Geçtiğimiz
hafta sonunu sevgili oğlumla Madrid’e Fenerbahçe seferine çıktık.
Daha önce bir Lizbon seferinde Benficazede
olmuş,
Avrupa finalinin kapısından dönmüştük. Şimdi ise hedef daha
büyüktü: Avrupa’nın en görkemli kupası! Futbolda Barcelona,
Real Madrid ve Bayern Münih’le son dörde kalıp çarpışmak ne
ise, basketbolda bunun karşılığına ulaştık, korkunç bir
başarı bu.
Ekranlardan
da görmüşsünüzdür ama o koca tribünleri içinden yaşamış
biri olarak söylüyorum: Eminim
ki dünya devi Real Madrid, tarihinde ilk defa kendi evinde konuk
takım durumuna düştü. Fenerbahçe seyircisi, Madrid seyircisine
fark attı, hatta maçın başında ezdi. Bu da olağandışı bir
güç gösterisiydi.
Genellikle
sanatçı ve yazarlar spor işlerine pek takılmazlar, renk belli
etmezler. Ben ise “olduğun
gibi görün, göründüğün gibi ol”
kavramından yola çıkarak, ne futbol ne de siyasi aidiyetimi
saklamam. Bunun yarattığı kayıplara da razıyımdır. Beşiktaşlı
Yalçın Doğan’ın koyduğu isimle “Fenerbahçe
Cumhuriyeti”nin
bir ferdiyim ben! Ama bu espriden bile nem kapıp, “vay
efendim burası Türkiye Cumhuriyeti!”
diye yüklenme refleksini canlı tutanların ülkesinde, başımıza
hayli iş açmıştır sevgili Yalçın Bey! Sonuçta her takım
tutan, arada siyasi konulara göstermediği bir hışımla bağırıp
çağırsa da bundan büyük keyif alır! Hatta bu işten
anlamayanlara da -itiraf
edeyim-
biraz acıyarak bakılır. Aynen onların bize küçümseyerek
baktığı gibi! Bu yetişkinlerin -biraz
mantıksız olsa da-
bir ömür boyu ergen ve genç kalma yöntemidir belki. İşte o dev
spor endüstrisi, bu hislerin en tatlı sömürüsü üzerine inşa
edilen milyarlarca dolarlık, büyüyen bir okyanustur.
Bu
okyanusun en büyük kulübü, Fenerbahçe’yi yarı finalde eleyip
şampiyonluğu kazanan Real Madrid’dir. Bu vesileyle, Suphi’yle
birlikte Madrid’in en önemli müzelerini gezdik. Ama
ömrü boyunca sayısız müze gezmiş biri olarak Real Madrid’in
stadı Bernabeu’nun içindeki bu müzenin beni Prado ve Reina
Sofia müzelerinden neredeyse daha çok etkilediğini söyleyebilirim.
İnanın
“yok
böyle bir şey!”
demek hafif kalıyor. En çağdaş görsel-işitsel yöntemlerle
dijital devrim ve günümüzün her sunum olanağıyla orada Real
Madrid’e katkı vermiş istisnasız her kişinin en güzel
resimleri, istatistikleri, golleri, her şeyi tarihteki yerini almış.
Kendi kulübüm ve Real Madrid arasındaki uçurum, maçta oluşan 9
sayıcık kadar değil, buradan Himalayalara kadar. Çünkü
Fenerbahçe geçmişini kucaklamayı başaramıyor.
Neyse, bu da ayrı bir araştırma ve yazı konusu deyip geçelim.
Ama sırf bu müzeyi görmek için bile Madrid’e gidilir.
Tabii
bunu bir avunma yöntemi olarak görmeyin. Fenerbahçe, oynadığı
her iki maçta da konsantrasyonunu kaybedip ilk çeyrekte 25 sayı
geriye düşmeseydi, şampiyon olması işten bile değildi. Madrid
maçında fark 25’ten 9’a indikten sonra 3’lük atma şansını
bile kullandı Fenerbahçe ama başaramadı. Ardından CSKA maçında
da 25 farkı kapatıp oyunu 77-77 yapmayı da becerdi ama son kertede
doğru kartları desteden çekemedi.
Yazık
oldu. Ama Real’in tecrübesi ve kurduğu firesiz dayanışma
ağları, aradaki farkı kaçınılmaz hale getirdi. Yine de
sarı-lacivertlileri tebrik etmek lazım! O muhteşem seyirciyi
maçların başındaki konsantrasyon kaybı seansları dışında
gururla maç izletecek kıvamda tuttular.
Emre’nin ise Mersin’de attığı son dakika golü, herhalde
kariyerinin en değerlilerinden. Ama hepsinden önemlisi, o gol
yalnız futbol sezonunu kurtarmakla kalmadı. Aynı zamanda Madrid’de
sıkıntı içinde kıvranan binlerce seyirciye yaşam oksijeni
bağladı.
İletişim dünyamızın harikalarıyla o gol aynı anda dev bir
sevinç zelzelesi yarattı Madrid’de...
Müzelerin
bitmez tükenmez turları ise, yorucu olduğu kadar büyüleyiciydi.
Reina Sofia müzesinde Picasso’nun ünlü Guernica’sının
başında, tek hedefleri yapıtın fotoğrafının çekilmemesi olan
10 koruma vardı! Gülünç geldi. Çevremizde yüz milyon görüntüsü
var! Neymiş, ailesi böyle tercih ediyormuş. Pardon? Citroen’e
babalarının isim hakkını alakasız şekilde devredebilen ailesi
mi söz konusu?
Son
söz: Madrid’e o ünlü üçgende Prado, Reina Sofia ve Thyssen
Bornemisza müzelerini gezin. Ama şu şartla: Çıkar çıkmaz
çantanıza sahip çıkarak kaçın! O bölge, tüm profesyonel 1.
sınıf yankesicilerin cirit attıkları alan. Firesiz çıkmak
mümkün değil.
İspanya,
yalnız spor değil, kültür endüstrisindeki dev rolü ve paha
biçilmez sayısız eseriyle de yeryüzünün en prestijli
ülkelerinden biri olarak parlamaya devam ediyor. Bizim ise ortaçağ
prangamızdan kurtulma şansımızı zekice kullanmak için 3
haftacığımız kaldı... 19 Mayıs gençlik ve spor bayramımız
kutlu olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.