10 Mart 2017 Cuma

NEW YORK’TA REFERANDUM’DA SÜRPRİZ OLMAYACAK! | Bedri Baykam | 09.03.2017


Bu yazıyı aslında geçen hafta Amerika’dan yazmayı düşünmüştüm. Ama sayfamı izliyorsanız, bildiğiniz gibi daha acil bulduğum Trump’ın şaibeli Rusya ilişkileri hattını yazınca, Amerika notları bir hafta gecikmeli ulaşıyor elinize... Aklınızda olsun, bu olay yakın bir gelecekte Trump’ın felaketi haline dönüşüp yeni dönemin Watergate’i olabilir. İzlemeye devam edelim!

DOĞU YAKASININ HİKAYESİ
Washington, New Jersey ve New York, yani Doğu Yakası’nı içeren gezim, bir hafta sürdü. Esasında bunun 5 günü, New York’ta geçti. Bir sanatçı olarak gençliğimden beri beni en çok heyecanlandıran şehirdir “Büyük Elma”... Her sanatçıyı, her gösteri sanatçısını, her iş insanını en çok heyecanlandıran şehirdir...  Yazının sonunda bu nedenlerle New York’a ayrı bir paragraf ayırırız. Ama bunun öncesinde, şu meşhur “referanduma doğru” günlerinin oralarda nasıl yaşandığını size aktarmak isterim.

MUSTAFA BALBAY VİZESİNİ GECİKTİRİNCE...
Washington DC ve New Jersey konuşma davetlerim orada faaliyet gösteren Türk Vatanseverler Birliği tarafından yapıldı, organizasyonu onlar üstlendi. Son derece candan dostlarla bir arada olduk. Birliğin Başkanı Murat Kutluğ, Gönül Messana, Zeynep Mc Gowan, Varol Akcin son derece yakın davrandılar ve güzel bir iş çıkardılar. Panellerin moderatörlüğünü, İstanbul’dan beraber seyahate çıktığımız Gülgün Feyman yaptı. Aslında her iki konuşmada sevgili değerli dostum Mustafa Balbay’ın yanımda olması lazımdı ama vize sorununu zamanında aşamadığından son anda bir sürprizle bu turneye katılamadı. Fakat kendisinden yine de beni yalnız bırakmamasını rica ettim ve Mustafa bu faaliyetlere zamane elektronik/dijital yöntemleri ile bir ekrandan katıldı. Böylece hem kendisini duymak isteyenleri mutlu etti, hem de beni kırmadı. Mustafa ile çok sık görüşmeyiz ama birbirimizi çok severiz. Cumhuriyet sayfalarından başlayan dostluğumuz hep gelişerek gitti, ardından Mustafa da CHP kadrolarına katılınca, bağlarımız ve dayanışma hatlarımız biraz daha sıklaştı. Ardından da maalesef Ergenekon yılları geldi. Mustafa’yı, koğuş arkadaşı Tuncay Özkan’ı ve daha nice aydın dostumuzu haksız yere FETÖ kumpası ile özgürlüklerinden ve ailelerinden koparan... İşte o yıllar, aramızdaki bağları en güçlendiren dönem olarak kaldı. Arkadaşlarımın bu şekilde aramızdan alınmasına isyan eden sayısız Atatürkçü’den biriydim. “İçim Parçalanıyor” başlıklı bir sergi açmıştım 2010-11’de... Orada tüm aydın dostlarımın, kardeşlerimin bu parçalanmak istenen yurdumuzda resimlerini yaptım. Aralarında tabii Mustafa da vardı... Silivri’de onları ancak uzaktan görüyorduk, selamlaşıyorduk. Kavramsal sarılmalarımız vardı. Bundan yalnız 1,5 yıl önce HSYK Baş Müfettişi bir beyefendiden öğrenecektim ki, o yıllarda, şimdi FETÖ tutuklusu olan Ali Fuat Yılmazer, can dostlarım hakkında yazılan uydurma fezlekeleri benim içinde kaleme almış; hayatta hiç tanışmadığım, hatta adını duymadığım alakasız kişilerle beni kağıt üstünde buluşturup en inanılmaz uyduruk hikayeleri yazmış da yazmış.. O belgeyi elimde tutarken, insanlık adına utandım... O rezil ve utanılası günlerde her an başımıza gelebileceğini bildiğimiz bu sahte davalar, meğer tam teğet geçmiş ve ben de arkadaşlarımla hücre ve ya koğuş komşuluğunun eşiğinden dönmüşüm.
Neyse, pardon, içimden geldi anlattım size o hüzünlü Silivri buluşmalarımızın eksenini... Biz dönelim Amerika’ya...

AMERİKALI TÜRKLERİN AKLI FİKRİ REFERANDUM!
Ben de daha önce onlardan biriydim. Yani “Amerikalı Türk” denen insanlardan biri sayılabilirdim. Çünkü 1980-1987 arası California’da yaşadım (Tabii Türk pasaportuyla). Yurt dışında yaşayan Türkleri, Türkiye’de yaşayan Türkler küçümsemeyi severler. “Ne yaşıyorsak, zaten biz yaşıyoruz”- “Onlar ne anlar ki?”- “Sana ne kardeşim, senin umurunda mı sanki?”- “Onlar zaten bizim sorunlara Fransız” cümleleri sık sık kullanılır. Bu tavrın arkasında, yurt dışında yaşayan Türklerin, ister “Almancı”, ister “Amerikanyalı”, ister “Frenk” olsun, kendi çıkarlarını düşünerek göç etmiş şanslı ve ego dolu birer insan olduğu önyargısı vardır. Bilinçaltında da olsa bu düşünce gelir yerleşir.
İşin esası farklıdır tabii... İster eğitim, ister iyi bir iş, ister aşk, hangi sebeple olursa olsun yurt dışında yaşamaya başlamış “gurbet Türkleri”, aslında akrabaları, arkadaşları ve akılları Türkiye’de kalmış insanlardır. Çoğu, ülkede yaşanan her gelişmeyi endişe içinde elinden geldiğince takip eder. Orada, Ankara’da, İstanbul’da, Yatağan’da, Alanya’da, Zonguldak’ta olamamak, her şeye anında müdahale edememek onları kahreder. Aslında yaşamdan çok fazla şey beklemezler. Ne kendi ülkelerinde, ne yaşadıkları yerde, kavga-savaş olmasın, huzur olsun, özgürlük olsun...  İşte şu anda da Amerika’da yaşayan vatandaşlarımızın da en büyük derdi referandum.  %80 civarında “HAYIR” oyu verme eğiliminde oldukları ve AKP’nin bunu durduramadığını, ABD’de zayıf olduğunu bilmesine ve birçok etkinlik düzenlemesine rağmen durumu düzeltemediklerini her yerden duydum. ABD’deki Türkler, inanın salt 16 Nisan’a odaklanmış olarak yaşıyorlar. Bu hafta sonu Cumartesi günü İstanbul’da Piramid Sanat’ta Avukat Celal Ülgen, yazar Ümit Zileli ve benim katılımımızla yapılacak olan “Referandum Sonucu neler getirebilir?” başlıklı panel, ABD’li Türklerin yoğun olarak izledikleri bir siteden naklen yayınlanacak...  

WASHINGTON VE NEW JERSEY PANELLERİ
Washington’da ünlü National Press Club’de yapılan panelde önce Facetime’dan Balbay konuştu. Ardından ben Türkiye’nin adım adım hangi hatalara düşerek bu saçma ötesi yol ağzına sürüklendiğini anlattım. Şeriat propagandasını cezalandıran 163. maddenin 1990 ekseninde kaldırılması intiharından, solun inat ve ısrarla 1994 belediye seçimleri öncesi birleşmemesine kadar, sivil toplumun “biz hiçbir partiyi desteklemiyoruz” saçmalığından,  iş dünyasının “AK Parti bizi AB’ye sokacak” saftirikliğinden,  izlenilen edilgen siyaset yollarına kadar, her şeyi dile getirdim. Bir gün sonra Washington DC’den ayrılırken, Büyükelçiliğimizin önünde, işadamı Hüdai Yavalar ve American Turkish Society’nin Amerikalı heykeltraş Jeffrey Hall’a yaptırdıkları 2 metrelik etkileyici bronz Atatürk heykelini ziyaret ederek duygusal anlar yaşadık ve ardından kara yoluyla yeni hedefimize hareket ettik. New Jersey’deki buluşma noktamız Türk Ocağı idi ve yine coşkulu bir kalabalık vardı. Her iki günde de Gülgün Feyman başarıyla ekrandaki Balbay’ı, bizleri ve izleyicileri idare etti.

NEW YORK’TA SANAT VE SİYASET DURUMLARI!
Daha sonra New York’ta geçireceğim 4-5 güne geldi sıra. Graffiti sanatçısı, “Dünyanın en iyi artistiyim” lakaplı 40 yıllık arkadaşım Rene’nin evinde kaldım. Beni Brooklyn’e götüren Esra Öziskender’in sanal medya sayfası için benimle arabasının içinde yaptığı röportajı, şimdiye kadar 45 bine yakın insan izledi (Demek Türkler, umuda susamış olarak güzel sözler duymaya acıkmışlar!).
Çok önem verdiğim 20. yüzyıl başının ünlü sanatçısı Picabia’nın retrospektif sergisini New York Modern Sanat Müzesi’nde büyük keyifle gezdim. İtiraf edeyim, orada geçirdiğim 2-3 saat, Scope ve Armory Show sanat fuarlarından daha önemliydi benim açımdan. Ayrılmadan 2 gün önce ise sıra dev Columbia University’sinde verdiğim son konferansa geldi. Burada izleyicilerin yarısı Amerikalıydı ve İngilizce konuştum. Sorular ve tepkiler, Columbia’nın adına yaraşır düzeyde ve olgunluktaydı. Bu organizasyona yardım eden sorumlu dostumuz ise Yaman Erim’di. Konuşmamdan önce ve sonra Türk üniversite öğrencileriyle yakın temaslar yaptım. Son gecemde, New York’un başarılı Türk galerisi C24’teki açılışa katıldım ve böylece galeri sahipleri olan yakın dostlarım Maide ve Emre Kurttepeli ile, yine Türk ortakları Melih Doğan’ı görmüş oldum. Sonuçta yeni kalıcı dostluklar, tanışıklıklar ve umutlarla bir New York seyahati daha böylece kayıp gitti elimizden...

İKTİDAR KENDİ KENDİNİ “GÜVEN OYU” KAYBEDECEK DURUMA DÜŞTÜ!
Türkiye’ye ayak basar basmaz, hükümetin ve devletin illegal EVET baskısının uzantıları ile kuşatıldığımızı tekrar yaşamanın sıkıntısı vardı üstümde ve ...herkeste! İş dünyası bildiğiniz gibi, gerçekleri konuşmaktan korkan bir korkaklar grubu olarak ortada dolaşmaya devam ediyor. Mesela İstanbul Ticaret Odası Başkanı İbrahim Çağlar, EVET kampanyasını açıklarken  “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini iş dünyası olarak desteklediğimizi açıklamıştık. Şimdi de geleceğimizin teminatı gençlerimizin, aydınlık yarınlara yelken açabilmeleri için bu sistemi iyice özümsemelerini hedefliyoruz. Gençlerimiz bu sayede en doğru kararı kendileri verecektir” diyebiliyor. Soruyorum iş dünyasına: Size dünyanın en iyi CEO’su olarak bile tanıtılsa, Yönetim Kurulu ve Murakıplar Kurulu denetimi olmadan şirketinizin her zerresini ve tüm geleceğini tek bir insana emanet ediyor musunuz?? Tabii ki HAYIR! O zaman bunu tüm ülke için nasıl isteyebiliyorsunuz?
Cumhurbaşkanı ise, kendisi ve partisi için son derece tehlikeli bir söyleme girmiş: “15 Temmuz’un yanıtı, 16 Nisan’da verilecek” diyebiliyor. Peki bu mantıkla yarın sandıktan HAYIR çıkınca, AKP ve Cumhurbaşkanı, 15 Temmuzculara mı yenilmiş olacak? Böyle mantıksız ve dayanaksız bir saçmalık düşünülebilir mi?.... Bu tavırla iktidar 16 Nisan’ı, kendisi aleyhine sonuçlanacak dev bir güven oyu kaybına dönüştürmekle meşgul, ve aralarında hiç kimse, zirveye bu doğruları söyleyecek, bu ikazı yapacak yüreğe sahip değil.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.