AKP döneminde alınan yargı
kararlarında her zaman koca bir “sürrealizm” algısının
ortalığa fırlama şansı vardır. En olmayacak bakış açısı
birden en beklenmedik an ve ortamda gündeme geliverir. Bu durumlarda
mesela Danıştay cinayeti davası, Ergenekon’a bağlanabilir.
Atatürkçüler birbirini vurmuş olabilir, Cumhuriyet gazetesini
bombaladıkları iddiasıyla suçlanabilirler. Bank Asya’ya para
yatıranlar veya çocuğunu Fethullah’ın bir okulunda okutanlar
veya Abant’ın çaycıları bile Fetö’den tutuklanırken, her
gün Fetö reklamı yapan siyasilerin ortada pür-i pak
gezebilmelerine şaşırma hakkınız yoktur! Veya ömründe adını
duymadıkları faşist çetecilerle bir münasip uyduruk teknolojik
varsayımla ilişkilendirilen kişilerin, “Türkiye Cumhuriyeti’ni
devirmek için beraber çete kurdukları” iddiasıyla haklarında
fezleke hazırlanabilir. Emin Çölaşan gibi hayatını yobazlıkla
mücadele ederek geçiren bir insan “FETÖCÜ” ilan edilebilir ya
da Necati Doğru veya Sözcü Gazetesi’nin kendisi hakkında bu
iddialar gündeme getirilebilir! Bu hayal gücünün sonu yoktur!
Mantık, kanıt, somut deliller, elle
tutulur güvenilir şahitler, işin doğal akışında bırakılan
izler, hiçbir şeye gereksinim yoktur. Yargının suçlama yetkisine
sahip kesimlerinin birinde böyle bir dahiyane ampul yanması yeter
de artar bile!
O kadar merak ediyorum ki, Osman Kavala
hakkında Gezi ile ilgili suçlamalardan salıverilme kararı
çıktıktan sonra geçen altı saatte neler yaşandı da yalnız
bizlere değil, duyan tüm dünyaya hem “Pes artık!”, hem de
“pesoğlupes!” dedirten o karar alınabildi! Aslında o kadar iyi
tahmin edebiliyoruz ki hangi telefon konuşmalarının yapıldığını,
kimin kimleri aradığını, o arananların panik içinde hangi
istişarelere veya toplantılara girişip bu yeni hukuki iddiayı (!)
ortalığa çekinmeden salacak yaratıcı seviyelere
tırmanabildiğini, nasıl alelacele bu “kararın”
onaylandığını... O kadar iyi biliyoruz ki… Eskiden Türkiye
nispeten daha normalimsi bir yer iken, Cumhuriyet’teki köşemden
hayali “dinleme bantları” yayınlardım! Laf aramızda inanılmaz
keyifli olurdu! Şimdi mesela bu konuda bunu uygulasam beni ciddiye
alıp hangi kurumlar anında devreye girerdi, tahmin edebilirsiniz!
Bu nedenle ben de sizlerin hayal gücüne güvendiğim için o
konuşma trafiğini benim adıma sizler kafanızda yazabilirsiniz!
İki yıldır soruyoruz bu sütunlardan
“Osman Kavala’nın suçu ne? Kanıtlarınız ne? Bu mahkeme ne
zaman başlayacak ve Kavala en azından hangi konularda kendisini
savunacağını ne zaman öğrenebilecek?” İşte neredeyse iki
yıldır yanıtsız kalan bu sorular yargının içinden gelen tokat
gibi yanıtlar bulduğu gün, diğer “Zihni Sinir Procesi”nin
fitili ateşlendi.
Bu yeni dahiyane hukuki buluş şu işe
bakın ki, tam Gezi hakkında karar çıktığı günden altı saat
sonra alınıyor! Hey sevgili Allahım, sen nelere kadirsin!
Tesadüfün böylesi, Milli Piyango’da üst üste iki yılbaşında
büyük ikramiyenin size isabet etmesinden daha az görülecek
cinsten! Kavala şimdi kalkıp kaderine mi isyan etsin yoksa
kahrolarak beyninde mantık-matematik-istatistik üçlüsünün
içinden çıkabilmek için belleğinde yeni düşünce dehlizleri mi
açmaya çalışsın?
Bu Zihni Sinir ulemaları, ne yazık ki
derslerini yeterince çalışmamışlar. Minimum düzeyde “en yakın
tarihimizi” bilselerdi, mesela en azından Gezi boyunca Fetöcülerin
var güçleriyle “Gezici”lere karşı ellerinden gelen her gücü
kullandıklarını hatırlayabilirlerdi! Mesela daha sonra
Fetöcülükten tutuklanan onca polisin, emniyet müdürünün,
valinin Gezicilere kan kusturmak için hangi hamleleri üst üste
yaptıklarını gizli arşivlerden değil, günlük gazete
manşetlerinden çıkarabilirlerdi! Başta Zaman Gazetesi olmak
üzere, Fetöcü basının her manşetinde Gezicileri nasıl hedef
aldığını “unutmak” bu kadar kolay olmamalıydı. Fetö’nün
bir numaralı “imaj milletvekili” Hakan Şükür’ün Gezi
esnasında Gezicilere nasıl lanet okuduğunu, “Küfre
sığınıyorlar” ifadesini kullanabildiğini hatırlayıp “yok
artık bu kadar senaryo yazmayalım” diyebilirlerdi. Kavala
hakkında önce “Gezi elebaşı”, sonra oradan dikiş
tutturamayınca “Fetöcü elebaşı” iddianamelerini bir biri
peşi sıra açabilmekle mesela aynı hakemin önce bir maçta A
takımı lehine şike yaptığını, sonra aradan 2 yıl geçtikten
sonra “Meğer aynı gün, aynı maçta B takımı lehine de şike
yapmış olduğunu” iddia etmek arasında bir fark yoktur. Ya da
mesela 12 Eylül öncesinin Türkiyesi’nde önce bir yazarı
“Komünist” propaganda yapmakla suçlamak, oradan sonuç alamayıp
beraat gelince de bu sefer de “Faşist-yobaz” propaganda yapmakla
suçlamakla eşdeğerdir! Yani A şıkkını iddia ettiyseniz, B
şıkkını iddia edemezsiniz! Bunu normal çocuklar en geç 5.
sınıfta görebilirler. Bizim yargıdaki savcıların bu iddiaları
ard arda nasıl dizebildiklerini anlayabilmek için herhalde
eriştikleri paralel evrenlerde yeni bildiğimiz uzam dışında
hangi kanalları açıp bu yaratıcı vizyona eriştiklerini bize
kendilerinin anlatması lazım! Şaka yapmıyorum! Başka bir C
şıkkınız varsa lütfen bana bildirin, öğrenmiş olurum!
İktidar mensuplarının “Bugün
böyle bir karar çıkarsa, biz halka bunu nasıl izah ederiz?”
diye bir kaygıları yok! Mesela İstanbul Büyükşehir Belediye
seçimlerinde her zarfa atılan oyu geçerli sayıp yalnız Ekrem
İmamoğlu’na verilen oyları geçersiz sayarken, bu kararı nasıl
halka dayatabildilerse, yine buna benzer bir mantıksızlıkla
davranmak konusunda en ufak bir tereddütleri olmadıysa, şimdi de
aynı kararlılıkla (!) hareket etmekte bir mahsur görmüyorlar!
Emin olun, onları izlerken Salvador Dali de, sihirbaz David
Copperfield de kıskançlıktan tırnaklarını yer, “Neden ben bu
kadar yaratıcı olamıyorum” diye! Ama daha fenası, bu kararlar
yurtdışında yabancı politikacı ve gazetecilerin önüne
gittiğinde yaşanıyor! Onlar Burhan Kuzu değiller ki, kuzu kuzu
her söylenileni hazmedip kararları alkışlamaya başlasınlar!
Onlar Kuzu değil ki, Zindaşti konusunda yargıya müdahale
skandalının hemen akabinde, utanma sıkılma olmadan, yargı
kararlarına saygıdan dem vurarak Geziciler hakkındaki salıverilme
kararlarının “vicdanları kanattığını” söyleyebilme
konusunda uçsuz bucaksız bir serbest ruh ve beyin haline sahip
olsunlar!
Kavala konusunda evvelsi gün verilen
ve alelacele duyurulan karar, maalesef “Biz artık bağımsız bir
yargıya sahip olmadığımızı dünyaya ilan etmek istiyoruz”
mantığının tezahüründen başka bir şey değildir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.