Bu ülkede yaşamak
artık kırıcı, utanç verici, kahredici… Boş yere “İçim Parçalanıyor” diye sergi açmamışım! Silivri’de yaşadığımız
sahneler, oralarda tutsak kalan “Demokrasi
nöbetçilerimiz”in kulağımda yankılanan
sözleri, yazdıkları mektuplar, hepsi her an durmadan beynimin içinde
alarm sinyalleri vererek yanıp sönüyor.
Cumartesi günü “Fatih Hilmioğlu’na Özgürlük” çağrısı
yapan dernek, platform ve sivil toplum kuruluşlarıyla beraber yağmur altında
yürüdük, haykırdık, konuştuk. Hani artık direkt olarak “işkence”
yapılmıyor ya… Onun yerine, insanlar susuz, tedavisiz, doktorsuz bırakılarak, maddi-manevi,
uzun ve farklı ileri demokrasi işkencelerine maruz bırakılıyorlar. Prof.
Fatih Hilmioğlu’nun kansere dönüşen rahatsızlığı sinsice ilerlerken, onu
kaderiyle başbaşa bırakıp, tam teşekküllü bir hastanede tedavisine yeşil ışık
yakmayanlar, bu ağır vebalin altına giriyorlar.
Beni kahreden bir
diğer nokta ise: Tuncay Özkan’ın sağlık durumu hakkında duyduğumuz üzücü haberler.
Kilo kaybı, halsizlik… Ama buna karşın tabii ki ödünsüz, dimdik ayakta süren onurlu
bir mücadele! Hukukla, insanlıkla
ilişkisi kalmamışların, zulüm konusunda buldukları yeni metod “su bazlı”.
Burada Balbay ve Özkan’ın açıklamasını tekrar size sunuyorum:
“Silivri’de günde 5 taksitte 9 saat verilen su toplam 10
dakikaya düştü. Artık günde kişi başına 200 litre soğuk, 50 litre sıcak su verilecek..
2 dakikada banyo, çamaşır, bulaşık işini halledeceğiz. Yönetim bunu ‘artık 24 saat sıcak-soğuk su veriliyor’ gibi duyurmaya hazırlanıyor! Eskiden
haftada üç kez toplam 6 saat verilen sıcak su, şimdi günde 2 dakikaya düştü.
Kalabalık koğuşlarda günlük su hakkı öğle olmadan bitiyor. Silivri’de susuz kış
yaşanıyor.Bu işkencedir, zulümdür.”
TSK artık başsız
bir gövde gibi. Bu noktalara taşınırken, kendisinin ne hatası vardı-yoktu
tartışmasını artık tarihe bırakıyorum. Olay o noktaya geldi ki, her gün savaş
çağrıları yapan Başbakanımız bile, komutansız kalan orduların trajik durumunu
nihayet gördü ve “acil demokrasi” (!) çağrısında bulunup “terörle mücadele için gönderecek komutan bulamıyoruz” diye açık
açık medyada, yargının akıl almaz, mantığa sığmaz karar ve uygulamalarından
yakınmaya başladı!
Bütün bunlara
karşı, içeride tutulanlardan yürekli bir Deniz Kurmay Albay’nın, Ümit Metin’in,
birkaç ay önce bana yazdığı mektuptan bölümlerle başbaşa bırakıyorum sizleri:
“Ben Ümit Metin olarak devletime
ve milletime gecemi gündüzümü ayırt
etmeden yıllarımı verdim.
Başarılı, cumhuriyet değerlerine bağlı bir subay olduğum
için burada hapiste
bulunuyorum. Ama biliyorum
ki ülkem için ben okyanusta
bir kum tanesi gibiyim. Canım vatanıma, ulusuma feda olsun. Askerlik
mesleğine başlarken canımı bu vatan uğruna gözümü bile kırpmadan feda edeceğime yemin ettim. Beni verdikleri ceza ile korkutamazlar, 16 yıl değil, 160 yıl ceza verseler Atatürk'ün yolundan bir adım geri atmam.
Benim üzüldüğüm husus gözümün önünde yandaş medya aracılığıyla
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılması, başarılı
subayların, general ve amirallerin tutuklanarak tasfiye
edilmesi ve buna aynı yöntemlerle devam edilerek Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin zayıflatılması, Türk adaletinin bu ve benzeri
davalarla yok edilmesidir. Komutanlarımızın bu gerçeği
görmeyip, görevlerine hiçbir şey olmamış gibi devam
etmelerini anlamam çok zor. Umarım ne yaptıklarını biliyor ve ülkemizin nereye gittiğini görüyorlardır. Burada yazdıklarım yanlış
anlaşılmasın. Ben onlardan siyaset
yapmalarını değil, her komutandan görevi
olan personelini ve TSK’ni
korumalarını istiyorum. Masum personellerini çetelere yem etmemelerini ve TSK’nin yıpratılmasını ve zayıflatılmasını önlemelerini istiyorum.”
İşte böyle sevgili “aydınlar”. Tabii ki tüm gazeteciler, Hrant Dink ve Pınar
Selek davaları son derece önemli. Ama benzer hukuk mağduriyetlerine uğramış
subaylarınızın durumunu görmezden gelirseniz, aydınlığın değil karanlığın
parçası olursunuz…
Sevgili ülkem, dış basına göre, ekonominin harika gittiği bir ileri demokrasi ülkesinde bir eli yağda bir eli balda yaşıyor! Otelinin odasında televizyonlarımızda süren Amerikan usulü eğlence ve yarışma programlarını izleyen, AVM’lerimizi gezen bir yabancı gazeteci, şu sözlerimize ne kadar inanır, siz düşünün artık!
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Sevgili ülkem, dış basına göre, ekonominin harika gittiği bir ileri demokrasi ülkesinde bir eli yağda bir eli balda yaşıyor! Otelinin odasında televizyonlarımızda süren Amerikan usulü eğlence ve yarışma programlarını izleyen, AVM’lerimizi gezen bir yabancı gazeteci, şu sözlerimize ne kadar inanır, siz düşünün artık!
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..