Yobazların
sanata yaptıkları saldırının hedefi, bu kez Daire Sanat'tı.
Bahane yine hazırdı. Sergiye gelenler arasında bir çift galerinin
önünde “affedersiniz”
öpüşmüştü! Birbirlerine bıçak çekseler, ağız burun
dağıtsalar, ana avrat düz gitseler sorun yoktu. Ama işte o ikili,
utanmaz sevgililerdi! Aynen televizyonlardan istendiği gibi:
Tabancaları ağıza sokabilir, birbirinizin karnını deşebilir ama
kesinlikle koklaşamazsınız! İlki sert erkek tezahürüdür,
ikincisi utanmazlık ve zinadır!
Daire
Sanat’ta önce kapının önünde kargaşa ile başlamış her şey.
Galeri sahibi Selin Söl herkesi içeriye alıp kapıyı kapatmış.
Ardından “verin
onları bize!”
naraları atılmış... Herhalde “Mahalle
baskısı yetmez, dayak ya da linç ne güne duruyor?”
şeklinde düşünüyorlardı! Bu arada kimileri kapıyı tutuyor,
kimileri içeri dalıp resimlerini çekenlerin telefonlarından zorla
kendi görüntülerini siliyorlarmış. Birkaç polis memuru galeriye
gelmişse de, bir türlü işgal kuvvetlerini mekandan çıkarma ve
hesap sorma fiiline geçmemişler. Bu da şu soruyu getiriyor: Yoksa
ortalığı birbirine katanlar meşhur AK Gençlik miydi? Polislerin
pasifliği, uyuşukluğu, aşırı nezaketleri acaba ülkenin en
önemli cümlesi nedeniyle mi bu şekilde yaşanıyordu: “Sen
Doğu’ya mı gitmeye meraklısın? Biz, kimi temsil ediyoruz
burada?”
Aslında bundan beş yıl önceki “1. Tophane Anti-Sanat
Çıkartması” eyleminden sonra saldırganlar serbest bırakılırken,
iktidarın zirvesinin “Tophane’yi
iyi bilirim, abartılacak bir şey yok”
sözleriyle kim tarafından “ak”landıklarını
hatırlayacaksınız!
Devletin
zirvesi her açıdan örnek teşkil eder, yönlendirir! İster “at
sahibine göre kişner”
deyin, ister “balık
baştan kokar!”
Zirve sanki kan istiyor, kan kutsuyor. Nasıl Gezi’de polisinin
tarih yazdığına inanıyor idi ise, doğal olarak şimdi de iç
güvenlik paketi sayesinde, bu acımasız ve kutsal (!) görevin
sağlam ellere devredildiğinden emin olacak. Milletvekili seçimleri
yaklaşırken ikaz edeyim: Adayların mükemmel derecede güreş,
karate ve boks bilmeleri şart! Ne yazık ki iç güvenlik paketi
tartışılamadan apar topar geçirilmeye çalışılırken, her bir
muhalefet milletvekili bu hukuk dışı dayatmaların bedelini
şimdiden kanlarıyla ödemeye başladılar.
Kan
mı dediniz? Bu havayı solumayan kalmıyor sonuçta. Çünkü ülke,
tepeden gelen şiddeti yasallaştırma, “hak” kılıfına uydurma
çağrılarına hemen “uyum” sağlamaya meraklı. Ülkemizde
kadına yönelik şiddet AKP iktidarı döneminde 10 misli arttıysa,
bu tabii ki tesadüf değil. Yalnız kadınlara yönelik olan da
değil. Genç gazeteci arkadaşımız Nuh Köklü’nün suçu
kartopu muydu, yoksa düşen arkadaşını gözü dönmüş bıçaklı
esnaftan korumak mı? Kimisi palalı, kimisi bıçaklı, kimisi
tabancalı, sürekli tırmanan bu şiddet sarmalında maganda artık
sokakta. “Esnaf
gerektiğinde alperendir, polistir”
koruması tedavülde nasıl olsa!
Ege
Üniversitesi’nde yaşanan olay da, bu noktalarda artık alışmamız
beklenen “it dalaşı” havasının, nasıl cinayete
dönüşebileceğini göstermesi açısından ibretlikti. İşin acı
tarafı, Fırat Çakıroğlu’nun isim verilerek tehdit edilmiş bir
hedef olarak seçilip yok edilmesi.
Gelelim
işin en kaldırılamaz bölümüne: Açık açık devlet ve polis
tahrikiyle, ağır faşist yasalarla sokağa indirilen bu şiddete,
Diyanet İşleri Başkanlığı akıl almaz şekilde zemin
hazırlıyor. Bu ülke yeterince bölünmemiş gibi, yaşam tarzları
üstünden affedilemez şekilde sokak olaylarını provoke eden
sorumsuz demeçler veriyor: Dövme, küpe vs. gibi çağdaş
simgelerin sorumsuzca günah ilan edilmesinin ardından, iş daha da
ileri gitti, “nişanlıların
el ele tutuşmasının da dinen caiz olmadığı”
fetvası geçtiğimiz günlerde medyada yerini buldu. Kullanılan dil
şu ağır tonda: “Dövme,
dinimizce yasaklanmıştır. Vücudunda dövme bulunan bir kimse,
bunu ortadan kaldırmalıdır. Bu mümkün olmazsa, Allah’tan
bağışlama dilemesi, yaptığından pişman olması gerekir”.
Gerçekten
insaf! Meşhur “imam-cemaat” atasözlerimizi biliyorsunuz!
Diyanetin bu fetvalarıyla yarın başka öpüşen gençler, dövmeli
veya küpeliler, el ele tutuşanlar üzerine o mahalle baskısının
şiddeti yöneldiğinde, bunun bedelini kim ödeyecek? Dövmesi
yüzünden 1997’de öldürülen Barmen Oğuz Atak olayının
yenilerini mi istiyor Diyanet? Yoksa Daire Sanat örneğindeki olayın
kanla sonuçlanmasını mı? Kim onlara bu halkı giyim-süs-davranış
tercihlerine göre, resmi olarak bölme hakkı verdi? Bu tavrı
şiddetle reddediyorum ve tüm kitle örgütlerinin de aynı şekilde
bayrak açmasını diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.