayan Adliyesi’nde buluştuk. Bir gün önce, Müyesser Yıldız’ı yargılayan mahkeme, avukatını dinlemeden onun tutukluluğunun sürmesi gerektiğine karar vermişti. 24 Haziran’da aynı davada Barış Terkoğlu özgürlüğüne kavuştu ancak diğer gazeteci arkadaşlar bu yılın önemli bir kısmını maalesef tamamen cezaevinde geçirdiler. Mart 2020’den beri, 6 ay boyunca ailelerinden, mesleklerinden uzak kaldılar. Dün sabahki duruşmaya gelenler arasında Melike Demirağ, CHP’li vekiller Kadir Öğüt, Ali Şeker, Mahmut Tanal, Muharrem Erkek, İYİ Parti’den Oğul Aktuna ve birçok kitle örgütü üyesi vardı. Savcının bir gün önceki mütalaasında yapılmış onca savunmaya karşın sanki “kopyala-yapıştır” ile aynı iddiaları kullanmış olması avukatlara göre bir sürpriz teşkil etmiyordu. Dava, 34. Ceza Dairesi’nde, küçücük bir salonda görüldü. Kimsenin sığması mümkün değildi. 1001 güçlükle salona girebilen çok az sayıda insandan biriydim. Davayı kırk dakika izleyip yer bekleyen bir genç gazeteciye bıraktım. Kılınç ve Pehlivan’ın mükemmel savunmalarını izleme fırsatım oldu. Kılınç “Yayınladığımız, sosyal medyada da zaten var olan fotoğraflarda MİT mensubu var mı yok mu, bilemem. Bilsem zaten kullanmazdım. Ama bu fikri çağıştıracak da hiçbir şey yoktu” dedi. Pehlivan, yine basın tarihimize geçecek bir savunma yaptı. Bizi zaman içinde seyahat ettirerek, Rıfat Ilgaz’ın, İlhan Erdost’un, Abdi İpekçi’nin, Sakıncalı Piyade Uğur Mumcu’nun, bir spor salonunda “Ben gazeteciyim” diye haykırırken öldürülen Metin Göktepe’nin, işkenceyi akrostişlerle aktaran İlhan Selçuk’un, şehitlerimizden Necip Hablemitoğlu’nun ve herbirinin yaşadıklarını tarihe yayarak, bize hissettirerek muhteşem sözlere döktü. Pehlivan ayrıca MİT’in İstanbul Hizmet Binası’nın açılışında TRT ve AA tarafından her yere servis edilen görüntülere işaret etti ve “Onları da, tüm medyayı da yargılayacak mısınız?” diye sordu. Keşke dün herkes izleyebilseydi bu tarihi anları… Sonuçta üç gazetecimizin tahliye olması, Türkiye’nin bu mantıksız vakanın ağır yükünden kurtulmasını sağladığı için, iktidar dahil istisnasız herkesi sonsuz sevindirmesi lazım!
İDAM CEZASI TUZAĞI
Bahçeli, aynen Ayasofya’daki gibi, birden yeni bir “gündem değiştirme hamlesi” yaptı. Bu sefer “dokuz canlı” bir başka konuyu, idamı tartışmaya açtı. AKP-MHP ortaklığının sıkıştığı anlarda sürekli kullandığı bu taktik, onlar için tam bir can kurtaran simidi.
“Çocukların Cinsel İstismarı” ve “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” ile “Cebir ve Şiddet Kullanarak Anayasa’nın Öngördüğü Düzeni Ortadan Kaldırmaya Çalışmak” suçları hakkında idam cezası getirilmesini resmen Meclis’in 1 Ekim buluşmasına taşıdılar! “İdam cezasının uygulanmasıyla verilen cezanın, işlenen suç ile denge ve orantısı kurulacak, şiddet ve dehşet selinin önü alınmış olacaktır” diye bir gerekçe öne sürüldü! İşte bu satırlar, MHP’nin ve ortağının Türkiye için hazırladığı siyasi tuzağın adı. Sistem gayet basit, halkın haklı olarak çocuk ve kadınlara yönelik tecavüz ve cinayetlerinden korkunç bir travma yaşıyor olmasını yem olarak kullanıyorlar.
Şu anda samimi olup olmadıklarını bilmiyoruz. Konuştuğum çeşitli muhalif milletvekilleri, bunun Türkiye’yi Avrupa’dan toptan koparan bir karar olacağı için, olsa olsa bir gündem blöfü olduğunu ve kendi oy potansiyellerini elde tutmaya çalışmak için küçük bir sosyal okşamadan ibaret olduğunu savunuyorlar. AKP iktidarının zaten ekonomik nedenlerle Avrupa ile iplerini toptan koparmayı göze alamayacağını aktarırken, Türkiye’nin Avrupa konseyinin kurucu üye statüsünde olmasının da bu konuda önemli bir fren olduğunu hatırlatıyorlar. Dolayısı ile izleyeceğiniz tartışmaları bu filtreden geçirip ele alabilirsiniz.
ANCAK, Ayasofya senaryosunu izledikten sonra yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ediyorum. İdam ve linç kültürü, düşük eğitimli kitlelerin adrenalinini yükselten, kesin bir çözümdür! Herhalde şu cümleler dikkatinizi çekmiştir: “Cebir ve Şiddet Kullanarak Anayasa’nın Öngördüğü Düzeni Ortadan Kaldırmaya Çalışmak’ suçları hakkında idam cezası getirilmesi önyargısız şekilde değerlendirilmelidir”. Kamuoyunun bu cinayetlere karşı hassasiyeti kullanılarak muhalefette hiçbir hareket kabiliyeti bırakmayacak olan bu tehdit devreye sokuluyor.
Emin olabilirsiniz ki, şayet iktidar, kitlelerin kin ve intikam kültürlerini körükleyip, Avrupa’dan kopma pahasına bu yasayı çıkarırsa, isteyen savcı tartışmasız istediği her muhalifin her hareketi hakkında bu tanımlamaya uyan bir suç unsuru bulabilir. Kelimelere daha dikkatli bakalım: “Ortadan kaldırmaya çalışmak”. Mesela iki muhalif köşe yazısı hemen böyle bir “çalışmanın” parçası olarak görülebilir! Konuyu en net gören siyasi, CHP Milletvekili Mahmut Tanal. Demecini kesinlikle okuyun.
Sonuçta CHP bu tuzağa düşmedi. Meral Akşener ise, yanından geçti.
Bir Tv röportajında, “Siz idam gelsin der misiniz?" sorusuna, "Rahmetli Emine Bulut'un evinden çıktığımda bana sormuşlardı. Demiştim ki ‘bu tarz cinayetler için getirin kardeşim... Şahsi olarak ben destek vereceğim.’ Fakat sürekli problemli alanlarda Türkiye'de ekonomik olarak işler kötüye gittiğinde bu söylem ortaya çıkıyor. Ama daha vahim bir soru var: Biz Avrupa Birliği'nden çıkmak mı istiyoruz?" diye yanıt verdi.
Akşener tuzağın farkında olduğunu açıkça belli etmese de, bunu gündem değiştirme refleksine bağlayarak ustaca bir taş koymuş oluyor o yola.
Umarım bu ülkedeki muhalif siyasiler ve demokratik kitle örgütleri bu oyuna gelmezler! İdam bu ülkede yürürlükte olsaydı Ergenekon ve Balyoz davalarında belki 200 kayıp verirdik!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.