24 Kasım 2016 Perşembe

BU TECAVÜZ YASASI, YOBAZLIKLA IŞIĞIN ÇARPIŞMASIDIR! | Bedri Baykam | 23.11.2016


Son senaryo şöyle: Dikkatsiz politikacılar bize özensiz bir yasa taslağı sunmuşlar, sonra devletin zirvesinden gelen beyaz atlı prens, halkının büyük tepkisini görünce “olmaz böyle yasa, çekin bakalım geri!” demiş. Onun sayesinde kadınlarımız ve halkımız bu felaketten kurtulmuş!
Hazmetmeye hazırsanız, size sunulan bu haftaki mönümüz bundan ibaret... Midenize oturmadan afiyetle yiyebilirseniz, ne mutlu size!
Yaşanan o ucube ötesi “tecavüz meşrulaştırma yasası” son 10 günün veya iki haftanın gündemi sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz... Konumuz ortaçağ ile aydınlanmanın bitmek tükenmek bilmeyen hesaplaşması... Konumuz, TÜBİTAK’ın başına imam hatipli atama yarışına girenlerle, bilimin ışığına inananların çarpışmasıdır. Konumuz “dünya dönüyor” diyenlerle, buna “tövbe de!” diye saldıranlar arasındaki büyük kavgadır. Konumuz kadınları kara çarşafa sarmalayıp kendisine hiç bir bağımsızlık hakkı tanımadan, onu babadan damada, oradan da oğluna devreden anlayışın, kadın ve erkek eşitliğini savunan ve herkesi özgür bir insan olarak görenlerle olan kavgasıdır. Konumuz sokakta hakkını arayan annelere veya üniversiteli kızlara copu, dayağı ve gaz bombalarını reva görenlerle, onları demokrasimizin temel taşı olarak görenler arasındaki kavgadır. Konumuz “flört fahişeliktir” diyenlerle, flörtün tüm insan ilişkilerinin temeli olduğuna inananlar arasındaki uçurumdur. Esas konumuz kadın, aşk, hatta insan figürü içeren heykellere saldırıp put olarak görenlerle, sanat eserlerine saygı duyanlar arasındaki timsahlı derelerdir. Konumuz kadın sesini haram görüp kadın kahkahasına katlanamayanlarla, kadınları sosyal hayatın her noktasında görmek isteyenlerin kavgasıdır. Konumuz 19 Mayıs kutlamalarında genç kızların etek giymelerine dayanamayanlarla, onları Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi doğrultusunda devrimlerin bekçisi olarak görenler arasındaki anlayış farkıdır. Konumuz, “babanın kendi kızına şehvet duyması haram değildir” diyerek ensesti neredeyse sevap göstermeye kalkanlarla, çocuklarını buna benzer sapık düşüncelerden korumaya çalışan insanlar arasındaki uzlaşmasız kavga alanıdır. Konumuz utanç verici bir şekilde zorla bütün liseleri imam hatipleştirmeye çalışan çürümüş beyinlerle, özgür, çağdaş, Atatürkçü eğitim arasındaki 100 yıllık kavgadır. Esas konumuz Tophane’de galerilere saldıran anlayışla, o saldırganların “böyle şeyleri büyütmeye gerek yok, tanırım o çocukları” diyerek mazur göstermeye çalışanlar arasındaki 1000 yıllık algı farkıdır. Konumuz dini kullanarak, kan dökerek işgal ettikleri topraklarda öldürdükleri insanların karılarını kızlarını cariye yapan DAEŞ teröristleri hakkında yıllardır ağzını açamayan zavallılarla, Kemalist güçlerin yobazlıkla göğüs göğüse mücadele eden tavrının farkıdır. Konumuz kürtajı toptan yasaklamaya kalkanlarla, karar verme hakkını savunan insanların farkıdır. Ana konumuz tecavüze uğradıktan sonra kürtaj isteyen kadınlara “çocuk niye ölsün, o kadınlar ölsün. Devlet çocuklara nasıl olsa bakar” diyenlerin yüz kızartıcı kavgasıdır. Konumuz kafası kesilerek vahşice öldürülen genç bir kızın ardından acılı ailesi hakkında “kızlarına sahip çıksalarmış” demeyi insanlıklarına yedirebilenlerin yarattığı vicdansız ortamdır. Konumuz hakim karşısında kravat takıp terbiyeli konuşan toplu tecavüz sanıklarına iyi hal indirimi vermeyi akıl edebilenlerin cirit attığı içler acısı yeni Türkiye’dir.

KONUMUZ LAİK, ATATÜRKÇÜ TÜRKİYE’NİN AYDINLIĞINA, ÖZGÜRLÜĞÜNE KATLANAMAYANLARDIR
Konumuz, “kadınlarımızın ve genç kızlarımızın mağduriyetini kaldırma” iddiasıyla, tecavüzü aklamaya çalışan güruhun ortaçağ beynidir. Konumuz Atatürk devrimlerini kaldıramayan ve her yerden sinsi taktiklerle adını çıkartmaya kalkışan aklı-evvellerin kirli dünyasıdır. Konumuz irticayı tehdit olmaktan çıkararak demokratlaştıklarını iddia edenlerin gaflet ve ihanetidir. Konumuz laikliğe inanan insanlarımızdan “laikçi” diye bahsederek onları aşağıladığını sananların yarattıkları cerahat dolu dünyadır. Konumuz türban ve kapanma hakkını demokrasi kriteri olarak ilan eden çarpık anlayışın tutarsız dünyasıdır. Konumuz yalnız bırakılan kadınların davulcuya ya da zurnacıya kaçacağına inanan ve onların evinin süsü olmaları gerektiğini düşünen çarpık beyinlerdir. Konumuz, kadınların siyasi, sosyal, bedensel bağımsızlıklarını ve cinsel haklarını, akıllarına bile getiremeyenlerin örümcek ağlarıyla kuşatılmış beyinlerdir. Konumuz tecavüze uğramış küçük kızları artık “çürük mal” olarak gören ve onları sözde kurtarmak için “bari tecavüzcüsüne hediye edelim” 

16 Kasım 2016 Çarşamba

SOSYAL DEMOKRATLARDAN BAHÇELİ’YE, BOYUT ATLAYAN GAFLET | Bedri Baykam | 16 Kasım 2016


1980’LERİN VİZYONSUZ LİDERLERİ
Sizi belki bıktırana kadar tekrarlayacağım: Demokrasinin yaşadığımız sıkıntı ötesi can çekişme çığlıkları, bundan otuz yıl önce fazlasıyla sinyallerini vermişti. 1987'de Özal Türkiyesi'ne ABD'den "kesin dönüş" yaptığımda, derhal gözüme çarpan verileri tek bir mesleğin teşhis yöntemleri ile kıyaslayabilirim: Nasıl çok iyi bir doktor, bir küçük ben veya hücre dokusunda fark ettiği değişimden amansız bir hastalığın ilk saniyesini görüyorsa, ben de Türkiye'yi tehdit eden faşizm ve yobazlık ipuçlarını ilk saniyelerde gördüm. Tabii ki ilk saniyeler Menemen'e veya Menderes döneminin gafletlerine kadar da çekilebilirdi ama ben size 1960 Devrimi ve 12 Eylül müdahelesi sonrası Türkiye'nin dırumundan söz ediyorum. Evren'in Atatürkçü Türkiye'yi koruma iddiasıyla uyguladığı faşist yöntemler ve komünizmin önünü dinle kesme çabaları sayesinde, Özal'ın yerleştirdiği tarikatların önü açılmaya başlamıştı. İran Başbakanı Anıtkabir'i ziyareti ret ettiğinde, ülkenin tükenme yoluna girdiğini anlayarak siyasete balıklama atlamıştım. Sorgulamadan, Türkiye'nin alarm zilleri çaldığını görerek... Bu kritik durumu yüzbin saatlik çabalarımıza karşın ne Erdal İnönü'ye, ne Baykal'a, ne de Karayalçın'a anlatabilmiştik. Ecevit zaten hiç bir şeyi anlamamaya yeminliydi ve ülke oracıkta göçük altında kaybolup gitse, yine de solun birleşmesine yeşil ışık yakmayacağını her sözüyle açığa vuruyordu. 1994 yerel seçimleri öncesi, tüm ısrarlı çabalarımızla yürüttüğümüz Taban Operasyonu hareketi, görüştüğümüz liderlere şunu söylüyordu: "Seçimi değil, rejimi kaybedeceksiniz. Derhal birleşin veya ortak aday çıkarın!". Hiç oralı olmadı "devlet adamlarımız"! İşte RTE ve Melih Gökçek efsanelerini, sol liderlerin bu öngörüsüzlüğü üretti. Çok merak ediyorum, bizlerin, Saylanların, Aksoyların, Ekşilerin açıkça gördüğü gerçekleri göremeyenler, bugün aynaya baktıklarında yüzleri kızarıp ülkeden özür dilemeyi akıllarına getiriyorlar mı? Sol liderlerimiz, ülkenin geleceğini okuyamamaktan, koltuk kavgasından önlerini görememekten, dayanışmanın önemini kavrayamamaktan ülkeyi sorumsuzca bu uçuruma, tüm uyarıları pas geçerek attılar. Bir de halen yoğun olarak süregelen bir AKP destekçisi sağ lider profili var. Onun ki vizyonsuzluk değil, gizli -ve artık açık- işbirlikcilik... Sonuçta sosyal demokrat gafletin başlattığı ihaneti, bugüne uzanan yıllarda en güzel tamamlayan, bu “asistleri” üst üste gole çeviren bir lider bu...


BAHÇELİ PROJESİ
Yani demek istediğim şu: Bir de gafletlerin ötesinde, bu projelerin doğal liderleri, iletkenleri, tasarlayıcıları var. Ben size illa dış tasarımcılardan söz etmiyorum. En başta aramızda yaşayıp sürekli muhalif rollere ve hallere girmekten çekinmeden, 10 yılı aşkın süredir her kritik virajda, en sorumlu AKP'li olarak davranan o meşhur zattan söz ediyorum. Türkiye'de "dün dündür, bugün bugündür" gibi Makyavelist bir doğrudan gerçekciliği ortaya koyan, "Çoban Sülo"dur. Bunu zerresinin iliğine kadar uygulayan ve dün ak dediğine kara, kara dediğine ak demekten hiç mi hiç gocunmayan kişimiz, siyasetimizin kralı, “asrımızın lideri”dir. Ama bu konuda oynadığı Oswaldvari değişken rollerle tarihe ibret vesikası olarak yazılacak olan lider, tartışmaya mahal bırakmaksızın Devlet Bahçeli'dir. Neden Oswald diyorum, çünkü Kenndy'ye kurşun sıkıp öldürdüğü iddia edilen Oswald'ın Amerika'ya ve CIA'ye mi, yoksa Ruslara mı, yoksa Castro'ya mı, yoksa Castro karşıtlarına mı çalıştığı, hiçbir zaman netlik kazanmamıştır. En azından genel bir doğru oturtulamamıştır. İşte Bahçeli de bazen Erdoğan'a öyle ağır muhalefetler yapıp öyle laflar döşenmiştir ki, içimizden "yarın bunlar TBMM’de nasıl birbirlerinin yüzüne bakacaklar?" diye merak etmişizdir. Ama ayni Bahçeli, aynen şimdi Başkanlık projesine verdiği destek gibi, AKP'nin yaşamının en değerli ve can alıcı noktalarında hep yüzeye çıkıp birinci has adam rolünü üstlenmiştir. Yani bir insanın yaşamı ile kıyaslasak, AKP'nin kirvesi de olmuştur, kız istemeye de gitmiştir, yüzük takmayı da ifa etmiştir, hayat sigortalarını da yapmıştır, AMMAAA, Bahçeli, Erdoğan ve AKP'nin en baş muhalifi rolünü de kimseye kaptırmamayı başarmıştır. Vallahi tarihe geçecek bir manevra kabiliyetidir bu. Ayrıca hakkını da vermek lazım, daha düne kadar MHP'de kongre-kan değişimi vs diyerek herkes teker teker ayrılıp parti sapır sapır dökülüyor ve yeni “Başkan-toto” oynanıyorken, Bahçeli dümeni kıvrak kurnazlıklarla sıkıca tutup gemisinin kontrolünde kalmayı başarmıştır. Buna lider yapışkanıyla koltuğuna dimdik olarak yapışmak denir. Bu ülkede liderliğin en büyük kriteri budur. Bu yapışkanı kullanmayan tek lider, Erdal İnönü olmuştur. Ama Bahçeli'ninki önde gelen bir politika (yani etimolojik anlamıyla çokyüzlülük) başarısıdır. Şimdi medyada vuku bulan acıklı, içeriksiz ve anlamsız sözde başkanlık tartışmaları eşliğinde ülke Erdoğanizm'in kesin kucağına teslim edilirken, MHP, artık kendi büyük “vizyoneri” Tuğrul Türkeş’in istediği rotaya gelmiş durumda. Eh, Meral Akşener ve diğer muhalifle disipline takılmışken nasıl olsa “dur napıyorsunuz orada?” diyecek adam da kalmadı...




VE ŞİMDİ, TÜRKİYE KAN AĞLIYOR!
Şimdi ise Türkiye can çekişiyor... Türkiye bir mengene gibi, marangozun işkence aleti gibi suyunu sıkmaya çalışan bir karanlığın, demokrasinin kalıntılarını yok edişini dehşet içinde ve acıyla kıvranarak izliyor. Ülke şu anda soğuk ve utanılası bir karambolle resmi olarak tek adam diktasına sürüklenirken, cılız tepkiler sağdan soldan kendini duyurmaya çalışıyor. Her biri aynı zamanda beyhude kaldığını bilerek ve biraz umutsuzluğun dramıyla buna başvuruyor. Ama insanlar birbirine inanmadan sanki sadece duyuyorlar itirazları, ama dinlemiyorlar. Çünkü oluşturulan karanlık proje bir kere canavar bir tank gibi sokağa salınmış. Ülkenin demokratik tepki alanı, eriyen bir buz parçası gibi gözle görülür bir hızla daralırken sahte tartışmaları medyanın yapay kanallarından inançla veya bir şeyleri değiştirmek umuduyla izleyen pek kalmadı. Herkes “mış” gibi yapıyor o oturumlarda.


MEDYANIN AĞLANACAK YAPAYLIĞI...
Türkiye’nin bu merkez medya yapaylığına bayılıyorum. Bir medya düşünün ki, ülkeyi tek başına aldığı tüm kararları uygulayarak yönettiği tescillenmiş insanının verdiği her emre göbekten uymaya zorunlu hissediyor kendisini. "Dikkayyttt, şimdi ve her zaman 27 Mayıs'a hücum edilecek! Et!”, "Dikkkayyt, şimdi 12 Eylül'e hücum edilecek! Et!!", "Dikkaayttt, şimdi açılım süreci cilalanacakkk!", "Dikkat, şimdi Başkanlık propagandasına damardannn girişilecek!", “Dikkayttt şimdi açılım sürecine saldırılaacaaak"! Yahu, daha düne kadar "Fethullah Hocaefendi Hazretleri" diye yağ çekerek demokrasiye katkılarını (!) öve öve bitiremedikleri Pensilvanya kralının maskesini indirmek için bile bunlar liderden emir beklemediler mi? İnsaf yaa! Siz de mi 15 Temmuz'da öğrendiniz Feto'nun ne olduğunu? Kargalar bile gülmekten ceviz yiyemez hale düşüyorlar, bu acıklı emir kulu halinizi gördükçe... Ve bu medyanın içindeki en büyük AKP yandaşları, avukatları, savunucuları, ne derseniz deyin, şimdi ya içerideler, çünkü onlara hep ikaz ettiğimiz gibi kullanım süreleri doldu ya da işsiz güçsüz şekilde hiçbir zerresinde haklı çıkmadıkları Türkiye öngörülerinin içinde çarşaf olmuş durumdalar. Şimdilerde bu posası çıkmış eski “2.Cumhuriyetçiler” ve “Yetmez ama Evetçiler”in yerine, ne dediği anlaşılmaz, orta yere karışık konuşan yeni Türkiye yağcıları geldi. Hem demokrat, hem liberal, hem de gizliden veya açıkça RTE goygoyculuğu yapan cevheri kendinden menkul yeni yetme isimler... İşte gülsuyu ile yıkanmış Yeni Türkiye haber kanalları, artık bu “gündem” adıyla öne sürülen emredilmiş siparişleri, alıştırarak halka yutturmakla mükellefler.
Liste uzayıp gidiyor. Bu yağcılığın adı "efendim gündem böyle belirlendi, bizim suçumuz değil". İyi de o gündemde sen söyleyecek lafı olanları yok sayıp, hep laf geveleyen orta oyuncularını çıkarmaya mecbur musun? Birkaç Ergenekon avukatı dostumuz ve birkaç CHP milletvekili dışında tık yok. Hadi buyrun çıkarın Cengiz Özakıncı'yı, Soner Yalçın'ı, Ümit Zileli'yi, Onur Öymen'i ya da TGB başkanı Çağdaş Cengiz'i de, konuşturun özgürce. Bu listeden iki üç tane daha hemen ellerine verebilirim. Ama hep aynı sistem: Konu Başkanlık mı? İstemeyenler tu kaka ve eskicibaşı, isteyenler ilerici, yenilikçi, düşüncelere açık beyinler! Aynen bundan önce türban tartışmalarında yaşadığımız gibi! Nasıl orada da türbana karşı olanlar, gerici, anti-demokrat ve örümcek beyinli Kemalist ilan edildilerse, bugün de iktidarın herhangi bir talebine karşı çıkanlar, o dozları ayarlı tartışmalarda önden mağlup ediliyorlar. İşin gülüncü, mesela açılım konusunda siyahla beyaz arasında tercih değiştirenler de iktidarın pozisyonuna göre gerici veya ilerici damgasıyla yaftalanıyorlar. Bir de, sıkı durun, son hatırlatma geliyor: Yeni Türkiye medyası, iktidarın “idam” ihtirasını da hep gündemde tutmayı başarıyor! İki gün bahsedilmezse, hemen usturuplu bir bahaneyle veya doğrudan heycanla gündeme taşınıyor. Dönemin kan pornografisiyle kutsanmış medyatik çılgınları, artık naklen idam yayınlamak isteyecekler sanki! Hatta yakında yine idam isteyenler de ilerici, bizler yine “köhne gerici Cumhuriyetçi” ilan edileceğiz. Yuh artık!
AYDINLARIMIZ TÜYAP’TA BULUŞUYOR
Bugün Saray’ın sanatçısı olmayı redetmiş aydınlar, 17’Kasım saat 14.00 de, Tüyap Kitap Fuarı’nda yanyana gelip, bu akıl almaz derecede bayağı ve tehlikeli uçurum koşusuna karşı dikilecekler. Sanatçılar Girişimi sözcülerinden Ataol Behramoğlu o toplantıya katılırken, Orhan Aydın Girit’te olacağından, benim de Başkanı bulunduğum Dünya Sanat Birlikleri’nin Kore’de düzenlediği uluslararası bir büyük sanat festivali düzenleme sorumluluğunu üstlenmiş olmamdan dolayı orada bulunamayacağız. Ancak ülkemizin gururu birçok yazar-çizer-sanatçı, bu demokratik tepkiye damardan destek verecekler. Cumhuriyet gazetesinin durumu ve HDP’li milletvekillerine yaşatılan gözaltı ve tutuklamalar, sorgusuz sualsiz, hiç bir şeffaflık olmadan kapatılan yüzlerce dernek ve estirilen o buz gibi karanlık perdenin rüzgarı... Yapmaya çalıştıkları şu: Herkesin herkesle bir hesaplaşması ve alıp veremediği olduğundan, ince hesaplar, böl, parçala, tepkiyi cılız tut, korku ver, imha et, bir dahaki hedefe yürü! Bu taktiği kimileri anlayamıyorlar ve “onlara yardım etmek sana mı düştü?” garabetinde boğuluyorlar. Bugün HDPli vekilleri desteklemek, onların düşüncelerini desteklemek anlamına gelmiyor. Düşünce özgürlüğü ve demokrasiyi savunmak anlamına geliyor. Onların neden ifade vermeye gitmediğini soranlara ise, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın ağır bir cevap vermiş: “Yargı çay toplamasaydı, Cumhurbaşkanı önünde düğmesiz cübbesini iliklemeye çalışmasaydı, ‘neden ifade vermediler’ diyebilirdiniz”. İşte bu kadar ağır bir baskı rejiminin ortasında, iktidarın zirvesi “senin dokunulmazlığın kaldrııldıktan sonra, ne farkın kaldı, gideceksin ifadeye” dediğinde, parlamentonun artık bir güvenilir yapısı kalmıyor. İşte Türkiye’nin gururu olan aydınları, sanatçıları ve yazarları, 17 Kasım Perşembe günü, Tüyap’ta 3. Salonda Cumhuriyet standında topluca bu gidişata dur diyecekler... Tabii merkez medya ne oranda onları göstermek isterse, o oranda sesleri duyulmuş olacak. Ama herkes bilsin ki, Türk aydınları ayakta ve bu senaryolara karşı direnmeye devam edecekler...


Tabii bir de “direnç” denince, akla ana muhalefet partisi geliyor. Bunun analizi de bir paragrafa sığacak değil tabii ki, bekleyin biraz...



10 Kasım 2016 Perşembe

TRUMP’IN ÖNLENEMEYEN ZAFER GECESİ | BEDRİ BAYKAM | 09.11.2016

Siz şaşkınlık içinde bu sabah ekranlardan Trump’ın zafer konuşmasını izlerken, geceyi bilgisayarı ile ekran başında uyumadan geçirmiş olan bendeniz, herkesin nefret etmekten gurur duyduğu, Robert de Niro’nun en ağır hakaretlerle “taçlandırdığı” bu olağandışı siyasetçinin yaptığı “balkon(!)/teşekkür” konuşmasını dinliyor ve Erdoğan’dan alışık olduğumuz söyleme ne kadar benzediğini düşünüyordum. Daha da hayret verici nokta, yarışı büyük bir sürprize imza atarak kazanan Trump’ın spontan olmasına karşın, hatasız yaptığı öz ve kapsamlı hitabetin olgunluğuydu. Herkesin alay ettiği ve “Cumhuriyetçilerin bile adayı olamaz” denilen bir insan, kendi partisi dahil herkesin kendisine karşı yaptığı muhalefeti yenmiş, şimdi de işin kaymaklı zevkini çıkarmakla meşguldü. Şimdi sizleri gecenin hikayesi ile baş başa bırakıyorum.

TELEVİZYONLARDAN AKAN HABER-DEDİKODU VE BAŞKANLIK YORUMLARI
“Clinton ilk kadın Başkan olacak mı?
Türkiye Amerika’ya kırgın kalacak mı?
2020 için bir hispanik lider hazırlanıyordur.
Dolar çok aşırı çıkmaz(mış), 3,20 de sabitlenir.
Amerika’da basın özgürlüğü var.
Trump “şerefsiz basın” demiş.
Açık hakaret edebildi.
Feministleri değil, erkekleri daha çok heyecanlandırıyormuş Hillary.
Clintonlar sanki White House’a tapu koymuş.
Hillary hala soğuk ve kapalı kutuymuş.”

Bu arada ABD başkanlık seçimleri görüntülerinin altından Türkiye haberlerimiz resmi geçit yapıyor:
Erdoğan CHP’ye karşı suç duyurusunda bulundu: Cumhurbaşkanına karşı bildiri yayınlamak hangi demokrasiye sığar?
AKP, CHP PM bildirisine karşı suç duyurusunda bulundu.

Türkiye’de sokak gösterisi de, demokratik kitle örgütü bildirisi de demokrasiye sığmıyor, artık siyasal parti veya lider bildirisi de sığmıyor... Her biri suç duyurusu konusu oluyor! Ne demişti Erdoğan Al Jazeere’ye “yeni bir demokrasi ve laiklik tanımlaması getirdim”. Şimdi o demokrasinin hudutları belli oldu: Aksaray Aksaray, Aksaraaaaayyyyy!!!
AMA bu AKSARAY, Amerikanyalıların WHITEHOUSE yani BEYAZSARAY’ından daha bir farklı.
AKSARAY’ın gücü, BEYAZSARAY’a 10 basar! AKSARAY çok daha iyi ve temiz çitiliyor, öğütüyor, ve isterse yalnız lekeleri değil, gömleği de içindekiyle beraber ortadan yok edebiliyor! Uzak diyarlara tıkabiliyor. Silivri’ye, Sincan’a...
Beyaz adam kendini Amerika’da tehlikede hissediyormuş! Renkli insanlar, kime oy vereceklerini bence şaşırmış durumdalar! Clinton’a oy verseler, her gün kendilerini sokakta infaz eden o acımasız Amerikan polislerine karşı elleri kolları bağlı olarak felaketi seyretmeye devam edecekler. Demokratik başkan arada sırada bu katliamları kınadıysa da, aslında pek kılını kıpırdatmadı. İyi de, Trump kazanırsa da bu sefer de Obamacare denilen sosyal güvenlik büyük ihtimalle toptan ortadan kalkacak, bir daha geri gelmeyecek...
Kritik eyaletler: Florida, North Carolina, Indiana, Nevada, Arizona, Ohio, Iowa...

SONUÇLAR GELMEYE BAŞLADIKTAN SONRA, MEDYA TAHMİN KARGAŞALARI
North Carolina’da Trump %54’le öndeymiş, Clinton’cılarda endişe varmış. Oyların henüz ancak %3’ü sayılmış, Hillary % 50-47 öndeymiş! Florida’da durum 49-48 Clinton lehineymiş ve durum kritikmiş. Trump taraftarları, Clinton taraftarları kadar sokakları henüz istila etmiyormuş... ABD genelinde  %4 sayılmış, Trump %49-47 öne geçmiş. Virginia’da Trump’ın önde olması, büyük sürprizmiş. Illinois’da demokratlar kazanıyormuş. Maryland’le Delaware de demokratlara gitmiş. Gece 04.00’te 68-48 Hillary öne geçmiş. Oklahoma’yı Trump kazanıyormuş. Paralel atlar koşmaya devam ediyor, aklıma at yarışlarını radyodan anlatan spikerleri geliyor! Reytingi arttırmak isteyenler, son nefese kadar başabaş bir yarış havası yaymaya çalışıyorlar. AMA gece 04.04’te bir münasebetsiz, “Hillary Clinton lehine büyük bir toprak kayması tarzı ezici galibiyet geliyormuş. Ama bu %54’ten fazla da olmayabilirmiş!” sözlerini ortaya atıp konuya limon sıktı (Vallahi her an o adam kovulabilir sayın seyirciler!). CNN veya NTV’den hangisiydi, hatırlamıyorum... Konuşulan da şu: 8 senelik demokrat başkan iktidarından sonra hala bir demokratın kazanabilmesi imkansız bir şey gibi görünse de, şimdi bu oluyormuş!

ABD’YE HIZLI OY SAYMAYI DERHAL ÖĞRETMEMİZ LAZIM!
Vallahi bu adamlar, Türkiye’nin tırnağı olamaz! Bizim ülkede seçim gecesi için heyecanla kuruyemiş, peynir, pastırma, hıyar ve domatesle uzun bir rakı masasına oturanlar, birden gece saat 7:05’te münasebetsiz bir spikerin, maç sonuçlarını 72 saniyeye sığdırarak, maçı oynanmadan düdükle bitiren alçak bir hakem gibi konuşmasına, gözlerini fal taşı gibi açıp inanamadan bakakalırlar. Uzun lafın kısası bu Amerikalılar oyları hızlı sayamıyorlar, bu konuda AKP’li siyasetçilerden çok ama çok uzakta ve teknolojik yardıma muhtaç olduklarını söyleyebilirim! Çünkü ben Amerikan seçimlerini izlerken ıspanaktan yoğurda, ondan meyveye, ondan da tekrar kuruyemişe geçme fırsatım oldu hatta birazdan tahıl gevreği bile yiyebilirim! Florida’da seçimler, tam bahisçilerin istediği kıvamda gelişiyor! Oyların %48,5’i sayılmış. Trump, %48,6- 48,4 önde!! Off! Ne son an bahisleri dönüyordur, gayrı resmi bile olsa! Aklıma Florida’da Bush’un kazandığı seçimde yaşanan büyük kavga ve bitmez tükenmez yarış geliyor! Florida: oyların %91’i sayılmış, 47,1 Clinton, %49,1 Trump! Fark ilerlemiş... Aaa HaberTürk Clinton belgeseli seyrettiriyor... Serdar Turgut, durumun her an değiştiğini, YANİ BENİM DEYİMİMLE  AT YARIŞININ BELİRSİZLİK İÇİNDE KOŞULDUĞUNU söylüyor... Trump Tennessee, Mississipi, Kentucky, Oklahoma gibi Güney eyaletlerini alıyor... Turgut, sonucun sabahın erken saatlerinde bile değil, ancak ertesi gün öğlen anlaşılabileceğini söylüyorlar. “Anketler yanlış yapmışız” diyormuş, hispaniklerin anketlere verdikleri yanıtlar, dil uçurumu yüzünden güvenilmezmiş... Ana hatlarda değil de, “kılcallarda” bir durum gelişiyormuş... Yerleşik düzen sorgulanıyormuş...    
Gece 05.20’de kesin delegelerde, Trump 129-83 ilerdeymiş... Allah Allah bir saat önce Clinton’un lehine toprak kaymasından söz ediliyordu!

İŞİN RENGİNİN DEĞİŞTİĞİ TESCİL OLUYOR!
Şarkıcı Prince ne demiş biliyor musunuz? İki partili sistem, iki tehlikenin en az tehlikeli olanını bulmak... Bir seçiminiz olduğu illüzyonu... Hiçbir şeyin değişmediği ve üzeri örtülü bir faşizm... Genel sayım: 49,7-46,3’le Trump öndeymiş... 05.25... Delegelerde 138-104 Trump öndeymiş... CNN Clinton karargâhını gösteriyor, moraller bozuk...
CNN 05.40’da Trump için rüya gecesi kelimelerini kullanmaya başlıyor...
Bundan on gün önceydi.. Obama, yine Clinton lehine olan konuşmalarından birini yapıyordu. Hillary’ye  destek verilmesini istiyordu, bunun ne kadar geri tepebileceğini o anda hissetmiştim. Aklıma Fenerbahçe’de, 1998’de Ali Şen’İn, Vefa Küçük’e verdiği destek ve bir oy farkla kazanan Aziz Yıldırım geldi...  Gece 05.41 Trump 139-104 önde...
Gece 05.47’de Hillary’den teslimiyetçi bir mağlubiyet tweet’i geldi: “Her ne olursa olsun, bu ekibin gurur duyacağı o kadar çok şey var ki! Hepinize çok teşekkürler”. İşte bu bence “içeriden gelen sesle” Hillary mağlubiyetinin ilk itirafı olacak.
NOT: Bu yazı canlı yazılıyor ve geriye dönüş olmayacak yorumlarda ve yazının yapısında!
Hmmmm... Medyanın hazırladığı söylem şuydu: Zenci başkan, ardından kadın başkan, ardından da herhalde “next time” hispanik başkan mı?
CNN’de Trump belgeseli: “IŞID’i 30 günde bitiririm! Dünya şu anda bize gülüyor, ama ben Başkan olduktan sonra gülemeyecekler...”
Bundan üç hafta önce Trump’ın son skandal seksist söylemi “kadınları şöyle ... tutacaksın benim gibi” videosundan sonraki üç gün içinde herhalde Trump’a bahis oynayacak insan sayısı, yüzde beşi geçmezdi... Her ne kadar kendisi “bunlar erkeklerin soyunma odası söylemlerinden ibaret” diye olayı küçümseme yolunu seçse de, insanların geneli o anda toplu bir ayıplama ve aşağılama ile Trump’ı ezme yolunu seçiyorlardı. Öte yandan saat 06.10 itibariyle artık yayınlar Trump’ın galibiyeti üzerine şekillenmeye başladı. Cüneyt Özdemir, “öteki Amerika’nın” karşılığını Trump’ta bulduğunu ve bildiğimiz Amerika’nın, Silikon Vadisi’nden, Hollywood’a, New York Times’dan Cumhuriyetçi Parti’ye, oradan da medyaya kadar yerleşik düzenin her zerresine karşı kazanılmış bir zafere gidildiğini anlatıyor. Saat 06.20: 149-109 Trump diyor rakamlar... Bazı medya organları, “%80 Trump alacak” moduna geçmişler... Bir dakika ya! Bundan iki saat önce Clinton için “toprak kaymasıyla Clinton kazanır” diyenler, hangi göçük altında kaldılar acaba? Egemenlerin, beyaz Amerikalıların, hatta kendi partisi Cumhuriyetçilerin bile karşı duruşlarına rağmen kazanmaya koşan Trump, bir kutlama programı hazırlamamış doğru dürüst. Çünkü herhalde bu kadarını kendisi bile beklemiyordu...

YENİ DÜNYAYA GEÇİŞ EMARELERİ
Önümüzdeki 15 gün hangi makaleleri, araştırmaları okuyacağımız belli oldu. “Herkes neden yanıldı?”, “Trump ‘Amerikayı tekrar büyük yapacağım’ derken kimleri ikna etti?”, “Clinton’un ters tepen söylemleri hangileriydi”, “Trump kendi geçmişine ve diline rağmen neden kazandı?” veya tersine “Trump seksist söylemleri ve yarı deli ukala tavırlarıyla mı kazandı?”... Özeti şu: Düne kadar Trump’la alay edenlerin bu sabahtan itibaren onun büyük başarısı karşısında oturup bilimsel makaleler yazmaları artık beklenen bir gelişme!
ALIN SİZE BÜYÜK BİR SORU: TRUMP’A KARŞI POZİSYON ALAN KENDİ PARTİSİ, ŞİMDİ “DEĞİŞİP” YENİ BAŞKANINI ALKIŞLAYACAK MI? Veya bizde sık sık görüldüğü gibi “ben onu demek istememiştim” ya da “yanlış anlaşıldım” sığınağına girecekler mi? Mesela şu anda CNN International’da günah çıkarır gibi “Trump anketlere güvenmeyin demişti” diye yayın yapıyor...
Öte yandan 06.49’da bir muhabir-uzman “çıkmayan candan umut kesilmez” gibisinden bir tavırla Hillary’de nefes-nabız aramaya başladı.
Oğlum Suphi “açılmayan tüm eyaletler Clinton’un, son anda sürpriz yapabilir” diyerek gerilimin sürmesinden yana tavır koyuyor. Rakamlar ise, Trump’ın 254- CNN/NTV - veya 244’e (HaberTürk) ulaştığını söylüyor saat 08.43 itibariyle...

AMERİKALILAR YENİ DEMOKRASİYİ ÇÖZEMEMİŞ!
İster misin Trump ciddi ciddi Müslümanların ABD’ye girişini yasaklamaya çalışsın... Yani yasaklayıversin! İşte gözümün önünden bu sözü verdiği haber geçiyor! Amerikalıların %63’ü oylarını kime vereceğini TV tartışmalarına göre karar vermiş. Bizde ise, bölgede “demokrasi ve laikliği yeniden tanımlayan” Cumhurbaşkanımız, böyle bir karar mekanizmasına geçit vermiyor! Kendisinin tercihi, tek başına her kanalda en yüksek sesiyle kükreyerek halkın oyunu yönlendirmek, muhalif gazeteci veya siyasilerin karşısına çıkmamak! Demek ABD’nin gerçek ileri demokrasiyi öğrenmek için daha kırk fırın ekmek yemesi lazım!
SAAT 09.02: CNN INT. Trump’ı hala 238’de tutuyor ve 4 eyaletin oylarının çok az farkla gittiği için Trump hanesine yazılamayacağını öne sürüyor. Mesela Wisconsin, Mississipi ve New Hampshire...

“TRUMPTAN ÖNCE VE SONRA” ÇİZGİSİ GELDİ GELİYOR!
Şimdi bu işler ciddiye biner de birazdan Trump zafer konuşması yaparsa, seyreyle gümbürtüyü: her şey sıfırlanacak. Mesela adam kürtajı yasaklayabilir derhal! Küresel ısınma diye bir kavramın saçma olduğu yönündeki düşüncelerini fiiliyata çekebilir. Suriye’de Esadçı olabilir, onlarla beraber IŞİD’ın kökünü 30 günde kazımak için yola koyulabilir, dediği gibi Meksika sınırına kocaman bir duvar ördürüp faturayı da Meksika Hükümeti’ne yollayabilir, Rusya ile görülmemiş bir yakınlık kurarken, Çin’den gelen mallara %45 vergi koyarak ucuz Çin malı sendromunun önünü kesip, Amerikan ekonomisine gaz verebilir, NATO’yu neredeyse yok olma veya kökünden değişme noktasına taşıyabilir, Amerika’da veraset vergilerini toptan kaldırabilir, zenginlere vergi cennetine dönüşen bir ABD yaratabilir, Obamacare adını taşıyan tüm muhtaç Amerikalılara verilen sağlık yardımını çöpe yollayabilir, ısrarla söylediği gibi Clinton’a kelepçe taktırabilir... Uzun lafın kısası, Trump A’dan Z’ye, gerek ABD içinde, gerek ABD dışında hayatın yeniden kurgulanmasına ciddi olarak neden olabilir. Şöyle söyleyelim özetle: Dünya tüm ilişkilerini ve gidişatını sıfırdan kurup “Trump’tan önce ve sonra” diye bir çizgi çekmeye gerçekten mecbur kalabilir.
09.08: CNN INT. Utah eyaletinin 6 delegesini de Trump’a yazıp rakamını 244’e çıkardı.
SAAT 09.55: Asistanlarımdan Serdar bir Türk kanalında Trump’ın 274’ü bulduğunu söylüyor ve ardından CNN INT’e  bakıp “bu Amerikalıların da çok geriden geldiğini “ söylemeyi ihmal etmiyor! Doğru söze ne denir? Fransız TV5 Monde, Trump’ın Temsilciler Meclisi ile hangi uyum içinde çalışabileceğini anlayamadıklarını vurguluyorlar. Ama hemen ekleyelim onlar da Türkiye’nin çok gerisinden geliyorlar: orada da hala 247’yi aşamamış Trump!

MAĞLUBUN FİRARI
10.03’te Clinton kampanya şefi sürpriz bir konuşma yapıyor ve özetle Hillary’nin bugün konuşmayacağını belirtip “Sizinle gurur duyuyoruz, onunla da gurur duyuyoruz. Lütfen şimdi evinize gidin ve uyuyun, dinlenmeye ihtiyacınız var. Şu oyları bir sayılsın sonra tekrar konuşuruz” diyor. İşte bu artık tam bir mağlubiyet kabulü ve tescili, daha ne diyebilirler ki? SAAT 10.10: Al Jazeera Trump’ı 266’ya kadar çıkarmış! Yani Arap kanalları Türk hızına yakın! Bakıyorum, ODATV’de de Başkan Trump! Artık işin lamı cimi kalmadı. Sonra canlı yayınlarda yürüyen bir insan güruhu ve kameralar, gecenin karanlığını yardı: Trump ve şürekâsı New York merkezlerine gelip, herhalde konuşmasını yapmaya hazırlanıyor. SAAT 10.30: Wisconsin eklenince Trump CNN INT önünde 257’ye resmi çıkış yapıyor. O anda tüm Türk kanalları artık Trump’ı Başkan ilan etmiş durumda. Buna eklenen bir de Al Jazeera var. Fransız ve İngilizler, hala resmiyetten ilerleyip Başkanı ilan etmiyorlar. SAAT 10.40 Bloomberg’de Başkan Trump’ı ilan etti. O saatte BBC ve CNN hala temkinli ama dannnn! haber geliyor: Hillary Trump’ı arayıp tebrik ederek mağlubiyetini kabul etmiş! 10.45: BBC “Amerikan medyası Trump’ı Başkan ilan etti” demekle yetiniyor. Dünya şaşkınoğluşaşkın... Koca ülke Hillary ile yoluna devam edecek olsa, herkes yerini bilecek. Herkes o kadar Clinton zaferine kendini şartlamış ki, o gece 04.00 civarındaki yanlış Clinton zaferi haberinin ardından Posta Gazetesi, aceleden basının temel yasalarını acelecilik ve “haberi yetiştirmiş olma” iddiası uğruna feda ediyor ve Gazetesini birinci sayfada “Clinton Başkan” haberiyle yayınlanıyor... Bilmiyorum, belki başkaları da aynı gafa düşmüşlerdir... Yani anlayacağınız iki dönem Clinton ve Bush’un ardından yarı Hillaryli iki benzer Obama dönemi, şimdi de bunların karbon kopyası yeni bir beklenti kapıda beklerken, masa devriliyor. Ama şimdi tüm kartlar yeniden karıldığı gibi, bir de üstelik bu yeni oyunda kimin joker olduğunu, valenin veya kralın gücünün ne olduğunu kimse bilmiyor. Herşey sil baştan! Üstelik bu, Temsilciler Meclisi ve Senato’nun da Cumhuriyetçilerin elinde olduğu bir dönem. Allah, herkese kolaylıklar versin...

TRUMP’IN BALKON KONUŞMASI
Sonra büyük an geliyor: başkan yardımcısı Pence kısa bir konuşmayla Trump’ı ve eşini takdim ettikten sonra, kovboy müziği eşliğinde küçük adımlarla kral gibi gelip kürsüyü aldı. Önce Hillary Clinton’un kendisini arayıp “onları” tebrik ettiğini açıkladı ve kendisi de Hillary’ye ve hizmetlerine teşekkür etti. Sonra da kendi rüyasını, tam bir balkon konuşması edasıyla ortaya koydu! Ekibinin Ankara’yı iyi etüd ettiğini böylece anladık. Gerçekten şaşırtıcı bir başarıyla yapıcı sözler vererek göz boyuyor. Kadirşinas, olgun, barışçı, şaşırtıcı bir sunum. “Amerika’nın çıkarlarını önde tutacağız ama bizimle diyaloga açık her ülkeye de dürüst ve hakkını vererek davranacağız”. Sıra geliyor aile ve ekibe teşekkürlere...Trump bunların hepsini herkesi onore ederek yapmayı başarıyor. Amerika’nın Gazi (veteran) askerlerini, gizli servisin korumalarını, ekibini, arkadaşlarını, ailesinin her bireyini methede methede bitiremiyor. Bir gece bizim sabahımızda saat 11.05’te böylece bitiyor, haydi hayırlısı... Fondaki Rolling Stones’un ünlü şarkısı sanki Hillary’ye mesaj yolluyor: “You can’t always get what you want” –Her zaman her istediğini elde edemezsin. Aralarındaki ağır kamplaşmalardan sonra 20 Ocak’ta Obama’dan koltuğu devralacağı buluşmada yapılacak konuşmaların siyasi ve insani dengelerinin merakıyla izninizle defteri kapatıyorum...