31 Mayıs 2013 Cuma

URGENT CALL FROM TURKEY..

We, as the Association of Turkish Professional artists, tied to UNESCO/IAA, are terribly sorry and sad about the attacks of the Turkish government police to all the protesters in Taksim Gezi Park in Istanbul. Police is brutalizing the crowds using tear gas, pressure water and heavy sticks without any exception. This is unacceptable. AKP government has also attacked free lifestyles last week by last minute alcohol bans using directly religious motives and insulting the founders of the republic who had instaured all our civilan free laws at the beginning of the Republic. Now they want to destroy the Park with its trees in order to turn it into a shopping mall owned by their friends and relatives. Thanks (!) to all the support of the EU, this government has had free way in changing the constitution previously (12-9-2010) so that now we don t have any independent law system to which we can turn and carry our complaints. The world has to stand up to protest against all this as well as the hundreds of journalists, writers and politicians that have been in prison for 5 years without any concrete accusation! Turkish democracy is in alarm status and we want the world to stand up in solidarity with the turkish freedom fighters! Please spread our voice around the world!

BEDRİ BAYKAM

President UPSD
Turkish Professional Artists Association/UNESCO/IAA

28 Mayıs 2013 Salı

AKP'nin Yeni İnsan Tasarımı! / Bedri Baykam / 28 Mayıs 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Geçen hafta Işık Üniversitesi'nde "Sanat ve Tasarım" günlerinde konuştum. Çok ilginç konular gündeme geldi. Mesela sürekli hatırladığımız şekilde "2000'li yılların insanı"nı, ortaçağın din ve ırk kavgalarına dolanmış ve özgürlüklerini kaybetmiş bir profil olarak görmüyorduk. Uçan taksiler, ayda tatil... Evdeki hesap çarşıya uymaz her zaman! Mesela cep telefonlarının görüntülü yapılması konusunda onca yatırım tamamen boşa gitti! Hem de tüm dedeli-torunlu reklam kampanyalarına rağmen... İnsanlar konuşurken görünmek istemediler. Sosyologlar araştırsın. Her yeni tasarım, o kavramı ileriye taşımaz. 12 yıl önce Sony Ericksson bilgisayar fobimi yok eden bir cep telefonu üretti. Daha sonra şirket bu telefonu ileri taşımak için attığı her adımda bana göre net olarak geri gitti ve piyasanın yıldızı olma vasfını kaybetti. Yani yeni tasarımına ödediği paralara karşın, piyasa payı-son dönem atağına kadar- büyük oranda düştü. (Bu konu o kadar ilgimi çekti ki, bir ara fırsat bulsam, merkezine gidip soruşturma yapacaktım)
            Biliyorsunuz, AKP'nin de yeni bir insan tasarımı var. Yaratmaya çalıştıkları Post-Osmanlı ve Arap kültürü bileşkesinden oluşan, onların kullandıkları deyimlerden birini ödünç alacak olursak, bir "ucube". Bunun siyasi izdüşümlerini zaten hergün yaşıyoruz, aktarıyoruz. Tabii bu işin en traji-komik uzantısı... Rejimi tüm paketleriyle iç darbeyle değiştirmeye girişenler, rejimi korumaya çalışanları,
"siz rejimi yıkacaktınız" diye yargılamakla meşguller! Bu çelişkilerle dolu şizofren geçiş dönemini de (mazallah!) tarih nasıl ele alacak, çok merak ediyorum. Tarihi de genelde kazananlar yazdığı için, zamanımızı mücadele verilirken kazanmaya çalışmakla harcayalım.
              Peki nedir AKP'nin ulaşmaya çalıştığı "yeni Türk" ve "yeni Türkiye" tasarımı, hatırlayalım:

"Özgürlüksüz Demokrasi". AKP’nin İleri Demokrasisi’nin özet tanımı. Bunu bizim ülke dışında anlayabilen tek bir Allah'ın kulu,tabii ki, bulamazsınız. Bizler de anlamıyoruz da, artık mücadele sürecinde kabullenmişiz bu Hacivat-Karagöz demokrasisini (!).
         
"Evrimsiz Bilim"! AKP başta TÜBİTAK ve çeşitli ilintili bakanlıklara getirdiği badem kadrolarla, Evrim Teorisini ve Darwin' i reddetmekle kalmıyor, teoriye inanıp bu doğrultuda mesleğini yapan Atatürkçü bilim insanlarını tırpanlayıp dışlıyor. Sonuç, içler acısı bir dizi kurumsal çöküş.
           
"Suçsuz Ceza". AKP 'nin "bağımsız" olduğunu iddia ettiği yargı modelinin türettiği yeni bir dünya ucubesi.  Önce kişilere çeşitli suçlar isnat ediliyor, ardından yıllara yayılan bir süreçte, bu suçlara uygun delil veya isimsiz-yüzsüz şahitler üretilmeye çalışılıyor.  Bu da dünya literatürüne geçecek, yaratıcı, özgün bir tasarım!
           
"Muhalefetsiz Basın". AKP anlayışının dünya hükümetlerine gururla önerdiği ve başağrılarını kesin olarak yok eden, en azından azaltan bir formül. Bu tasarımla, gazeteler yorumsuz soğuk başlıklar eşliğinde, ülkenin yapısının toptan çözülüşünü dizi aşkları ve futbol kavgaları arasında "ara sıcak" değil, "ara ılıklar" olarak veriyorlar. Patronlara yönelen esrarengiz telefonlarla her gazetenin en çarpıcı yazarı kendini Gülhane Parkı'nda kuşları dinlerken bulabiliyor.
         
"Alkolsüz Eğlence". AKP sosyolojisinin bir çeşit taze, son model icadı! Şerbet, ayran, taze meyve suları, şıra, boza ve kahveler eşliğinde haremlik- selamlık oturma formülleriyle gelişebilecek "helal eğlence" ya da "İslami kurallara uygun zaman geçirme merkezleri" olarak tanımlanabilirler.
       
  "Vücutsuz Moda". Çeşitli kumaşlar, başörtüleri ve türbanlarla donatılmış, suratın bazen görünüp bazen kapandığı, insan hatlarını uzaktan andıran bir siluete giydirilmiş kıyafetimsi şeyler...
          Bu örnekleri çoğaltabiliriz
. "Sanat Kurumsuz Sanatçı" (son numaraları), "Düşüncesiz İnsan", "Rujsuz- Dövmesiz Hostes", "Felsefesiz Müfredat" vs gibi... AKP'nin yeni insan tasarımı işte böyle bindirmelerle şekilleniyor.
          AKP'nin bu yaşam tarzı dayatmalarını yapacak yüzü bulmasının en önemli nedeni, Sosyal Demokratların ve STK'ların,
"Aman içkiyi savunuyor görünmeyelim ayyaş derler, aman mini etek savunmayalım sapık derler" şeklinde tüm muhafazakar yaşam diretmelerine boyun eğmeleridir.
            Ne diyorduk yazının başında? “Evdeki hesap her zaman çarşıya uymaz” Şimdi bu senaryolarla 2030'da Afganistanımsı bir Türkiye'ye ulaşacağımızı hesaplayanların senaryoları da belki... Tamamen geri tepecek, belki de ters bir sokaktan Türk halkının devrimci ruhu canlanıverecek! Gö-re-ce-ğiz! 

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

21 Mayıs 2013 Salı

HİÇ Mİ AKILLANMAYACAKSINIZ YAHU? / Bedri Baykam / 21 Mayıs 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..




Size anlatacağım dramatik kurgunun üç saç ayağı var: Sevgili Tuncay Özkan'ın geçen Perşembe günü Silivri'de dinlediğim, 2 saatlik mükemmel son savunması burada birinci durağımız. Onca yurtsever can dostumuzun uğradığı insani ve hukuki haksızlıkları temsilen aktarıyorum bunu. İddianamede yer alan ve normal her insanı tımarhanelik edecek "delilsizliği" kanıtlanmış suçlamalar var
(örneğin: Levent Ersöz ve Hasan Atilla Uğur'la olan sözde görüşmesinin önce var olduğu söylenmesine karşın bir türlü bulunamayan ses kaydı ve görselleri!). Özkan net şekilde Cumhuriyet Mitingleri'nin tüm sorumluluğunu aldı ve "Evet onları ben düzenledim; hepsi her yerden izinliydi. Buna rağmen suçsa kabul ediyorum. Ama kalkıp bana varolmayan hiçbir kötülüğü yapıştıramazsınız" diye haykırdı. Kafka, Silivri’yi izlese, “Dava”sını sil-baştan ele almak durumunda kalırdı!
Özkan’ın savunması, elimizdeki en önemli örneklerden biri ve onca diğer yurtsever aydın ve subay kendilerini bu kabustan kurtaracak demokrasi ve hukukun, adaletli ve tılsımlı uzanışını bekliyorlar.
Bunun da ancak Muhalefet'in seçim kazanmasından geçtiğini biliyorlar. Hangi Muhalefet mi? 20 yıldır geçmiş tüm bölünme ve parçalanma gaflarından büyük dersler çıkarmış olması gereken Sol, Sosyal-Demokrat, Ulusalcı muhalefet... Peki Türkiye'nin sonbahardan itibaren belki 1,5 yıla sığdıracağı üç koca seçim önümüzde dururken, CHP, Sivil Toplum Kuruşları ve "Milli Merkez" adı altında toplanan sosyalist ve merkez siyasal yapılar, bu kaçınılmaz dayanışmanın artık sağlıklı nefes almanın tek yolu olduğunu ne kadar anlamış durumdalar?
Bu can alıcı, “ölümcül" sorunun yanıtı ne yazık ki koca bir sıfır! Tarihten ders almamaya yemin etmiş, acıklı ve cerahatli yapının bu haftasonu önümüze dikilen iki somut ayağı daha var. Biri: Artık "inadına" büyük çoşkuyla Ankara'da düzenlenen Sıhhıye Mitingi'nin beş gün kala CHP tarafından bölünerek Güven Park-Anıtkabir hattında klonlanmış “zayıf” ikizini doğurması, ikincisi ise beş gün sonraki Türkiye Barolar Birliği Başkanlık seçiminin ulusal-sol cephesinde aynı kesimden iki adayın seçimi kaybetmek istercesine birbiriyle çarpışmayı bugün de göze alabiliyor olmaları!
CHP bugün oy potansiyeli olarak solun "ağır abisi" konumunda. İP, TGB, ADD ve ÇYDD gibi gruplar ise, kitlelere erişme konularında çok daha etkinler. Bu kara günleri aşmak için CHP'nin onlarla aynı yörüngede bulunması herkes için elzem. Bu beraberlikler ıskalanırsa,
"Parlamentoda tek bir CHPli bile kalsa, Anayasa'dan ‘Türk’ sözcüğünü çıkaramazlar, ilk üç maddeyi değiştiremezler" diye haklı olarak Aydın'dan gürleyen Kılıçdaroğlu, bu zor görevi kimlerle dayanışma içinde başaracağını iyi hesaplayamazsa, daha önce başına geldiği gibi, fiili politikada geri adım atmak durumunda kalır. Ana Muhalefet Partisi’nin, kimseyi küçümsemeden her oya sahip çıkması gereken bir kasvetli ortamda, eski ideolojik ayrım merakı hortlarsa, bunun kime yarayacağı ortada! Hal böyleyken, düşünün ki, büyük Sıhhiye buluşmasına 5 gün kala CHP kendi gücünü Güven Park'a kaydırınca halkın gözünde 19 Mayıs dev bir yara almış. Birincisi, beklenen kalabalıklara erişemeyen CHPliler de dahil olmak üzere, herkes bu durumdan şikayetçi. Neredeyse her ilden yurtsever veya Partili, bu durumu bana açıkca katıldığım yürüyüş boyunca iki adımda bir şikayet etti. Merak ediyorum, derdimiz yetmiyor mu ki, yeni intihar yöntemleri arıyoruz? Taraflar, vicdan taşıyan kimseyi ikna edemez!
Istanbul Barosu'ndan Kazım Kolcuoğlu ve Ankara Baro Başkanı Metin Feyzioğlu'nun aralarında yarattıkları rekabet (!) ise, kızmasınlar ama, ülkemizdeki siyasi yapıyı resmen mahveden, solun o meşhur inat, koltuk hırsı ve ödün vermeden suçu karşı tarafta arama gözü dönmüşlüğünün bir yeni örneği. Her ikisi de ayrı ayrı çok değerli bir geçmişe sahip olan bu Baro Başkanlarımız, kendilerine has nedenlerle aralarındaki diyaloğu koparıp, ayrı listelerle seçime hazırlanıyorlar. Bu akıl almaz gafın, bir an önce önüne geçilmezse, büyük ihtimalle her ikisi de kazanamayabilir! Öncelikle herkes şunu bilmeli ki, buna benzer meslek odaları seçimleri, herkes adına “solda liderlik” hesapları ve stratejilerine yem edilemez. Özellikle konu nevi-şahsına münhasır Türkiye solunun önderliğiyse!
Bir yıla sığdırılabilecek üç sandık kapıdayken, bu hastalıklı bölücü tavırların içimizde hala yer bulabilmesi, herşeyden önce, gerek umut arayan sol kitlelere, gerek Silivri’de dayanışma haberleri bekleyen tüm tutuklu ve hükümlülere, ailelerine bir ihanet... 

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

16 Mayıs 2013 Perşembe

Pemra Aksoy "Sepya Hikayeler" sergisi ile 16 Mayıs - 16 Haziran 2013 tarihleri arasında Piramid Sanat'ta...‏

http://www.bedribaykam.com/ecard/ecard_sepyahikayeler.html


"Sepya Hikayeler I" 130x170cm. Tual üzerine karışık teknik. 2012.

PEMRA AKSOY

Sepya Hikayeler

16 Mayıs – 16 Haziran 2013

Piramid Sanat 16 Mayıs – 16 Haziran 2013 tarihleri arasında Pemra Aksoy'un
“Sepya Hikayeler” isimli sergisine ev sahipliği yapıyor.
Denizhan Özer küratörlüğünde gerçekleşecek olan sergide, sanatçı geçmiş ile yaşadığı şimdi arasında şekillenen kendine ait özel hayatın izlerini, resimleştirdiği fotoğraflar üzerinden bizlere taşımaktadır.
Pentür tadı taşıyan dokulu yüzeyler üzerinde, monokrom renk anlayışı ve figüratif anlatım biçimiyle kavramsal bir derinliğe ulaşan sanatçı; yapıtlarında zamana bağlı olarak varoluş, gerçek, hiçlik, ölüm, bellek, sevgi gibi kavramları irdelemektedir.
5. Aluminium Bakü Bienali ve 6. Artbosphorus Çağdaş Sanat Fuarı, Koridoor Contemporary Art Programs seçkisi gibi önemli sergilerde yer alan Pemra Aksoy'un kendi geçmişi ile girdiği hesaplaşmanın, aidiyet duygusunun izlerini taşıyan “Sepya Hikayeler” 16 Haziran 2013'e kadar Piramid Sanat'ta görülebilir.

Açılış:  16 Mayıs 2013, Perşembe
Saat:    18:00-21:00
Yer:      Piramid Sanat (Feridiye Cad. No:23 Taksim / İstanbul)
Tel:      0212 297 31 15 -20 – 21 
© 2013 Piramid Sanat
Feridiye Cad. No:23 Taksim - İstanbul
T: 0212 297 31 15-20-21 | F: 0212 297 44 11      
www.piramidsanat.com          info@piramidsanat.com         piramidartcenter@gmail.com 


14 Mayıs 2013 Salı

Gerçekten Bu mudur Hak Ettiğimiz? / Bedri Baykam / 14 Mayıs 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..


Son 35 yılda başımıza gelenlere bakıyorum ve soruyorum: Bu mudur hak ettiğimiz yaşam? Bir asrın üçte biri bitmiş... Şayet her günümüzün gazeteleri önümüzden son hızla resmi geçit yapsa, ülkenin ve vatandaşlarımızın başına gelen her kötülükte, demokrasi hazımsızlığı, özgürlük düşmanlığı, ırkçılık, feodal baskılar, tutuculuk, şiddet bağımlılığı, sevgi eksikliği, acımasızlık, egoizm, kendisi gibi düşünmeyenleri yok etme dürtüsü, hatta bu uğurda kısa veya uzun vadeli en çirkin tuzakları hazırlamaktan çekinmeme çirkefliğini buluruz. Yetmedi, buna eklenecekler de var: Atatürkçü Türkiye’nin müttefik kuvvetlere karşı verdiği o tarihi mücadeleyi tüm sonuçlarıyla hazmedemeyenlerin, bu toprakları ona buna peşkeş çekme, bölme, bizleri iç veya dış savaşa çekme konusunda dış güçlerle yaptıkları kirli pazarlıkların acı sonuçları!
Reyhanlı’da yaşanan korkunç trajediye bakıyorum. Yaşadığımız sansür ortamında kaç ölü olduğunu bile tam bilemiyoruz. Bu çağda böyle bir sansürün ne anlamı olduğu da çok tartışılır... “Resmi haberler” başka telden çalıyor, dünya gazeteleri haber ajansları, televizyonlar farklı bilgiler geçiyorlar her olayda... Neyse, biz o korkunç sayının artmamasını temenni etmekle yetinelim. Sonuçta o alçak bombaları “birilerinin emriyle, birileri yerleştirdi”sevgili halkımızın yüreğine... Kaç anneyi çocuksuz, kaç çocuğu annesiz-babasız bıraktığını düşünmeden, tam tersine bu rakamları arttırmayı umacak alçaklıkta insan müsveddeleri bunlar. Sakın onlara hayvan isimleri yakıştırmayın. Evreni paylaştığımız sevgi dolu o canlılar bu hakareti hak etmiyorlar. Türkiye ağlıyor, kan arıyor, çaresiz doktorlar koşturuyor... Yine cenazeler, yine kolunu bacağını kaybeden insanlar, ağlayan çocuklar...
Irk ve din savaşları, ezelden beri insanlığı mahveden temel felaketler. Başı sonu belirsiz, ölümüne yıkanmış beyinler... Mezbahada koyun keser gibi insan cellatlığı yapmaktan keyif alan vicdansızlar, asırlardır çok iyi bir şey yaptıklarına inanarak yüz milyonlarca insanı en vahşi şekilde yok ettiler. Bizim dönemimizde ise emperyalizmin kuklası olmayı kendine yediren bu alçak insan tipolojisinin soy devamı, bu toplu kıyamlara gözü kapalı girişmekten kaçınmıyor. Ortadoğu haritasını kendi çıkarlarına göre yeniden belirlemekten çekinmeyen emperyalizm, dünya coğrafyasının kanayan yarası olan bu topraklara senaryolarını dikte etmek için sıfatlı veya sıfatsız ajanların gelip gittiği, resmi ve gayri resmi ziyaretlerle komploların şekillenebildiği bir kendine has dünya burası... Bazı misafirler gelir gider, sonra bombalar patlar, sonra bazı “suçlular” birdenbire nasıl olduysa ortaya atılıverir... Nice tesadüf, bu işlerde üst üste gelir, “doğru” yorumlar, doğru kanallarda aniden yapılıverir!
ABD’nin 2003 çıkarmasıyla Irak’a demokrasi taşıyıp, “kitle imha silahları bulmaya gittiği” masalına inanan kalmadı. Bush ailesi dahil! Peki ABD’nin “Suriye’ye demokrasi taşımaya çalıştığı” şeklindeki gerçeküstü hikâyeye inanan var mı? Bu çok ciddi bir soru, çünkü Irak deneyiminin abartılı hatta “grotesk” taze hatıralarına rağmen buna inanan düşünce özürlü insanoğlu varsa, bir an önce kendini Nepal’de Zen-Budizm’e veya İsviçre Alpleri’nde psikoterapi seanslarına terk etmelidir. BOP kapsamında dünyada petrol ve suya hükmetmek isteyen ABD, direkt olarak kendi çıkarcı planlarının bir parçası haline getirdiği NATO’yu ve kontrol altında tutmayı başardığı Birleşmiş Milletler’i üç aşağı beş yukarı istediği şekilde yönlendirmeyi başarmaktadır. Büyük senaristlerin dâhiyane(!) taktikleriyle geliştirilen “Yeni Türkiye” modeli, bağımsızlık inatlarını bırakmış, laiklikte ısrar etmeyen ve çevre ülkelere “modellik” yapması gereken, hukuk yorumları hükümet tadında, uysal bir “nevi şahsına münhasır” profil çizmeye itilmiştir. Eh, iktidar da bunda bir mahsur görmediğine göre, son kalan direnç odaklarını, ister Türkiye içi, ister bölge içi kırma görevi sonuna kadar birilerince yerine getirilecektir, hem de ne pahasına olursa olsun! Tabii kullanılan senaryoların kimisi, Holywood’da arada işlendiğini gördüğümüz -Wag the Dog gibi- dâhiyane akışları bünyesine alabilmektedir; şu farkla ki, hayatın acı ağırlığı, burada yalnız bir toplumun hikâyelere inandırılmasına değil, bireylerinin “ön savaş zayiatı” olarak yok olabilmelerine yol açmaktadır.
Gerçekten bu mudur hak ettiğimiz? Bu kadar mı bağımlı ve aciz konuma itildik, birilerinin piyonu olma yolunda! Yazık şu yaşadıklarımıza...

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

7 Mayıs 2013 Salı

DENİZ GEZMİŞ VE ARKADAŞLARI HEP GÜNDEMDE KALACAK! / BEDRİ BAYKAM / 7 Mayıs 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



Dün 41. katlediliş yılında andığımız 68 Kuşağı’nın önderi Deniz Gezmiş, bu ülkede hep yaşamaya devam eden bir efsane olarak kalacak. Dün 68’liler Birliği Vakfı’mızın değerli üyeleriyle beraber İTÜ’nün önünden Dolmabahçe’ye doğru yürüyüp, 68 Kuşağı’nın cesur ve vatansever öğrencilerinin, dönemin en civcivli günlerinde Amerikan askerlerine verdikleri dersi tekrar Türkiye’ye anımsattık. O günlerden beri ne değişti? Rejim işçileri, öğrencileri, yoksulları daha mı çok seviyor? Faşizm daha mı “medenileşti”? Dünyada emperyalizm biraz durulup, haritalara ve ülkelerin geleceğine yön vermeye çalışmaktan vaz mı geçti?
Hayır hiç bir şey değişmedi. Hatta ülke de, dünya da, daha kötüye gitti. Her gelen lider bir öncekini arattı. Demirel’den bugüne kadar bizi yönetenleri hatırlarsanız nereden nerelere yol aldığımızı görmüş olursunuz. Bugün ülkemiz, özgürlükler ve demokrasi açısından, 68 Kuşağı’nın içinde bulunduğu şartlardan çok daha kötü durumda. Bugün polisin kullandığı şiddet, bireysel özgürlükler, yargı sistemimiz, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı, güçler ayrılığı, her biri alarm sinyalleri veriyor. Peki buna karşı ülkede sol güçler siyasi ağırlıklarını politikaya bir güçbirliği yaparak yansıtma yöntemini nihayet keşfettiler mi? Ne gezer! CHP’nin kafası özellikle Parti’nin üst katlarında her zamankinden daha karışık, diğer sol partiler ve sol sivil toplum örgütleri de Ana Muhalefet Partisi’ne karşı konuyu demokratik olarak çözmeyi imkansız hale getirecek bir dışlama içindeler. Yani Türkiye gemisi, dış bir kara emperyalizmin eli tarafından çekilerek fırtınanın orta yerine bırakılmış. İçinin durumu da her zamankinden beter.
İşte bu nedenlerle, Deniz Gezmiş ve arkadaşları bu ülkede yalnız vefalı arkadaşları ve
“sol duyulu” gençler ve vatanseverler tarafından değil, özlemle cesur yürekler arayan her vatandaş tarafından hatırlanıyorlar. 1997 yılında ilk 68 Kuşağı sergimi açmıştım ve 30 yıl sonra yeni bir kuşağın o gençleri tüm hikayeleriyle tanımalarını istemiştim. Konu ile ilgili yazdığım üç kitabın ardından, 2008 yılında “Bir Rüzgarın Arkeolojik Kazısı” sergisinin küratörlüğünü üstlenmiştim. Sergi yine büyük ilgi uyandırmıştı. Değerli –şimdi rahmetli olan- Avukatı Halit Çelenk, Deniz’in parkasını ilk defa bana emanet ederek sergilememe yeşil ışık yakmıştı. Daha sonra Ankara’da da açılan bu serginin ardından şimdi de Kadıköy Belediyesi CKM’de açtığı “Bir Avuçtular, Deniz Oldular” başlıklı sergiyle Deniz’leri yeniden anıyor... Soner Yalçın, Can Dündar, Ergin konuksever, Cumhuriyet Gazetesi Arşivi, Turhan Feyizoğlu, Serpil Çelenk, Bora Gezmiş, Gökalp Eren, 68’liler Birliği Vakfı, İrfan İnan, Muhammet Yüksel, Yılmaz Aysan, Everest Yayınları, Photoworld, Piramid Sanat ve benim katkılarımla açılan serginin organizatörü Sedef Narçın. Bu katkılara eklenen en önemli isim ise sevgili Mustafa Balbay. “Zulümhane” den kaleme aldığı satırların bir yerinde şunları söylüyor sevgili Mustafa:
“Devrimciler ayakta ölür ve ruhları hep kuşaktan kuşağa geçer. 30 Ekim-8Kasım 1968’de Samsun’dan Ankara’ya “bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşü” düzenleyen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hayal ettiği Türkiye, bizim de özlemimizdir. 6Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan hukuksuz bir yapılanma sonucu bu cezaya çarptırılmıştır. Onlar için özel mahkemeler kurulmuş, yasa maddeleri yeniden yorumlanmıştır. Bugün de onların yaşadığı hukuksuzluğa benzer zulümlerle karşı karşıya kalan yurtseverler var. Demek ki koşu bitmemiş. Bitmeyecek.”
CKM’de 10 Haziran 2013’e kadar sürecek serginin çok güzel bir yayını da çıktı. İçinde katkıda bulunanların yazıları, fotoğraflar, belgeler, sergide bulunan çalışmalarımın görselleri, gazete kupürleri ve bazı şiirler var. Konunun içini zapta geçirmek isteyen her aydın için kesinlikle elde etmeleri gereken bir arşiv kitabı. Tabii Dündar’ın yeni bitirdiği “Delikanlım, İyi Bak Yıldızlara” başlıklı video belgeseli de unutmadan... Uzun lafın kısası Deniz ve arkadaşları sizi Caddebostan’da, CKM’de bekliyorlar. Ailenizle, arkadaşlarınızla, çocuklarınızla, kalabalık gelin!

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..