31 Ocak 2011 Pazartesi

Fener 'ruhu' yakaladı! / Bedri Baykam / Fotogol yazisi

Fener 'ruhu' yakaladı! / Bedri Baykam 


İŞTE futbol ve lig bu nedenle bu kadar zevkli. Trabzon yense tekrar
10'a çıkacak fark, 4'e iniyor ve fark, 2 haftada neredeyse kapanıyor.
Fenerbahçe bu sene ilk büyük maçını kazanırken ilginç bir şekilde son
2-3 haftada yakaladığı takım ruhunu bu derbiyle perçinledi.
Zemin, hava ve seyirciler erken final için en iyi noktadaydılar.
Fenerbahçe hızlı başlayan maçta orta sahasının hamaratlığıyla
ağırlığını hissettirmeye başladı.
Maestro Alex, oyunun başından beri yaptığı klas hareketlerden sonra
kornerden öyle bir güzel top kesti ki gizli sartrafor Lugano'yu
penaltı deneyerek bile durduramadılar. Bunun hemen ardından orta
sahanın müthiş presiyle gelen kontratak, 7 saniyede filelerle
buluşurken Niang'ın gol vuruşu gerçekten mükemmeldi. Bunun hemen
ardından aynı rüzgarla gelen pozisyonda günün kahramanlarından Topuz,
2 metreden voleyi dağlara taşlara atmasa maç belki 5'lik bile olurdu.
İkinci yarıda yine centilmen başlayan maçta Trabzon, daha etkili
ataklarla dengeyi kurdu. Ancak ikinci yarının ortasına yaklaşırken
hakemin Fenerbahçe seyircini provoke edercesine aldığı ters kararlar
ve Selçuk'un gördüğü ağır ikinci sarı kart, oyunu gereksiz şekilde
elektriklendirdi.
Maçın geri kalan kısmında Fenerbahçe panik anları yaşasa da Aykut
Kocaman, yaptığı yerinde değişikliklerle maçı kurtarıp zafere ulaştı.
Bu maçta gözlerimizin sahada görmek istediği futbolcu Stoch idi.
Umarım önümüzdeki haftalarda bu çıkışı yakalayan Fenerbahçe, transfer
yapmasa bile artık ligde varlığını ortaya koyabilecek.
Yeter ki Aykut hoca Semih, Niang ve Alex'i beraber kullanmayı sıkça hatırlasın.

Fener 'ruhu' yakaladı! / Bedri Baykam / Fotogol yazisi

Fener 'ruhu' yakaladı! / Bedri Baykam 
 
 
İŞTE futbol ve lig bu nedenle bu kadar zevkli. Trabzon yense tekrar
10'a çıkacak fark, 4'e iniyor ve fark, 2 haftada neredeyse kapanıyor.
Fenerbahçe bu sene ilk büyük maçını kazanırken ilginç bir şekilde son
2-3 haftada yakaladığı takım ruhunu bu derbiyle perçinledi.
Zemin, hava ve seyirciler erken final için en iyi noktadaydılar.
Fenerbahçe hızlı başlayan maçta orta sahasının hamaratlığıyla
ağırlığını hissettirmeye başladı.
Maestro Alex, oyunun başından beri yaptığı klas hareketlerden sonra
kornerden öyle bir güzel top kesti ki gizli sartrafor Lugano'yu
penaltı deneyerek bile durduramadılar. Bunun hemen ardından orta
sahanın müthiş presiyle gelen kontratak, 7 saniyede filelerle
buluşurken Niang'ın gol vuruşu gerçekten mükemmeldi. Bunun hemen
ardından aynı rüzgarla gelen pozisyonda günün kahramanlarından Topuz,
2 metreden voleyi dağlara taşlara atmasa maç belki 5'lik bile olurdu.
İkinci yarıda yine centilmen başlayan maçta Trabzon, daha etkili
ataklarla dengeyi kurdu. Ancak ikinci yarının ortasına yaklaşırken
hakemin Fenerbahçe seyircini provoke edercesine aldığı ters kararlar
ve Selçuk'un gördüğü ağır ikinci sarı kart, oyunu gereksiz şekilde
elektriklendirdi.
Maçın geri kalan kısmında Fenerbahçe panik anları yaşasa da Aykut
Kocaman, yaptığı yerinde değişikliklerle maçı kurtarıp zafere ulaştı.
Bu maçta gözlerimizin sahada görmek istediği futbolcu Stoch idi.
Umarım önümüzdeki haftalarda bu çıkışı yakalayan Fenerbahçe, transfer
yapmasa bile artık ligde varlığını ortaya koyabilecek.
Yeter ki Aykut hoca Semih, Niang ve Alex'i beraber kullanmayı sıkça hatırlasın.

25 Ocak 2011 Salı

KAHRAMANLARIMIZ HEP KALBİMİZDE… / Bedri Baykam / 25 Ocak 2011 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi makalesi..


         Dün yine Uğur Mumcu’yu her yerde andık. “ Adalet ve demokrasi haftası”nda, sevgili Mumcu’yu da, Muammer Aksoy’u da, Çetin Emeç’i de, Turan Dursun’u da, Bahriye Üçok’u da, Ahmet Taner Kışlalı’yı da, Necip Hablemitoğlu’nu da, Danıştay şehidimiz Mustafa Yücel Özbilgin’i de, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ı da, öldürülen isimsiz gençleri de anacağız.
         Bildiğiniz gibi Türkiye artık delirdi. Bugün 25 yaşındaki gençler gerçek Türkiye’yi bilmiyorlar, aileleri ise bence doğru dürüst hatırlamıyorlar! Yoksa böylesine duyarsız yaşamazlardı. Atatürk Türkiyesi’nin tüm izlerinin artık fütursuzca silinmeye çalışıldığı bu karanlık dönem, göz göre göre geldi. Önceleri “ne kadar paranoyaksınız, nerden çıktı bu şeriat korkusu?” diye bizlerin sırtını sıvazlayan büyük (!) politikacılar, işadamları, işin rengi onların bile artık görebildiği yönde değişmeye başladıktan sonra ise, çıkar ilişkileri, korkular ve beyin felci hakim olmaya başlayınca sustular, ortalardan toz oldular…
         Sözcükler deyip geçmeyin! Türkiye, iki tanımlamayı yanlış yaptığı için bu durumlara düştü. “Demokrasi”nin tanımlaması ve “Darbelere nasıl karşı çıkıldığının” tanımlaması… Demokrasilerde, demokrasi düşmanlarına yer olmadığını defalarca anlattık ama inandıramadık! Çünkü sanki acırcasına demokratik düzende “onlar da olsun ne çıkar ki!” diyerek, demokrasiye hiç inanmayanları bu rejimin parçası haline getirdiler.
         “Merak etme bir şey olmaz”cılar, ‘80 lerin sonlarında türediler. TCK’dan şeriat propagandasına ağır suçlar getiren 163. Madde’yi artık geçerliliği kalmamış komünizm propagandasını yasaklayan 141 ve 142’yle beraber çıkardılar. SHP bile aktif rol oynadı bu bilinçsizlikte. Bizleri dinlemediler. Savlar komikti: “Bir şeyi yasaklarsanız meraklısı çok olur” ya da “Biz İran olamayız, onlar Şii, biz Sünniyiz” gibisinden cümleler! Biz ise enflasyona ve işsizliğe yenilmiş, eğitimsiz kitlelerde bu gafın geri dönülmez yıkım yaratacağını dile getiriyorduk. Maalesef haklı çıktık ve zırh yasadan çıkınca, “projenin devamı” olarak aydınlarımız öldürülmeye başlandı. İlk şehit, her an bir saldırı gelebileceğini bilmemize rağmen her gün savaşan ADD’nin kurucusu Aksoy olacaktı…
         “Sol acilen birleşmezse, şeriatçı partiler önce belediyeleri, sonra meclisi alacak” dedik, ”Taban Operasyonu” hareketini kurduk. Başta Ecevit, “sol liderler” yine “hayır” diyerek ülkenin ipini çektiler. %1-2 lik farklarla Erdoğan ve Gökçek efsaneleri böyle başlatıldı. Hep BİZİM kesimin vurdumduymazlığı sayesinde!
         Sosyal demokrat oyların başka bölünme ihanetleri, halkla bütünleşememeleri, 28 Şubat önlemlerinin anti-laik/demokratik uçuruma yuvarlanışı durduramaması... Demokrasiyi “düşman” bilen anlayışların, demokrasinin tüm zaaflarını kullanarak, güçler ayrılığını ve demokrasinin tüm kurumlarını adım adım yok etmesi…
         Türkiye’yi öldüren diğer bir kelime oyunu, mantıklı her insanın zaten darbecilere karşı olduğunu bilerek, “darbelere karşıyız” diye diye yalnız TSK’yı felç edenlerinki... Böylece sanki darbe yalnız askerden gelebilirmiş gibi bir inanç yaratarak, sivil darbelerin önünün açılması, teorik dirençlerin bile yok edilmesi, anti-laik darbelerin masum ve “demokrat” (!) gösterilmesi!
         İşte sevgili Aksoy ve Mumcu başta olmak üzere, bugünkü mücadelemizi, yalnız hapislerde çürütülmek istenen bugünkü aydınlarımız için değil, bizim için seve seve, bile bile canını vermiş şehitlerimiz için kazanmaya mecburuz. Bu nedenle muhalefet lideri hala bugün “laiklik tehlikede değil” deyip rehavet hakkı kullanamaz; “merak etmeyin bir şeycikler olmaz” diye kimsenin halkı uyutma hakkı yok! Laikliği, mahcubiyeti bırakarak diğer sosyal adalet kavramlarıyla beraber gündeme getirmek ise zorunlu ödevimiz!
         Türkiye’nin en büyük gazetesinin çok değerli ”Atatürkçü” yazarlarından birini aramıştım 2000’lerin başlarında, yine bir anma etkinliğimiz için. Gayet sakin şekilde şunu söylemişti bana: “Biz prensip olarak bu etkinliklerin hiçbirini gazetede kullanmamaya karar verdik.” (!) Ne diyelim, biz de “peki öyle olsun” dedik. Şu kara mizaha bakın ki, aynı gazetenin en meşhur yazarı 1-2 yıl sonra şunu yazdı: “Devrim şehitleri sayılırken neden Çetin Emeç’e az yer veriliyor isim olarak, buna isyan ediyorum”. Yine acı acı gülümsedim bu sözlere. Sizin gazetenin bir prensip kararı vardı hani, ondan olmasın?” diyemedim!
          Evet sevgili dostlar, hançeri her fırsatta kendi göğsümüze kendimiz sapladık. “Onlar”a ise kızma hakkımız yok. O takım, kendine göre “görevini” yapıyor…

KAHRAMANLARIMIZ HEP KALBİMİZDE… / Bedri Baykam / 25 Ocak 2011 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi makalesi..


         Dün yine Uğur Mumcu’yu her yerde andık. “ Adalet ve demokrasi haftası”nda, sevgili Mumcu’yu da, Muammer Aksoy’u da, Çetin Emeç’i de, Turan Dursun’u da, Bahriye Üçok’u da, Ahmet Taner Kışlalı’yı da, Necip Hablemitoğlu’nu da, Danıştay şehidimiz Mustafa Yücel Özbilgin’i de, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ı da, öldürülen isimsiz gençleri de anacağız.
         Bildiğiniz gibi Türkiye artık delirdi. Bugün 25 yaşındaki gençler gerçek Türkiye’yi bilmiyorlar, aileleri ise bence doğru dürüst hatırlamıyorlar! Yoksa böylesine duyarsız yaşamazlardı. Atatürk Türkiyesi’nin tüm izlerinin artık fütursuzca silinmeye çalışıldığı bu karanlık dönem, göz göre göre geldi. Önceleri “ne kadar paranoyaksınız, nerden çıktı bu şeriat korkusu?” diye bizlerin sırtını sıvazlayan büyük (!) politikacılar, işadamları, işin rengi onların bile artık görebildiği yönde değişmeye başladıktan sonra ise, çıkar ilişkileri, korkular ve beyin felci hakim olmaya başlayınca sustular, ortalardan toz oldular…
         Sözcükler deyip geçmeyin! Türkiye, iki tanımlamayı yanlış yaptığı için bu durumlara düştü. “Demokrasi”nin tanımlaması ve “Darbelere nasıl karşı çıkıldığının” tanımlaması… Demokrasilerde, demokrasi düşmanlarına yer olmadığını defalarca anlattık ama inandıramadık! Çünkü sanki acırcasına demokratik düzende “onlar da olsun ne çıkar ki!” diyerek, demokrasiye hiç inanmayanları bu rejimin parçası haline getirdiler.
         “Merak etme bir şey olmaz”cılar, ‘80 lerin sonlarında türediler. TCK’dan şeriat propagandasına ağır suçlar getiren 163. Madde’yi artık geçerliliği kalmamış komünizm propagandasını yasaklayan 141 ve 142’yle beraber çıkardılar. SHP bile aktif rol oynadı bu bilinçsizlikte. Bizleri dinlemediler. Savlar komikti: “Bir şeyi yasaklarsanız meraklısı çok olur” ya da “Biz İran olamayız, onlar Şii, biz Sünniyiz” gibisinden cümleler! Biz ise enflasyona ve işsizliğe yenilmiş, eğitimsiz kitlelerde bu gafın geri dönülmez yıkım yaratacağını dile getiriyorduk. Maalesef haklı çıktık ve zırh yasadan çıkınca, “projenin devamı” olarak aydınlarımız öldürülmeye başlandı. İlk şehit, her an bir saldırı gelebileceğini bilmemize rağmen her gün savaşan ADD’nin kurucusu Aksoy olacaktı…
         “Sol acilen birleşmezse, şeriatçı partiler önce belediyeleri, sonra meclisi alacak” dedik, ”Taban Operasyonu” hareketini kurduk. Başta Ecevit, “sol liderler” yine “hayır” diyerek ülkenin ipini çektiler. %1-2 lik farklarla Erdoğan ve Gökçek efsaneleri böyle başlatıldı. Hep BİZİM kesimin vurdumduymazlığı sayesinde!
         Sosyal demokrat oyların başka bölünme ihanetleri, halkla bütünleşememeleri, 28 Şubat önlemlerinin anti-laik/demokratik uçuruma yuvarlanışı durduramaması... Demokrasiyi “düşman” bilen anlayışların, demokrasinin tüm zaaflarını kullanarak, güçler ayrılığını ve demokrasinin tüm kurumlarını adım adım yok etmesi…
         Türkiye’yi öldüren diğer bir kelime oyunu, mantıklı her insanın zaten darbecilere karşı olduğunu bilerek, “darbelere karşıyız” diye diye yalnız TSK’yı felç edenlerinki... Böylece sanki darbe yalnız askerden gelebilirmiş gibi bir inanç yaratarak, sivil darbelerin önünün açılması, teorik dirençlerin bile yok edilmesi, anti-laik darbelerin masum ve “demokrat” (!) gösterilmesi!
         İşte sevgili Aksoy ve Mumcu başta olmak üzere, bugünkü mücadelemizi, yalnız hapislerde çürütülmek istenen bugünkü aydınlarımız için değil, bizim için seve seve, bile bile canını vermiş şehitlerimiz için kazanmaya mecburuz. Bu nedenle muhalefet lideri hala bugün “laiklik tehlikede değil” deyip rehavet hakkı kullanamaz; “merak etmeyin bir şeycikler olmaz” diye kimsenin halkı uyutma hakkı yok! Laikliği, mahcubiyeti bırakarak diğer sosyal adalet kavramlarıyla beraber gündeme getirmek ise zorunlu ödevimiz!
         Türkiye’nin en büyük gazetesinin çok değerli ”Atatürkçü” yazarlarından birini aramıştım 2000’lerin başlarında, yine bir anma etkinliğimiz için. Gayet sakin şekilde şunu söylemişti bana: “Biz prensip olarak bu etkinliklerin hiçbirini gazetede kullanmamaya karar verdik.” (!) Ne diyelim, biz de “peki öyle olsun” dedik. Şu kara mizaha bakın ki, aynı gazetenin en meşhur yazarı 1-2 yıl sonra şunu yazdı: “Devrim şehitleri sayılırken neden Çetin Emeç’e az yer veriliyor isim olarak, buna isyan ediyorum”. Yine acı acı gülümsedim bu sözlere. Sizin gazetenin bir prensip kararı vardı hani, ondan olmasın?” diyemedim!
          Evet sevgili dostlar, hançeri her fırsatta kendi göğsümüze kendimiz sapladık. “Onlar”a ise kızma hakkımız yok. O takım, kendine göre “görevini” yapıyor…

23 Ocak 2011 Pazar

Niko Guido "ÇIPLAK" İsimli Sergisi Piramid Sanat'ta..


Niko Guido

“ÇIPLAK”

26 Ocak – 26 Şubat 2011

Nü fotoğrafın usta ismi Niko Guido “Çıplak” isimli sergisi ile
26 Ocak-26 Şubat 2011 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta sanatseverlerle buluşuyor.

“Işığın insan vücuduyla dansının muhteşem bir görüntü olduğu kanısındayım. Ben bu görüntüyü estetiğin doruğunda dondurup geleceğe hediye etmeye çalışıyorum.” diyen sanatçı, son dört yıl içinde, dünyanın pek çok yerinde çektiği fotoğrafları bu sergide bir araya getiriyor.
Ayrıca, Kaz Dağları, Aliano, Tuz Gölü ve İzmir Tahtalı Barajı’nda yaptığı fotoğraf çekimleriyle çok sayıda çevresel ve sosyal soruna dikkat çeken sanatçının, son sergisi “Çıplak” 26 Şubat 2011 tarihinde kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.



Tarih: 26 Ocak 2011 Çarşamba
Saat: 18:00 – 21:00
Yer: Piramid Sanat (Feridiye Cad. No: 23 – 25 Taksim )


Bilgi İçin: Tuba Kurtulmuş
Tel: 0212 297 31 15-20-21
Faks: 0212 297 44 11
www.piramidsanat.com
info@piramidsanat.com

Niko Guido "ÇIPLAK" İsimli Sergisi Piramid Sanat'ta..


Niko Guido

“ÇIPLAK”

26 Ocak – 26 Şubat 2011

Nü fotoğrafın usta ismi Niko Guido “Çıplak” isimli sergisi ile
26 Ocak-26 Şubat 2011 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta sanatseverlerle buluşuyor.

“Işığın insan vücuduyla dansının muhteşem bir görüntü olduğu kanısındayım. Ben bu görüntüyü estetiğin doruğunda dondurup geleceğe hediye etmeye çalışıyorum.” diyen sanatçı, son dört yıl içinde, dünyanın pek çok yerinde çektiği fotoğrafları bu sergide bir araya getiriyor.
Ayrıca, Kaz Dağları, Aliano, Tuz Gölü ve İzmir Tahtalı Barajı’nda yaptığı fotoğraf çekimleriyle çok sayıda çevresel ve sosyal soruna dikkat çeken sanatçının, son sergisi “Çıplak” 26 Şubat 2011 tarihinde kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.



Tarih: 26 Ocak 2011 Çarşamba
Saat: 18:00 – 21:00
Yer: Piramid Sanat (Feridiye Cad. No: 23 – 25 Taksim )


Bilgi İçin: Tuba Kurtulmuş
Tel: 0212 297 31 15-20-21
Faks: 0212 297 44 11
www.piramidsanat.com
info@piramidsanat.com

“KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ”


“KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ”

Kaplumbağa Terbiyecisi - Osman Hamdi Bey Belgeseli’nin ilk gösterimi 20 Ocak 2011 Perşembe günü, saat 18:00’de Piramid Sanat’ta!


Umut Hacıfevzioğlu, Osman Hamdi Bey’in hayatını Emre Caner’in ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ isimli biyografik-romanından yola çıkarak, belgesel film olarak hazırladı. 35 dakikalık belgeselde Osman Hamdi Bey’in Paris ve Bağdat’ta geçen gençlik yılları, ayrıca da onu efsane haline getiren Arkeoloji Müzesi ve Akademi Müdürlüğü dönemleri arşivlerden derlenen zengin bir görsel kaynağın eşliğinde anlatıldı. Türk Modern Resminin bu öncü kişiliği hakkındaki belgeselin ilk gösterimi, 20 Ocak 2011 Perşembe günü, Piramid Sanat’ta yapılacak.

Belgeselin ardından, Umut Hacıfevzioğlu ve Emre Caner söyleşisi ile devam edecek bu heyecan verici geceye katılmanız rica olunur!



Yönetmen: Umut Hacıfevzioğlu

Senaryo: Emre Caner

Yönetmen Yardımcısı: Hakan Tolga Polat

Görüntü Yönetmeni: Cihan Emre Zengin

Müzik: Ercüment Doymaz

Ses: Volkan Donkel

İletişim ve Medya Danışmanlığı: Kültür Sanat Ajansı / www.kultursanatajansi.com



Düzenleyen: Piramid Sanat
Tarih: 20 Ocak 2011 Perşembe
Saat: 18:00 -20:00
Yer: Piramid Sanat (Feridiye Cad. No: 23 Taksim)


Bilgi İçin: Tuba KURTULMUŞ
Telefon: 0212 297 31 15
Faks: 0212 297 44 11
E-mail: info@piramidsanat.com

“KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ”


“KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ”

Kaplumbağa Terbiyecisi - Osman Hamdi Bey Belgeseli’nin ilk gösterimi 20 Ocak 2011 Perşembe günü, saat 18:00’de Piramid Sanat’ta!


Umut Hacıfevzioğlu, Osman Hamdi Bey’in hayatını Emre Caner’in ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ isimli biyografik-romanından yola çıkarak, belgesel film olarak hazırladı. 35 dakikalık belgeselde Osman Hamdi Bey’in Paris ve Bağdat’ta geçen gençlik yılları, ayrıca da onu efsane haline getiren Arkeoloji Müzesi ve Akademi Müdürlüğü dönemleri arşivlerden derlenen zengin bir görsel kaynağın eşliğinde anlatıldı. Türk Modern Resminin bu öncü kişiliği hakkındaki belgeselin ilk gösterimi, 20 Ocak 2011 Perşembe günü, Piramid Sanat’ta yapılacak.

Belgeselin ardından, Umut Hacıfevzioğlu ve Emre Caner söyleşisi ile devam edecek bu heyecan verici geceye katılmanız rica olunur!



Yönetmen: Umut Hacıfevzioğlu

Senaryo: Emre Caner

Yönetmen Yardımcısı: Hakan Tolga Polat

Görüntü Yönetmeni: Cihan Emre Zengin

Müzik: Ercüment Doymaz

Ses: Volkan Donkel

İletişim ve Medya Danışmanlığı: Kültür Sanat Ajansı / www.kultursanatajansi.com



Düzenleyen: Piramid Sanat
Tarih: 20 Ocak 2011 Perşembe
Saat: 18:00 -20:00
Yer: Piramid Sanat (Feridiye Cad. No: 23 Taksim)


Bilgi İçin: Tuba KURTULMUŞ
Telefon: 0212 297 31 15
Faks: 0212 297 44 11
E-mail: info@piramidsanat.com

18 Ocak 2011 Salı

CHP Alkol Mahcubiyetinden Derhal Çıkmalı! / Bedri Baykam / 18 OCAK 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..

CHP Alkol Mahcubiyetinden Derhal Çıkmalı!

            Geçen haftanın en önemli gerici baskısı, her ne kadar medyadan "Ucube" ve "Muhteşem Yüzyıl sansürü" hiç inmemiş olsalar da, TAPDK'nın, yürürlüğe sokmaya çalıştığı yeni içki yasaklarıydı.
            Medya, normalde sekiz sütun manşetten vermesi gereken bu haberleri, artık içine sinen korkularla, neredeyse ikinci sınıf bilgi olarak aktarmakla yetindi. Televizyon tartışmalarına taşan bu konu dallanıp budaklanmaya başlayınca, Başbakan gittikçe hiddetlendi, sanatçıların ardından içenlere hakaret etti: "ıksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar"
            İşin gerçeği şu: Ne Başbakan'a, ne bu çağdışı yasaları çıkaran vekil ve bürokratlara kimsenin kızmaya hakkı yok. Çünkü onlar kendi dünyalarına ve dar bakış açılarına göre bekleneni yapıyorlar: Onlar laik Türkiye'yi İslamcı bir çizgiye çekme arzusuyla yanıp tutuşan insanlar. Görevleri bu "muhafazakarlığı" legal kılıflar bulup yaymak! Biliyorlar ki Türkiye'yi, yobaz anlayışla yönetilen diğer İslam ülkelerinden ayıran ama 2-3 en önemli farktan biri, alkol kullanımı. Bu hamleleriyle, bu "ayıbı(!)" örtmeye çalışıyorlar!
            Onlar "görevlerini" yapıyor da, CHP ne yapıyor? Esas soru bu. Laik-çağdaş Türkiye'nin teminatı olması gereken CHP, bu konuda mahcuptan da öte bir suskunluk içinde. "Aman AKP'ye karşı alkolü savunuyor görünmeyelim" sendromuna takılmış durumdalar! Uzun lafın kısası, tuzağa damardan düşmüş durumda CHP!
            Parti bu konuda "ne şiş yansın, ne kebap" türünden bir orta yol arar görünümde. Bir yandan "gençleri alkolden koruyalım ama özgürlüklere karışmayalım" diyor, diğer yandan da mağdur konumda olanların kendilerinin hukuka başvurup hak aramalarını bekler gibi, olaya pasif bir seyirci edasıyla yaklaşıyor. Tabii bu mantık, bir siyasi partininki olamaz! Çünkü o zaman "çiftçiler de, işçiler de, memurlar da, kendileri kendi sorunları için dava açsınlar" denebilir! Böyle bir tavır tabii ki kabul edilemez! Ayrıca CHP’nin bu konuda kurduğu cümlenin iki yakası çelişiyor. Çünkü yaşam tarzını korumak için önce bu yönetmeliğe derhal toptan karşı çıkmak lazımdır. Bu yönetmelik halkın yarısının yaşamına zarar verecek bir açık saldırıdır.
            Sorunun kökeni aslında bir kaç hafta öncesine dayanıyor. CHP Genel Başkanı örgütüne yönelik şu sözlerle dikkat çekti: "İçki masasında ülke kurtarmayın". İyi de bu cümle, dün de, bugün de CHP kültürüne uymaz! Atatürk'ün büyük içkili sohbet sofraları, bu ülkenin devrimlerine yön vermiş entelektüel kıvılcımlarıyla tanınır... Ayrıca yurdun dört bir yanından kendi deneyimlerimle bildiğim gibi, neredeyse hiç bir CHP akşam yemeği tabii ki içkisiz olamaz. Çünkü kalkıp "önce Türkiye'nin sorunları halledelim, ancak o zaman içmeyi hak ederiz" derseniz, daha 980 yıl bardağı ağzınıza götüremezsiniz! O tutucu klişe bakışla bırakın içki masasını, sanat, turizm ve plaj kültürünü de yok sayabilirsiniz! Nasıl olsa onların da zamanı henüz gelmemiştir!
            İşte bu "mahcup" bakışı, CHP sürdürürse, bunun faturası salt partiye değil, tüm Cumhuriyet'e çıkacak! CHP'nin acilen hatırlaması gereken konu, özgürlüklerin bir bütün olduğudur. Basın, sendikalar, eğitim, girişim, iletişim ve seyahat gibi başlıklar, nasıl hak ve özgürlüklere girerse, eğlenmek de en insani özgürlüklerden birisidir! CHP, siyasal İslam’ın yıllardır yürüttüğü türban ve alkolden oluşan iki ayaklı bir yıkıcı taktiğin altında ezilmiş görünmektedir. Onlar kah türbanı öne sürüp, kendilerini acındırıp mağdur rolüne bürünürler, kah gücü ellerine geçirdikleri her noktada alkol düşmanlıklarının uygulamaya yasaklamalarla geçirirler. Bu ikisi arasındaki gel-gitler, siyasal İslam’ın ana silahıdır. Yeni CHP'nin bu iki konudaki zaaflarını derhal gören Erdoğan, birden taktik değiştirerek 5. vitese takmış ve laik-çağdaş vatandaşların yaşam tarzlarına karşı saldırıya geçmiştir. Özellikle son 18 yılda elde edilen siyasal güç, artık "şeriata geçiş"in provasından öte, neredeyse uygulanışı adına kullanılmaktadır! CHP bunu derhal fark edemezse, demokratik rejimin en önemli ışıklarından biri daha sönecektir.
            AKP'lilerin ağzından sık sık şu cümleyi duyarız: "Muhafazakar-mütedeyyin vatandaşların hassasiyetlerine saygılı olun". İyi güzel de, çağdaş-laik vatandaşların hassasiyetlerine kim saygılı olacak? Bu konular, "türbanlı-çarşaflı üye de alalım" demeye benzemez... Bu tavrın beş adım ötesidir! Artık CHP siyaseti, o türbanlı yeni üyelere göre veya çarşaflı "potansiyel"(!?) seçmenlere göre belirlenecekse, vay halimize derim! İşte bu, intiharın ta kendisidir!
            CHP bu kabul edilemez tavrıyla, içkiyi topluma bir veba veya "ayıp-günah" olarak gösteren AKP’yi sessizce onaylamış olmaktadır. Halbuki kötü olan alkol değil, alkolizmdir! Yoksa, zengin - fakir her insan tabii ki içki içebilir! AKP'nin içki içme yaşını fiili olarak 24'e çıkarmaya çalışan gerici tavrı, gayri hukukidir ve kabul edilemez. Ayrıca halkın sağlığını savunduğunu iddia edip öte yandan Silah Yasası’nda akıl almaz maddeler getirip 18 yaşa 5 silah vermeye kalkması acıklı ve ancak başka niyetlerle açıklanabilecek bir çelişkidir.
            CHP'nin bugünkü merkez yöneticilerinin çoğu, ortalama 25 yıldır bu ülkede siyasal İslama karşı götürülen mücadelenin başını ve akış sürecini içinden yaşamadılar. Halbuki bu çok uzun ve çetrefilli bir savaş! CHP acilen kimi temsil ettiğini ve kendi öz seçmeninin yaşam tarzlarının da "dokunulmaz" olduğunu hatırlamazsa, bu tecrübesizliğin bedeli çok ağır olacak...

CHP Alkol Mahcubiyetinden Derhal Çıkmalı! / Bedri Baykam / 18 OCAK 2011 tarihli Cumhuriyet makalesi..

CHP Alkol Mahcubiyetinden Derhal Çıkmalı!

            Geçen haftanın en önemli gerici baskısı, her ne kadar medyadan "Ucube" ve "Muhteşem Yüzyıl sansürü" hiç inmemiş olsalar da, TAPDK'nın, yürürlüğe sokmaya çalıştığı yeni içki yasaklarıydı.
            Medya, normalde sekiz sütun manşetten vermesi gereken bu haberleri, artık içine sinen korkularla, neredeyse ikinci sınıf bilgi olarak aktarmakla yetindi. Televizyon tartışmalarına taşan bu konu dallanıp budaklanmaya başlayınca, Başbakan gittikçe hiddetlendi, sanatçıların ardından içenlere hakaret etti: "ıksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar"
            İşin gerçeği şu: Ne Başbakan'a, ne bu çağdışı yasaları çıkaran vekil ve bürokratlara kimsenin kızmaya hakkı yok. Çünkü onlar kendi dünyalarına ve dar bakış açılarına göre bekleneni yapıyorlar: Onlar laik Türkiye'yi İslamcı bir çizgiye çekme arzusuyla yanıp tutuşan insanlar. Görevleri bu "muhafazakarlığı" legal kılıflar bulup yaymak! Biliyorlar ki Türkiye'yi, yobaz anlayışla yönetilen diğer İslam ülkelerinden ayıran ama 2-3 en önemli farktan biri, alkol kullanımı. Bu hamleleriyle, bu "ayıbı(!)" örtmeye çalışıyorlar!
            Onlar "görevlerini" yapıyor da, CHP ne yapıyor? Esas soru bu. Laik-çağdaş Türkiye'nin teminatı olması gereken CHP, bu konuda mahcuptan da öte bir suskunluk içinde. "Aman AKP'ye karşı alkolü savunuyor görünmeyelim" sendromuna takılmış durumdalar! Uzun lafın kısası, tuzağa damardan düşmüş durumda CHP!
            Parti bu konuda "ne şiş yansın, ne kebap" türünden bir orta yol arar görünümde. Bir yandan "gençleri alkolden koruyalım ama özgürlüklere karışmayalım" diyor, diğer yandan da mağdur konumda olanların kendilerinin hukuka başvurup hak aramalarını bekler gibi, olaya pasif bir seyirci edasıyla yaklaşıyor. Tabii bu mantık, bir siyasi partininki olamaz! Çünkü o zaman "çiftçiler de, işçiler de, memurlar da, kendileri kendi sorunları için dava açsınlar" denebilir! Böyle bir tavır tabii ki kabul edilemez! Ayrıca CHP’nin bu konuda kurduğu cümlenin iki yakası çelişiyor. Çünkü yaşam tarzını korumak için önce bu yönetmeliğe derhal toptan karşı çıkmak lazımdır. Bu yönetmelik halkın yarısının yaşamına zarar verecek bir açık saldırıdır.
            Sorunun kökeni aslında bir kaç hafta öncesine dayanıyor. CHP Genel Başkanı örgütüne yönelik şu sözlerle dikkat çekti: "İçki masasında ülke kurtarmayın". İyi de bu cümle, dün de, bugün de CHP kültürüne uymaz! Atatürk'ün büyük içkili sohbet sofraları, bu ülkenin devrimlerine yön vermiş entelektüel kıvılcımlarıyla tanınır... Ayrıca yurdun dört bir yanından kendi deneyimlerimle bildiğim gibi, neredeyse hiç bir CHP akşam yemeği tabii ki içkisiz olamaz. Çünkü kalkıp "önce Türkiye'nin sorunları halledelim, ancak o zaman içmeyi hak ederiz" derseniz, daha 980 yıl bardağı ağzınıza götüremezsiniz! O tutucu klişe bakışla bırakın içki masasını, sanat, turizm ve plaj kültürünü de yok sayabilirsiniz! Nasıl olsa onların da zamanı henüz gelmemiştir!
            İşte bu "mahcup" bakışı, CHP sürdürürse, bunun faturası salt partiye değil, tüm Cumhuriyet'e çıkacak! CHP'nin acilen hatırlaması gereken konu, özgürlüklerin bir bütün olduğudur. Basın, sendikalar, eğitim, girişim, iletişim ve seyahat gibi başlıklar, nasıl hak ve özgürlüklere girerse, eğlenmek de en insani özgürlüklerden birisidir! CHP, siyasal İslam’ın yıllardır yürüttüğü türban ve alkolden oluşan iki ayaklı bir yıkıcı taktiğin altında ezilmiş görünmektedir. Onlar kah türbanı öne sürüp, kendilerini acındırıp mağdur rolüne bürünürler, kah gücü ellerine geçirdikleri her noktada alkol düşmanlıklarının uygulamaya yasaklamalarla geçirirler. Bu ikisi arasındaki gel-gitler, siyasal İslam’ın ana silahıdır. Yeni CHP'nin bu iki konudaki zaaflarını derhal gören Erdoğan, birden taktik değiştirerek 5. vitese takmış ve laik-çağdaş vatandaşların yaşam tarzlarına karşı saldırıya geçmiştir. Özellikle son 18 yılda elde edilen siyasal güç, artık "şeriata geçiş"in provasından öte, neredeyse uygulanışı adına kullanılmaktadır! CHP bunu derhal fark edemezse, demokratik rejimin en önemli ışıklarından biri daha sönecektir.
            AKP'lilerin ağzından sık sık şu cümleyi duyarız: "Muhafazakar-mütedeyyin vatandaşların hassasiyetlerine saygılı olun". İyi güzel de, çağdaş-laik vatandaşların hassasiyetlerine kim saygılı olacak? Bu konular, "türbanlı-çarşaflı üye de alalım" demeye benzemez... Bu tavrın beş adım ötesidir! Artık CHP siyaseti, o türbanlı yeni üyelere göre veya çarşaflı "potansiyel"(!?) seçmenlere göre belirlenecekse, vay halimize derim! İşte bu, intiharın ta kendisidir!
            CHP bu kabul edilemez tavrıyla, içkiyi topluma bir veba veya "ayıp-günah" olarak gösteren AKP’yi sessizce onaylamış olmaktadır. Halbuki kötü olan alkol değil, alkolizmdir! Yoksa, zengin - fakir her insan tabii ki içki içebilir! AKP'nin içki içme yaşını fiili olarak 24'e çıkarmaya çalışan gerici tavrı, gayri hukukidir ve kabul edilemez. Ayrıca halkın sağlığını savunduğunu iddia edip öte yandan Silah Yasası’nda akıl almaz maddeler getirip 18 yaşa 5 silah vermeye kalkması acıklı ve ancak başka niyetlerle açıklanabilecek bir çelişkidir.
            CHP'nin bugünkü merkez yöneticilerinin çoğu, ortalama 25 yıldır bu ülkede siyasal İslama karşı götürülen mücadelenin başını ve akış sürecini içinden yaşamadılar. Halbuki bu çok uzun ve çetrefilli bir savaş! CHP acilen kimi temsil ettiğini ve kendi öz seçmeninin yaşam tarzlarının da "dokunulmaz" olduğunu hatırlamazsa, bu tecrübesizliğin bedeli çok ağır olacak...

15 Ocak 2011 Cumartesi

Bedri Baykam, 20 Ocak-2 Mart 2011 tarihleri arasında Londra, Lahd Galeri’de, “Bir İstanbul Mirası” isimli Grup Sergisinde...


Bedri Baykam, 20 Ocak-2 Mart 2011 tarihleri arasında Londra, Lahd Galeri’de, “Bir İstanbul Mirası”  isimli Grup Sergisinde...


Londra Lahd Galeri,  20 Ocak-2 Mart 2011 tarihleri arasında, üç Türk çağdaş sanatçısı
Bedri Baykam, Guido Casaretto ve Uğur Çakı’yı “Bir İstanbul Mirası” isimli sergide bir araya getiriyor.

Bedri Baykam, eserlerinde önemli toplumsal temaları, temel sosyal söylemleri, kendi ham özeti ile soyutu bir araya getirdiği işlerinde betimliyor. Baykam Londra’da lens tekniği ile dört boyutlu işler olarak adlandırdığı ve son yıllarda dünyanın birçok yerinde büyük ilgi gören 4-D çalışmalarını sergileyecek.

Guido Casaretto’nun eserleri, benimsediği felsefi yaklaşımla, insan bilinci ve kişisel kimlik arasındaki etkileşimi, insanın özgür mekan arayışında verdiği, minimalize edilmiş ve ihyalaştırılmış bilinci ile, kişisel kimlik mücadelesinin savaş sahnelerinden oluşan, oyunsal etkileşimleri çerçevesinde yaşama geçiriyor.

Uğur Çakı’nın, seramik ve bronz olmak üzere çeşitli malzemelerden yaptığı işleri, tam tersine, klasik sanat ekollerinin sanatçıda oluşturduğu etki ile beraber, klasik Yunan Tanrılarına mizahi ve ince esprilerle yaklaştığı çağdaş yapıtlardan oluşuyor.

Az sayıda eser bulunmasına karşın, oldukça geniş kapsamlı bir sanat vitrini oluşturacak olan “Bir İstanbul Mirası” sergisi, çok taze ve içerikli olduğu kadar yaratıcı bir bakış açısıyla, Türk çağdaş sanatının algılanmasında yepyeni bir sayfa sunmayı vaat ediyor.




Lahd Galeri Londra
Salı – Cuma: 10 am – 6 pm
Cumartesi: 10 am – 4 pm
Adres: 92 Heath Street, London NW3 1DP
Tel: +44 (0)207 435 7323


Daha fazla bilgi için: Tuba Kurtulmuş
Tel: 0212 297 31 15 - 20 - 21

Bedri Baykam, 20 Ocak-2 Mart 2011 tarihleri arasında Londra, Lahd Galeri’de, “Bir İstanbul Mirası” isimli Grup Sergisinde...


Bedri Baykam, 20 Ocak-2 Mart 2011 tarihleri arasında Londra, Lahd Galeri’de, “Bir İstanbul Mirası”  isimli Grup Sergisinde...


Londra Lahd Galeri,  20 Ocak-2 Mart 2011 tarihleri arasında, üç Türk çağdaş sanatçısı
Bedri Baykam, Guido Casaretto ve Uğur Çakı’yı “Bir İstanbul Mirası” isimli sergide bir araya getiriyor.

Bedri Baykam, eserlerinde önemli toplumsal temaları, temel sosyal söylemleri, kendi ham özeti ile soyutu bir araya getirdiği işlerinde betimliyor. Baykam Londra’da lens tekniği ile dört boyutlu işler olarak adlandırdığı ve son yıllarda dünyanın birçok yerinde büyük ilgi gören 4-D çalışmalarını sergileyecek.

Guido Casaretto’nun eserleri, benimsediği felsefi yaklaşımla, insan bilinci ve kişisel kimlik arasındaki etkileşimi, insanın özgür mekan arayışında verdiği, minimalize edilmiş ve ihyalaştırılmış bilinci ile, kişisel kimlik mücadelesinin savaş sahnelerinden oluşan, oyunsal etkileşimleri çerçevesinde yaşama geçiriyor.

Uğur Çakı’nın, seramik ve bronz olmak üzere çeşitli malzemelerden yaptığı işleri, tam tersine, klasik sanat ekollerinin sanatçıda oluşturduğu etki ile beraber, klasik Yunan Tanrılarına mizahi ve ince esprilerle yaklaştığı çağdaş yapıtlardan oluşuyor.

Az sayıda eser bulunmasına karşın, oldukça geniş kapsamlı bir sanat vitrini oluşturacak olan “Bir İstanbul Mirası” sergisi, çok taze ve içerikli olduğu kadar yaratıcı bir bakış açısıyla, Türk çağdaş sanatının algılanmasında yepyeni bir sayfa sunmayı vaat ediyor.




Lahd Galeri Londra
Salı – Cuma: 10 am – 6 pm
Cumartesi: 10 am – 4 pm
Adres: 92 Heath Street, London NW3 1DP
Tel: +44 (0)207 435 7323


Daha fazla bilgi için: Tuba Kurtulmuş
Tel: 0212 297 31 15 - 20 - 21

14 Ocak 2011 Cuma

Bedri Baykam / Fotogol yazisi..

Fenerbahçe sil baştan!

En güzel teklifi benim hasta Fenerbahçeli olan diş doktorum Mehmet
Avcı yaptı, "Bence yarın maç sütununu boş bırak" dedi.
Harika fikir diye düşündüm ama sonra bu gidişle bu hakkımı daha sonra
kullanabileceğimi düşündüm bu nedenle de yine yazıyorum..
Hani bütün ilk yarı boyunca kendimizi avuttuk ya "Küçük maçların büyük
tamımı Fenerbahçe" diye. İşte artık kupa ile beraber o sıfatımız da
kalmadı. Artık gelen geçenin hırpalayıp köşede bıraktığı sönük bir
Fener var. Bir takım düşününki, teknik direktörü gülmez, yönetim
kurulu gülmez, başkanı gülmez, herkes surat eder..
Futbolcuların en önemlileri tamamen muallakta bırakılmışlar, dün bize
"Sakat" diye sunulan Alex krizi aynen öngördüğümüz şekilde maalesef
ikinci yarı başlamadan midemize oturmuş ve kaptanın "En iyi anlaştığım
adam" dediği Semih'in de akibeti aynen mechul.
Bilica ve Santos her gün saat kaçta kovulacaklarının kendilerine nasıl
tebliğ edileceğini bekliyorlar. Nereden, hangi aracı menajerden
türediği belli olmayan çoğu Fransız Ligi'nden asparagas transfer
haberleri ortalıkta esip duruyor.
Bu maçta Fenerbahçe yine bir 2. Lig ama normalde 3. Lig olan bir
takıma karşı yine yokları oynadı. Maçın geneline baktığımızda daha
hızlı konraatağa çıkan daha çok gol kaçıran, kesinlikle daha arzulu
oynayan Yeni Malatyaspor'du.
Fenerbahçe adına Emre'nin attığı direkte patlayan frikik dışında tek
güzel hareket(!) Okan'ın kendi kalesine attığı vole golüydü. Ama tabii
ki Okan'a kızacak halimiz yok.
Nisan ayında genç sanatçılara "Özgürlük sil baştan" diye büyük bir
sergi hazırlıyorum. Bilmem anlatabildim mi?

Bedri Baykam / Fotogol yazisi..

Fenerbahçe sil baştan!

En güzel teklifi benim hasta Fenerbahçeli olan diş doktorum Mehmet
Avcı yaptı, "Bence yarın maç sütununu boş bırak" dedi.
Harika fikir diye düşündüm ama sonra bu gidişle bu hakkımı daha sonra
kullanabileceğimi düşündüm bu nedenle de yine yazıyorum..
Hani bütün ilk yarı boyunca kendimizi avuttuk ya "Küçük maçların büyük
tamımı Fenerbahçe" diye. İşte artık kupa ile beraber o sıfatımız da
kalmadı. Artık gelen geçenin hırpalayıp köşede bıraktığı sönük bir
Fener var. Bir takım düşününki, teknik direktörü gülmez, yönetim
kurulu gülmez, başkanı gülmez, herkes surat eder..
Futbolcuların en önemlileri tamamen muallakta bırakılmışlar, dün bize
"Sakat" diye sunulan Alex krizi aynen öngördüğümüz şekilde maalesef
ikinci yarı başlamadan midemize oturmuş ve kaptanın "En iyi anlaştığım
adam" dediği Semih'in de akibeti aynen mechul.
Bilica ve Santos her gün saat kaçta kovulacaklarının kendilerine nasıl
tebliğ edileceğini bekliyorlar. Nereden, hangi aracı menajerden
türediği belli olmayan çoğu Fransız Ligi'nden asparagas transfer
haberleri ortalıkta esip duruyor.
Bu maçta Fenerbahçe yine bir 2. Lig ama normalde 3. Lig olan bir
takıma karşı yine yokları oynadı. Maçın geneline baktığımızda daha
hızlı konraatağa çıkan daha çok gol kaçıran, kesinlikle daha arzulu
oynayan Yeni Malatyaspor'du.
Fenerbahçe adına Emre'nin attığı direkte patlayan frikik dışında tek
güzel hareket(!) Okan'ın kendi kalesine attığı vole golüydü. Ama tabii
ki Okan'a kızacak halimiz yok.
Nisan ayında genç sanatçılara "Özgürlük sil baştan" diye büyük bir
sergi hazırlıyorum. Bilmem anlatabildim mi?

11 Ocak 2011 Salı

YOK BÖYLE BİR LİDER! / Bedri Baykam / 11 Ocak 2011 tarihli Cumhuriyet Gazetesi makalesi..

   YOK BÖYLE BİR LİDER! /Bedri Baykam

         Vallahi yaşadığımız günlerin de değerini bilin, yaşadığımız ülkenin de! İnanmıyorsanız gidin Fransa’ya veya Almanya’ya da görün gününüzü! Sıkıntıdan patlarsınız! Buralarda 4-5 güne sığan olaylar, bu sözde “ileri” ülkelerde iki yılda ya olur ya olmaz! Hem siz o ülkelerin liderlerini bizim ülkeyle mukayese edebilir misiniz hiç? Edemezsiniz, asla ve kat’a… Bakın niye:
         Buyurun gidin bakın, Sarkozy veya Merkel hatta Obama’ya bakın! Hangisi bizim liderimiz gibi her şeyden anlayabilir? Hiçbiri! Onun kapasitelerinin yanına bile yaklaşamazlar… Onlar olsa olsa sıkıcı birer siyasi liderdir. Yani ekonomi anlatırlar, hadi bilemedin Dünya Güçleri Konferansı diye bir şeyler düzenlerler, barıştı, diyalogdu, ülke gidişatıydı, Afrika'nın aç çocuklarıydı gibisinden bir şeyler gevelerler.. Ben ne yapayım böyle tek düze liderleri…
         Sn. Başbakan’ın yalnız aile planlaması gibi konulara girip “her aileye üç çocuk” kampanyaları organize edebilmesinden de söz etmiyorum. Dünyanın en ileri hukuk ülkesini yaratıp seri katillere bile özgürlüğünü iade edecek demokratik formüller bulabilmesi de değil konumuz burada… Ya da yabancı dillerde az kelime ile çok şey anlatabilme kapasitesinden… Kim var ortalarda İngilizce iki kelime edip Davos'ta dünyayı birbirine katabilecek lider olarak? Başbakanımızın içinde hepimizi solda sıfır bırakacak sanatsal pırıltılar var!
         Burada da sakın onun ekranda müthiş şiirler okuyan lider olmasını kastettiğimi filan sanmayın… Bunu, yüzüne gözüne bulaştırsa da, başka liderler de yapmaya kalkışabilirler… Ben  çok daha derin, ulvi ve dünyada görülmedik kapasitelerden söz ediyorum. Bakın objektif olun: Dünyada kaç lider ilk görüşte hangi heykelin makbul, hangisinin “ucube” olduğuna bu kadar kolay karar verebilir? Mehmet Aksoy, o kadar okumuş etmiş, yıllarını sanat adına harcadığını sanmış, Türkiye ve Ermenistan arasında bir barış diyalogu başlatabileceğini sandığı 35 metrelik heykeli binbir güçlükle dikmiş dağa taşa… Ama bir “ucubeyi” yaşama geçirmek üzere olduğunu kendisi bile anlayamamış! Hayır, üstelik yalnız kendisi de değil! Seçtiği kabinede yer alan arkadaşları da sanattan kendisi kadar anlıyorlar! Örneğin Dış işleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu! Başbakanının ardından kendi yorumunu patlatıp mimari tarihten sanata ve çağdaş şehirciliğe uzanan sözlerle heykelin derhal infaz edilmesi gerektiğini hemen kanıtlayıverdi…
         Hadi bu kadarla kalsa işler, derdik ki belki haberimiz yok, tüm kabine Mimar Sinan’dan özel ders alarak boş zamanlarını değerlendiriyor derdik. Ama olay bambaşka şaşırtıcı ölçülerde… Mesela Sn. Başbakanımızın radyo, televizyon ve diziler konusunda da engin bir ekspertizi olduğunu kaçınız biliyordu? Ben size bir sürü liderde olan canlı yayında o başarılı performansından söz etmiyorum. (Hani bazı kem gözler orada da ancak “yandaş” gazetecilerle bir araya geldiğini söyleseler de, siz bu sahtekarlara kanmayın.) Ben Başbakan’ın aklınızı uçuracak sanatsal, sinematografik, politik sosyolojik ve tabii ki hukuksal disiplinleri bir araya getirerek ilk bakışta beğenmediği ve “kötü” bulduğu programları yayından kaldırabilme kapasitesi ve yetkilerinden söz ediyorum. Nerede bulacaksınız böyle donanımlı bir lider? Geçmişe bile baksanız, böylesi bir insanoğlu var mı? Araştırın, Napolyon'dan Kennedy'ye, bulursanız namerdim! Bizim Başbakan bu kapasiteleriyle kanal bile kapatabilecekmiş! Helal olsun Vallahi!
         2010 İstanbul Kültür Başkenti yılını geride bıraktık… Başbakanımızın kabinesi o kadar donanımlı ki, bu “Kültür Başkenti” projesi (acaba bir prova mıydı?) bile Kültür Bakanlığı'na değil, Devlet Bakanı Sn. Hayati Yazıcı’ya bağlıydı. Bu kabine de sanat aşkıyla dolu. Bakmayın siz 2010 projesinin her yerinden dumanlar tütmesini. Bunlar da o malum alçakların uydurmalarıdır, işleri güçleri fitne-fücur…
         Ben Sn. Kültür Bakanı’nın yerinde olsam ister tevazu deyin, ister sinir olma, herkesin sanattan benden daha çok anladığı bir kabinede beş dakika daha durmam! Yakışır mı hiç? Her yapıttan, her programdan, sanattan benden daha çok anlayan bir lider ve kabine üyeleri hizmet verirken, bana düşen arkama bakmadan çekip gitmektir derim… Evet evet, ben olsam giderim. “Yetmez ama evet” diyen o malum zeki, okumuş insanlardan biri nasıl olsa boşluğumu doldurur der, çeker giderim…

YOK BÖYLE BİR LİDER! / Bedri Baykam / 11 Ocak 2011 tarihli Cumhuriyet Gazetesi makalesi..

   YOK BÖYLE BİR LİDER! /Bedri Baykam

         Vallahi yaşadığımız günlerin de değerini bilin, yaşadığımız ülkenin de! İnanmıyorsanız gidin Fransa’ya veya Almanya’ya da görün gününüzü! Sıkıntıdan patlarsınız! Buralarda 4-5 güne sığan olaylar, bu sözde “ileri” ülkelerde iki yılda ya olur ya olmaz! Hem siz o ülkelerin liderlerini bizim ülkeyle mukayese edebilir misiniz hiç? Edemezsiniz, asla ve kat’a… Bakın niye:
         Buyurun gidin bakın, Sarkozy veya Merkel hatta Obama’ya bakın! Hangisi bizim liderimiz gibi her şeyden anlayabilir? Hiçbiri! Onun kapasitelerinin yanına bile yaklaşamazlar… Onlar olsa olsa sıkıcı birer siyasi liderdir. Yani ekonomi anlatırlar, hadi bilemedin Dünya Güçleri Konferansı diye bir şeyler düzenlerler, barıştı, diyalogdu, ülke gidişatıydı, Afrika'nın aç çocuklarıydı gibisinden bir şeyler gevelerler.. Ben ne yapayım böyle tek düze liderleri…
         Sn. Başbakan’ın yalnız aile planlaması gibi konulara girip “her aileye üç çocuk” kampanyaları organize edebilmesinden de söz etmiyorum. Dünyanın en ileri hukuk ülkesini yaratıp seri katillere bile özgürlüğünü iade edecek demokratik formüller bulabilmesi de değil konumuz burada… Ya da yabancı dillerde az kelime ile çok şey anlatabilme kapasitesinden… Kim var ortalarda İngilizce iki kelime edip Davos'ta dünyayı birbirine katabilecek lider olarak? Başbakanımızın içinde hepimizi solda sıfır bırakacak sanatsal pırıltılar var!
         Burada da sakın onun ekranda müthiş şiirler okuyan lider olmasını kastettiğimi filan sanmayın… Bunu, yüzüne gözüne bulaştırsa da, başka liderler de yapmaya kalkışabilirler… Ben  çok daha derin, ulvi ve dünyada görülmedik kapasitelerden söz ediyorum. Bakın objektif olun: Dünyada kaç lider ilk görüşte hangi heykelin makbul, hangisinin “ucube” olduğuna bu kadar kolay karar verebilir? Mehmet Aksoy, o kadar okumuş etmiş, yıllarını sanat adına harcadığını sanmış, Türkiye ve Ermenistan arasında bir barış diyalogu başlatabileceğini sandığı 35 metrelik heykeli binbir güçlükle dikmiş dağa taşa… Ama bir “ucubeyi” yaşama geçirmek üzere olduğunu kendisi bile anlayamamış! Hayır, üstelik yalnız kendisi de değil! Seçtiği kabinede yer alan arkadaşları da sanattan kendisi kadar anlıyorlar! Örneğin Dış işleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu! Başbakanının ardından kendi yorumunu patlatıp mimari tarihten sanata ve çağdaş şehirciliğe uzanan sözlerle heykelin derhal infaz edilmesi gerektiğini hemen kanıtlayıverdi…
         Hadi bu kadarla kalsa işler, derdik ki belki haberimiz yok, tüm kabine Mimar Sinan’dan özel ders alarak boş zamanlarını değerlendiriyor derdik. Ama olay bambaşka şaşırtıcı ölçülerde… Mesela Sn. Başbakanımızın radyo, televizyon ve diziler konusunda da engin bir ekspertizi olduğunu kaçınız biliyordu? Ben size bir sürü liderde olan canlı yayında o başarılı performansından söz etmiyorum. (Hani bazı kem gözler orada da ancak “yandaş” gazetecilerle bir araya geldiğini söyleseler de, siz bu sahtekarlara kanmayın.) Ben Başbakan’ın aklınızı uçuracak sanatsal, sinematografik, politik sosyolojik ve tabii ki hukuksal disiplinleri bir araya getirerek ilk bakışta beğenmediği ve “kötü” bulduğu programları yayından kaldırabilme kapasitesi ve yetkilerinden söz ediyorum. Nerede bulacaksınız böyle donanımlı bir lider? Geçmişe bile baksanız, böylesi bir insanoğlu var mı? Araştırın, Napolyon'dan Kennedy'ye, bulursanız namerdim! Bizim Başbakan bu kapasiteleriyle kanal bile kapatabilecekmiş! Helal olsun Vallahi!
         2010 İstanbul Kültür Başkenti yılını geride bıraktık… Başbakanımızın kabinesi o kadar donanımlı ki, bu “Kültür Başkenti” projesi (acaba bir prova mıydı?) bile Kültür Bakanlığı'na değil, Devlet Bakanı Sn. Hayati Yazıcı’ya bağlıydı. Bu kabine de sanat aşkıyla dolu. Bakmayın siz 2010 projesinin her yerinden dumanlar tütmesini. Bunlar da o malum alçakların uydurmalarıdır, işleri güçleri fitne-fücur…
         Ben Sn. Kültür Bakanı’nın yerinde olsam ister tevazu deyin, ister sinir olma, herkesin sanattan benden daha çok anladığı bir kabinede beş dakika daha durmam! Yakışır mı hiç? Her yapıttan, her programdan, sanattan benden daha çok anlayan bir lider ve kabine üyeleri hizmet verirken, bana düşen arkama bakmadan çekip gitmektir derim… Evet evet, ben olsam giderim. “Yetmez ama evet” diyen o malum zeki, okumuş insanlardan biri nasıl olsa boşluğumu doldurur der, çeker giderim…

4 Ocak 2011 Salı

Silivri'de Yeni Yıl Nasıl "Kutlandı"? /4 Ocak 2011 Cumhuriyet makalesi..

        Silivri'de Yeni Yıl Nasıl "Kutlandı"?                                            Bedri Baykam

            Yeni yıl, yeni bir sayfa açmak anlamına da gelebilir. Yılın ilk günlerini geçirirken, günlük, haftalık koşuşturmalarımız o "delişmen" rutin içinde başlamadan önce biraz kendimize ve birbirimize göz atalım istedim.
            Benim aldığım ilk karar çok ama çok sıradan, ama bir o kadar önemli: İhmal ettiğim sağlığımı hatırladım. Rejim başta olmak üzere, kontrollerini zamanında yaptıran, kendi bedenine sahip çıkıp, "sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur" sözünü hatırlamak bizler için kaçınılmaz bir ödev. İster ailemiz, sevdiklerimiz  için olsun, ister mesleki hedeflerimiz, ister siyasi mücadelemiz için, sağlık her şeyden önce geliyor. Çünkü hastanedeyseniz mitingde sesiniz de yok, oyunuz da yok!
            Neden mi bu konu özellikle bu yıl önemli? Unutmayın, bu yıl seçim yılı! Seçimi yalnız Haziran'da hatırlamaya kalkmayın. Çalışmalara BUGÜN başlıyorsanız belki bir umudumuz olabilir...
            Lütfen hiçbir anınızda bu ülkede yaşananları "olağan" görmeyin. Yaşadıklarımız bir koca utanç verici kabustur. 25 yıldır her aşamada ikaz ettiğimiz ve kifayetsiz liderlere anlatamadığımız senaryoların doğal sonucu olsa da, bu ülkenin röntgen sonuçlarının... kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Bir ülkenin Adalet Bakanı "içki-kumar zaafı olanı fişliyoruz" diye rahatça itirafta bulunabiliyorsa, o ülkede laiklik çoktan vefat etmiştir! Kimse lafı dolandırmasın. Bu bir siyasi kamp saptamasıdır. İçki içmeyen her hakim AKP'ye yakın değildir, ama içki içen hakime AKP  düşmandır. Bu yasa dışı, hukuk dışı, anti-laik bir bölünmedir, ülkemizde AKP iktidarında yaşanan 5000 kabul edilemez bölünmeden yalnız sonuncusudur. Ağzından "Allah" kelimesi çıkan ya da ailesinde oruç tutan var diye hakim fişlemek ne kadar absürd ve çağdışı ise, bu uygulama da bir o kadar zavallıdır. Hangi hak ve yetkiyle özel hayata karışırsın? Ayrıca kimin ne kadar içtiğini nereden bileceksin? Her gece lokantada takip edip alkolmetreye mi üfleteceksin?
            Hepsi bu değil. Geçen hafta bir müjdemiz daha oldu: Artık bakkalı arayıp "iki şarap yolla" demeniz yasaklanıyor! Internetten sonra telefon ve faksla da alkol satın almak bu hükümete "günah" gelmiş! Demek ki artık bakkalları da sürekli dinleyecekler. Bence Yetmez ama Evet! Niye yetmez? Çünkü çok özel ajanlar dinlemeli! Ya özel kodlar geliştirilirse? Mesela, biraya "tutkal", şaraba "gazete", rakıya "çiklet" denirse, hafiyeler bu özel kodları nasıl denetleyecek? Ciddi olalım: CHP, en sert şekilde bu uygulamaların karşısına derhal dikilmezse, bu suçlara %51 ortak olur.
            Silivri'de bizler adına nöbet tutan değerli aydınlarımızın bu kabusa alışmayarak beyinlerini diri tuttuklarından hiçbir şüphem yok. Yeni yıla evde ailemle girdim. 31 Aralık'ın "kim en çok eğlenecek" stresine dönüşmesine karşıyım. Sohbet ettik, TV izledik ama aklım hep Silivri'deydi... Peki oradaki yiğit aydınlar Perinçekler, Özkanlar, Balbaylar, Haberallar, Poyrazlar, nasıl girdiler yeni yıla? Kaçı bir araya gelebildi? Hangi umutları beslediler? Birbirlerine, çocuklarına, eşlerine, annelerine, babalarına nasıl yürekleriyle sarıldılar? Hemen söyleyeyim: Silivri Zülumhanesi, ailelerine yılbaşı gecesi bir telefon ettirme şansı dahi vermedi onlara! İşte ben buna AB standartlarında demokrasi derim! "Yeni Türkiye" derim! Hey gözünün çapağını yediğimin Yetmez ama Evetçileri! Hangi masa altına saklanacaksınız bu dayaklar, bu baskılar arttıkça?
            Size göre Ümit Zileli ve ben çok mu söz ediyoruz Silivri'den? Bir de bize sorun. Yetmiyor bile! Yaşanan bu insan ve hukuk dramı konusunda alarma geçiremiyoruz insanları, tüm dünyayı... CHP'ye bu konuda çok iş düşüyor.
            "CHP" dediğimde, son Kurultay'dan beri birçoğunuzun tepkili olduğunu biliyoruz. Ama gerçekçi olalım. Elimizdeki Parti ve insanlar budur. Seçime bu kadro ile gideceğiz ve kazanmaya mecburuz. Kurumlarımız da hata yapabilirler. CHP de yapabilir, İP de yapabilir, Cumhuriyet de yapabilir... Bizlerin hatası yok mu? Hepimizin vardır. O hataları aramızda eleştireceğiz ama pişman olacağımız başka hatalar yapıp, kendi kurumlarımızı sabote etmeyeceğiz...
            Şimdi çalışma zamanı! Metodik olun, okuyun, yazın, eylemlere katılın... Cesur olun. Sanal dünyayı da takip edin. Habere hızlı ulaşın. Twitter hesabım: (Bedri Baykam - meettheturk). Facebookta da aktif olun. Ama hepsinden önemlisi sahada olun! Sokakta olun! Seçim kampanyanıza, matematik gerçeklerini unutmadan şimdiden başlayın!

Silivri'de Yeni Yıl Nasıl "Kutlandı"? /4 Ocak 2011 Cumhuriyet makalesi..

        Silivri'de Yeni Yıl Nasıl "Kutlandı"?                                            Bedri Baykam

            Yeni yıl, yeni bir sayfa açmak anlamına da gelebilir. Yılın ilk günlerini geçirirken, günlük, haftalık koşuşturmalarımız o "delişmen" rutin içinde başlamadan önce biraz kendimize ve birbirimize göz atalım istedim.
            Benim aldığım ilk karar çok ama çok sıradan, ama bir o kadar önemli: İhmal ettiğim sağlığımı hatırladım. Rejim başta olmak üzere, kontrollerini zamanında yaptıran, kendi bedenine sahip çıkıp, "sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur" sözünü hatırlamak bizler için kaçınılmaz bir ödev. İster ailemiz, sevdiklerimiz  için olsun, ister mesleki hedeflerimiz, ister siyasi mücadelemiz için, sağlık her şeyden önce geliyor. Çünkü hastanedeyseniz mitingde sesiniz de yok, oyunuz da yok!
            Neden mi bu konu özellikle bu yıl önemli? Unutmayın, bu yıl seçim yılı! Seçimi yalnız Haziran'da hatırlamaya kalkmayın. Çalışmalara BUGÜN başlıyorsanız belki bir umudumuz olabilir...
            Lütfen hiçbir anınızda bu ülkede yaşananları "olağan" görmeyin. Yaşadıklarımız bir koca utanç verici kabustur. 25 yıldır her aşamada ikaz ettiğimiz ve kifayetsiz liderlere anlatamadığımız senaryoların doğal sonucu olsa da, bu ülkenin röntgen sonuçlarının... kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Bir ülkenin Adalet Bakanı "içki-kumar zaafı olanı fişliyoruz" diye rahatça itirafta bulunabiliyorsa, o ülkede laiklik çoktan vefat etmiştir! Kimse lafı dolandırmasın. Bu bir siyasi kamp saptamasıdır. İçki içmeyen her hakim AKP'ye yakın değildir, ama içki içen hakime AKP  düşmandır. Bu yasa dışı, hukuk dışı, anti-laik bir bölünmedir, ülkemizde AKP iktidarında yaşanan 5000 kabul edilemez bölünmeden yalnız sonuncusudur. Ağzından "Allah" kelimesi çıkan ya da ailesinde oruç tutan var diye hakim fişlemek ne kadar absürd ve çağdışı ise, bu uygulama da bir o kadar zavallıdır. Hangi hak ve yetkiyle özel hayata karışırsın? Ayrıca kimin ne kadar içtiğini nereden bileceksin? Her gece lokantada takip edip alkolmetreye mi üfleteceksin?
            Hepsi bu değil. Geçen hafta bir müjdemiz daha oldu: Artık bakkalı arayıp "iki şarap yolla" demeniz yasaklanıyor! Internetten sonra telefon ve faksla da alkol satın almak bu hükümete "günah" gelmiş! Demek ki artık bakkalları da sürekli dinleyecekler. Bence Yetmez ama Evet! Niye yetmez? Çünkü çok özel ajanlar dinlemeli! Ya özel kodlar geliştirilirse? Mesela, biraya "tutkal", şaraba "gazete", rakıya "çiklet" denirse, hafiyeler bu özel kodları nasıl denetleyecek? Ciddi olalım: CHP, en sert şekilde bu uygulamaların karşısına derhal dikilmezse, bu suçlara %51 ortak olur.
            Silivri'de bizler adına nöbet tutan değerli aydınlarımızın bu kabusa alışmayarak beyinlerini diri tuttuklarından hiçbir şüphem yok. Yeni yıla evde ailemle girdim. 31 Aralık'ın "kim en çok eğlenecek" stresine dönüşmesine karşıyım. Sohbet ettik, TV izledik ama aklım hep Silivri'deydi... Peki oradaki yiğit aydınlar Perinçekler, Özkanlar, Balbaylar, Haberallar, Poyrazlar, nasıl girdiler yeni yıla? Kaçı bir araya gelebildi? Hangi umutları beslediler? Birbirlerine, çocuklarına, eşlerine, annelerine, babalarına nasıl yürekleriyle sarıldılar? Hemen söyleyeyim: Silivri Zülumhanesi, ailelerine yılbaşı gecesi bir telefon ettirme şansı dahi vermedi onlara! İşte ben buna AB standartlarında demokrasi derim! "Yeni Türkiye" derim! Hey gözünün çapağını yediğimin Yetmez ama Evetçileri! Hangi masa altına saklanacaksınız bu dayaklar, bu baskılar arttıkça?
            Size göre Ümit Zileli ve ben çok mu söz ediyoruz Silivri'den? Bir de bize sorun. Yetmiyor bile! Yaşanan bu insan ve hukuk dramı konusunda alarma geçiremiyoruz insanları, tüm dünyayı... CHP'ye bu konuda çok iş düşüyor.
            "CHP" dediğimde, son Kurultay'dan beri birçoğunuzun tepkili olduğunu biliyoruz. Ama gerçekçi olalım. Elimizdeki Parti ve insanlar budur. Seçime bu kadro ile gideceğiz ve kazanmaya mecburuz. Kurumlarımız da hata yapabilirler. CHP de yapabilir, İP de yapabilir, Cumhuriyet de yapabilir... Bizlerin hatası yok mu? Hepimizin vardır. O hataları aramızda eleştireceğiz ama pişman olacağımız başka hatalar yapıp, kendi kurumlarımızı sabote etmeyeceğiz...
            Şimdi çalışma zamanı! Metodik olun, okuyun, yazın, eylemlere katılın... Cesur olun. Sanal dünyayı da takip edin. Habere hızlı ulaşın. Twitter hesabım: (Bedri Baykam - meettheturk). Facebookta da aktif olun. Ama hepsinden önemlisi sahada olun! Sokakta olun! Seçim kampanyanıza, matematik gerçeklerini unutmadan şimdiden başlayın!