Türkiye'de
Perinçek-İsviçre davası nasıl yaşandı, tahmin edebiliyorum. Olayın boyutlarını
ve ülkenin imajına dev getirilerini algılayabilenler alkışlarken, kimileri
dudak bükmüş ya da aleyhte fiilen çalışmışlardır!
Davayı
AİHM Mahkemesi'nde fiilen izledikten ve Ulusal Kanal’ın coşkulu toplantısına
katıldıktan sonra "Che ve Küba Devrimi" kitabımın yeni ve genişletilmiş
baskısının hazırlığı için Havana'ya uçtum. Küba izlenimlerimden önce Strasbourg
notlarımı paylaşmak istedim. Çünkü Nisan’da, soykırım konusu tsunami gibi üzerimize
gelecek.
Öncelikle
Strasbourg rüzgarını küçümseyen ve hatta "faşistler" diye sahtekarca
tanımlamaya kalkan o "soykırımla yüzleşin"cilere bir çift lafım var: Sayenizde
Ermenistan ve Ermeni kardeşlerimizle doğru dürüst bir barış sağlanamayacak. Çünkü
provokasyonlarınız nedeniyle tersine ip gerildikçe geriliyor. Zavallılık, batı
emperyalizmine kökten bağlılık gibi nedenlere dayanan bu yalakalıktan, kendi
ulusunu lekelemekten ve yargısız infazdan sado-mazo bir keyif alıyorlar. Ne
yazık ki bir Türk derneği utanmadan kendi topraklarımızda iflas etmiş Ergenekon
davasının binlerce sayfalık absürd ve “Kafkaesk” metinlerini Strasbourg'a karşı
taraf adına yollamaya bile tenezzül etti!
Bazen
hukukta veya bir polemikte, karşı taraf, o kadar çarpıcı mantık analizleri veya
kontrataklar yapar ki, hayranlığınızdan karşı koyma refleksleriniz körelir.
İsviçre ve Ermenistan avukatları ise, zekadan, yaratıcılıktan ve hatta kimi anlarda
hukuk üslubundan öyle uzak savlar öne sürdüler ki, bırakın bu çelişkili
duyguları, mesleklerinden utandım. Örneğin ömür üstünden koca bir sıfır alan
Geoffrey Robertson, seviyeyi yerlerde gezdirerek Perinçek'in "politikacı diye adlandırılan bir ırkçı"
olduğu savından yola çıktı! Perinçek’in İsviçre'ye özellikle tutuklanmaya
geldiğini, elle tutulur hiçbir argümanı olmadığını, bir AİHM Mahkemesi’nin ise katliamlar
ve gaz odalarının varlığını nasıl sorgulayabileceğini anlamadığını en saldırgan
ve ırkçı tonla söyledi durdu. Perinçek'in argümanlarını öne çıkarabilmesi için
önce ortada bir tartışma özgürlüğü olması gerektiği, konunun Yahudi
soykırımıyla eş tutulabilmesi için mevcut bir dava girişimi bile yaşanmadığını,
Perinçek'in ömre yayılan siyasi kimliğini batı ırkçı önyargısıyla aşağılamaya
çalışırken esas kendini bitirdiğini düşünemedi. Mahkeme dışında barışçıl bir
gösteriyle -hiçbir Ermeni düşmanlığı yapmadan bayrak sallayan "Şu Çılgın
Türkler"e bir kolonyalist emperyalistin tavrıyla saldırırken, kendi
maskesini düşürdüğünü hesaplayamadı!
Büyük
medyatik gösterilerle sahne alan ve dolgun "kaşe"sini hak etmek için
en melodramatik edebi üslupla cümleler kuran, şöhreti George'dan menkul Amal
Clooney'nin ise hakim "Ermenistan’a
ayrılan vakit bitti" deyince hevesi kursağında kaldı. Ermenistan'ın
mahkemeye ek kanıt sunabileceği ve Osmanlı’nın o yıllarda Ermeni ırkının kökünü
kazımaya çalıştığı şeklinde, davanın özüyle ilgisi olmayan sözleri orta yere
koyup dava bitiminde korumalarla kaçırılan star
tavrıyla kayboldu gitti! Halbuki ortada ne sarılmak için bekleyeni vardı, ne de
üstüne yumurta atanı!
İsviçre'nin
bir şeyler deneyen çelişkili savları da gerek Perinçek'in avukatı Christian
Laurent Pech'ten, gerek Türkiye'nin avukatı Stefan Talmon'dan hak ettiği yanıtları
aldı. Federal Mahkeme'nin hangi verilere dayanarak "insanlığa karşı
suç" ve "ırkçılığa dayanan nefret söylemi"nden söz ettiğini hiçbir
şekilde somutlaştıramadı. "İsviçre'de kamuoyunun genel düşüncesiyle
oluşmuş konsensüs", hukuki boş bir veri olarak öne sürülürken, Talmon'un
şu sorusu yanıtsız kaldı: "Kendi
mahkemenizin bile soykırım olduğuna dair bir kararı yokken, tartışmayı
yasaklamasının hukuki dayanağı neydi?"
Dava
günü, salondan yayın yapan Ermeni televizyonuna da bunu net söyledim: "İki halkın kavgayı sonlandırması, sınırları
açması ve barışı da yine özgür tartışmadan ve bu davadan geçiyor".
Zaten
Türkiye'ye karşı bu tek yönlü linç kampanyasının ve bu hukuki garabetin
yıllardır sürebilmiş olmasının kökeninde batının gizli ırkçılığı ve önyargıları
yatıyor. Aynen "Modern Sanat Tarihi, batının bir oldu bittisidir"
derken ifade ettiğimiz gibi! Gücün yetiyorsa ve "Soykırım anıtları ve
tartışma yasakları" peşindeysen, neden ABD'nin Kızılderili
veya Iraklılar’a, İspanyollar’ın Aztek ve İnkalar’a, Fransızlar’ın Cezayirliler’e
yaptıklarından yola çıkmıyorsun? Yoksa gerçekten büyük batı bu kadar gözü kara
bir ortaçağ haçlı kulübü mü?
Son
sözüm ülkemizdeki kinden beslenen kavga ittifakına: Nereye kadar yolunuz varsa
gidin, ama artık Hrant'ın yakasından düşün! Körüklemeye çalıştığınız iç
kargaşaya o güzel insanı alet etmeyin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.