28 Ocak 2014 Salı
FENERBAHÇE'NİN TARİHİ DİK DURUŞU... / BEDRİ BAYKAM / 28 Ocak 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..
3 Temmuz 2011'den beri Fenerbahçe'ye reva görülen ağır saldırı, aynı zamanda Türk spor tarihine ismini altın harflerle yazdıran bu dev kulübün camiasıyla beraber gösterdiği inanılmaz direnç ile de hatırlanacak. Aradan geçen 2,5 yıllık süreçte, başta Aziz Yıldırım ve tüm yöneticilerin, teknik adamdan masöre, futbolcudan voleybolcuya yaşadığı işkence maalesef esef verici boyutlara ulaştı. Bir yıl tutuklu kalan Başkan Yıldırım ve arkadaşlarının yanı sıra belki neredeyse tüm sarı lacivertli taraftarlar bu acıyı yüreklerinde hissettiler. Sanki 25 milyon tutukluydu!
Başbakan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın aranırken günlerce kaybolup (!) ancak soruşturmayı yürüten savcı ve polisler toptan değiştikten sonra ortalığa çıkabildiği bir Türkiye'de, Yıldırım, kumpaslara ve kutuculara "hadi ordan"ı çekip Yargıtay'ın alelacele mahkumiyet kararını onaylamasından sonra derhal yurda dönmüştür. Bu her şeyden önce bir mertlik dersidir! Yıldırım, sözünün eri olduğunu göstermenin ötesinde, her açıdan meşruiyetini kaybetmiş bir hukuk düzenine dönüş yaparak camianın bu yoz ortamda tüm kartları açık oynayacağını dosta düşmana ilan etmiştir.
Bugün artık Türkiye'de yargı bağımsızlığının tamamen yok olduğunu 17 Aralık’tan önce tüm demokrat çevreler dile getirirken, o tarihten itibaren bu tepkilerin katlanmışını bu sefer kendi canları yanan iktidar çevreleri haykırmaya başladı. "Paralel yapı" dramını o gün keşfedip (!) dehşete düşen değerli siyasilerimiz arasında Başbakan ve Meclis Başkanı bile bulunduğuna göre, şu günlerde yargının tüm çivilerinin çıkık olduğunu artık ülkenin dörtte üçü kabul etmiş durumda! İşte Yargıtay'dan gelen ve Yıldırım'ı tekrar cezaevine yollayan nihai karar, böyle bir kaynayan kendini dağıtmış kazanın orta yerine düşüverdi. Ne ÖYM’in ortadan yok olma sürecini yaşıyor olmamız, ne mahkumiyet kararını veren mahkemenin kumpasçılığının tescili, ne can havliyle gerçekleri topluma anlatmak için dili çözülen iktidar, ne de ikna edicilikten uzak deliller bu kararı durdurabildi! Hatırlarsanız uydurma çıkan "Emenike'nin para sayma görüntüleri"nden, içinde sözde para olduğu iddia edilen ama "suç üstü" yapılmayan çantaya kadar, onca iddia havada kaldı!
Fenerbahçe'ye yönelik saldırının başlangıcından 24 saat sonra, kullanılan dilin, olayın çıkış noktasının ve ana tablonun Ergenekon ve Balyoz koktuğunu görmek zor değildi. Ayrıca kullanılan medya organları, yürütülen psikolojik harp ve saldırı odakları fazlasıyla bu durumu teyid ediyordu. O andan itibaren kamuoyunda yavaş yavaş Fenerbahçe'nin fahri avukatlarından biri de ben oldum.
Maalesef özellikle iki spor kulübü yönetim düzeyinde bu süreçte kötü imtihan geçirdiler: Biri konudan direkt çıkar beklediğinden, diğeri ezeli rekabeti yanlış anladığından... UEFA müfettişi, merkeze yüzbinlerce "ihbar" maili geldikten sonra İstanbul'a teşrif etti ve Federasyon’da görev yapan iki rakip takım görevlisi gereken beyin yıkamayı yaptılar. Sonuç malum: Avrupa'da önce bir yıl, ardından verilen sözde 2 yıllık ceza ile toplam fiili olarak 3 yıl engellenen Fenerbahçe! İşin traji-komik yanı ise şu noktada düğümleniyor: Türkiye'de, Avrupa'da CAS ve UEFA'nın aldığı kararlar, malum Trabzon ve Galatasaray çevrelerinde Fenerbahçe'nin suçluluğunun kanıtı olarak gösterilirken, ne hikmettir ki UEFA için de tam tersine Türk yargısının aldığı kararlar kendi cezalarının kaynağı oluverdi. Şimdi her noktasıyla kumpasçılığı oportünist resmi ağızlardan itiraf edilen "paralel yapı"nın kararları! Yani “Bozacının şahidi şıracı!”
Fenerbahçe’nin dik duruşu, Türkiye'nin umududur. Yıldırım geçen hafta sonu "Tek suçumuz Atatürkçü olmaktır" diyerek tespiti netleştirmiştir. "Yeni Türkiye" dizayn edilirken, Siyaset-ordu-basın-yargı derken sıra spora gelmiş, ama tüm entrikalara rağmen "Son Kale" teslim alınamamıştır! İşte zaten bu nedenle başta Doğu Perinçek veya yazar Mehmet Kunt gibi Galatasaraylılar bile, bu süreçte koyu Fenerbahçeli gibi hissedebilmiştir kendilerini. Bu nedenle yurdun dört bir yanında başka taraftarlar arasında olan biteni nesnel olarak değerlendirenler, sarı-lacivertin bu tarihi direncine şapka çıkarmışlardır. İstanbul'un işgal yıllarından başlayarak Kurtuluş Savaşı’mızın şanlı destanına damgasını vuran kilit kurumlardan biri olan Fenerbahçe'ye yakışan da zaten budur. Yakın bir gelecekte, Fenerbahçe konusunda ciddi hatalara düşmüş olan bazı yöneticiler daha da mahcup olacaklardır. Yıldırım, şayet yeniden yargılanma talebi konusundaki yüzde yüz haklı itirazı reddedilse de, sıfatı çalınsa da, artık bu tarihin içinde Fenerbahçe'nin ebedi Onursal Başkanı’dır.
21 Ocak 2014 Salı
Doğu Perinçek’in ‘Avrupa Demokrasisi’ne Verdiği Ders / Bedri Baykam / 21 Ocak 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Sancılı yakın dönem tarihimizde, 17 Aralık, malum yolsuzluk operasyonu ile kayda geçti. Aklımıza hemen o kirli görüntüler, iddialar ve ardından da hükümetin örtbas çabaları geliyor. Halbuki aynı gün, başka bir büyük tarihi olay da yaşandı. AİHM, İPBaşkanı Doğu Perinçek’in açtığı davada kendisini haklı buldu ve İsviçre’yi mahkûm etti. Neler yaşanmıştı 23 Temmuz 2005’te? İsviçre savcıları Perinçek’i yaptığıkonuşmadan ötürü ifadeye çağırmış ve kendisine “Ermeni soykırımını reddetme”suçunu tebliğ etmişlerdi. Elimde savcının yüz kızartıcı tavrı karşısında, Perinçek’in mert yanıtlarının dökümü var. Bir yurtsever olarak, onun İsviçrelilere verdiği bu tarih, hukuk ve mantık dersini gururlanarak okuyabilirsiniz! Ben o günleri, Lozan’da bu çıkışı yapandostların arasında yaşadım ve o tarihi salonda konuşma onuruna da eriştim…
Perinçek’in AİHM’ye aldırttığı karar, yalnız kendisinin veya bizlerin veya Türkiye’nin değil, insanlığın zaferidir. Özgür düşünme hakkının zaferidir.Demokrasi konusunda burnundan kıl aldırmayan Avrupa’nın, kendi temel hukuk kurallarını çiğneyerek, hakkında hiçbir uluslararası karar bile bulunmayan bir konuda, faşist baskıyla ifade özgürlüğünü yok etmeye nasıl kalkışabildiğinin ve yurtsever bir Türk siyasetçisinin onları nasıl hizaya getirip, o zavallı kanunu çöpe attığının resmidir.Ermeni soykırımı iddiaları maalesef pervasızlığını, hâlâ gelişen(!) istatistiklerini ve tehdidini artırarak dünyaya yayıldı ve Türkiye aleyhine “yargısız infaz”ın itici gücü haline geldi. Maalesef hükümetlerimizin bu konudaki yanlış politikaları da bunu kolaylaştırdı. Sessizlik, tepkisizlik, “ciddiye alıp işi boş yere büyütmeyelim” mantığı hatalı şekilde hâkim oldu.
Öte yandan Batı, kendi önerdiği yolu usluca izleyen ülkemizin “sözde entellerini”ödüllendirdi, Nobellendirdi ve hepsi de nasiplenmek için sıraya girdiler! Tabii onların“yok” saydığı Ermeni terör eylemlerini, ASALA cinayetlerini unutmuş veya unutacakdeğiliz. İstediği zaman hümanist diye geçinen Batı’nın kimi konulardaki bellek yetersizliğini de çok iyi biliyoruz. Unutmayalım, geçmişi Kolonyalizm, Kızılderili ve İnka katliamları ile kirli olan Batı, en yakın dönemde “Kitle imha silahlarını bulmaya gidiyoruz” diyerek Irak’ta 1 milyon kişi öldürdü. Sonra da “Aaa, hata yapmışız”diyerek özür diledi! Bu da yetmedi: Adaleti ve mantığı tüm çıkış-varış noktalarını imha ederek, hukuku siyasetin çamuruna buladılar. ABD’nin her yıl 24 Nisan’da yaşattığı“Soykırım kelimesi bu sefer kullanılacak mı, kullanılmayacak mı” stresinin ötesinde, Fransa ve İsviçre “Bu konuyu düşünce ifadesinde bile yasakladık” hatasına ilk düşen ülkeler oldular. Defalarca Fransız Senatosu ve Parlamentosu’na açık mektuplar yazarak bu acınası tavırlarını kınadım. Onlara Voltaire, Diderot veMontesquieu’nün söylemlerini hatırlattım.
Tarihte Naziler veya seri katiller de yargılanır. Ama “Batı Medeniyeti” Türkiye’ye bunu bile çok gördü! Ortada yargısız infaz ve sonrasında tebliğ var ve onun hemen ardından da soykırım adına dikilen anıtlar…“Beyler! Bu meydan bu kadar boş değil!”demiş oldu Perinçek. Neydi hedefleri bu elit Batılıların çok yüzlü “poli-tikacılarının”? Türkiye, bu ulus, bu halk, katliamcı, soykırımcı olarak dünyada tescil yesin, onuru yok edilsin, böylece bu kararları alanlar bir taşla üç kuş vurmuş olsun. Hem ucuz hesaplarla Ermeni diyasporasından 3-5 oy alsınlar,hem Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Sevr kararlarını paramparça eden, Lozan’da dik duruşunu simgeleyen bu yüce halka karşı hınç almaoperasyonlarına girişsinler, hem de ABD’nin yeni Ortadoğu senaryolarına hizmet edilmiş olsun! Dünyanın neresinde, hangi hukukta hangi “ananas”(!) cumhuriyetinde böyle tek yanlı bir hukuk olabilir? Kabile hukukunda bile böyle bir utanç verici tavır olamaz.
Türkiye, Ermenilere, “Bağımsız uluslararası yargıçlar önünde tüm arşivleri açalım ve hakemli tartışalım” dedi. Böylece bağımsız yargıçlar tezleri karşılaştırır, arşivlere bakar, her iki tezi de dinledikten sonra karar verebilirlerdi. Tabii ki bu demokratiköneri de reddedildi. Çünkü Ermenistan, bu maçı sahaya çıkmadan kazanmak istiyor!
Herkes şunu bilsin ki, AİHM kararı, Perinçek’i aklamamıştır. Tam tersine AİHMüstünden Avrupa’yı aklamıştır. Demek Avrupa’da hâlâ bazı bağımsız düşünebilen yargıçlar var demektir. Ben AİHM’yi kutluyorum. Yoksa bizim Perinçek hakkında şüphemiz zaten yoktu! Umarım yerli “yarı-aydın”larımız dabu karardan kendilerine bir ders çıkarmışlardır.
Perinçek’in AİHM’ye aldırttığı karar, yalnız kendisinin veya bizlerin veya Türkiye’nin değil, insanlığın zaferidir. Özgür düşünme hakkının zaferidir.Demokrasi konusunda burnundan kıl aldırmayan Avrupa’nın, kendi temel hukuk kurallarını çiğneyerek, hakkında hiçbir uluslararası karar bile bulunmayan bir konuda, faşist baskıyla ifade özgürlüğünü yok etmeye nasıl kalkışabildiğinin ve yurtsever bir Türk siyasetçisinin onları nasıl hizaya getirip, o zavallı kanunu çöpe attığının resmidir.Ermeni soykırımı iddiaları maalesef pervasızlığını, hâlâ gelişen(!) istatistiklerini ve tehdidini artırarak dünyaya yayıldı ve Türkiye aleyhine “yargısız infaz”ın itici gücü haline geldi. Maalesef hükümetlerimizin bu konudaki yanlış politikaları da bunu kolaylaştırdı. Sessizlik, tepkisizlik, “ciddiye alıp işi boş yere büyütmeyelim” mantığı hatalı şekilde hâkim oldu.
Öte yandan Batı, kendi önerdiği yolu usluca izleyen ülkemizin “sözde entellerini”ödüllendirdi, Nobellendirdi ve hepsi de nasiplenmek için sıraya girdiler! Tabii onların“yok” saydığı Ermeni terör eylemlerini, ASALA cinayetlerini unutmuş veya unutacakdeğiliz. İstediği zaman hümanist diye geçinen Batı’nın kimi konulardaki bellek yetersizliğini de çok iyi biliyoruz. Unutmayalım, geçmişi Kolonyalizm, Kızılderili ve İnka katliamları ile kirli olan Batı, en yakın dönemde “Kitle imha silahlarını bulmaya gidiyoruz” diyerek Irak’ta 1 milyon kişi öldürdü. Sonra da “Aaa, hata yapmışız”diyerek özür diledi! Bu da yetmedi: Adaleti ve mantığı tüm çıkış-varış noktalarını imha ederek, hukuku siyasetin çamuruna buladılar. ABD’nin her yıl 24 Nisan’da yaşattığı“Soykırım kelimesi bu sefer kullanılacak mı, kullanılmayacak mı” stresinin ötesinde, Fransa ve İsviçre “Bu konuyu düşünce ifadesinde bile yasakladık” hatasına ilk düşen ülkeler oldular. Defalarca Fransız Senatosu ve Parlamentosu’na açık mektuplar yazarak bu acınası tavırlarını kınadım. Onlara Voltaire, Diderot veMontesquieu’nün söylemlerini hatırlattım.
Tarihte Naziler veya seri katiller de yargılanır. Ama “Batı Medeniyeti” Türkiye’ye bunu bile çok gördü! Ortada yargısız infaz ve sonrasında tebliğ var ve onun hemen ardından da soykırım adına dikilen anıtlar…“Beyler! Bu meydan bu kadar boş değil!”demiş oldu Perinçek. Neydi hedefleri bu elit Batılıların çok yüzlü “poli-tikacılarının”? Türkiye, bu ulus, bu halk, katliamcı, soykırımcı olarak dünyada tescil yesin, onuru yok edilsin, böylece bu kararları alanlar bir taşla üç kuş vurmuş olsun. Hem ucuz hesaplarla Ermeni diyasporasından 3-5 oy alsınlar,hem Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Sevr kararlarını paramparça eden, Lozan’da dik duruşunu simgeleyen bu yüce halka karşı hınç almaoperasyonlarına girişsinler, hem de ABD’nin yeni Ortadoğu senaryolarına hizmet edilmiş olsun! Dünyanın neresinde, hangi hukukta hangi “ananas”(!) cumhuriyetinde böyle tek yanlı bir hukuk olabilir? Kabile hukukunda bile böyle bir utanç verici tavır olamaz.
Türkiye, Ermenilere, “Bağımsız uluslararası yargıçlar önünde tüm arşivleri açalım ve hakemli tartışalım” dedi. Böylece bağımsız yargıçlar tezleri karşılaştırır, arşivlere bakar, her iki tezi de dinledikten sonra karar verebilirlerdi. Tabii ki bu demokratiköneri de reddedildi. Çünkü Ermenistan, bu maçı sahaya çıkmadan kazanmak istiyor!
Herkes şunu bilsin ki, AİHM kararı, Perinçek’i aklamamıştır. Tam tersine AİHMüstünden Avrupa’yı aklamıştır. Demek Avrupa’da hâlâ bazı bağımsız düşünebilen yargıçlar var demektir. Ben AİHM’yi kutluyorum. Yoksa bizim Perinçek hakkında şüphemiz zaten yoktu! Umarım yerli “yarı-aydın”larımız dabu karardan kendilerine bir ders çıkarmışlardır.
16 Ocak 2014 Perşembe
KORAY ERKAYA - Self-Touches 23 Ocak – 23 Şubat 2014
KORAY ERKAYA
Self-Touches
23 Ocak – 23 Şubat 2014
Açılış: 23 Ocak 2014 | 18:00-21:00
Koray Erkaya 2011-2013 yılları arasında yaptığı çekimlerden derlediği
Self-Touches fotoğraf serisiyle Piramid Sanat’ta!
Güney Fransa/Provence ve Türkiye’de yapılan çekimlerin birlikte sunulacağı sergi, iç ve dış mekan kullanımıyla bir bütünlük oluşturuyor. Erkaya’nın 3. kişisel sergisi olan Self-Touches, an’ın içinden geçerken ikiz imgelerle objektife yakalanan ve değişik medyalar kullanarak hazırlanan 16 eserden oluşuyor.
2011’de Güney Fransa’da, Van Gogh’un “mekanı” Arles’da düzenlenen Avrupa Nü Fotoğraf Festivali’ndeki (Festival Européen de la Photo de Nu) sergisi sırasında başlattığı seri, kimi zaman farklı ülkelerin güzellik kraliçeleriyle, ajansların göz bebeği modellerle veya Arles’daki bir café’de çalışan güzel garson kızla devam etti. Mekan bazen uçsuz bucaksız, masum papatyalarla dolu bir kırlık alan, bazen eski bir tren istasyonu kadar natürel oldu, bazen Erkaya’nın kendi evinde hazırladığı bir-iki-üç-dört tarafı aynalarla çevrili setler kadar kurgusal...
Erkaya’nın fotoğrafları iddialı, heyecanlı ve bir o kadar da tahrik edici oluşlarının yanı sıra, masum ve duru bir narsisizm yansımasıyla izleyiciye meydan okuyor.
Koray Erkaya’nın sergisi 23 Şubat tarihine kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.
Piramid sanat : Feridiye Cad. No:23 Taksim 34437
Tel : +90 (212) 2973121-15
14 Ocak 2014 Salı
"DÜNYAYI DEĞİŞTİREN 8 SANİYE"
"DÜNYAYI DEĞİŞTİREN 8 SANİYE"
JFK, Dallas 1963
Maraton film izleme günü!
19 Ocak | 11.00 – 23.00
Baykam'ın, Kennedy suikastini tüm başlıklarıyla, detaylı bir şekilde anlattığı 9 saat 45 dakikalık videosunun tamamının izleneceği 19 Ocak, Pazar günü sizleri Piramid Sanat'a bekliyoruz.
Sabah 11.00'de başlayıp 23.00'te bitecek olan "maraton" film gösteriminde, 2 saatlik aralar verilerek yarım saat boyunca söyleşiler yapılacak.
Çaylar bizden!
Prof. Fatih Hilmioğlu İçin Sayın Cumhurbaşkanı’na / Bedri Baykam / 14 Ocak 2014 tarihli Cumhuriyet makalesi..
Sayın Cumhurbaşkanı,
Köşe yazarları bildiğiniz gibi en aktüel, en sıcak, en taze ve ilgi çekici konuları gündemlerine alarak dikkat çekerler. Ama bugünkü yazımda ben bunu uygulamıyorum. Bugün kalkıp bu köşede ülkemizi “sözde” ileri demokrasiye geçirmekten dem vuran, ama her gün bizi muz cumhuriyetlerini aratacak bir siyasal iflasa sürekleyerek hukuk devletini katleden AKP iktidarının yeni marifetlerinin dökümünü yapmayacağım. Yüz kızartıcı yeni internet yasası, utanç verici sonuçlara gebe olan HSYK oluşturma yöntemleri ve maalesef ortada sürünen yolsuzluk dosyaları veya Başbakan’ın aranan kayıp oğlu, bugünkü yazımın merkezini oluşturmayacak.Bugünkü konum maalesef kendi gazetemde de defalarca manşet olmuş olanProfesör Fatih Hilmioğlu’na yaşatılan insanlık dışı dramdır. Ergenekon davasının tutarsızlıklarını, mantıksızlıklarını, sahte delilleri, gizli ihbarcılarıtanıkları, Danıştay davasına elle tutulur hiçbir bulgu-belge olmadan bağlanmışlığını bile bugün için bir kenara kaldıralım lütfen. Bunları da yıllardır bu sütunlarda veya hâlâ düşük bir ölçüde bile olsa cesaret kırıntısı taşıyan kimi televizyon kanallarında defalarca anlattık. Burada konu artık yalnızca “insan” olma durumu ile ilgili, Sayın Cumhurbaşkanı. Yani Hilmioğlu’nun acil olarak tahliye edilip derhal en yoğun şekilde tedavi altına alınması, normal bir hukuk devletinde kaçınılmaz ve olmazsa olmaz bir mecburiyettir. Sayın Hilmioğlu, Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli insanlardan biridir. Malatya İnönü Üniversitesi’nde yarattığı çağdaş ortam, yetiştirdiği aydın gençler, Atatürkçü aydınlanma devrimine olan bağlılığı, anlaşılan birçok kesimi rahatsız etti ki, kendisikamu vicdanını ikna edici hiçbir kanıt olmadan yıllardır zindanlarda esir tutuluyor.Sayın Cumhurbaşkanı, ben bugün için Hilmioğlu hakkındaki “23 yıl hapis” şeklinde sonuçlanan yargı kararını sorgulama konusunu da rafa kaldırıyorum. Velev ki benim inandığım her veri yanlış ve Sayın Hilmioğlu gerçekten suçlu! Bu doğru olsa bile, normal bir hukuk devletinde bu kadar ağır ve ciddi bir hastalık geçiren tutuklu veya hükümlü, bu kadar sorumsuz ve acımasız şekilde ölüme mahkûm edilemez. Her gün din ve imandan söz etmeyi sevenlere hatırlatırsak, bu tavrın ne Müslümanlıkta ne de insan haklarında yeri vardır. Bu tavır ancak ortaçağda veya faşist devletlerde görülebilen bir zulüm etme hazzıyla beslenen psikolojiye sahip insanların davranış biçimidir.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Bildiğiniz gibi, Ergenekon davasının tutuklu, tutuksuz sanıkları arasında yer alan birçok isim, yaşatıldıkları insanlık dışı ortamlardan sonra son nefeslerini verdiler.“Ergenekon’un kasası” olarak adı çıkarılan ve akciğer kanserinden, beş parasız bir vaziyette ölen Kuddusi Okkır, organ ve solunum yetmezliğinden vefat eden İşçi Partisi MKYK Üyesi Uçkun Geray dışında İlhan Selçuk, Türkan Saylan, ErhanGöksel gibi isimler de gözaltında yaşadıkları yoğun stres ve olumsuz şartlardan sonra yaşamlarını kaybettiler. Bunun dışında özellikle siyasi davalardan tutuklu veya hükümlü birçok başka isim de yine cezaevi koşullarında tedavi olamayarak ölüme mahkûm edildiler. Maalesef bu kabul edilemez tavır nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin hapishanelerinde çürüyen onca insan oldu. İHD, 3 Kasım 2014’te 162’si ağır 544 hastanın durumunu kamuoyu ile paylaştı. Bu bilgilerin size ulaşmamışolması tabii ki mümkün değildir.
Bir ülkenin gelişme seviyesi, ekonomik verilerle ortaya konamaz, Sayın Cumhurbaşkanı. O ülkenin kültüre ne harcadığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün seviyesi, sokaktaki çocuklara veya yaşlılara nasıl baktığı, doğal yaşamı korumak içinneler yaptığı, yolsuzlukla nasıl mücadele edildiği ve hapishanelerindeki yaşamkoşulları ile ölçülür. Türkiye ne yazık ki bu verilerin tümünde artık dünya sonunculuğuna aday ülkeler arasında yer almaktadır. Bu genel tablodan rahatsız olmadığınızı düşünmek bile istemiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı.
Bu veriler ışığında her geçen gün göz göre göre eriyen Prof. Fatih Hilmioğlu’nun acil olarak tahliye edilmesi için gerekeni yapmanızı, sizden bir vatandaşınız olarak istirham ediyorum. Bu medenileşme hamlesini Hilmioğlu’ndan başlatarak tüm diğer ağır hasta tutuklu ve hükümlere yayabilirsiniz. Siz devreye girmezseniz, daha çok tabut çıkar o cezaevlerinden, Sayın Cumhurbaşkanı.
Saygılarımla...
Köşe yazarları bildiğiniz gibi en aktüel, en sıcak, en taze ve ilgi çekici konuları gündemlerine alarak dikkat çekerler. Ama bugünkü yazımda ben bunu uygulamıyorum. Bugün kalkıp bu köşede ülkemizi “sözde” ileri demokrasiye geçirmekten dem vuran, ama her gün bizi muz cumhuriyetlerini aratacak bir siyasal iflasa sürekleyerek hukuk devletini katleden AKP iktidarının yeni marifetlerinin dökümünü yapmayacağım. Yüz kızartıcı yeni internet yasası, utanç verici sonuçlara gebe olan HSYK oluşturma yöntemleri ve maalesef ortada sürünen yolsuzluk dosyaları veya Başbakan’ın aranan kayıp oğlu, bugünkü yazımın merkezini oluşturmayacak.Bugünkü konum maalesef kendi gazetemde de defalarca manşet olmuş olanProfesör Fatih Hilmioğlu’na yaşatılan insanlık dışı dramdır. Ergenekon davasının tutarsızlıklarını, mantıksızlıklarını, sahte delilleri, gizli ihbarcılarıtanıkları, Danıştay davasına elle tutulur hiçbir bulgu-belge olmadan bağlanmışlığını bile bugün için bir kenara kaldıralım lütfen. Bunları da yıllardır bu sütunlarda veya hâlâ düşük bir ölçüde bile olsa cesaret kırıntısı taşıyan kimi televizyon kanallarında defalarca anlattık. Burada konu artık yalnızca “insan” olma durumu ile ilgili, Sayın Cumhurbaşkanı. Yani Hilmioğlu’nun acil olarak tahliye edilip derhal en yoğun şekilde tedavi altına alınması, normal bir hukuk devletinde kaçınılmaz ve olmazsa olmaz bir mecburiyettir. Sayın Hilmioğlu, Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli insanlardan biridir. Malatya İnönü Üniversitesi’nde yarattığı çağdaş ortam, yetiştirdiği aydın gençler, Atatürkçü aydınlanma devrimine olan bağlılığı, anlaşılan birçok kesimi rahatsız etti ki, kendisikamu vicdanını ikna edici hiçbir kanıt olmadan yıllardır zindanlarda esir tutuluyor.Sayın Cumhurbaşkanı, ben bugün için Hilmioğlu hakkındaki “23 yıl hapis” şeklinde sonuçlanan yargı kararını sorgulama konusunu da rafa kaldırıyorum. Velev ki benim inandığım her veri yanlış ve Sayın Hilmioğlu gerçekten suçlu! Bu doğru olsa bile, normal bir hukuk devletinde bu kadar ağır ve ciddi bir hastalık geçiren tutuklu veya hükümlü, bu kadar sorumsuz ve acımasız şekilde ölüme mahkûm edilemez. Her gün din ve imandan söz etmeyi sevenlere hatırlatırsak, bu tavrın ne Müslümanlıkta ne de insan haklarında yeri vardır. Bu tavır ancak ortaçağda veya faşist devletlerde görülebilen bir zulüm etme hazzıyla beslenen psikolojiye sahip insanların davranış biçimidir.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Bildiğiniz gibi, Ergenekon davasının tutuklu, tutuksuz sanıkları arasında yer alan birçok isim, yaşatıldıkları insanlık dışı ortamlardan sonra son nefeslerini verdiler.“Ergenekon’un kasası” olarak adı çıkarılan ve akciğer kanserinden, beş parasız bir vaziyette ölen Kuddusi Okkır, organ ve solunum yetmezliğinden vefat eden İşçi Partisi MKYK Üyesi Uçkun Geray dışında İlhan Selçuk, Türkan Saylan, ErhanGöksel gibi isimler de gözaltında yaşadıkları yoğun stres ve olumsuz şartlardan sonra yaşamlarını kaybettiler. Bunun dışında özellikle siyasi davalardan tutuklu veya hükümlü birçok başka isim de yine cezaevi koşullarında tedavi olamayarak ölüme mahkûm edildiler. Maalesef bu kabul edilemez tavır nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin hapishanelerinde çürüyen onca insan oldu. İHD, 3 Kasım 2014’te 162’si ağır 544 hastanın durumunu kamuoyu ile paylaştı. Bu bilgilerin size ulaşmamışolması tabii ki mümkün değildir.
Bir ülkenin gelişme seviyesi, ekonomik verilerle ortaya konamaz, Sayın Cumhurbaşkanı. O ülkenin kültüre ne harcadığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün seviyesi, sokaktaki çocuklara veya yaşlılara nasıl baktığı, doğal yaşamı korumak içinneler yaptığı, yolsuzlukla nasıl mücadele edildiği ve hapishanelerindeki yaşamkoşulları ile ölçülür. Türkiye ne yazık ki bu verilerin tümünde artık dünya sonunculuğuna aday ülkeler arasında yer almaktadır. Bu genel tablodan rahatsız olmadığınızı düşünmek bile istemiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı.
Bu veriler ışığında her geçen gün göz göre göre eriyen Prof. Fatih Hilmioğlu’nun acil olarak tahliye edilmesi için gerekeni yapmanızı, sizden bir vatandaşınız olarak istirham ediyorum. Bu medenileşme hamlesini Hilmioğlu’ndan başlatarak tüm diğer ağır hasta tutuklu ve hükümlere yayabilirsiniz. Siz devreye girmezseniz, daha çok tabut çıkar o cezaevlerinden, Sayın Cumhurbaşkanı.
Saygılarımla...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)