İstanbul
sanat dükalığının 2015 Venedik seferi Pazar günü sona erdi.
Paris’in tüm trafiğini nasıl metrolar sağlıyorsa, burada da
aynı işlevi gören, Büyük Kanal üzerindeki ”vaporetto”larda
yaşanan sanatsal kitle ile yerel halkın zoraki sarmaş dolaşı
durulmuş oldu.
Sanat
ciddi ve kalıcıdır. Bu köşede bazen sanat yazılarım oluyor ama
böyle dev bir uluslararası bienalin ciddi eleştirisini buradan
size taşıyamam! Bunu yapmaya kalkışmak, evinizin salonunda Dünya
Şampiyonası finali oynatmaya benzer. Zaten her şeyi 3-5 günde
görmeniz, hele aynı anda siz de sergi açıyorsanız, imkansız.
Tekrar dönmek lazım. Dolayısıyla şimdilik sizlere Venedik
Bienali etrafında uçuşan bilgi veya “dedikodular” hakkındaki
kısa iğnelemeler iletmekle yetineceğim.
Nasıl
ünlülerin sempatik tenis oynayışlarını profesyonel tenis
turnuaları ile karıştıranlar olduysa, aynı şekilde, sanatı bir
para ve iktidar hırsının aracı olarak görenlerin hamlelerini de
sanat dünyasının ciddi buluşmaları ile bütünleştirmeye
çalışanlar var. Hırsı nedeniyle kimilerinin dikkatini çeken ve
egosu güneşe ulaşmış beyefendinin hükümet ve Saray ailesi
destekli davetiyle Venedik’i gören bazı gazetecilere soralım:
Nereye
hangi vesileyle gittiğinizi hiç mi bilmeden koşuverdiniz 4 gün
oralara? Konu dedikodu yazarlığı olsa bile, insan meraktan
herkesin ağzında dolaşan o Bienalin bir kataloğunu alıverir!
Orada Türk olarak kimler var, bir bakar.
Bienale katılmamak tabii ki ayıp değil. Ama basının katılmış
algısı yaratması sağlıksız ötesi. Öte yandan Bienale resmi
olarak katılmış Türk sanatçılardan da “katılmamış”
havasıyla
bahsetmek veya hiç bahsetmemek de ayrı bir gazetecilik iflası.
Araştırmadan kaleme alınan her yazı faturadır. Örneğin geçen
hafta ülkemizden katılanları size aktarmıştım. Ardından
yayınlanan Bienal kataloğunda ise bu isimlere ek olarak Glasstress
Gotika sergisinde heykeltraş Erdağ Aksel’in bulunduğunu
memnuniyetle öğrendim. Ayrıca Makedonya Pavyonu’nun
küratörlüğünü de Başak Şenova üstlenmiş. Güzel bir başarı.
O şöhretli gazetecilerimiz Aksel veya katıldığım Jump
sergisinde olan Denizhan Özer gibi gerçek katılımcılara neden
hiç değinmedi veya ancak bazen değinmekle yetindi?
Umarım
Türk gazeteciler iki lüks davete katılmak için bir daha
kendilerini bu tuzaklara düşürmezler: Bienalin, küratörlü
sergisi, ülke pavyonları ve Bienalin resmi programında yer alan
“Collateral
Events”leri
var. Bunlar dışında Venedik’te o tarihlere “denk
getirilerek”
yapılan sergiler Bienal parçası olmadığını basının tabi ki
(!) bilmesi gerekirdi. Lütfen
siyasetimizin dejenere yapısını, sanat alanına da taşımayalım.
Sanat, kimilerinin sandığı gibi para, iktidar ve şaşaalı
gösteriş alanlarının gözü dönmüşlüğünden başka bir
şeydir. Sanatsal
duygular, kimi zaman bir başka yüzyıl sanatçısıyla girilen
diyalogda, haftalarca okunan bir kitabın sararmış sayfalarında ya
da boyası bitmiş bir ressamın tualini beyniyle gözden geçirişinde
belki aranabilir... Dersin sonu.
Bienale
gelince, ana küratör Okwui Envezor, siyasi göndermeleri pek eksik
olmayan bir bütün oluşturmuş. Le Monde gazetesi de sergi hakkında
yazdığı ilk geniş değerlendirmede, Sarkis’in Türkiye
pavyonunda yaptığı çarpıcı serginin fotoğrafını kapaktan
verip yazıda da farklı bir soruyu çekinmeden dile getirmiş: Bu
kadar siyasi iyi niyetli ağırlığı olan bir buluşmada, Gezi’nin
hemen ardından hapiste yatan onca laik gazeteci ve aydın varken, bu
yazarlar aleyhine açık demeçler veren Kutluğ Ataman’ın sergide
işi ne?
Aynı
sergide, mesela Brezilya adına katılan üç sanatçı, Andre
Komatsu, Antonio Manuel ve Berna Reale, 2013’te Brezilya’da
Gezi’nin devamı gibi yaşanan ağır olayları mercek altına
alabilmişler! Bu tabi Türkiye adına yapılamaz bir şey, çünkü
maalesef sansür ve daha önemlisi kapitalin oto-sansürü, ortaya
hep farklı yaklaşımlar taşıyor. “Politically
correct”
sayılacak garantili tavırda işler geçer akçe hep! Brezilya
sergisinin adı da “O
kadar çok ki, buraya sığmıyor!”.
AKP iktidarında böyle bir Türkiye Pavyonu olsa, Saray, MGK’yı
toplayıp İtalya’ya savaş açmaya kalkar!
Venedik
Bienali bu sene “Altın
Arslan”ı
San Lazarro adasındaki Mekhitarist Manastırı’nda açılan Ermeni
Pavyonu’nun “Armenity”
sergisine verdi. Uzaklığı nedeniyle nispeten çok az kişinin
gezdiği bu serginin ödülü, tabii ki politik. Yani karar önceden
alınmış; aynı Eurovision oylamaları gibi... Bu davranış
biçiminin sanat alanına da sızması üzücü. Yoksa kimse
saptırmasın, Ermeni kardeşlerimizle barışı bizlerden daha çok
isteyen yok. Ama hangi demokratik temel üstünde, ne pahasına,
hangi diyalog(suzluk)la? Yanıtsız sorular ileriki günlerde sevgili
okurlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.