30 Mart 2013 Cumartesi

Bedri Baykam shows double sided empty frames in NYC at the Proposition





BEDRİ BAYKAM shows 
“FRAMED LIVE TIME AND SPACE” 
April 3 – May 12, 2013
Opening Reception: Wednesday, April 3rd; 6 – 8pm
The Proposition
2 Extra Place (@ E 1st Street off Bowery)
New York, NY 10003
Gallery Hours: Wednesday – Sunday, 12 – 6pm
For additional information please contact Ronald Sosinski, Director 


Bedri Baykam’s show at The Proposition features 7 double-sided empty frames installed hanging from the ceiling. Baykam says that these frames are not empty but rather "framed live time and space". The artist asserts that "framing live time and space" creates a phenomenal situation---theouter limit, where realism, 3D and conceptual art meet. He believes that this exhibition will forever alter the 100 year long obsessive relationship of generations of artists with the object originated by Duchamp's Ready-Made...

Baykam, one of the most internationally renowned Turkish artists, has shown several times in the USA, New York and California. He is known for his versatile and multi-faceted works with a rich spectrum ranging from heavily textured canvases to painted photos, three dimensional objects and political installations live performances as well as a very developed portfolio of large size "4-D" lenticular works. But this time in New York, he chooses to show only empty frames... at least at first look!

The catalog accompanying the exhibition includes essays by NY critic Robert C. Morgan and Turkish critic Hasan Bülent Kahraman along with Baykam’s own commentary:
• The both sided frame looks empty. But what is shown can not be looked just as nothingness. Here everything breathes the same air as nothing. 
• Every image is single and changes every other second in a continuous flow. 
• Space and time are framed and packed together although they change constantly. 
• Every image is live and ephemeral.
• This is the outer limit where realism, 3D and conceptual art intersect. 
• This is not the ‘ready-made’ revisited by its 5th generation of would be geniuses piling anything on top of another in any museum or gallery. 
• Here, the master of the situation is the active space as followed by the viewer. The key role given to the object, the ‘ready-made’ has shifted away. 
• It brings together the fictitious rectangle plane of the art work with conceptual art. It’s total art. It’s hard to be more realistic, more conceptual, more challenging, more arrogant and simpler. 
• Just as the ready-made has taught us to read the objects and look at them differently, these pieces will enable us to look at ‘life space’ differently and all the frontiers between life and art will blow up.(Oh, Dear Bob!)  
• Duchamp's "Bulky Heritage" (Le Figaro-15th of February, 2013) which I had defined back in 1991 as the "Post-Duchamp Crisis" in my conference (and later my 1994 Book - see p.46) had become an almost hypnotizing obsession for so many generations of artists. The way out was in the air and the human eye.
• This concept/object can be taken out anywhere, might reach its climax even more in the gallery or the museum space: There, the most daily and simple environment will mix with the ‘holy space’ where art is shown and worshiped. Art can now transcend its own "traditional boundaries" and reign over ‘life space’.

26 Mart 2013 Salı

APO İMRALI’DAN BİLDİRDİ!... / Bedri Baykam / 26 Mart 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



        
           Acaba bu sefer ülkede neler olup bittiği anlaşılacak mı? Kırmızı çizgileri sararmış ve morarmış ülkemde gören duyan zanneder ki, siyahların tutsaklığı sürüyordu da, birden devrim geldi; onları özgürleştirdi! Ya da seçme seçilme, toprak sahibi olma hakları olmayan bir grup insan vardı da, onlara hakları verileceği söylendi ilk defa...  Hep tekrarladığım bir şey var samimi olarak: Şayet bu ülkede Kürt kökenli arkadaşlar temel haklarından mahrum bir etnik grup olsa idi, ben en başta onlar adına savaşırdım. Hem de fiili olarak! Ama Allah’a şükür öyle bir durum yok. Nasıl bir durum olduğunu ise, saflığıma verin ben pek anlayamıyorum.
             Konu ırklara göre toprak dağılımı olsa idi, bu derdin daha büyüğünü Fransa ve ABD’nin yaşaması lazımdı. Ama görüyoruz ki o ülkeler, karıştırılan değil, karıştıran konumunda! Nasıl geçmiş tüm dünya savaşlarının hesabı -hem de yargı sonucu bile olmadan- Ermeni meselesi üzerinden Türkler’den soruluyorsa, etnisiteye göre toprak veya ülke veya federasyon/bağımsızlık taleplerinin sanki tamamı da yine Türkiye öne sürülerek gerçekleştiriliyor 26 yıldır...
             Cümleler kulağımıza akıyor sanki: “Yoksa sen barıştan yana değil misin? Yoksa hala her iki taraftan insanlar ölsün mü istiyorsun?” . Kim ister ki savaşın sürmesini, insanların durmadan cenazelerde buluşmasını? Tabii ki ben de istemiyorum. İstemiyorum da, mesela “Apo’nun İmralı’dan bildirdiği gün”, o televizyonlara çıkan kimi pespaye adamların sanki Cumhuriyet rejimini nasıl dize getirdiklerini pervasızca, alçakca, küstahça, o limitli zekalarıyla ballandıra ballandıra anlatmaya çabaladıkları o asalak programların ülkenin namuslu, duyarlı, vatansever kesiminde yarattığı travmayı bu toplum nasıl aşar orasını tam bilemiyorum! Barış söylemi desen, kullanılan dilin barışla ilgisi yok; zeka pırıltısı desen, hak götüre; tarihi analiz desen, gerek entelektüellik, gerek içerik açısından ortada hiç bir nesnel yaklaşım yok... Hepsinin ötesinde arzulandığı söylenen ve sözde barış talep edilen ortamda, Atatürkçü-Cumhuriyetçi kitlelerin neler hissedebileceği konusunda hiç bir empati çabası yok! O meydanları dolduran “PeKeKe” sempatizanlarının veya militanlarının, zaten böyle bir dertleri yok! Onlar için artık kendileri dönemin galibi, TSK ve Atatürkçüler ise ağır bedel ödemesi gereken mağlubu! Eh, bildiğiniz gibi tarihi de savaşı kazananların kafalarına göre yazdığını –bakınız son 3-4 yılda değişen müfredat kitapları- hatırlarsak, gidişatın pek iyi olmadığını tekrar görebiliyoruz.
            Ülke emperyalistler tarafından özenle beslenmiş bir iç savaşı andıran 29 yılı yaşayıp, milyonlarca insanını bu uğurda perişan etti. Yine yukarılardan gelen baskı ve telkinlerin yönlendirdiği süreçler devreye sokulduğu zaman anında başarılı barış şarkıları isteniyorsa, bu düğmeye basan ülkelerin çok bilir “mastermind” larının biraz daha psikoloji okumaları lazım. “Kemalist olmayan akil adamlar” senaryosu bile bu konuda çok yetersiz kalabilir. Çünkü adı geçen kadronun Cumhuriyetçi milyonluk kitleler üzerinde pek ciddi bir etkisi olması tabii ki düşünülemez.
           İşin başka tuhaf boyutları da var. “İmralı” misak-ı-milli sınırlarından söz ediyor, artık kimse ayrılık haritalarından dem vurmuyor ve “acaba hedefler mi büyüdü?” sorusu geliyor insanın aklına.
          Hiç kimse bu ülkede ulusalcılara “siz ırkçısınız” iftirasını atamaz. Çünkü çoğumuz, hep “Istanbul sizin, Şırnak bizim, her yer hepimizin” diyoruz ama, birileri var ki, “Benim malım benim, senin  malın da benim” demek istiyor sanki...  Bizler “tek ırk, insan ırkı” sloganına prim verip, her türlü yapay ırk-din-mezhep bölünmesine karşı savaşırken, etnik bölücüler tam tersine ayrımları parlatıp, sivrileştirip sonra da demokrasi şampiyonluğuna soyunuyorlar! Aynen başka birilerinin “ileri demokrasi” masalı gibi! Yani “tuhaf” bir ülkede yaşıyoruz vesselam! Herkes sağ gösterip sol çakıyor!
            Halkımızın aklındaki sorular hergün çoğalıyor: “Benim arkamdan hangi tezgah çevriliyor?- Kürtlere hangi sözler ne karşılığında veriliyor?- Birileri medyada silahlar sustu derken, gerçekte ise  sınır ötesine çekildi diyor! Bu yeni Anayasa’da kim hangi yetkiyle ne değiştiriyor?-Kürtlere ellerinde olmayan ne hak verilecek de bizlerden  farklı bir yere oturacaklar?-Onların diğer etnisitelerden ve içimizdeki 1001 karışımlı “insan kokteylleri”nden hangi ayrıcalıkları var ki?-21. Yüzyıl’da ırk sorununu aşmak bu mudur? Bu soruları size “aştıran” birileri elbet çıkar!


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

19 Mart 2013 Salı

M. PERİNÇEK’TEN: “RUS ARŞİVLERİNDE ERMENİ MESELESİ” / Bedri Baykam / 19 Mart 2013 tarihli Cumhuriyet makalesi..



          Çeşitli vesilelerle sürekli olarak ısıtılıp gündeme oturtulan Ermeni iddiaları  artık demokrasi kavramı için kanayan bir yara. 1915’te yaşanmış üzücü ve korkunç olayları fırsat bilip sürekli sündürerek bunu Türkiye’ye karşı kullanmak, demokrasiyi hiçe sayarak, hiç bir zaman görülmemiş bir davayı, sanki ortada tartışacak şüphe götürür hiç bir şey yokmuş gibi ele almak, kimileri için standard bir tavır!
           Bir Fransa düşünün ki, hukukun alfabesine girmeden konuyu Parlamento düzeyinde geri dönülmez saçma sapan yasalara bağlamaya çalışıyor veya bir sözde gazeteci entel-dantel takım düşünün ki, kendi ülkesinde “Ermeni soykırımı olmadı” diyenleri veya en azından bu tanımlamayı kabul etmeyenleri hemen “aşırı milliyetçi-faşist grup” diye yabancı gazetelere jurnallemeyi alçakça bir refleks haline getirmiş. Böyle bir ülkede, tarihi gerçekleri araştırmak tabii ki zor ve polemiğe açık bir alan. Halbuki Türk ve Ermeni toplumlarının en büyük ihtiyaçları, uygarca her iddianın tartışılması, gerçek anlamda objektif bir adalet arayışının eşitlikçi bir raya oturtulması. Yeni kuşaklar ancak böyle tarihin yükünden kurtulabilecekler.
           Hapishanede yaşamak doğal olarak en korkunç insani dramlardan biri. Silivri’de demokrasi, hukuk ve özgürlük mücadelesi veren aydınlarımız, inanılmaz bir direnç ve çalışkanlık sergileyerek tarihe şamar gibi oturan kitaplar çıkarıyorlar, makaleler yayınlıyorlar.
          İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’in, kendisi kadar dirençli ve onurlu oğlu Mehmet Perinçek, en çalışkan genç aydınlarımızdan. İki yıldır Silivri’de babasıyla aynı kaderi yaşayan Mehmet, on yıl boyunca Sovyet arşivlerinde yorulmadan araştırma yaparak, ortaya soykırım iddialarından geçinen malum takımı çok üzecek bir yayın çıkarmış. “Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi” kitabı, konuyu pervasızca yalnız basit bir “Türk resmî tarih okuması” veya “milliyetçilik hezeyanı” olarak damgalamaya kalkanlar, karşılarında biraz zor yıkılır Rus belgeleri bulacaklar. Tabii gerçekle yüzleşmeye cesaret edebilenler aralarında varsa! Çünkü bu kesimde tek trend, tartışmadan kaçınarak, yalnız kendilerini hümanist “öz-demokrat” görüp, farklı şeyler söyleyen herkesi kanıtlarını dinlemeden aşağılamak!
           Perinçek’in kitabı, bilin ki, Rusya ve İran’da da yayınlanmış ve yarattığı tartışma dalgaları şimdiden Azerbeycan ve Ermenistan’ı da vurmuş. Kitabın önsözünü yazan rahmetli emekli Büyükelçimiz Gündüz Aktan bakın neleri kaleme almış: “M. Perinçek’in bulduğu belgelere göz attığımda ‘bu iş galiba bitiyor’ diye mırıldandım. Evet Rus arşivleri, dönemin diğer Rus ve Ermeni kaynaklarıyla birlikte, Ermeni soykırımı iddiaları hakkında hükmünü veriyor. İddialar geçersizdir. Kesin hüküm diyorum. Çünkü hükmü temyiz edeceği farzedilenlerin bizzat kendileri, o kesin hükme son noktayı koyuyorlar.Başta bağımsız Ermenistan’ın 1918-19 yıllarındaki ilk Başbakanı Hovannes Kaçaznuni olmak üzere, dönemin Ermeni siyasetçileri, komutanları, tarihçileri, 1920’den 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar yazdıkları resmi rapor ve yazışmalarda hep aynı görüşü savunmuşlardır” diyerek bir özet döküm yapıyor. Size burada tüm bu dökümü vermeye kalkışacak değilim. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki, mesela benim gibi konuyu dışarıdan araştıran  tarih ve mantık bilgileri ışığında değerlendiren insanların her inandığı tezi doğrulayan bir dizi somut veri ve özenle seçilmiş kanıtlarla buluşuyorsunuz.
          Birbirinden değerli 150 belge. Mesela Kirmanşah Konsolosluğu idarecisinin gizli telgrafı: “Ermeniler Türkler’e karşı birlik oluşturmak niyetinde” (30-12-1914). Ya da Kars Kalesi Komutanı’nın Kafkas Orduları Karargah Komutanı’na mektubu:  “Halkla Ermeni birlikler arasında cinayet ve yağma temelinde anlaşmazlıklar yaşanıyor”
          Bu örnekleri burada çoğaltmak çok anlamlı değil. Bence bu topraklarda yaşayan her aydın, her diplomat, her siyasetçi bu kitabı okumalı.Yoksa malum iddialarla sinsice Türkiye’yi suçlayarak yaşayan bir uluslararası “örgüt” e karşı her an kullanabilecekleri bu somut yanıtlar dizisinden mahrum kalırlar ve psikolojik savaşta gereksiz bir ivme kaybederler. Tekrar teşekkürler Mehmet Perinçek. Senin gibi gerçek aydınlar sayesinde Türkler ve Ermeniler arasında arzuladığımız barış oluşabilecek. Ahlaksızca ve anti-demokratikçe tek yanlı olarak kendi ülkesine saldıranlarla değil, medenice herşeyi öğrenip, korkmadan tartışan her iki toplumun önyargısız gençleriyle... 


Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

14 Mart 2013 Perşembe

Bedri Baykam's conceptual show at the Proposition Gallery in New York, April 3rd, 2013




Bedri Baykam
"Duchamp Would Have Been Damn Jealous"
April 3 – May 12, 2013
Just in time for the 100th anniversary of The Armory Show in NYC and as surprising as Duchamp’s Urinal, The Proposition is pleased to present a conceptual show by Bedri Baykam which stands out for its striking simplicity while re-questioning thepresentation of art.



Baykam is a multi-faceted international artist who has also shown several times in New York.  Being one of the pioneers of new expressionism in the early eighties, he has developed his art in several directions which have included: videos, “live” installations which he chooses to label “Livart”, his happenings and performances, his world-wide shown “4-Ds” which are an enigmatic synthesis of several years of painterly and digital works on the lenticular surface, and his richly textured canvases which are never shy of getting in association (collaboration) with collage or graffiti, are part of his artillery. Together they create the image of a versatile and prolific artist also heavily involved in politics, especially in his country where democracy and secularism are under serious threat.
The artist enjoys giving double meanings to sentences, uses words that are interpretable in various ways and all these in “his own” three languages, Turkish, French and English. 
Baykam has also fabricated various “political machines” with odd names such as 
“the Book Burner”, “the Torture Object”, “the Idea Machine” 
etc.
Baykam is deeply involved with commenting on and reinterpreting art history. His pieces often refer to old masters such as David, Géricault, Delacroix, Ingres or masters of Modernism such as Picasso, Manet, Dali, Magritte, etc.  His graffiti which invaded Soho in the 80’s with its readable slogans have culminated in his motto “This Has Been Done Before” (1987) which is a sort of hat on top of post-modernism.
NY critic Robert Morgan and Turkish critic Hasan Bülent Kahraman are the authors of the comprehensive catalog of the exhibition. An “on-site” last minute press release will reveal the project and give more information.
Opening Reception: Wednesday, April 3th; 6 – 8pm
The Proposition 
2 Extra Place (@ E 1st Street off Bowery) New York, NY 10003 
Tel.: +1 212 242 0035 
Gallery Hours: Wednesday – Sunday, 12 – 6pm 
For additional information please contact Ronald Sosinski, Director

BEDRİ BAYKAM NEW YORK’TA…



THE PROPOSITION



BEDRİ BAYKAM NEW YORK’TA

Sanatçının şaşırtıcı kavramsal çışı
DUCHAMP WOULD HAVE BEEN DAMN JEALOUS”
(Duchamp Kıskançktan Çatlardı)
3 Nisan-12 Mayıs 2013 tarihleri arasında
New York The Proposition Galleryde…

Kavramsal Sanat’ın öncü Marcel Duchamp’ın ünlüPisuarının ve 1917 yılında New Yorktaki Société des Artistes İndependants sergisine önerilmesiyle birlikte Modern Sanatın temel kavramla değiştirip genişleten Armory Showun tam da 100. yılında Bedri Baykam, yine New York’ta açacağı olağandışı kavramsal sergiyle sanan sunumunu provokatif bir bakış açısıyla yeniden sorguluyor.

80lerin başından beri Yeni Dışavurumculuk Akımı ile özdeşleşen Baykam, sanatında tualin dışına defalarca ve farklı malzemeler kullanarak çıkmış bir sanatçı. Çokkatmanlı ve 3 boyutlu malzemelerle derinlik kazanan tualler, videolar, enstalasyonlar, Livart” adı verdiği mekanı yönetme kavramıyla gelişen canlı enstalasyonlar, happening ve performanslar, son yıllarda dünyanın büyük sanat merkezlerinde galeri ve müzelerde defalarca sergilediği, boyasal ve dijital ortamda en üst sınırları zorladığı saydam katmanların adeta yülü bir şekilde merceksel ortamda buluştu “4-D” çalışmalar, Türkiyede demokrasi ve laiklik sorunlana eğilen politik-yerleştirme çaşmaları ve graffitiler sanatçının tual dışı işlerine bazı örnekler olarak sayılabilir.

Sanat tarihine derin ve farklı açılardan yaklaşan, David, Géricault, Delacroix, Ingres gibi eski ustalardan, Picasso, Manet, Dali, Magritte gibi Modern Sanat’ın öncü isimlerine kadar birçok sanatçının çalışmalarıkendi sanat diliyle yeniden yorumlayan Baykam, 80’li yıllarda graffiti ile New York sokaklanı donatırken özellikle post-modern döneme bir nevi şapka oluşturan This Has Been Done Before” tümcesi ile de tanındı.

Sanatçının New York, The Proposition Galleryde açılacak sergisi ise, gmişindeki tüm bu tualin dışında ve ötesindeki kavramsal işlerinin doruk noktası olturuyor. Serginin kataloğu için yazılan metinler, Sanat Tarihçi Hasan Bülent Kahraman ve New York’lu eleştirmen Robert C. Morganın imzala taşıyor.

Serginin açılışıyla birlikte sanat dünya, Duchampdan bu yana nesiller boyu farklı ılardan yorumlanan
Kavramsal Sanata dair çok farklı ve nırları sonsuza dek genişleten bir dille tanışıyor olacak.

125. kişisel sergisini açan Baykam’ın New Yorkta açğı 8. kişisel sergi olacak (Baykamın Paris, Galerie Lavignes-Bastillede süren sergisi 24 Mart 2013 tarihine kadar izlenebilir).



Bedri Baykam
"Duchamp Would Have Been Damn Jealous"
3 Nisan-12 Mayıs, 2013
Açılış kokteyli: 3 Nisan Perşembe, saat 18:00-20:00

The Proposition Gallery
2 Extra Place (@ E 1st Street off Bowery) New York, NY 10003

Daha fazla bilgi için: Öykü Eras +90 (541) 775 81 35



2 Extra Place | New York, NY 10003 | info@theproposition.com | www.theproposition.com | 212.242.0035