BALBAY'IN, HABERAL'IN "ZULÜMHANE"LERİ VE "BİRİLERİ"NİN TİYATROSU /Bedri Baykam
Hey gidi yetmez ama Evetçiler sizi! Hey gidi, demokrasisi kendinden menkul şaşkınlar! Hiç mi utanmadınız İstanbul'da "AB standardında 21. Yüzyıl dayağı" yiyen üniversiteli gençleri izlerken? Yoksa acele ile kanalı değiştirip aşk dizisi mi aradınız? Bu kadarcık mıydı dünyanız, o pırıltılı sahte demokrasi afişlerine kanarken? Ya da Haberal'ın Çapa Hastanesi'ndeki hücre-odasını polisler basıp, kendisini takip eden doktorları "örgüt üyesi" gibi saatlerce sorguya alırken, neler düşünüyordunuz?
Bu hükümet bu çağdışı eylemleri ile ne mesaj veriyor dersiniz? Yardım edeyim: “Sakın geçmiş dönemlerin, zulüm merkezlerini, baskıcı rejimlerini gözünüzün önüne getirip, bizi onlarla kıyaslamayın; Biz bambaşka bir boyutta karşınıza çıkan, Özal'ı, Erbakan'ı, Menderes'i bile mumla aratacak bir düzeydeyiz."
İşte iktidar destekçi ve yağcılarının çıkar kuyruğuna girip kendilerini halkın gözünde karanlığın çöplüğüne terk ettikleri şu günlerde, "Tiyatro Birileri"nin "1923" isimli oyununun galasına gittim. Yıllardır desteklediğim Utku Erişik ve arkadaşları Demet Buldu, U.L.a.Ş, Yağmur Akdoğan, büyük bir cesaret ve heyecan ile, dünden bugüne yaşadığımız siyasi dramları, göz yaşartıcı anekdotları öylesine keyifli bir akış ile sahneliyorlar ki... Bunu sakın kaçırmayın! (www.tiyatrobirileri.com) İşte yalakaların sıraya dizildiği, kalbi olan beyni olmayanların sustuğu bu ortamda, Afife Jale Sahnesi'nde ilk sırada, boş bırakılmış üç koltukta onur konuklarının fotoğrafları yer alıyordu: Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve Doğu Perinçek... Tüm Silivri yurtseverlerini temsilen oradaydılar.
Balbay'ın kalbimize bıçak gibi saplanan tarihi kitabını Bayram tatilinde, Afrika'da okudum. Bilmiyorum kara kıtada bile kaç ülkede Balbay ve arkadaşlarının yaşadıkları zulüm gündeme gelebiliyor... Ülke çok ilerlediği için, o yaşatılan zulüm de malum takıma "Yetmez Ama Evet" dedirtiyor herhalde... (!)
Balbay, kitapta o enfes üslubu ile tabii ki davanın tutarsızlıklarını, kanıtsızlık içindeki can çekişmelerini, en net şekilde aktarıyor. Onları zaten Tuncay Özkan'ın, Haberal'ın ve Perinçek'in "Zulümhane"de yazdıkları diğer kitaplardan da takip ettik. Yine de her satırı okurken insan gülsün mü, ağlasın mı karar veremiyor... Hangisini aktarsam ki? "Savcılara göre Cumhuriyet Gazetesi Turhan Selçuk'un domuzlu karikatürünü yayınlayıp tahrik etti. Bu tahrik sonucu gazeteye üç el bombası atıldı. Karikatürü yayınlatan da Ergenekon, Cumhuriyet’i bombalayan da ... Yani Ergenekon kendini tahrik etti, kendine kendisi bomba attı." Balbay daha sonra dünyanın en beceriksiz ve en esrarengiz örgütü olarak Ergenekon'u öne çıkarıyor: "Sayfanın tepesinde 'Örgütün İşlemeyi Planladığı Suçlar' var... (döküm geliyor, hem de 2003-2004 yılları ile daha sonraki yıllarda gerçekleştirilmesi planlanan askeri müdahaleye zemin hazırlama çalışları) Bu ne menem bir örgüt ki, sürekli plan yapıyor ama bir türlü gerçekleştiremiyor... Sözü edilen diğer terör örgütleri ile (PKK, DHKP/C, TİT, MLKP, Hizb-Ut-Tahrir) ilgili sürekli operasyonlar yapılıyor, belgeler ele geçiriliyor, mademki bunların üstünde bunları yöneten bir başka örgüt var, neden hiç bir ipucu ele geçirilemedi? 339. sayfadaki "Örgütün Gerçekleştirdiği Siyasi Faaliyetler" başlıklı bölümde sadece ama sadece telefon görüşmeleri kayıtları var. Demek ki 'örgüt' siyasi faaliyet olarak sadece telefonla görüşmüş!”
Balbay'ın kitabını okurken alacağınız bilgi ve yorumlar arasında bakın daha neler var: 12 Eylül darbesi sonrası iddianameler, Ergenekon'dan daha düzgün, daha somut, daha hukuki bir metindi --- Türkiye'de çok şeye inanılan ama hiçbir şeye güvenilemeyen bir ortam oluşmuştur. --- Ankara'da 4-5 yıldızlı otellerin lobilerinde açık olarak yapılan ve devletin korumalarının da katıldığı en olağan toplantıların "iddianame"ye sanki "örgüt toplantısıymış" gibi sızdırılmıştır
--- İddianamede yer alan bilgisayar program çelişkileri ve bilgi döküm teknik uyumsuzlukları bir mantıksızlık komedyaları dizisidir. (örneğin Windows bilgisayarda Mac İşletim sistemi ile dosya oluşturulması!)
Peki tamam, vazgeçtim dökümlerden! Alın okuyun kitabı. Ama okuyana kadar şunları hatırlamakla yetinelim: Balbay çocuğunun ilk iki yılını, onun kokusu ile geçiremedi. Bunun bedelini kim hangi yöntem ile ödeyecek? Ne demiştir kendisine ilk gün, hapishanenin 2. müdürü? "Mustafa Bey, burada kendinize bir yaşam alanı kurun". İyi de o "yaşam alanında", Balbay ve arkadaşları, gece odalarında ışık yanık olarak uyumaya zorlanmaktadırlar... Her hareketleri kamera kaydı altındadır ve kendilerine ait özel bir an bırakılmamıştır. Silivri Zulümhanesi'nin kütüphanesine gitmek, onlara yasaktır. Ender olarak gittikleri spor sahasının tepesi "helikopterle kaçırılmaya karşı" kafeslidir. Görüşe gidip gelirken, koridordaki 10 santimlik kapı penceresinden "komşu"lara selam vermek yasaktır! Zaten bildiğiniz gibi bilgisayar yasaktır. Hatta Zülumhane'ye arada gelen tiyatro gruplarının gösterilerine gitmek de "Ergenekoncular için" yasaktır. Onlar vebalı gibi tecrit altında kalacak en tehlikeli yaratıklardır! İşte cesur ve sırdaş bir gardiyan, hücre kapısının mazgalından, Mustafa'nın kulağına fısıldayacak cesareti bulabilmiştir: "Yaklaş, bir şey söyleyeceğim. Ben Atatürkçüyüm, aramızda kalsın." Ülkenin içine düşürüldüğü durum, bundan daha iyi özetlenebilir mi? Bakalım yetkililer, gardiyanları sıraya dizip "Hani nerede aranızdaki Atatürkçü, görelim" diye posta koyacaklar mı?
"Bir kişi ile ilgili tutuklama kararı veren yargıç, aslında bu kararı bir aile için vermiş oluyor. Tüm ailenin yaşamı tutuklu hale geliyor." diyor Balbay ve ekliyor: "Yürekten inanarak söylüyorum: Şu anda yargılayan tarafta mı, yargılanan tarafta mı olmak istersiniz deseler, kesinlikle sizin yerinizde olmak istemezdim... Bütün bunlardan sonra bizi duymazsanız, size ağır ceza değil, sağır ceza mahkemesi mi diyelim?"
Benim son sözüm şu: Bu davanın Türk adaletinin güvenilirliğine getirdiği darbenin bedelini tarih üstünden kim, nasıl ve ne zaman ödeyebilecek?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.