29 Mayıs 2021 Cumartesi

SPORUN MUHTEŞEMLİĞİ VE NANKÖRLÜĞÜ | Bedri Baykam | 27.05.2021

Geçen hafta size “yeni siyasi dizi pek tuttu” diye özetlediğim Peker dizisi, milyonları sürüklemeye ve bazı siyasileri ofsaytta bırakmaya devam ediyor. Bu konuyu kendi parkurunu tamamlayacağı süreçte bir köşeye bırakıp izninizle kafamı kurcalayan birkaç başka konuyu işlemek istiyorum! (Merak etmeyin, dizinin her bölümünü, Sayın Erdoğan’ın açıklamaları ve Sayın Soylu’nun “açıklamamaları” dahil, ilgiyle izlemeye devam ediyorum. İleride bana ani tuzak sorular yönelttiğinizde ofsaytta kalmayacağım!)


Fransa’da tam kaç Türk vatandaşımız yaşıyor bilmiyorum, diyelim 1 milyon. Şu anda o 1 milyon kişi göklerde uçuyor, iş yerine gururla gidiyor, herkes onları en güzel şekilde tebrik ediyor! Nedenini de biliyorsunuz: Lille futbol takımı, Fransa şampiyonu oldu. Takımın attığı gollerin yüzde altmışında ise Türklerin imzası var. Milli takımımızın da santrforu Burak Yılmaz (16 gol 5 asist), orta saha dinamosu Yusuf Yazıcı (7 gol 4 asist), stoper Zeki Çelik (3 gol 2 asist)… Fransız basınının olayı sunuş şekli ile “Türk Gücü” Fransa’da şampiyon oldu ve hangi takımı geçti? Paris’in efsane takımı Paris Saint Germain’i, yani Katar Petro dolarlarının yarattığı dünya karmasını… Kimler yok ki o takımda! Dünyanın en pahalı futbolcusu Neymar, Fransız milli takımının en büyük yıldızı İtalyanların büyük orta saha oyuncusu Verratti, Fransız Milli takımının stoperi Kimpenbe, Kosta Rikalı büyük kaleci Keylor Navas, Arjantinli muhteşem forvetler Icardi ve Di Maria... Saymakla bitmez, gerçekten yaratılmış dünya karması karşımızda. İşte “bizim çocuklar” sayesinde, Fransa Süper Ligi’nin bu orantısız güçle yarışan megastarları tökezledi! Aslında yalnız Fransa’da değil bütün Avrupa’da oturan Türkler bu şampiyonlukla ihya oldular ve sokakta yürüyüşleri değişti; milyonlarca Avrupalı’nın onlara bakışı birazcık da olsa farklılaştı. Bu, sporun inanılmaz kapsama alanı ve yarattığı muhteşem hisler fırtınasının doğrudan bir sonucu.

Maalesef bazı futbol fanatikleri, böyle anlarda sayfayı çevirip Burak ve arkadaşlarını alkışlayacaklarına, tersine onların kendi takımlarına karşı söyledikleri negatif bazı sözleri hatırlarlar, kendi takımlarında iyi oynamadığını söylerler, başkaları “bizi bırakıp gitti” der, Anadolu takımı taraftarları “her fırsatta penaltı almak için kendini yere bırakıyordu” der, herkes bir şey söyler! Ama bugün konumuz bunlar değil; bazen olgun bir şekilde sayfa çevirmek, alkışlamak ve geleceğe bakmak lazım. Lille Belediyesi umarım sözünü tutar, Burak’ın heykelini diker ve asırlar boyu Fransa’da oturan Türkler bu gururu kuşaktan kuşağa aktarırlar.

Her büyük tenis şampiyonluğu, her Avrupa veya dünya şampiyonluğu veya olimpiyat madalyası milyarlarca insanı etkisi altına alır, gözyaşı döktürür, mutluluktan uçurur ve kendi dertlerini adeta unutturur!

Ama spor bir açıdan da nankördür. Dünyada milyonlarca kişi tenis oynar, seyirciler yalnız ilk dörde girenlere saygı gösterirler; diğerlerine biraz acıyarak bakarlar ve “neden başarılı olamadıklarını” (!) araştırmaya koyulurlar! Veya dört büyükler gibi büyük takımlar, son haftaya kadar yarışıp son maçlarına veya son 45 dakikalarına bile şampiyonluk umudu ile girmiş olsalar bile, şayet bir gol farkla şampiyon olamadılarsa, neden başarısız oldukları masaya yatırılır, suçlular listesi ve işe yaramaz yönetici veya futbolcu dökümleri ortaya çıkarılır. Bir gol farkla şampiyon olan takım ise yeri göğü inletir, sayfa sayfa gazetelerde, saatlerce süren programlarda başarıları dile getirilir. Sakın yalnız Türkiye’deki bu futbol sezonundan bahsettiğimi sanmayın. Bu her yerde böyledir. 2 gol, hakemin bir doğru veya yanlış düdüğüyle sağa veya sola evrilecek bir puanlık fark, yanlış bir düşürülme yorumu, sonuçta bir takımı, bir camiayı vezir de eder, rezil de… Yıl boyunca oluşan çekilmez yönetici densizlikleri, hakem hataları, VAR hataları, akıl almaz teknik direktör kapris ve hatalarından sonra, bir gol veya 1-2 puan fark yüzünden bir takımı ve yöneticilerini “muhteşem”, diğerlerini de toptan çöpe gitmeyi hak eder görmenin ne kadar dürüst, mantıklı veya vicdanlı olup olmadığının muhasebesini sizlere bırakıyorum!


BİONTECH-SİNOVAC VE DİĞER AŞI SAVAŞLARI KARANLIĞINDA VATANDAŞ!

Ben haddimi bilirim değerli okurlarım. Hangi aşı daha kaliteli, daha koruyucu, daha az riskli, daha az alerji yapar, daha mutlu eder, bunları söyleyecek kişi uzaktan yakından ben değilim. Devlete güvenip sağlığımız için alınan kararları yalnız kendi limitli bilgi ve naçizane değer verdiğim mantık süzgecimden geçirerek izliyorum. “Zeki bir Virüs: Türk mutantı”nın akıl almaz şekilde hangi ortamlarda bulaşıp hangi ortamlarda bulaşmadığını en çarpıcı ve mizahi şekilde özetleyen Fatih Altaylı makalesini okumanızı tavsiye ederim. Siyasi bilinç taşıyan bir birey olarak, beni deli eden bir haber vesilesiyle bazı sert yorumlar yapmak istiyorum. Haber: “Almanya Sağlık Bakanı Jens Spahn, Türkiye’de iki doz BionTech aşısı yaptırmış olanların yakında Almanya’ya turistik ziyarette bulunabileceğini söyledi.”

Size itiraf edeyim, önce Almanlara aşırı kızdım! “Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Başkanı yeryüzünde seyahat hakkının aşı karnesi kısıtlamalarına sokulmasının saçmalığı ve haksızlığından dem vurmuşken, göz göre göre Türkiye’de büyük çoğunluğun Sinovac aşısını olmuş olmasına aldırmadan, bu kadar katı, “kolonyalist” tavır kokan bir kararı, alay edercesine Türk halkına reva görmek, nasıl bir umursamazlıktır, bunu öğrenmek lazım” diyordum… Ama sonra ne öğrendim? WHO henüz Sinovac’ı kabul etmemiş ki! Daha iki hafta önce Sinopharm’ı yeni kabul etmiş, Sinovac beklemede!

O zaman ikinci sorum devletimizi ve sağlık sistemimizi yöneten siyasilerimize: Sizler devletimizi temsil ediyorsunuz ve bizler size güvenerek dediğiniz saatte, dediğiniz yere giderek aşı oluyoruz. Bu konular hiç mi aklınıza gelmedi? Ülkemizi hangi aşıyla donatacağınızın kararını alırken WHO onayından henüz geçmemiş bir aşıyı kitlesel olarak uygulamaya girerken, hangi ülkelerin hangi aşıya zorluk çıkarıp çıkarmayacaklarını, malum tipik “Avrupai” nedenleri de ekleyerek ne kararlar alabileceklerini hiç önceden düşünemediniz mi? Halkımızın seyahat hakkını elinden alırcasına, yaş tahtaya basarak bu gafın ortasında bir skandal yaşamamızı istemiyorsa, devletin gerekirse Sinovac’ı temsil edenlerle beraber WHO’ya bir heyet yollayarak önce WHO tescilini, ardından da aşının Almanya ve tüm Avrupa’da kabulünü sağlamamız lazım. Buyurun size devlet ve hükümet için acil ötesi çözüm bekleyen bir panik alarm butonu! Kasetlerin yarattığı kriz masasından zaman kalırsa tabi!



22 Mayıs 2021 Cumartesi

YENİ SİYASİ DİZİ PEK TUTTU! | Bedri Baykam | 20.05.2021

Pandeminin başından itibaren dizilere daha fazla merak sardım. Kitap okurken, makale yazarken, arşiv düzenlerken yan gözle hikayeyi takip edebildiğim için dizilerin çalışmama da mani olmadığını, hatta uykuyu engellediğini gördüm. “Sen Çal Kapımı”, “Masumiyet”, “Sadakatsiz”, “Son Yaz”, “Camdaki Kız”, “Maraşlı”! Eğer bir kanalda ülkenin Arap saçına dönmüş siyasi ortamını tartışmıyorsam veya başka bir tartışma ya da önemli spor müsabakası izlemiyorsam bu dizileri izliyorum.

Fakat o dizilerde rastladığımız entrikalar, “mafyatik” ilişkiler, tehditler, son zamanlarda biraz hafif kaçmaya başladı! Bildiğiniz gibi Sedat Peker’in dizisi, bir “tulluat” olarak birden YouTube üzerinden milyonlara ulaştı ve bizim masum dizileri solladı geçti!

Bu dizide neler yok ki? Cinayet iddiaları-şantaj-kokain-Kolombiya-Türkiye-yat limanları-gizli istihbarat elemanları-bakanlar-stand up şovlar-ev baskınları-çocuklar ve kadınlar üzerinden sürdürülen bir “şeref haysiyet ve intikam” söylemi-ertesi gün sürçülisan olarak iptal edilen demeçler-“Şu böyleyse şu da şöyleyse, idama razıyım” diyen bakanlar-“bana yalan makinası getirin, söylediklerimi kanıtlayamazsam sırayla parmaklarımı veya bileğimi keseceğim” diyen sürgünde aranan “işadamları”-milletvekili hakkında tecavüz şikayetinden bir gün sonra ölü bulunan yabancı televizyoncu kızlar-“lağım patladı” diyen muhalefet kesimleri-milyonlar içinde yüzen bakanlık danışmanları-uydurma iddialarla gasp edilmeye çalışılan holdingler/üniversiteler-1990’ların bir diğer efsanevi antikahraman dizisi Susurluk’la olan soyağacı ilişkileri-offshore hesaplar-Goebbelsler-Pelikanlar-Beykoz konakları-aslanın inine girenler-Nusret-Stephan Zweig-Bob Dylan-Che-devlet tarafından koruma tahsis edilen, öte yandan mafya lideri olduğu etrafta dillendirilenler ve daha neler neler… “Son Yaz”daki romantik eski mafyanın isyankar oğlu, bahtsız aşık Akgün’ün içinde bulunduğu melodramatik maceralar son derece ilkel ve saf kalmıyor mu, bu yeni “enternasyonal dizi” karşısında? Zaten dizi merkezini Birleşik Arap Emirlikleri’ne transfer etmişiz, oradan da şöhreti şimdiden dünyaya yayılan bir prodüksiyon çıkmış ortaya!

Peker, belli ki akademisyenlere yönelik tehditlerinden pişman. “Terör örgütünü destekleme amacı taşımayanlardan özür dilediğini” dile getiriyor.

Türkiye’de gazetecilik, yazarlık, medyacılık hepinizin bildiği gibi zor zanaat. Öyle böyle değil! Bir sabah kalkıyorsunuz ve birden her noktada suç arayışlarının size dönebileceği şekilde, “mafya-ticaret-siyaset” üçgenlerinin ortasında kalabiliyorsunuz. Bunun sonucunda yayın organlarının “görmedim/duymadım/bilmiyorum” sendromu içine düştüklerini ve bazılarının mecburen yine penguencilik oynamak durumunda kaldıklarını görüyoruz. Çünkü kurabilecekleri en tarafsız cümleler bile her iki tarafın bu yayın organını topa tutmasıyla sonuçlanabilir! Üstten gelen “aman konuya girmeyin” işaretleriyle, meydan yangın yerine dönmüşken Filistin-İsrail kavgası hakkında Avustralyalıların görüşlerini araştıran bir medya çıktı yine ortaya! İyi ki birkaç Atatürkçü gazete ve televizyon var da şu yaşananlar tarih önünde kayda geçebiliyor! Kimse unutmasın: Bu kadar vahim iddialar, araştırılır. Suç gerçekten varsa, üzerine gidilir, yoksa da o kişiler aklanmış olur. Ama “istifa müessesesi” çalıştırılmadan bu iddiaların üzerine hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı şeffaflığı ile gidilemez. (Sade bir memur hakkında soruşturma yürütülse açığa alınır. En azından İç İşleri Bakanlığı da kendi hakkında soruşturma istiyorsa, istifa etmelidir.)

Sakın zannetmeyin ki, tek kişinin uzun monologlarını 10-15 milyon kişinin saatlerce dinlemeleri kolay rastlanılan bir sonuç! Ortada olağanüstü bir durum var: Çok ilginç bir şekilde Sedat Peker’in performansı teatral-burlesk, çok ilgi çekici ve çeşitli halet-i-ruhiyeler arasında gidip gelerek izleyiciyi hipnotize etme yetisi olan acaip bir vaka! Kimi anlarda izleyiciyi bayağ güldüren, kimi anlarda yansıttığı sinir ve kinle de ürküten agresif bir sahne mizanseni! Ortada böyle gerçekler olmasa milyonlarca insanın tek bir kişiyi şu ana kadar 5-6 saat demeden izlemiş olmaları ve bunun doğrudan medyaya yansımış olması, kolay kolay gerçekleşebilir miydi?

Kılıçdaroğlu soruyor: “Bu Kolombiya’dan yola çıkması gereken beş ton kokain Türkiye’de nereye teslim edilecekti? O adrese baskın yapıldı mı?” Cevap yok. “Yeraltı çetelerinin arkasında siyasi destek olursa hiç kimse bunlara dokunamaz” diye devam ediyor.

Sevgili arkadaşım Fikri Sağlar, Susurluk Komisyonu’nun en aktif üyesiydi. Bugün o tecrübeyle Durum Susurluktan daha ciddi” diyorsa, kendisine kulak vermekte kesinlikle fayda var: “Sedat Peker’in vücut dilini dikkatli takip ettim. Biz Susurluk zamanında bu tip ilişkide olan 63 kişiyle konuştuk. Peker’in vücut dili onlardan çok farklı. Söylediğine vakıf, okuyan yazan biri gibi...” Susurluk’a, Deniz Baykal ile beraber gidip kaza yerini ve arabayı görmüştük...

Peker’in iddialarında sürekli adı geçen Mehmet Ağar, Tolga Ağar ve Süleyman Soylu’nun, normalde derhal somut verilerle bu iddialara yanıt vermeleri ve her birinin yanlış olduğunu kanıtlamaları beklenir değil mi? Henüz bu yaşanamadı. Bütün Türkiye gibi ben de merak ediyorum. Ölen kız kimdi, neden öldü, otopsi raporu ne diyordu, bir gün önceki tecavüz iddialarına ne oldu, Mübariz Mansimov’un Yalıkavak’daki marinasına nasıl el kondu? Bugün şeffaf bir şekilde kendisini ekrana çıkarıp iddiaları sormak mümkün mü?

CHP’nin parlamentoya bu yeni mafya-siyaset krizi hakkında bir araştırma önergesi vereceği ne kadar kesinse, bu önergenin reddedileceği de bir o kadar kesin! Daha FETÖ’nün siyasi ayağını araştırmaktan korkan bir iktidar, bu kadar gözlerinin içine bakarak somut iddialarla bu diziyi gözlerine sokan şahsa yanıt vermeye hazır mı sizce?

2016’da FETÖ kalkışması neden çıkmıştı? Tek bir nedenle: Açgözlülük, paylaşım daha doğrusu “paylaşamama” ve iktidar içinde yüzde kavgalarından. Kimin pasta payı daha büyük olacak? Şimdi ortaya saçılan, daha mütevazi ama bir o kadar hırslı paylaşım kavgaları!

Bu konuştuklarımızı duyan bir Avrupalı bize diyebilir ki “Peki bu soruşturmaları göbekten dalabilecek güçlü bir Cumhuriyet Başsavcısı yok mu ortada? Sonuçta yargınız bağımsız değil mi? Bırakın yargı üzerine düşeni özgürce yapsın.”

Bu yabancıya yanıt verme görevini izninizle size devrettim. Bizim şahsa özel demokrasimizi ve sözleriyle özleri farklı bağımsızlıkları yansıtan yargımızı, kendi bulacağınız kapsamlı ve pohpohlayıcı kelimelerle lütfen bu gariban Avrupalıya anlatmaya çalışın! Haydi kolay gelsin dostum!


13 Mayıs 2021 Perşembe

AH NEREDE-VAH NEREDE? | Bedri Baykam | 13.05.2021

Başlık, sevgili Füsun Önal’ın şarkısından, güfte dönemin iktidarının Türkiyesi’nden…

128 milyar dolar nerede? Anayasa’ya saygı nerede? Ruhsar Pekcan nerede? Tarikatçı cüppeli amiral nerede? Verilen sözler nerede? FETÖcü savcı Zekeriya Öz nerede? Aşılar nerede? Avrupa Birliği Üyesi Türkiye nerede? Hadi ondan vazgeçtik, vizesiz Avrupa’ya giden Türkiye nerede? Damat nerede? FETÖ’nün siyasi ayağı nerede? Barış nerede? Özgürlük nerede? Huzur nerede? Basın ve ifade özgürlüğü nerede? Medeni diyalog ve televizyonlarda açık lider tartışmaları nerede? Laik cumhuriyet nerede? BOP eşbaşkanlığı nerede? Parlamento nerede? Milletin egemenliği nerede? Eski Türkiye nerede? Sağlıklı günler nerede? Yargı bağımsızlığı nerede? Tarafsızlık yemini eden Cumhurbaşkanı nerede? İstanbul Sözleşmesi nerede? Ben bu davanın savcısıyım” dedirten dava dosyası nerede? Atatürk’e lanet okuyan Diyanet İşleri Başkanı nerede? Lebaleb kongrelerinin denetçileri nerede? Sözcü Tv’nin 15 aydır bekleyen logo onayı nerede?


Pek bayram sabahına uygun bir giriş olmadı ama Şeker Bayramı’nızı kutlarım.


FARKLI SORULARLA KARARTMA OPERASYONLARINI AYDINLATIN!

Gazetecilik yapmak istiyorsanız, “nerede” sorusuna “ne-ne zaman-neden-nasıl-kim” de eklemelisiniz.

Devlet nişanlarından, Atatürk kabartmalarını çıkarma emrini kim verdi? Araplar rahatsız olduğu için madalyalardan Atatürk siluetinin yok edildiği doğru mu? Askeri yüksekokullar için irticaya karışmama şartının çıkarılmasına kim karar verdi? Atatürk fotoğrafı ve Türk bayrağını asan Milli Eğitim Bakanlığı öğretmeni için üç yıl hapisle yargılanma kararını kim verdi? Atatürk anıtına çelenk konulmasını yasaklayanlar ve buna göz yumanlar kim? Sürekli olarak anayasayı değiştirerek kendi iktidarları için uygun kılıf arayanlar kim? Gezi Parkı’nın kaderini kim tayin edecek? Boğaziçi Üniversitesi rektörünün inadı ne zaman bitecek? FETÖ zehri nihayet “keşfedildikten” sonra onun yerine devletin içine sızan tarikatlar hangileri? Tarikatlara sürekli çiçekler ve vaatler yollayarak onları diri tutanlar kim? Türkiye’de her muhalifin her hareketine bir suç isnat edenler kim? Kanal İstanbul’un geçeceği söylenen güzergahı önceden Katarlılar’a bildirenler ve bu rantı körükleyenler kim? Aynı Kanal İstanbul’un imar planlarını şaşırtıcı bir hızla onaylama kararı aldırtanlar kim? Amirallerimizin devlet yapısını korumak için şeffaf şekilde yayınladıkları bildiride darbecilik arayanlar kim? Muhalif kanallara sürekli cezalar keserken, iktidar yandaşlarının her türlü hakaret veya tehdit dolu programlarıgörmezden gelen RTÜK üyeleri kim? Periyodik olarak ısrarla Lozan, Montrö ve İsmet İnönü’ye sataşanlar kim? AKP’liler neden ortalama 4-5 günde bir konuyu 27 Mayıs’a getiriyorlar? Resmi kurumların önünden T.C. ibaresi ve Kültür Bakanlığı’nın bazı teşkilatlarının adının önünden “Türk” kelimesi kimin kararıyla kaldırılıyor? Üniversite mezunları arasından subay-astsubay yetiştiren askeri eğitim kurslarındaki Atatürk ilke ve devrimleri neden kaldırıldı? Atatürk neden kitaplardan silinmeye çalışıldı? Atatürk büstlerine yapılan sistematik saldırıların failleri ne zaman bulunacak ve yargı önüne çıkarılacak? Türkiye, dünyada Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla en çok dava açılan ülke haline nasıl geldi? 8 Mart yürüyüşündeki “zıplayan” kadınlar nasıl oldu da hakaret davası ile karşı karşıya kaldılar? Aydınlar “12 Eylül’de, Kenan Evren döneminde bile bu kadar baskı altında değildik” şeklinde demeçleri ısrarla nasıl verebildiler? Kadın-çocuk cinayetleri ve kadına şiddet son 20 yılda akıl almaz bir hızla nasıl büyüyebildi? Atatürk ve Kuvayı Milliye düşmanı İskilipli Atıf nasıl iktidarın ve yandaşların bayrağı haline getirildi? Gazetecilere ve televizyonculara sokaklarda topluca saldıranlar nasıl görmezden gelindi ve cezalandırılmadı? Türkiye, imamların Anayasa, ekonomi veya siyaset hakkında resmi demeçlerle şov yaptıkları bir ülke haline nasıl gelebildi? İktidar, Atatürk’ün mirasını -İş Bankası hisselerinden başlayarak- uygulamamak ve geçerliğini kaldırmak için nasıl hamlelere girişti? İçişleri Bakanlığı, Rize Fındıklı’da millet bahçesinin adını Atatürk Parkı olarak değiştiren CHP’li Başkan ve Meclis Üyeleri hakkında nasıl soruşturma izni verebildi? (O izin iptal edildi) Türkiye nasıl makam odasına gelir gelmez ilk iş olarak Atatürk’ün fotoğrafını indiren veya Kubilay’ın anma törenine katılmayan valiler görebildi? Sinan Oğan linç edilmek istendiğinde saldırganların “demokratik hak kullandıklarını” hangi vali ifade etti? İslami İlimler Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan bir zat nasıl kalkıp Türkiye’nin en tanınmış gazetecileri hakkında “cesetlerini camilere sokmayın” diyebildi ve Türkiye’de hukuk bunu nasıl “fikir özgürlüğü” sayabildi? Dünyada çifte standardın sürekli geçerli akçe olarak uygulandığı başka ülke nerede var? Türkiye, gündem değiştirme operasyonunun en komik tuzağına, “aya gidiyoruz” dolduruşuna nasıl tutunabildi? Türkiye, ikitidarın, Anayasa Mahkemesi kendi lehine karar verirse alkışladığı, aleyhine karar verirse kararı uygulamadığı ve bunu rahatlıkla gerçekleştirip ifade edebildiği bir ülke haline dönüştü? Dünyanın en değerli ve en bakir koylarından Gökova parsel parsel satılabilecek bir konuma nasıl taşındı? Neden Türkiye liderinin en çok uçağa ve saraya sahip olduğu ülke haline geldi? Atatürk Kültür Merkezi’nin 13 yıldır faaliyet yapamamasının ve yok edilmenin eşiğinden dönmesinin bedelini kim ödeyecek? O güzelim Sinema Müzesi açılırken Beyoğlu’nda sinemaların teker teker kapanmış olması içimizi burkmuyor mu? Ülke liderinin, 73 yaşındaki ana muhalefet partisi liderine “neden aşı olduğunu” suçlar gibi sorduğu başka bir ülke var mı? Yaşadıkları ağır baskılar karşısında siyasi parti başkanından gazetecisine kadar herkesin “Ucunda ölüm de olsa, sonuna kadar mücadeleden dönmeyeceğim, dönersem şerefsizim” diye demeçler vermeye mecbur kaldığı kaç ülke var? Devlet-mafya-siyaset gündeminin sıcak üçgeninde gerçek nerede?


YANİ...

Değerli okuyucularım, Türkiye’nin ışığı adım adım söndürülüyor. Türkiye büyük bir karartma projesinin saldırısı altında. İnanılmaz derecede hesaplı, örgütlü ve kendini bizlerden de sizlerden de daha zeki ve uyanık kabul eden, arkasına emperyalizmin küstahlığını almış güçlerin dayatmasıyla oluyor herhalde bunlar. Sorsanız, hepsi “tesadüf”, hepsi “uydurma”, hepsi “size öyle geldi”, hepsi “abartı”, hepsi “paranoya”! Öyle mi acaba? Her şeye rağmen iyi bayramlar...



8 Mayıs 2021 Cumartesi

YENİ TÜRKİYE: OYNATMAYA AZ KALDI! | Bedri Baykam | 06.05.2021

Bugün sevgili Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın 49 yıl önce idam edilişlerinin yıldönümü. Onların anısına kaleme aldığım yazıyı, bu çok zengin siteden okuyabilirsiniz: (68arsivi.com)


Ekrem İmamoğlu’nun bir yıl önce Fatih Sultan Mehmet Türbesi’nde elleri arkada gezinmesi soruşturma konusu olmuş. Suçlamada “…türbede elleriniz arkanızda bağlı bir şekilde gezinmek suretiyle saygısızlık yaptığınız iddiası” deniyor. Hayır, bu bir Zaytung haberi değil! Dolayısı ile şu andan itibaren okuyacağınız satırları böyle bir Türkiye’de değerlendirmek durumunda olduğunuzu gözden kaçırmayın. Bu konudaki ön incelemede kalkıp bir de “HDP belediyesini ziyaret etmekle teröre katkı” da araya sıkıştırılmış! Herhalde “bu türbe olayını tek koyarsak çok abartmış oluruz” demişler! Aynı İçişleri Bakanlığı’nın Ruhsar Pekcan hakkında bugüne kadar ne yaptığını henüz öğrenemedik! Evet, böyle bir Türkiye’de okuyorsunuz bu yazıyı…


SKANDAAAAALLLL! İMAMOĞLU’NUN ELLERİ ARKASINDAYMIŞ!

Bahçeli’nin hala “Başkanlık Sistemi daha nasıl güçlendirilir” mantığından yola çıkarak “tek” adamı, “en tek” adam halinde bırakmak için önerdiği 100 anayasa maddesi ile gelen sorular ve çözüm taslakları önümüze sürülüyor. Ben Sayın Bahçeli’nin yerine o yanıtı vereyim, Başkanlık Sistemi’ni daha da güçlendirmek için şöyle bir madde eklensin: “Öl de ölelim!” Bundan daha başka nasıl güçlendirilecek yanı kaldı bilmiyorum! Sayın Bahçeli bir de Anayasa Mahkemesi’ni kaldıracakmış. Herhalde kafasında bir çeşit darbe gerçekleştirdi ki böyle şeyleri rahatça gündemine alabiliyor! Çünkü aklım ermiyor: Türkiye, her aklına esenin anayasayı kafasına göre yazıp, ülkeyi tek kişiye teslim edeceği bir muz cumhuriyeti değil herhalde!

Aynen İmamoğlu’nun kollarını arkada birleştirmesine taktıkları gibi, halkın sokaktan haber alma ve haber yayma özgürlüğüne saldırılırken de aklıma hep aynı şey geliyor: Hiçbir parti, bu çağda kendini bu durumlara düşürmek istemez! Sanırsın ki AKP’nin içine sızmış birkaç CHP’li var (!) ve onların dolduruşuyla bu acayip kararlar uygulamaya konuyor; gençliğin, tarafsızların, kararsızların gözünde iktidarın kredisini kaybetmesi garantiye alınıyor!


AKILLI TELEFONUNUZ ARTIK EMİRLE KÖR OLMUŞ

Söylenen çok açık, artık sokakta insanların akıllı telefonlarıyla polisin yaptığı müdahaleleri kayda almaları yasaklanmış! Ve öğreniyoruz ki, bu kararı İçişleri Bakanlığı almamış, Emniyet Genel Müdürlüğü almış! Vallahi ömrümde dünyanın hiçbir yerinde bu kadar kuvvetli ve yetkili bir Emniyet Genel Müdürlüğü görmedim! Ülkenin bütün anayasal hak ve özgürlüklerini bir genelgeyle silip süpürmek için herhalde bayağı güçlü olmak lazım! Sosyal medyada bir video dolanıyor, hangi gün çekildiğini bilmiyorum ama genç bir kızımız hakarete, aşağılanmaya hatta tacize uğruyor, apar topar plastik bir kelepçe takılıyor ve polis vasıtasına bindiriliyor.

Bir hükümet niye bu sahneleri yaşatmak ister? İnsanları birbirine düşürelim, olaylar, gözaltılar artsın şeklinde bir istek mi var? Veya “sen görevli memura direndin” diye kolayca insanları suçlayabilmek mi konu? Yoksa Türkiye’nin dünya demokrasi sıralamasının dibinde artık sonuncu sırayı zorlaması için mi her şey?

Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde, dini bir mekanda elleri arkasında kavuşturularak yürüyen biri hakkında hiçbir “inceleme” yapılamayacağı gibi, böyle bir “görüntü almayı yasaklama genelgesi” de çıkarılamaz!

Duyduğumuz gerekçeler çok ilginç! Polislerin, kamu görevlilerinin özel hayatından söz ediliyor. Özel hayat, polislerin evinde olur. Bu görüntülerde bilgileri zaten yok. Sokak ise, halka aittir. Herkes haklı olarak George Floyd örneğini verdi. Polisin işlediği birçok kritik suçta amatör kameralar tarafından kayda alınmış öyle görüntüler var ki! O korkunç Floyd olayı yaşanıp dünyaya örnek olduktan sonra, tersine demokrasi ile azıcık ilişkisi olan her ülkenin buna benzer görüntülerin alınmasını teşvik etmesi lazım! Ülkemize dönersek, Ankara’daki Gezi Direnişi’nde Ethem Sarısülük cinayetini unuttuk mu? Görüntülerin çekilmemesi ve suçların sahipsiz kalması ve suçluların kolayca işin içinden çıkabilmeleri demek! Demokrasi ve hukuk devletine saygılı hangi hükümet, hangi lider buna izin verebilir?

Oldu bitti” şeklinde baskı genelgeleri ile bir hukuk devleti yönetilemez. Anayasal haber alma ve yayma hakkı, delil toplama hakkı, hangi ülkede bu şekilde yasaklanabilir? Çağın gerçeklerine bu kadar uzak ne genelge ne de yasa çıkarılabilir. Eğer bir şeyin bilinmesini, görülmesini istemiyorsanız demek ki onu yapmayacaksınız, saklayacak bir şeyiniz de olmayacak. Herkes bilmeli ki, bir hükümet 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’nda gösterici dövdüğü zaman başı göğe ermiyor, halkın gözünde de bir yere yükselmiyor! Şeffaf camekanlı karakollar 1990’larda değil miydi? Nereden nereye geldik?


O GAZETECİLER İÇİN ÜZÜLÜYORUM…

Tersine bugün, polislerin ve amirlerinin izne tabi olmadan herhangi bir şüphe olduğu zaman yargı önüne çıkarılabilmeleri lazımdır. Böyle bir soruşturmaya izin verip vermeme hakkı, bir ortaçağ mantığı uzantısıdır! Dünyada savcılar, başkanları bile doğrudan baskın yapıp sorgulayabiliyorken, Türkiye’de bir savcının bunun açık şüphe duyduğu bir polise uygulayamaması mantığa sığmaz.

İnanın, AKP yanlısı gazetecilere üzülüyorum. İster bir Diyanet üyesinden Atatürk’e yapılan herhangi bir saygısızlık, ister İmamoğlu’nun elleri arkasında fotoğrafı, ister bu saçma “görüntü aldırmama” genelgesi, ortaya ne atılırsa atılsın hepsini olmadık yorumlar uydurarak savunmak durumunda kalıyorlar!

Elbet bu hükümet bir gün gidecek. AKP dönemi bitince demokrasi Türkiye’ye hak ettiği seviyelere gelince, bir muhasebe yapılacak. Hangi gazeteci hangi akıl almaz baskı yasalarına destek vermişti, kim hangi saçma komik suçlamaları ortaya dökebilmişti, hepsi hatırlanacak! O gün çok kişinin yüzü kızaracak, benden hatırlatması!


AKP’nin doyumsuzca reklamını yaptığı “Yeni Türkiye” masalı işte böyle bir şey… Seviye öyle yerlerde sürünüyor ki, kimisi yandaş, kimisi sözde “Atatürkçü” olarak adını geçiren isimler, “İmamoğlu bu suçlamaları kendisi promosyon olarak yaptırmıştır” mealinde etrafta konuşabiliyorlar! Bu dünyada, AKP’liler en basit bir günlük fotoğraftan muhalif liderlere yönelik suç üretmeye kalkışırken, iktidarın polisi isterse halkı dövsün, hakaret etsin, coplasın sorun yok ama bunun görüntüsünü almak “yassahhh!”


Galiba birçok yerde vidalar gevşiyor! Yakında, simidi tek elle yemek veya ramazanda okuyup yazmak da inceleme konusu olursa, şaşırmayın! Siz şimdilik “acep neden kitap-kırtasiye alımlarım da yasaklandı?” diye şaşırmakla yetinin! Allah hepimize kolaylık versin, ama az kaldı…