Tarih
ciddi iştir. Günümüzün egemen güçlerinin sipariş ettiği
sonuçları elde edebilmek için, bazı yorumlara balıklama
atlayarak yazılmaz. Bunu yaparsanız, o anda bir kalabalıktan
destek gelse bile, rezil olursunuz. Çünkü tarihin değiştirilemez
verileri vardır. Bunları ancak bir yere kadar yok sayarak yeni
kuşakları kandırmaya çalışabilirsiniz. Maalesef bir çok
aydınlarımızdaki bu aymazlık acı veriyor.
Evren’in
ölümünün ardından yaşanan dalgalanma henüz bitti. Diktatörün
“marifetlerini”
çok iyi biliyoruz. 12 Eylül sonrası yaşanan hukuksuzlukları,
parti kapatmaları, işkenceleri veya aydınlara, kitle örgütlerine
uygulanan ağır baskıları, herkesin içini yakan idamları unutmak
mümkün mü?
İyi
güzel de, Evren ve ekibinin 12 Eylül sonrası işledikleri bu ağır
suçlar, 12 Eylül öncesi, aşırı sağcı ve solcu terör
örgütlerinin ve onların vukuatlarını seyretmekle yetinen
siyasilerin dev suçlarını örtebilir mi?
Tabii ki hayır. Günümüz gençliğine bir hatırlatma: Özellikle
12 Eylül’den önceki son 3-4 yıl, sağ-sol terör örgütlerinin
birbirlerine karşı giriştikleri kırım yarışının bilançoları
dehşet vericiydi. Günde 5-10 gencin ölümüyle başlayan süreç,
1979-80’e gelindiğinde artık her gün akıl almaz şekilde 20-30
cinayete ulaşmıştı.
Taraflar, birbirini toptan imha ederek “galip” gelebileceklerini
sanıyorlardı. Türkiye’de sabah sokağa çıkan hiç kimse, akşam
eve sağ döneceğinden emin değildi. Mahalleler
ayrılmış, duraklar taranıyor, kahveler bombalanıyordu. Buna
karşın parlamentonun iki büyüğü, AP ve CHP bir araya gelmiyor,
terörle mücadele yasası çıkartmıyor, ve yüzlerce turu inatla
harcayıp bir Cumhurbaşkanı bile seçemiyor, Türkiye kan
ağlıyordu. Halkın psikolojisi ve ekonomi bitikti. İnanmıyorsanız,
çevrenizde 50-60 yaş ve üzerindekilere sorun! Veya arşivlerine
dalın!
İki
tabloyu birleştirdiğimizde: Evet Evren demokrasiye, laikliğe
karşı, en faşist yöntemlerle saldırıya geçip ülkeye bugüne
kadar süren akıl almaz zararlar verdi, özellikle solu darmaduman
etti. Yobazlığın,
yeşil kuşak teorisinin önünü açan, siyasi dengeleri alt üst
eden Evren. Ama onun suçları kesinlikle 12 Eylül öncesi hayatı
durduran terör örgütleri ve sorumsuz siyasilerin suçlarını
örtemez!
Evren öldü; ama o günlerde binlerce genci katledenler ve bunu
seyredenler aramızda yaşıyor. İşte duymak istemeyeceğiniz acı
gerçeği de ekliyorum: ne yazık ki 12 Eylül yaşanmasa, rutin (!)
akışta binlerce genç daha birbirini öldürecek, ülke koca bir iç
savaşa doğru yol alacaktı. Evren’in astığı gencecik çocuklar
için haklı olarak bugün tepki veriyoruz, vereceğiz. Öte yandan
12 Eylül’ün insanlık dışı faşizmi ve işkenceleri, 12 Eylül
öncesinin acımasız örgütlerinin tüm topluma ölüm saçma
eylemlerinin sivil platformlarda durdurulamamasının korkunç bir
sonucudur. Bunu reddetmek, “Dünya
düzdür”
diye inat etmekten farklı değildir.
Bu
hatırlattıklarıma karşı ne diyorlar, biliyor musunuz? “Efendim
12 Eylül geldi, terör şak diye kesildi. Demek ki bu cinayet ve
provokasyonları ordu yapıyormuş!”. İnsaf!
Televizyonlardan desteksiz atıp o günleri yaşamamış gençleri bu
palavralara inandırmak mı “aydın”
olmak? Yani her akşam TSK askerleri iki gruba ayırıp her birini
sağ ve sol kıyafetlerle donatıp, gece de “hadi
milleti
vurun”
diye sokağa mı salıyordu? Bu askerlerin de onları takip eden
arkadaşları, aileleri, sevgilileri, düşmanları yoktu ve ertesi
gün etrafa tek bilgi sızmadan bu katliamlar sürüyordu, öyle mi?
Çürük masal bunlar.
Şayet TSK darbeye ortam hazırlamak için yıllarca bu sürrealist
provokasyon senaryolarına girişseydi, iktidarı ele geçirdiği gün
gidiş planları yapar mıydı? 20-30
yıl, kımıldamadan iktidarda kalır,“emeklerinin
parsasını”
toplardı!
80’lerde
Evren ve ANAP iktidardayken, “Sansür
ve İşkenceye Karşı İç Manzaralar” sergisini
açmış bir sanatçının rahatlığıyla konuşuyorum. Bugün Saray
emriyle 12 Eylül aleyhine kaplan kesilenlerden, o günlerde kaçı
ağzını açmaya cesaret etti? Ben o dönemde risk alarak, 12
Eylül’ü “kendi topraklarında”, Kültür Bakanlığı’nın
emrindeki AKM’de açtığım sergiyle en ağır şekilde
eleştirdim, gülünç duruma düşürdüm. Sergide işkence
kutuları, kitap yakma makinaları ve “muzır kutuları” vardı.
Aydın
olmak, moda olanı papağan gibi tekrarlamak değildir. Gerektiğinde
saldırılmayı göze alarak şablona uymayan doğruları da
söylemektir. “Bu
kadarına vakit yetmez, Evren’in suçlarını anlatırız yeter”
diyenler,
ne aydın ne de tarihçi olabilirler. Meriç Velidedeoğlu’na da
ayrıca teşekkür ederim. Geçen hafta 27 Mayıs Devrimi’ne ve
mükemmel Anayasasına çelişkilerle saldıranların payını
verdiği için...