30 Haziran 2015 Salı
KOALİSYONU ŞİMDİDEN SEVMEDİNİZ, BİLİYORUM, AMA... | BEDRİ BAYKAM | 30 Haziran 2015 tarihli makalesi..
Sevmediniz, çünkü sizin daha demokrat, daha devrimci, daha emekten ve özgürlükten yana hedefleriniz var. Bir Türkiye sevdalısı olarak tam demokrat-laik bir hukuk devletinin yaşama geçtiğini görmek istiyorsunuz. Ve öte yandan biliyoruz ki ortaya konan alternatiflerden hiç biri sizi tatmin edemeyecek. Dudak bükecek, hatta belki yüksek sesle “işte bu en kötüsü oldu!” diyeceksiniz. İçinde yüzdüğümüz tablo bu!
HER OLASILIK, İÇ KARARTICI!
Şimdi bunu kabul ettikten sonra, belki stresiniz biraz daha azalır. Çünkü baştan işin “fena” olacağını bildikten sonra hayal kırıklıklarınıza katlanabilirsiniz. Bakın muhalefetin “sözde” %60’lık blokunu, Bahçeli en baştan yaktı, imza kalemini de denize attı. Demek ki, geriye ne kaldı elimizde? AKP-MHP veya AKP-CHP alternatifleri. MHP sorumluluk almadan muhalefette büyümek veya son ana kadar yapacağı nazla, AKP’ye karşı pazarlık gücünü arttırmak istiyor. Biliyorum ki, bir çok demokrat insanın, AKP-MHP olasılığına karşı tüyleri şimdiden diken diken. “Bu en kötüsü” diyorlar. AKP-CHP ise, solun büyük kısmı için gaflet, hıyanet ve hatta intihar seçeneği. Yani her “kötü” olasılığın önceden üzeri çizili. Neyi istemediğimiz söylemek şu günlerde çok daha kolay. “Peki sizce ne olmalı?” sorusuna ise pek cevap veren yok. Herkes hemen kıvırıp neyi istemediğine getiriyor lafı. Demek ki önce bu acı gerçekle yüzleşmemiz lazım: Biz bu koalisyonu şimdiden sevmedik ama alternatif de üretemeyip kaçıyoruz. İşte durumun pek de şık olmayan özeti bu!
CHP, OLGUN DAVRANIYOR
Peki CHP, bu süreçte ne yaptı? Gayet pratik bir yöntemle, o da her kapıyı kapatıp “istemezük, ne haliniz varsa görün” diyebilirdi. Ama açık konuşmak gerekirse, Cumhuriyeti kuran parti, soğukkanlılıkla davranıp herkesle diyaloğa açık bir tablo çizdi. Aslında demokratik açıdan olması gereken de öncelikle buydu. Kılıçdaroğlu’nun Bahçeli’ye sunduğu “Sen Başbakan ol” teklifi bile “koltuk tedarikçiliği” sözleriyle affedilmez bir kabalıkla reddedildikten sonra, CHP liderinin hala beyefendiliğini bozmadan sükunetle MHP ilişkisini nadasa bırakması, siyasi arenamızda ender görülür bir düzeydir. Çünkü agresif şekilde bir başka liderin özverili çabalarını aşağılamak, üst düzey siyasette bir meziyet olamaz. CHP, koalisyon hazırlıkları safhasında, en yapıcı, en olgun parti olarak dikkat çekmiştir. Kılıçdaroğlu, “rövanşist olmayacağız” derken, ince bir uçurum çizgisinde yürüdüğünü umarım biliyordur. Çünkü yolsuzluk dosyalarının üzerine gitmek, halkımızın “olmazsa olmaz” beklentisidir.
AKP, CHP’Yİ MESUT EDEMEZ
Bunları beklemeye almak bile, toplumun geneli açısından kabul edilemez olduğu kadar, özellikle de CHP’ye yıkım getirir. Halbuki biliyoruz ki, oluşabilecek bir koalisyon ihtimalinde bu konuların dondurucuya kaldırılması en beklenen olasılıktır. AKP, teori olarak olası partnerine, ekonomi ile ilgili bakanlıkları vererek, kriz faturasından kurtulmak isteyecek kadar uyanık olabilir. Özellikle CHP’nin isteyeceği, Milli Eğitim, Adalet, Dışişleri ve İçişleri bakanlıklarını vermeye yanaşmaz, yobaz Türkiye yolunda attığı adımların silinmesini kabul edemez. Ayrıca Kaçaksaray’ın boşaltılması, 17/25 dosyalarının ödünsüz takibi de alabileceği riskler arasında bulunamaz. Yani çıkaracağımız sonuç şudur: Evet, CHP’nin her görüşmeye açık olması medeni ve doğru duruştur. Ama Davutoğlu ile pazarlıkların CHP açısından “değecek” bir noktaya taşınması olanaksızdır. Bence bu aşamada CHP her şeye rağmen tabanının ağır basan sesini dinleyerek topu taca atıp, bir AKP-MHP koalisyonunun oluşmasına teorik bir olanak sağlayarak kendini beklemeye alabilir. Bu alternatif oluşursa, CHP, MHP’ye muhalefetteykenki söylemlerini hatırlatarak ana muhalefet görevini üstlenebilir.
KAPIDAKİ TEHLİKELER
Türkiye’yi bekleyen tehlikeler arasında, kurulamayan bir hükümetin halkta yaratacağı bezginlik, “AKP’siz işler yürümüyor” havasıdır. Zaten muhalif halk için en kötü şey, bu sahte özlemin itici gücüyle AKP diktatoryasının geri geleceği senaryodur. Buna Güneydoğu’da bekleyen IŞİD ve Kürt devleti baskıları gibi bizi doğrudan ilgilendiren uluslararası sorunlar ve Erdoğan’ın savaş çığırtkanlığı da eklendiğinde, hükümetsiz kalarak kaos yaşayan bir Türkiye tablosunun hangi tehlikelerle karşılaşacağını net görebiliyoruz. Devlet sorumluluğu taşıyan her siyasi parti ve vatandaş, bu karanlık tablolara rağmen, ortaya -kimseyi tatmin edemese de- bir sonuç çıkarmaya mecbur olduğumuzu unutmamalıdır. İşte şimdi bu yazıyı, başa dönüp tekrar okuyabilirsiniz! Ne yazık ki, döngü kısır, tablo ağırdır!
23 Haziran 2015 Salı
KEŞKE DENİZ O CENAZEYE KATILABİLSEYDİ! | Bedri Baykam | 23 Haziran 2015 tarihli makalesi..
Demirel’in ölümünü ilk duyanlardan biriyim. O gece 02:45’te “son dakika” haberi olarak izledim. Ardından da zaten rafta hazır bekleyen ölüm belgeselleri yayına konuverdi. İlk duyan ama son yazanlardan biriyim. Haftada bir yazmanın bedeli bu. Gazeteler ise ölüm saati nedeniyle haberi ertesi gün sayfalarına giremediler bile! Allah rahmet eylesin, ölünün ardından “kötü konuşulmaz”. Ama ünlü biri öldükten sonra, hele ülkeye yön vermiş bir siyasiyse, bir muhasebe kaçınılmaz olur.
“TOY SİYASETÇİ”DEN SERT BAŞKANA
Hani Demirel sanki ezelden beri vardır ya... Bizim aile için biraz farklı. 1963 ilkbaharında ben ilk sergilerimi açıp kamuoyuyla tanışmışken, Demirel aynı yılın sonbaharında AP kongresinde liderliği alıp göz önüne çıktı. 1965 yılındaki seçimlere doğru giderken hatırladığım ve evdeki arşivde de gözlemlediğim, babamla onun arasında yaşanan polemikler! Mesela babamın “Demirel toy politikacı, önce öğrensin de gelsin!” sözleri! Dr. Suphi Baykam 1965 seçimlerinde “Ortanın Solu”nun sözcüsü olarak propagandayı yürütürken, Demirel de buna “Ortanın Solu, Moskova yolu” karşılığını vererek düelloyu sürdürüyordu. İnönü ise 60’lı yıllar boyunca Demirel’le kapışırken onun laiklik ilkesinden sapmaları nedeniyle büyük infial yaşıyor, mesela “Demirel ‘Said-i Nursi’ye karşıyım’ diyebilir mi?” diyerek, onun gerçek kimliğini deşifre etmeye çalışıyordu. Sonuçta Demirel, Menderes’ten sarkan din eksenli oyların doğal talibiydi. Türkiye bugün bile sözde liberal ve yobazların kin kusmaktan vazgeçemediği 27 Mayıs Devrimi’nin açtığı kapıdan girerek laik demokratik bir hukuk devletine kavuşmaya çalışırken, sağ kesimin bunu hazmetmesi kolay olamıyordu.
SİLİNEMEYEN İDAM LEKELERİ
68 Kuşağı’nın efsanevi lideri Deniz Gezmiş ve mücadele arkadaşları Yusuf Aslan’la Hüseyin İnan’ın 1972’deki idamları, Demirel’in uzun siyasi kariyerinde silinemeyen bir leke olarak kaldı. Her ne kadar Cindoruk, Demirel’in bu konuda bir etkisinin olamayacağını söylese de, tartışılmaz gerçekler farklı bir tabloyu ortaya koyuyor. “Üçe- üç” diye açıkça haykıran, idam oylanırken arkasına dönüp grubunu kontrol eden acımasız bir sağ lider var o günlerde... Yaşlı çınar İnönü’nün çabaları yetmiyor idamları durdurmaya, ne yazık ki. 12 Eylül öncesinin inatlarla tıkanmış kanlı günlerinde, MC Hükümetlerinin başı olarak “bana ‘sağcılar da adam öldürüyor’ dedirtemezsiniz” diyen de, faşistleri koruyan da ta kendisi!
90’LARIN FARKLI DEMİREL’İ
90’lı yıllarda önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı olarak gittikçe farklı bir Demirel portresi görüyoruz. 28 Şubat’ta MGK ile beraber, giderek küstah provokasyonlara girişen anti-laik akımlara dur diyen, laik cumhuriyet ve demokrasiyi savunan bir Demirel var artık sahnede. Gerek RP’nin, gerek benzer şeriatçı grupların çıkışlarında yere sağlam basan, 60’lı yıllardaki politika stilini yerle bir eden bir Demirel! Aynı süreçte sanatçılarla, gazetecilerle, aydınlarla da arasını belirli ölçülerde düzelten bir lider var karşımızda. Sergilerimize, tiyatrolarımıza gelen, konserlere giden, yaratıcı demokrat insanları köşke davet eden bir Demirel bu. O kadar farklı bir kimlik ki, sol eğilimli ve cumhuriyetçi sayısız insan, farkında olmadan anti demokratik her hükümet çıkışına karşı, ona güvenmeye başlıyor. O dönemde Çankaya’da “noter” yok!
Demirel arkasında sonsuz espri, anekdot, nüktedanlık bıraktı. Gerçekten de, bugünün siyaseti halka karşı bir kin kusma yöntemi olarak gören bahtsızların yanında, Demirel’in gazeteciler dahil pek kimseye dava açmayan, karikatüristler ve tiyatroculara hoşgörü ile bakan tavrı, bambaşka bir boyut. Ama “emekli” olduktan sonra, 2000’lerde, Erdoğan faşizmine tepki vermeyen bir Demirel çıkıyor yine karşımıza...
BİNAENALEYH... KEŞKE...
“Binaenaleyh, GAP’ı ve şapgayı gaptırmadığıma göre, olsa olsa 276’yı bulecekler, ancak o zaman düşeriz, va mı bunun başka türlü bir izah tarzı! Türkiya, büyük ülkedir! Her sorunun altından galkar!” İşte bu ve benzer her türlü sempatik cümleyi gülümseyerek kuracak sonsuz malzememiz var elimizde. Ama bir de maalesef değişmez ağır gerçek var: Deniz Gezmişler’e yapılan çağdışı, hukuk dışı infaz. İşte Demirel’in yaşadığı dönüşüm ve yaşattığı algı değişimine rağmen, bu leke bir türlü çıkarılamıyor. Ben de, son dönem Demirel’in çıkışlarını olumlamışsam da, yüreğimde taşıdığım bu acıyı unutamıyorum. Çünkü kendimi o ailenin bir ferdi sayacak kadar yakınım. Keşke Demirel o ağır suçu işlememiş olsaydı da, bugün Gezmiş, onun cenazesine katılan siyasi liderimiz olabilseydi. Tarih derslerle dolu...
16 Haziran 2015 Salı
MHP KİLİDİ HANGİ PARTİYE UYACAK? | Bedri Baykam | 16 Haziran 2015 tarihli makalesi..
Şu
anda ülkemizin mücadeleci yurtsever halkı ve aydınları seçim
sevincini rafa kaldırdılar ve artık koalisyon dedikoduları
havuzunda yüzüyorlar. Halkımızın söyleminde genellikle daha çok
neyi istemediklerini öne çıkaranların sesi duyuluyor: “HDP
ile ortaklık yapmayı nasıl düşünürsünüz?”
diyen MHP’liler veya sol ulusalcılar,
“AKP ile ortaklık gündeme bile gelmemeli” diye
haklı tepki veren Atatürkçüler ve sol kesim, veya toptan her şeye
“hayır”
demeyi bir meziyet olarak göstermek isteyen MHP yöneticileri
gündemi belirliyorlar. CHP ve HDP yöneticileri ise, diyaloğa daha
açık bir tavır sergileyerek “süreci” izlemekle meşguller...
“AKP’Yİ
YANLIZ BIRAK”
Geçen
Cumartesi “AKP’yi
yalnız bırak” başlıklı
bir çağrıya imza atarak toplumu ikaz ettik. AKP’nin katılacağı
hiçbir hükümetin yolsuzluklarla mücadele edemeyeceğini,
Kaçaksaray’la hesaplaşamayacağını ve o hükümete giren
partinin açıkça rejim düşmanlığı yapan bir yapının ortağı
haline geleceğini, AKP’ye “koalisyon
yapılabilir herhangi bir siyasi parti”
gözüyle bakılamayacağı aktarıldı. Bunların maalesef üstü
kapatılamaz doğrular olduğunu biliyoruz.
Tabii
bu ikazın bir sonraki duruşu, çözümsüzlük olamayacağına
göre, CHP- MHP- HDP üçgeninde oluşabilecek bir çıkış kapısı
aramaktan başka bir yol kalmıyor! Bu da tabii, ancak Davutoğlu
görevi RTE’ye iade ederse gündeme gelebilecek bir alternatifler
dizisi! RTE, sürpriz bir çıkışla, Davutoğlu başaramazsa görevi
Kılıçdaroğlu’na vereceğini açıkladı. Ama...
HANEDAN’IN
KABUSU!
RTE
ve AKP, her ne kadar şu anda MHP inadı yüzünden üçlü muhalefet
grubundan bir hükümet çıkacağına inanmasalar bile, bu onların
alabileceği bir risk değil. Bu nedenle, şu anda AKP ve Hanedan,
iktidarı kaybetmekle ilgili bir kabus yaşamamak için, acil yollar
üretip MHP ile anlaşmanın şartlarını zorlayacak.
AKP’nin
bu kadar ağır verilerle dünyanın gözü önünde suçlandığı
bir ortamda, MHP’li 18 vekili bir de üstüne bakanlık vererek
transfer etmeye kalkışacaklarını -manşetten dedikodulara rağmen-
sanmıyorum. Bu artık abartı olur. Onun yerine MHP ile “legal”
görüşmeler yapılıp bol vaatler verilerek hükümet kurulmaya
çalışılacak, belki olası transfer görüşmeleri, bu dönemin
ileri bir tarihine atılacak! Şu anda gösterdiği iletişimsizlik
tavırları içinde, MHP “nazlı kız tarafı” statüsünde!
AKP’NİN
TERCİHİ MHP!
MHP’nin,
AKP’nin bol vaatli tekliflerine dur diyemeyeceğini düşünmek pek
yanlış değil. Ama buna rağmen, diyelim ki Bahçeli’nin inadı
tam tuttu ve o yolu da kapadı. Hatta CHP yollarını da kapadı! O
zaman B planımız ne olmalıdır? Unutmayalım ki, yaşamda en
önemli plan, B planıdır. Her ne kadar ABD ve büyük medya,
AKP-CHP koalisyonu için düğmeye basmış olsa da, AKP’nin ana
arzusu ya MHP seçeneğidir ya da erken seçim! Bunun dışındakiler
tatmin edici olamayacağı gibi, yolsuzluk dosyaları ve Yüce Divan
tarzı cehennem senaryolarını da beraberinde getirir! Her ne kadar
Bahçeli yolsuzluk konusunda çok esip gürlemiş olsa da, sonuçta
bu konularda bir sağ partiyi sakinleştirmek, bir sol parti
karşısında bunu başarmaktan 100 kere daha kolaydır! Burada MHP,
tabanına karşı kendini korumak için, mesela birkaç eski bakanın
kellesini isteyerek suların durulmasını sağlayabilir!
Burada
RTE’nin 4 partinin liderleriyle görüşerek kendine imaj payı
kapmayı gündemine alması, şimdiden ters tepti. Bahçeli
Kaçaksaray’ı reddederek bu ortamı doğamadan yok etti. Bu
hamleden sonra, Kılıçdaroğlu veya Demirtaş’ın RTE ile
görüşmesi düşünülemez! Dolayısıyla RTE turları, koalisyon
konusunda Baykal ile sınırlı kalabilir!
KİMİN
B PLANI?
B
planından söz ederken diğer konu, MHP’nin “muhalefet
iktidarını” durdurması halinde, CHP’nin ne yapacağı ve
ödünsüz muhaliflerin hangi “istemedikleri” seçeneği
işaretlemeyi tercih edecekleri... Erken seçim mi, yoksa ABD’nin
Derviş üzerinden tasarladığı AKP-CHP ittifakı mı? Tek
tartışılmaz konu var: Unutmayın ki, birisi şu cümleyle köşede
bekliyor: “Gördünüz
mü? Her kafadan bir ses çıktı, anlaşamadılar, bizden başka
seçenek yok!”. Yani
çözümsüzlük duruşu, ölümle eşdeğer...
Ayrıca
seçilen 550 milletvekilinden kaç tanesi, özlük haklarını
kazanmadan bir “erken” ya da “yeniden seçim”i göze alabilir
ki? Dolayısıyla önümüzdeki günlerde hangi senaryo üzerinden
gidilirse gidilsin, milletvekillerinin koalisyon yanlısı olacakları
tek kesin tahminimiz!
9 Haziran 2015 Salı
GÜNAYDIN GÜNEŞLİ TÜRKİYE! | Bedri Baykam | 9 Haziran 2015 tarihli makalesi..
Günaydın
Türkiye! İki gündür artık doyasıya nefes alabiliyorsun! Artık
güneşin sıcaklığını yüzünde hissedebiliyorsun! Üç eski
dönem “muhalefet” partisinin milletvekili sayısı, AKP’nin
“çaylak” vekil sayısını 34’le geçiyor. Türkiye’nin
rengi döndü bile... Valiler, savcılar, bürokratlar, en azından
“ne
olur ne olmaz”
diye düşünerek AKP’nin emir erleri gibi davranmaktan
vazgeçecekler. Polisin,
haramilerin, tomacıların baskı rejimi mecburen fren koyacak. Ürkek
merkez medya, penguen dünyasının içinde gözünü yarım
açabilecek. Hatta yargının bir kısmı tek ve gerçek patronlarını
hatırlayacaklar: Adalet!
Bu
seçimde halkın sandıklara her zamankinden çok sahip çıkması,
her zorluğa karşın bu sonucu getirdi. Hem siyasi partiler, hem “oy
ve ötesi”
öyle güzel çalıştılar ki, kediler de, plakasız arabalar da
ofsaytta kaldı!
(Aklıma “diğer” partilerin hiçbir sandığa sahip çıkmadığı
90’lı yıllar geldi!)
POTANSİYEL
SENARYOLAR
Türkiye
bugün harıl harıl siyasi hamleleri ve koalisyon seçenekleri
konuşuyor.
Şayet üç muhalif parti sözlerini tutup AKP ile koalisyona
girmezlerse, Davutoğlu güvenoyu alacak bir hükümeti kuramaz ve
görevi iade eder. Ve ülkenin tüm yerleşik demokratik teamüllerine
göre, görev 2. en büyük partinin başkanına, yani
Kılıçdaroğlu’na verilir. Ancak
tabii Kaçaksaray’ın yasalar ve demokratik teamüllerle bir
ilişkisi olmadığından, senaryonun bu kısmı şimdiden şaibeli
bir bölgeye çekildi bile. RTE, kendi sonunu getirebilecek hamleye
izin veren bir demokrasi şampiyonu (!) değildir. Yani normalde
“mecbur” olduğu bu görevlendirmeden kaçması, kendi görevinin
sonu anlamına gelir! Bana inanmıyorsanız, yaşayan tarih Süleyman
Demirel’e sorun! Ama RTE’nin notu belli olduğundan, şimdiden
herkes “erken seçim”den bahsetmeye başladı! Bunlar arasında
yandaş-kanalların piyasaya saldığı yalaka gazeteciler,
akademisyenler olduğu kadar, AKP’nin sözde “hukuk” müşaviri
Burhan Kuzu da var! O da “Hayret,
ne yaptık biz, yalnız halka hizmet ettik”
diyerek hiçbir şey anlamadığını kanıtladı! Bu arada hiçbir
şey anlamayanlar grubunun içerisinde tabii ki AKP seçmen kitleleri
de var. Balkon konuşmasında bu yıl düşüşlerini mi kutladılar,
yoksa korku
filmi
seyrettikten sonra toplu uyanma seansı mı yaşadılar, bilemem!
FAŞİZM
YAVAŞLAYACAK
Neden
erken seçim diyorlar, biliyor musunuz? Çünkü hem iktidardan
düşerlerse direkt Yüce Divan’ı boylayacakları malum, hem de
koalisyonlarda, komisyonculuk, ihaleye fesat karıştırmak bu
devirde kolay iş değil! Bu
nedenle şimdiden kafa karıştıran farklı senaryolara girip,
alaturka Başkanlık rüyalarının sona erdiği bu yeni dönemde,
kendilerine bir çıkış kapısı sağlamaya çalışacaklardır.
Artık ortada kah Can Dündar ve Cumhuriyet’i, kah Tuncay Özkan
veya Balbay gibi siyasi aktörleri, kah demokrat sanatçıları
halkın gözü önünde tehdit edecek, manevi işkence yapacak, işine
gelen her davanın “savcısı”
olarak kendini ilan edebilecek bir RTE olamayacak. Bu seçimlerin
ortam rahatlatıcı tokadı siyasi sahnemizde patlamadan önce de, bu
ülkenin gazetecileri, aydınları olarak, dün Silivri, Balyoz,
İnsanlık Anıtı, bugün Can Dündar olayında, RTE ve onun
“adaletsizliği”ne meydan okumaktan kaçınmadık, sorumluluğu
üstlenerek, zindan veya beterinin riskini her zaman aldık. Şimdi
ise, halkın şamarı ile, TBMM kompozisyonunda AKP azınlığa
düştükten sonra, bu demokratik başkaldırı ve tepkilerde de
farklı çevrelerden ciddi bir artış olacak...
Sokakta gencin protestosu da, Parlamento kürsüsünde
milletvekilinin sesi de farklı çınlayacak. Faşizm
çatırdadığında, fareler gemiyi terk eder! Ne de olsa “Nemli
kara ambar ortamını yaratan biz değildik”
deme yarışındadırlar! Özellikle Saraylılar, karafatmalar
dışında, bu nedenle bir de farelerden korkarlar!
HDP
REALİTESİ
Geçen
hafta kararsızları CHP’ye oy vermeye davet ederken, “bence
şimdiden karar verenler, HDP’ye büyük ihtimalle yetecek. Yeni
kararsızların da kayması ise, CHP’yi gerçek gücünden
uzaklaştırır” demiştim.
Sonuçta HDP, beklediğimden de 2 puan fazla oy almayı başardı.
Böylece terör tehlikesi, ertelenmiş oldu, demokratik çözüm
umudu Parlamento’ya taşındı. Açık konuşursak, sayısız
insanın HDP’nin %10’u geçmesi karşısında çeşitli korkuları
var. Ama gerçek şu: AKP
saltanatının şimdilik görünen bitişi, HDP’nin göreceli seçim
zaferinin getirdiği matematikle gerçekleşebilmiştir. Bundan hem
herkes ders çıkaracak, hem de Türkiye siyasi arenasında yeni bir
sayfa açılacaktır.
2 Haziran 2015 Salı
KARARSIZ OYLAR NEDEN CHP’YE GİTMELİ? | Bedri Baykam | 2 Haziran 2015 tarihli makalesi..
Bu
yazının nedeni, kendi desteğimin CHP’ye yönelecek olmasıyla
ilgili değil. Yıllardır uğraştığımız, mantık ve hukuk dışı
%10 barajı kaldırılmış olsaydı, ben bu yazıyı yazmaz,
seçimleri ilgiyle izler ve hatta sosyalist, yeşil, komünist, milli
merkezci her türlü muhalif ismin parlamentoya girerek ülkenin
yönetim merkezini renklendirmelerine destek verirdim. Demokrasinin
yüz karası olan bu barajdan da, onu koyan ve sürdüren 12 Eylül
zihniyetinden de nefret ediyorum.
AKP’nin
tekrar tek parti iktidarı çıkması ülkenin felaketi olur.
Nedenlerini tekrarlamaya gerek yok. Halkı
Fransız veya Amerikan başkan modelleriyle kandırmaya çalışan ve
tartışılmaz imparatorluk yetkileri isteyen bir Saraylı,
yolsuzluğun üstüne gitmemeye yeminli milletvekilleri, biat etmiş
emir bekleyen bürokratlar ve birilerinin “bir yerinin kılı”
olmayı yeterli gören bir eğitimsiz seçmen kitlesi. Ülkeyi
uçuruma yuvarlamanın tüm aktörleri seçim sonuçlarını tetikte
bekliyorlar...
HDP
TEORİLERİ ÇOK GRİ!
HDP,
“Ben
barajı geçersem, bu benden çok CHP’ye yarar”
söylemini her kanaldan yayıyor. Cihangir aydınları bu söylemi
damardan ısırmış durumda. Herkes CHP’nin değil, HDP’nin
propagandası peşinde. Mantığın özü, HDP barajı aşarsa
CHP’nin AKP karşısındaki oy oranının net artacağı şeklinde
özetlenebilir. Bu teoriye Demirtaş’ın sempatik profili
eklendiğinde, ortaya “yetmez ama evet”ciler benzeri kararlı bir
grup çıkıyor. Umarım yeni bir “pişmanlar ordusu” yaratmayız!
Çünkü...
Söylenecek çok şey var. Mesela matematik teorileri çok yanıltıcı
olabilir. Biraz siyaset konuşalım. HDP barajı aşarsa, AKP’nin
ortağı olması, 276’nın aşılmasına yardım edecek. Peki, o
zaman HDP ve AKP’nin şu anlaşmaya yanaşmayacaklarının bir
garantisi var mı: “Ben
Apo’yu dışarı çıkarırım, sen de beni Başkan yapamasan bile
önümü aç, benim fiili başkanlık şovlarıma karışma, zaten
sonra da belki Apo yerimi alır”.
Ben Demirtaş’ın verdiği sözlere rağmen bunun garantisini
göremiyorum. Gezi olaylarında bile AKP korumacılığına soyunmuş,
Erdoğan cumhurbaşkanı seçildiğinde ayakta alkışlamış olan
HDP, bunu mu yapmayacak? 2012’de Mardin’de “Başkan
Apo’nun heykelini dikeceğiz”
demiş bir Demirtaş, bu İmralı bağımlılığının getireceği
ödünleri ve bazı bakanlık koltuklarını elinin tersiyle
itebilecek mi? Bir yıldır sürdürdüğü genel Türkiye
söylemleri, etnik-bölgesel siyaseti bıraktığı anlamına mı
geliyor? Ne yazık ki sanmıyorum. Unutmayalım ki bunun için elle
tutulur bir gerekçe yok. HDP, son süratle kendisini Haziran ortası
pazarlık masasına atmaya çalışıyor. Ayrıca diğer
eşbaşkanların da Demirtaş’ın söylemine açık destek
verdiğini pek göremiyoruz. Her an Demirtaş izole edilip, “az
konuşanların” B planına geçilebilir! HDP’nin parlamentoya
girmesinin teröre karşı bir sigorta olabileceği de doğru bir
tespit. Ama CHP’den ödünç istenen oyların kayma limitini kim
tespit edebilir ki? Bence şimdiden karar verenler buna büyük
ihtimalle yetecek. Yeni kararsızların da kayması ise, CHP’yi
gerçek gücünden uzaklaştırır.
CHP’NİN
SOMUT KİTLESEL VAATLERİ
Baykal’ın
CHP’si laikliği fazla savunuyor, pek bir proje üretemiyor diye
eleştiriliyordu. Laikliğin yok olduğu bir Türkiye’de, sırayla
hukuk ve demokrasinin de nasıl öldüğünü zaten yaşadık. Ama
genel söyleme bakarsak, CHP’nin bu sefer hem dar gelirliye, hem
yatırımcıya tutarlı ve somut vaat ve projeler getirdiğini
görüyoruz. Emeklilere 2 maaş ikramiye, asgari ücretin
arttırılması, dar gelirlilere verilen umutlar... Öte yandan
“Merkez Türkiye” projesi, en tutucu işadamlarının bile
ağzının suyunu şimdiden akıtıyor. Seçmen profilinin en tepe ve
en altına umut taşıyan bu atılımı, nerelere gideceği belirsiz
bir HDP sapmasıyla tehlikeye atarak gücünü budamaya değer mi?
HERKES
OY AVCILIĞINA, SOKAĞA!
Seçimlere
5 gün kala, herkes çevresindeki muhalif ve şikayetçi
vatandaşlarla konuşup bu defa sandığa gitmeyen insan sayısının
2-3 misli azalması hedefine yönelmeli, inandığı muhalif parti
adına sokak çalışması yapmalı. Keşke CHP, Vatan Partisi ve
diğer merkez/sol partileri kendi çatısında birleştirseydi de
sağa sola kaçan oyları küçümsemeseydi! Bir ikaz daha: MHP’yi
“muhalif” görenlerin bu partinin geçmiş AKP ilişkileri
şeceresine göz atmalarını ve MHP örgütlerinin “AKP’nin
yeterince muhafazakar olmamasından şikayet ettiklerini”
hatırlamalarını rica edeceğim. Keşke MHP de, “hiçbir
surette, AKP ile pazarlık masasına oturmam”
sözünü yüksek sesle verebilmiş olsaydı! Artık top sizde. Özgür
iradenizle, inandığınız parti için yoğun sokak ve sanal alem
çalışması yapmak, ardından Pazar günü sandıkları canınız
pahasına korumak, yeni vatani göreviniz!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)